بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم
Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla.
Âlemlerin Rabbi, Mevlâmız olan Allah’a hamd, örnek kulu, son Resûlü Hz. Muhammed Mustafa’ya salat ü selâm ile sözlerime başlarım.Kur’an insanlara, ahiret gününde onları bekleyen, hesaba çekilme, sorumlu tutulma, yargılanma v.s. hususları göstererek, onların benliklerini ıslah etmeyi, kendi orijinal fabrika ayarlarına yani fıtratlarına dönmelerini (İslam’a) istemektedir. Son pişmanlık fayda sağlamayacaktır…
Şimdi Rabbimizin haber verdiği cehennemde, ateşin içinde aynı azabı paylaşan insanların tartışmalarını, birbirlerini suçlamalarını dinleyelim. “Müstekbirler ve müs’taz’aflar”, “zayıflar ve güçlüler”, “yönetenler ve yönetilenler”, “yasa koyanlar ve onların yasalarına itaat edenler”, “tanrılar ve kullar”. Dünya üzerine Allah’ın istediğine göre değil de birilerine göre yaşayan, Allah’ın istediği gibi değil de kendileri gibi insanların istedikleri gibi bir hayat yaşayan zayıf karakterli, silik şahsiyetli kimseler de orada, onlara karşı tanrılık iddiasında bulunanlar da orada. Özgürlüğün ne demek olduğunu bilmeyen köleler de orada, onları köleleştiren sahte tanrılar ve tanrıçalar da orada.
Yalanlayan tağutlar ve ezilmeyi, aşağılanmayı kabul eden zayıflardan oluşan taraftarları, beraberlerinde de şeytan... Sonra, peygamberlere iman eden ve sâlih/iyi işler, yapan mü'minler, hep birlikte, görünebilecekleri şekilde Allah'ın huzuruna çıktılar... Aslında onlar her an için Allah'ın kontrolüne ve gözetimine açıktılar. Ne var ki, onlar şu anda, tamamen ortada olduklarını, hiçbir perdenin, hiçbir örtünün, kendilerini örtüp saklayamayacağını, hiçbir koruyucunun kendilerini koruyamayacağını biliyorlar, hissediyorlar. Hep birlikte huzura çıktılar, meydan tıklım, tıklım, perdenin kalkması ile birlikte başlıyor karşılıklı konuşma:
Gelin imanımızı artıralım, Allah için bizleri uyaran bu dehşet verici sahneyi ve ayetleri hep birlikte okuyalım. Neresindeyiz bu tehlikenin, farkında mıyız uyarıların?
وَبَرَزُوا لِلّٰهِ جَم۪يعاً فَقَالَ الضُّعَفٰٓؤُ۬ا لِلَّذ۪ينَ اسْتَكْـبَرُٓوا اِنَّا كُنَّا لَكُمْ تَبَعاً فَهَلْ اَنْتُمْ مُغْنُونَ عَنَّا مِنْ عَذَابِ اللّٰهِ مِنْ شَيْءٍۜ قَالُوا لَوْ هَدٰينَا اللّٰهُ لَهَدَيْنَاكُمْۜ سَوَٓاءٌ عَلَيْنَٓا اَجَزِعْنَٓا اَمْ صَبَرْنَا مَا لَنَا مِنْ مَح۪يصٍ۟
Hepsi Allah’ın huzuruna çıkacaklar; zayıflar, büyüklük taslamış olanlara diyecekler ki: "Biz size uymuştuk, şimdi siz Allah’ın azabından küçücük bir şeyi bizden savabilir misiniz?" Ötekiler şöyle cevap verecekler: "Allah bizi doğru yola iletmiş olsaydı biz de sizi iletirdik. Şimdi sızlansak da katlansak da farketmez. Bizim için artık sığınacak bir yer yok!" (İbrahim, 14/22.)
