"İyi alt-üst soylamalar."
Bulduğuyla sevinçten göbek atanlar, çarşaf çarşaf yayınlayanlar, yakaladığı acaiplikleri servis edenler, şu sıra en göze batan özellik olarak öne çıkan gerçekten de sekice espriler derken sistem bu düzeyde saldırıyı kaldırmadı ve kilitlendi.
Neyse ki başka bir yol buldu yine devletimiz ve sıraya koydu.
Fişinizi alıyor zilin çalmasını bekliyorsunuz, o tuhaf adlandırmayla “alt-üst soy bilgisi sorgulama”nızı yapıyorsunuz, üç vakte kadar “alt üst soy belge”niz bilgisayarınızda işte.
Alkış sevinç vesaire…
Nihayet bu fırtına da yavaş yavaş diniyor, halkımız yeni bir eğlenceye kulaç atmak için sabırsızlanırken çok yıllar önce kağıt çıktısını aldığım ama hep yaptığım gibi evdeki boşanma sebebi olarak sunulsa rahatlıkla ilk celsede beni dul bırakabilecek fotokopiler fotokopiler fotokopiler yığını içinde kimbilir nerede olduğundan artık bulamayacağımdan çok da önemsemesem de ama nihayetinde merakımı yenemeyip detaylar için, çocuklara gösteririm falan avuntusuyla sıraya girip fişimi alıyor ve alt-üst soy belgemi alıyorum.
Alt-üst olacak bir şey yok.
Bilinen en eski tarih neyse devletimizin kayıtlarında hep orada bir sülale geçmişi işte. En sevindirici yanı kızımın ilk adı, sadece benim seslenmemle Elif iki tane daha var ta 1860’larda. ne güzel.
Hepsi bu.
Değişik isimler mi?
Valla, alt komşu Kiraz Abla’ya Bülbül Teyzelerin geldiğini anneme bağırarak haber verdiğimde bizim evdeki misafirlerin çayları ağızlarından püskürmüştü gülmekten. Dünya diye bir komşu daha vardı hatta. Farklı isim aramak görmek için arşiv belgelerine ihtiyacımız olmayan bir dünyada yaşamıştık.
Cebeci’deki o sokağa gittiğimde geçen gün baktım, işte o bütün Kiraz Ablalar, Bülbül Teyzeler, Dünya teyzelerin yaşadığı o yıllardan kalma düğün salonu hala duruyor.
Yani dünya yıkılmış, arşivler elektronik ortama açılmış saçılmış ama düğün salonu duruyor. o gündür bugündür hayatta en nefret ettiğim müzik parçası o düğün salonu nedeniyle “kekliği düz ovada avlarlar” hala.
O basık, o sıcak, o ter kokusu içindeki düğün salonunda, davetlilerden değil mahallenin bebelerinden olduğumuz için doğal olarak girmemiz yasak olduğu halde her seferinde kapıdaki görevliyi atlatıp girmeyi başarıp tahta sandıklarda dağıtılan gazoz zamanı bir şekilde o gazozu kapmanın bedeli her seferinde aynı folklor ekibinin bu türküyü berbat şekilde çalmasıydı.
Gazozun tadı da damağımda, türkünün o söylenişinin verdiği iticilik de.
Sonra hatırlıyorum, bir belgesel çalışması sırasında bu nüfus sayımlarıyla biraz haşır neşir olmam gerekmişti. En çok da Kemal Karpat’ın kitabıyla.
Açıyorum kitabı, aşağıdaki, hemen çoğu ona ait satırları paragrafları aktarıyorum şimdi size;
Kemal Karpat, “Osmanlı Nüfusu 1830-1914” isimli kitabında "Sonunda en güvenilir kaynakların Osmanlı idaresi tarafından yayımlanan rakamlar olduğunu gördüm." diyor. Nedeni için de “nüfusun gerçek bir sayımı sonucunda derlendiğini” çünkü “bu istatistikler vergi koyma, askere alma, idari bölge sınırlarını tespit etme ve en işlek mahallerde demiryolu ve anayol inşa etme gibi tümüyle uygulamaya yönelik amaçlarla derlenmişti” diyor ve ekliyor: “Bu nedenle olabildiğince doğru olmaları gerekiyordu."