“Mustaz’aflar (zayıflar) zayıflığı benimseyen kimselerdir. Düşünce, inanç ve hedef açısından kişisel özgürlüklerinden feragat edip müstekbirlere ve tağutlara uyruk olmak suretiyle yüce Allah'ın insanlara bahşettiği en belirgin insani özelliklerini ayaklar altına alan Allah'ın egemenliği yerine Allah'dan başka birtakım kullara boyun eğen, o kulların egemenliğini seçen kimselerdir. Zayıflık mazeret değildir, aksine suçtur. Yüce Allah hiç kimsenin zayıf, güçsüz olmasını istemez. O, bütün insanları güç-kuvvet bulacakları himayesine girmeye çağırıyor. Çünkü güç, kuvvet tümüyle Allah'a aittir.
Yüce Allah hiçbir insanın kendi isteği ile ya da istemeyerek özgürlüğünden vazgeçmesini istemez, -çünkü insanın en belirgin özelliği ve onur kaynağı özgürlüğüdür-. Hiçbir maddi kuvvet, -ne olursa olsun- özgürlük isteyen, insani onurunu ayaklar altına almayan, ona sarılan bir insanı köleleştiremez. Bu kuvvetler en fazla insanın bedenine sahip olabilirler, ona işkence edip cezalandırabilirler, zincire vurup hapsedebilirler. Ama insanın vicdanına, ruhuna ve aklına hiç kimse sahip olamaz hapsedemez, aşağılayamaz. Sahibi kendi eliyle vicdanını, ruhunu ve aklını hapse, zillete teslim etmediği sürece...
ALLAH'IN İNSANA BAHŞETTİĞİ ÜSTÜNLÜK DUYGUSUNDAN KENDİLİĞİNDEN VAZGEÇMEK…
Kuşkusuz mustaza'flar (zayıflar) çoğunlukta, tağutlar ise azınlıktadırlar. O halde çoğunluğun azınlığa boyun eğmesini hangi güç sağlamaktadır? Boyun eğmelerindeki etken nedir? Onların tağutlara boyun eğmesini sağlayan etken, ruhsal zayıflıkları, azimden yoksun oluşları, onur eksikliği ve yüce Allah'ın insanoğluna bahşettiği üstünlük duygusundan kendiliklerinden vazgeçmiş olmalarıdır.” (Fî-Zilâl’den Nakille.)
“Bir gün gelecek bu dünya, bu hayat bitecek, sonra Allah herkesi tekrar diriltecek ve herkes Rablerinin huzurunda toplanacak. Zaten şu anda da herkes Allah’ın huzurundadır. Fakat insanlardan kimileri bunun farkında değillerdir. O gün herkes bunun farkına varacaktır. İşte o büyük iradenin huzurunda toplandıkları bir ortamda zayıflar, güçsüzler, zayıflatılmışlar, mus’taz’aflar zayıflatanlara, güçlülere, yöneticilere, müstekbirlere diyecekler ki. Bu dünyada güçlerine, kuvvetlerine, saltanatlarına güvenen müstekbirler zayıfları, zayıf bıraktıkları insanları ezdiler. Onları kendi güç ve kuvvetleri önünde eğilmeye zorladılar. Kendi yasalarına itaate zorladılar. Hattâ kendilerinin tanrılığını onaylamaya zorladırlar onları. Bize boyun bükeceksiniz, bizim İlâhlığımızı kabul edeceksiniz, bizim istediğimizi yapacaksınız, bizim istediğimiz gibi yaşayacak, bizim istediğimiz gibi inanacak, bizim istediğimiz gibi düşünecek, bizim istediğimiz gibi inanacak, bizim istediğimiz gibi bir hayat yaşayacaksınız dediler.
HERKES GERÇEK İLAHIN, GERÇEK RABBİN, GERÇEK OTORİTENİN HUZURUNDA
Baskılarla, zulümlerle, eziyet ve işkencelerle onları köleleştirdiler, onların şahsiyetlerini bitirdiler. Ama şimdi herkes gerçek İlahın, gerçek Rabbin, gerçek otoritenin huzurundadır. Herkes kul, hiç kimsenin diğerinden bir ayrıcalığı, bir üstünlüğü yoktur. İşte orada, Allah huzurunda, büyük mahkemede dünyada zayıf düşürülenler yerlerini almışlar, büyükleneler de yerlerini almışlar ve bakın zayıflar büyüklenenlere, müs’taz’aflar müstekbirlere, idare edilenler idare edenlere, yönetilenler yönetenlere diyorlar ki:
Biz dünyadayken size tabi olmuştuk. Ey müstekbirler, doğrusu biz dünyada iken size uymuştuk. Dünyada emirlerinize boyun eğmiş, sizin kanunlarınıza itaat etmiş, sizin arzularınızı yerine getirmiş, sizin istediğiniz bir hayatı yaşamış, bizi neye çağırdıysanız koyun gibi arkanızdan gitmiştik. Sürüler gibi size tabi olmuştuk. Sizin gibi inanmış, sizin gibi yaşamış, sizin gibi giyinmiş, sizin gibi soyunmuştuk. Sizin gibi sevinmiş, sizin gibi üzülmüştük. Her şeyimizi, tüm hayatımızı, ekonomimizi, hukukumuzu, kılık-kıyafetimizi size bağımlı kılmıştık. Sizleri Rab ve İlâh bilip siz ne demişseniz ona tabi olmuştuk. Sizler güçlüydünüz, sizler kendinizi dünyada Rabler görüyordunuz, İlâh olduğunuzu iddia ediyordunuz. Şimdi ise burada, Rabbimizin huzurundayız. Şimdi şu anda sizlerin Allah’ın azabından bir şeyleri bizim üzerimizden savmaya gücünüz yeter mi? Hadi bakalım gücünüzü gösterin, İlâhlığınızı, Rabliğinizi gösterin de şu azabın bir kısmını olsun bizden defedin. Ya da azabın bir kısmını olsun bizim yerimize yüklenebilir misiniz? Engel olabilir misiniz Allah’ın azabının bize ulaşmasına? diyorlar.
Berikiler, müstekbirler, yönetenler de diyorlar ki bakın:
Eğer Allah bize hidâyet etmiş olsaydı elbette biz de size hidâyet ederdik. Eğer Allah bizi kurtarmış olsaydı elbette bizler de sizleri kurtarırdık. Yâni eğer Rabbimizin takdir buyurduğu bu azabı sizden giderecek bir gücümüz olsaydı sizden önce kendimizinkini kaldırırdık, kendi azabımızı giderirdik. Onun için boşuna bağırıp çağırmayalım. Boşuna birbirimizi suçlayıp durmayalım. Şimdi siz de biz de isyanlarımızın, kazandıklarımızın karşılığı olarak azabı tadacağız, tatmak zorundayız diyecekler.”[1]
“Onlar bir kötülük yaptıkları zaman "Babalarımızı bu yolda bulduk. Allah da bize bunu emretti" derler. De ki: "Allah kötülüğü emretmez. Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri mi söylüyorsunuz?" (A’râf Suresi,7/28.)[2]
Aynı tipler suçlarını ve sorumluluklarını güya üstlenmekten kaçınmak için şöyle de demişlerdi:
“Allah’a ortak koşanlar diyecekler ki: “Eğer Allah dileseydi, biz de ortak koşmazdık, babalarımız da. Hiçbir şeyi de haram kılmazdık.” (En’am,6/148.)[3]
“Allah’a ortak koşanlar, dediler ki: “Allah dileseydi ne biz, ne de atalarımız O’ndan başka hiçbir şeye tapmazdık, O’nun emri olmadan hiçbir şeyi de haram kılmazdık.” (Nahl,16/35.)[4]
Kendi işledikleri suçları başkasının üstüne atmayı âdet haline getirenlerin, suçu Allah’a atmak isteyenlerin beyhûde çırpınışlarını okuduktan sonra demek ki bu iki grup da cehennemdedir.