Karpat, “Nüfus sayımları ve kayıt sistemi aslında Osmanlı’nın idari reform konusundaki kararlılığına ve yeni, akılcı, sistematik bir bürokrasinin kurulmasına örnek oluşturdu ve modernleşme dönemine öncülük etti” cümlesini kurduğu kitabının İngilizce önsözünde, daha girişte de “bu kitapta, Osmanlı milletler topluluğunun 1815 yılından 1920 yılına kadar etnik-milli devletler öbeği olarak dağılması süreci ve hatta günümüze değin süregelen dönem ele alınmış ve bu süreç, yabancı müdahalelerin bir soncu ve/veya ulusal bir uyanış hareketi ve aynı zamanda yeni bir seçkin sınıfın gelenekçiliğe ve baskı yönetimine karşı liberal, bireysel ve modernist bir tepkisi olarak incelenmiştir. Aslında osmanlı devletinin 19. yüzyılda tedrici biçimde dağılmaya başlaması, kapitalist bir ekonomik sistemin girişinin ve yeni bir siyasal örgütlenme ilkesi olarak ulusal devletçiliğin benimsenmesinin yol açtığı ekonomik ve toplumsal yapı değişikliklerinin bir sonucuydu. bu olaylar hem yeni bir toplumsal düzenin ortaya çıkmasında hem de ekonomik çıkarlar kadar dini kimliğin, etnik aidiyetin ya da siyasal-ulusal hedeflerin biçim verdiği çeşitli siyasal ve ideolojik saflaşmaların oluşmasında kendini gösterdi.
Osmanlı devletindeki nüfus hareketleri yapısal dönüşümün hem etkeni hem de başlıca sonucuydu. gerçekten de hem imparatorluğa hem de imparatorluk dışına yönelen göç, farklı toplumsal etnik ve dini topluluklara göre değişen doğum ve ölüm oranlarının ve milyonlarca göçebe aşiret üyesinin Anadolu’da Irak’ta Suriye’de ve Arap yarımadası çevresinde yerleşik düzene geçmesinin (bu durum yerleşik nüfusun artmasına neden olmuş ve tarımsal üretime hız vermişti) yanı sıra demografik değişimin en çarpıcı özelliğini oluşturuyordu…” diye not düşmüş.
Yine kitaptan;
“Osmanlı nüfus istatistikleri önemli idari ve askeri ihtiyaçları karşılamak üzere geliştirilmişti. bu istatistikler özellikle 19. yüzyılda idare açısından son derece önemli hale geldi. Moden bir ordu için askere alma ve ordunun asil ve yedek örgütlenmesini düzgün şekilde yapabilmek için 2. Mahmut tarafından müslümanların askere alma işlemleri için 1838’de yürürlüğü sokulan sistem, ardından 1855’te bu sistemin bütün topluluklar için uygulamaya konulması (gerçekte hıristiyanlara hiçbir zaman uygulanmadı), özellikle de askerlik hizmetiyle yükümlü erkeklerin sınıflandırılması ancak sağlıklı bir kayıt sistemi sayesinde yürütülebilirdi…
… 19. yüzyılda askerlik temelli bu çalışmalar sonunda Osmanlılar baskın idari ihtiyacı karşılamak üzere hem devlet hem de eyalet için nüfus sayımlarını ve yıllıkları (salname) geliştirdiler. böylece dini kompozisyon ve büyüklüğü ile aynı zamanda hıristiyanlar arasındaki etnik bölünmeler hakkında temel ve güvenilir bilgi kaynakları oldu.