Demek ki mustaz’afların, zayıfların zayıflığı onları kurtaramayacaktır. Davar sürüsü gibi idarecilerinin kanunlarına itaat etmek zorunda kalmış bu insanların, ne yapalım? Biz güçsüzdük, zayıftık, gücümüz kuvvetimiz yoktu, elimizden bir şey gelmiyordu demeleri onları kurtaramayacaktır. Çünkü Allah onlara akıl vermişti, Allah onlara irade vermişti. Seçme hürriyeti vermişti Allah onlara. Bunlar hiç bir zaman böyle sürüler değildi. Berikiler onların iradelerini satın almak istedikleri zaman, boyunlarına ip takıp kendilerine kul köle yapmaya zorladıkları zaman, hiçbir tepki göstermediler. Sanki bu işe dünden razıymış gibi boyunlarını teslim ettiler.
Ve şimdi o kendilerini kul köle edinmek isteyen insanları görünce, onların da aynen kendileri gibi azabı boyladıklarını görünce, Allah huzurunda onların tanrılıklarının sahteliğini anlayınca diyorlar ki ne olur haydi bizim azabımızın bir kısmını giderin. Biz sizin yolunuza tabi olduğumuz için şimdi buradayız diyorlar. Biz dünyada sizin hatırınıza Allah’ı da, kitabını da, peygamberini de bırakmıştık. Sizin istediğiniz bir hayatı yaşadığımız için şimdi buraya geldik.[5]
Dünyada Allah’ın çağrısına kulak vermeyip O’nun emir ve yasaklarını dinlemeyenler, bu toplantı gerçekleştiğinde cezalandırılacaklarını anlayınca birbirlerini suçlamaya başlayacaklar. Özellikle dünyada iradelerini liderlerinin istekleri doğrultusunda kullanmış olan güçsüz kimseler, âhirette gerçeklerle karşılaştıklarında aldatılmış olduklarını anlayacaklar ve dünyada kendilerine uydukları için bu duruma düştüklerini söyleyerek önderlerini kınayacaklar. “...Şimdi siz Allah’ın azabından herhangi bir şeyi bizden savabilir misiniz?” şeklindeki soru, önderlerin bunu yapıp yapamayacaklarını öğrenmek için değil, onları kınamak için sorulacaktır (krş. Gâfir 40/47-48). Çünkü tâbi olanlar önderlerin artık Allah’ın azabından kendilerini dahi kurtaramayacaklarını anlamışlardır.
Âhirette tâbilerin kınamasına mâruz kalan liderler, dünyada iken hem kendilerini hem de tâbilerini aldatmış olduklarını anlayınca, “Allah bizi doğru yola iletmiş olsaydı biz de sizi iletirdik” diyerek tâbilerden özür dilemeye çalışacaklardır. Taberî bu cümleyi şöyle yorumlamıştır: Bugün Allah’ın azabını savacak bir şeyi Allah bize açıklamış olsaydı biz de onu size açıklardık, siz de onunla Allah’ın azabından korunurdunuz. Şimdi sızlansak da katlansak da fayda vermez (XIII, 199).
Âyet bilgi, sosyal statü, ekonomik imkân gibi yönlerden güçlü ve etkin durumda bulunanların, bu özelliklerine paralel sorumlulukları da bulunduğunu hatırlatması yanında şartları ve konumları itibariyle zayıf olanların da önder ve rehberlerini seçmekte, onlara uymakta akıllı ve dikkatli hareket etmeleri hususunda herkesi uyarmaktadır. (Diyanet, Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: III/313-314)
BENİ SUÇLAMAYIN KENDİNİZİ SUÇLAYIN…
وَقَالَ الشَّيْطَانُ لَمَّا قُضِيَ الْاَمْرُ اِنَّ اللّٰهَ وَعَدَكُمْ وَعْدَ الْحَقِّ وَوَعَدْتُكُمْ فَاَخْلَفْتُكُمْۜ وَمَا كَانَ لِيَ عَلَيْكُمْ مِنْ سُلْطَانٍ اِلَّٓا اَنْ دَعَوْتُكُمْ فَاسْتَجَبْتُمْ ل۪يۚ فَلَا تَلُومُون۪ي وَلُومُٓوا اَنْفُسَكُمْۜ مَٓا اَنَا۬ بِمُصْرِخِكُمْ وَمَٓا اَنْتُمْ بِمُصْرِخِيَّۜ اِنّ۪ي كَفَرْتُ بِمَٓا اَشْرَكْتُمُونِ مِنْ قَبْلُۜ اِنَّ الظَّالِم۪ينَ لَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ
“Allah’ın hükmü yerine getirilince şeytan şöyle der: "Şüphesiz Allah size gerçek bir vaadde bulunmuştu; ben de size bir söz verdim ama yalancı çıktım. Aslında benim sizi zorlayacak gücüm yoktu; benim yaptığım size çağrıda bulunmaktan ibaretti; siz de benim çağrıma uydunuz. O halde beni kınamayın, kendinizi kınayın. Ne ben sizi kurtarabilirim ne de siz beni kurtarabilirsiniz. Ben daha önce, beni Allah’a ortak koşmanızı kabul etmemiştim." Doğrusu zalimler için elem verici bir azap vardır.” (İbrahim, 14/22.)
Hüküm gerçekleşip iş tamamlandıktan sonra, şeytan ve ona tabi olanlar, şeytanı velî kabul edip onun istediği gibi bir hayat yaşayanlar cehenneme doğru gönderilince, azapla karşı karşıya bırakılınca şeytan da dedi ki: muhakkak ki Allah size hak bir vaad ile vaad de bulundu. Allah size hak bir sözle söz verdi. Ey kullarım, eğer Beni dinler, Benim istediğim gibi müslümanca bir hayat yaşarsanız size cennet var dedi. Müslümanca bir hayatın karşılığı olarak size cennet vaadinde bulundu. Yok eğer Benim istediğimden çıkıp kâfirce bir hayatın mahkumu olursanız size cehennem var dedi. Ve işte gördünüz dediği de haktı Allah’ın. Allah vaadinde haklı çıktı.
“Ben de size vaatlerde bulundum. Allah’ı bırakır benim gibi yaşarsanız, benim istediğim gibi olursanız benimde cennetim vardır dedim. Allah’ın istediği değil benim istediğim doğrudur dedim. Bana tabi olursanız benim cennetime girersiniz dedim. Beni izlerseniz ben de sizi doğru yola ulaştırırım dedim. Bana karşı gelirseniz dünyanızı cehenneme çeviririm, âhirette de kendi cehennemime atarım dedim.
Allah’a alternatif –paralel- bir din, bir yol, bir hayat programı geliştirip sizi ona çağırdım. Siz de bana icabet ettiniz. Allah’ı, Allah’ın dinini, Allah’ın yolunu bırakıp bana uydunuz. Allah’a kulluğu bırakıp bana kul oldunuz. İşte gördünüz ki Allah vaadinde durdu, ama ben vaadimde duramadım. Allah dediklerini aynen gerçekleştirdi, ama ben hiçbir şey yapamadım. Vaadimi yerine getirme gücüm de yoktu zaten. Ne cennetim ne de cehennemim vardı benim. Ben de sizler gibi âciz bir kuldum. Üstelik benim size karşı baskı yapacak, sizi zorlayacak bir gücüm kuvvetim de yoktu. Sizi ben yaratmamıştım. Hayatınızı ben vermemiştim. Havanızı, suyunuzu, güneşinizi ben var etmemiştim. Size hâkimiyet kuracak bir saltanatım, sultanlığım, egemenliğim de yoktu. Sadece ben bâtıl, yalan bir vaad ile size vaadediyordum. Ancak sizi dâvet ettim, siz de bana icabet ediverdiniz.”[6]
BÜYÜK SATIŞ…
Bu ayetlerde ahiret hallerinden biri tasvir edilmekte; mustaz’aflar (ezilmiş halk tabakası) ile müstekbirler (toplumun ileri gelenleri, ezenler) ve sapıklığın telkincisi, sapıkların yol göstericisi şeytan ile ona tabi olanlar arasındaki tartışma anlatılmaktadır.
Kullanışlı figürler: mustaz’aflar (ezilmiş halk tabakası)
Ayetin haber verdiğine göre -düşünce, inanç ve hedef açısından kişisel özgürlüklerinden feragat edip müstekbirlere ve tağutlara uyruk olmak suretiyle yüce Allah'ın insanlara bahşettiği en belirgin insani özelliklerini ayaklar altına alan Allah'ın egemenliği yerine Allah'dan başka birtakım kullara boyun eğen, o kulların egemenliğini seçen- mustaz’afları (ezilmiş halk tabakası) önce müstekbirler (toplumun ileri gelenleri, ezenler) satacak ve yalnız bırakacak sonra da şeytan onları zavallı bir şekilde bırakacaktır.
Şehvete, boş ve bâtıl inançlara önceden bir eğilim ve yatkınlık olmasaydı…
Göğüslere vesvese veren, insanların Allah'a isyan etmesini teşvik eden, küfrü yaldızlı, çekici gösteren, onları hak daveti dinlemekten alıkoyan şeytan da insanlara yalan vaadlerde bulunup onları aldattığını itiraf edecektir. Bununla birlikte şeytan, doğru yolda gitmek isteyenleri zorla yoldan çıkaracak gücünün bulunmadığını, insanlara sadece çeşitli yollardan telkinde bulunduğunu, onların da bunu kabullendiğini ifade ederek şeytanı değil, kendilerini kınamaları gerektiğini söyleyecektir. Çünkü şeytan dünyada insanlara ancak vesvese ve ayartma yoluyla ulaşabilmekte, onların işlediği günahları kendilerine sadece güzel göstermeye, kendi hevâ ve heveslerine uymada ahlâken bir sakınca olmadığına onları inandırmaya çalışmaktadır. Râzî’nin de ifade ettiği gibi asıl şeytan insanın kendi nefsi, arzu ve hevesleridir. İnsan nefsinde şehvete, boş ve bâtıl inançlara önceden bir eğilim ve yatkınlık olmasaydı bu şeytanî vesvese ve ayartmalar etkili olamazdı. İşte şeytan “Beni kınamayın, kendinizi kınayın” diyerek bu gerçeğe işaret etmek istemiştir. (Diyanet, Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: III/314-315)
“İbrahim sûresinin bu âyeti de tüm dünya insanlığının kaderini ilgilendiren müthiş bir haber. Bütün dünya şu anda bunu yaşıyor. Şeytan ve onun yolunu takip edenler. Allah’ı, Allah’ın yolunu bırakıp şeytanların yollarına, şeytanların sistemlerine tabi olanlar. Tüm dünya insanlığının ibret ve dehşetle okuyup anlamaları, durup dinlemeleri gereken bir haber. Ve başka hiçbir kaynaktan öğrenme imkânımızın olmadığı bir gerçek, bir görüntü. Hüküm Allah’ındır. cennet Allah’ındır, cehennem Allah’ındır. Vaad Allah’ındır. Allah vaad eder. Müslüman olun cennet var. Yok eğer kâfir olursanız cehennemi boylarsınız. Benimle savaşamaz, Benimle başedemezsiniz. Gelin Bana tabi olun. Gelin Benim istediğim hayatı yaşayın. O zaman kazanırsınız cennetimi der.
Bunun alternatifi olarak alçak şeytan da der ki, hayır, bana tabi olursanız kazanırsınız. Beni izler, benim gösterdiğim yoldan giderseniz kurtulanlardan olursunuz diyerek ısrarla Allah’la kavgasını sürdürür. Allah’ın gücü ve saltanatı vardır, şeytanın gücü de saltanatı da yoktur. Allah’ın cenneti ve cehennemi vardır, şeytanın cenneti ve cehennemi yoktur. Allah vaadinde haktır, şeytansa yalancıdır. İşte bizzat kendisi bunu itiraf ediyor. Ve işte rahmeti bol olan Rabbimiz şeytan ve kendisiyle karşı karşıya olan tüm insanlığa bunu hatırlatır. Gelin Bana şeytanı tercih etmeyin diye uyarır. Gelin Benim yolumu bırakıp da şeytanların yollarına tabi olmayın der. Unutmayın ki bir gün gelecek o peşine takıldığınız şeytan bu sözleri söyleyecek. İyi bilin ki onun sizin üzerinizde hiç bir gücü ve saltanatı yoktur. O sadece gece gündüz oyun ve eğlencelerle sizi çağırıyor. Unutmayın ki bir gün sizler kendi kendinizi kötüleyeceksiniz, pişman olacaksınız, gelin şimdiden aklınızı başınıza alın diyor. Öyleyse bize düşen şeytanları bırakıp Allah yoluna tabi olmaktır.”[7]
O büyük günde “Ey insan, kerem sahibi Rabbine karşı seni ne aldattı?” ( İnfitar Suresi, 82/6.) sorusuna muhatap olmayı hangi akıl sahibi ister!
Hesap gününe ne hazırladık ve nasıl hazırlandık, sahi hazır mıyız? Yaklaşıyor yaklaşmakta olan ve her birimiz sıramızı bekliyoruz kulluğumuzun hakkını vermiş ya da verememiş olarak.
İnşallah ayetlerde haber verilen ezilmiş, şahsiyetsiz hale getirilmiş ya da ezen ve zulmedenlerden olmamak ümidi ve duası ile.
Rabbim hepimizin yardımcısı olsun.
Emin Emre, 17.02.2018, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, İlahiyat, Din ve Tefekkür
Emin Emre Yazıları
[1] Ali Küçük, BESAİRU'L KUR'AN Tefsiri, http://besairulkuran.blogspot.com.tr/2012/05/ibrahim-suresi.html
[2] وَاِذَا فَعَلُوا فَاحِشَةً قَالُوا وَجَدْنَا عَلَيْهَٓا اٰبَٓاءَنَا وَاللّٰهُ اَمَرَنَا بِهَاۜ قُلْ اِنَّ اللّٰهَ لَا يَأْمُرُ بِالْفَحْشَٓاءِۜ اَتَقُولُونَ عَلَى اللّٰهِ مَا لَا تَعْلَمُونَ
[3] سَيَقُولُ الَّذِينَ أَشْرَكُواْ لَوْ شَاء اللّهُ مَا أَشْرَكْنَا وَلاَ آبَاؤُنَا وَلاَ حَرَّمْنَا مِن شَيْءٍ كَذَلِكَ كَذَّبَ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِم
[4] وَقَالَ الَّذِينَ أَشْرَكُواْ لَوْ شَاء اللّهُ مَا عَبَدْنَا مِن دُونِهِ مِن شَيْءٍ نَّحْنُ وَلا آبَاؤُنَا وَلاَ حَرَّمْنَا مِن دُونِهِ مِن شَيْءٍ كَذَلِكَ فَعَلَ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ
[5] Ali Küçük Tefsiri, http://besairulkuran.blogspot.com.tr/2012/05/ibrahim-suresi.html
[6] Ali Küçük Tefsiri, http://besairulkuran.blogspot.com.tr/2012/05/ibrahim-suresi.html
[7] Ali Küçük Tefsiri, http://besairulkuran.blogspot.com.tr/2012/05/ibrahim-suresi.html
Sonsuz Ark'tan
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.