Sayım yöntemleri ve istatistiklerin niteliği sürekli bir evrim geçirerek 1881-82/1893 yılları arasındaki sayımlarda oldukça gelişmiş bir düzeye ulaştı.
Osmanlı nüfusu konusundaki iki önemli kaynaktan biri sayımlarsa diğeri de yıllıklar yani salnameler. bütün iktidar alanını kapsayan imparatorluk salnameleri 1847’de yayınlanmaya başlandı ve imparatorluğun tümü için verilen nüfus rakamları ilk kez 1877-78 yılında basılan bir ciltte görüldü. İlk vilayet yıllığı da 1886’da Bosna için yayınlandı…"
Velhasıl askere alınmak için vergi vermesi için kaçak olmaması için yani hem askerlik hem vergide sıkı sıkıya kaydedilmeleri gerekiyordu dedelerinizin. Devlet de kaydetmiş işte. Şimdi açıp açıp onları okuyorsunuz.
Tabii ulus devlet oluşmaya doğru giderken de yine bu kayıtlar çok işe yarayacak. Kim nerede daha kalabalık tespit edip sonra kavga dövüş parçalanmalar için de karşılıklı iyi birer silah nüfus sayımları. Ermeniler ve onlara destek çıkan devletlerle Osmanlı için gün geliyor nüfus sayımları neredeyse bir ölüm kalım meselesi oluyor.
Eee?... Baktınız ve ne buldunuz övünülecek ve yerinilecek sayın kıymetli vatandaşlar?
Mesela Sırp çıksaydı soyunuz çok mu üzülürdünüz? Ve atlar üstünde dörtnala kavuşmuş Anadolu’ya bir orta asyalı çok mu övünürdünüz? Yıldırım Beyazıt’ı son ana kadar savunup canını veren Sırplardan biri olmak mı savaşı kazanmak üzereyken onu satan ordunun sol kanadındaki Orta Asyalı olmak mı… diye düşünmüyor değil mi insan bu tarz heyecanlar içindeyken?
Canınız sağolsun.
Perşembe pazarında gezerken gelip geçti bu fikirler kafamdan.
Henüz kalabalıklaşmamış, henüz tenha, henüz sakindi ben pazardayken ortalık.
Arşivlerden kütüklerini karıştırıp gelmemişti belli ki soğan tarttıran kadın, portakalları beğenmeyen amca, elleri üşümüş domates satıcısı.
Pazardı işte…
Edip Cansever’in müthiş şiirini hatırlatan bir mekan olarak semt pazarı…
Kana soya sopa dair olmadığını bu işlerin ta peygamberleri reddeden oğulları babaları eşleri meselesinden beri biliyordum.
Sonra geldim 53 yaşına.
İnsanın inşa olan bir şey olduğunu iyice anladım, tecrübe ettim.
Sen her ne isen kendini inşa edip vardığın yersin sadece.
Soy-sop-kan atadan sandığından çok az şey kalıyor yanına.
Meseleyi e-devletlûmuz’un osmanlı’nın asker ve vergi toplama meselesinden neşet etmiş evraka değil de daha derine indirirsen işler bir çatallaşıyor sorma ey okuyucu…
Halil Babilli mesela şöyle bir beş yüz yıl açılalım mı diye soruyor;
Veya gen testine var mısın güzel kız derse ne yapacağız;
Bu durumla en güzel serkan fıçıcı kafa bulmuş anladığım kadarıyla...
Daha Haçlı Seferlerine falan gitmedik. Belki yüzbin çocuğun Anadolu’da kaybolmasına hiç gelmedik. Onların bin tanesi hayatta kalsa 8 asırda kaç kişi onların soyundan aramızda acaba diye hiç hesap etmedik.
Ama eğlendik doğrusu…
Eğlenmedik mi?
Neyse…
Başta bahsettiğim kitapta da eğlenceli şeyler var hem. Osmanlıdaki meslekler meselâ, buyrun bakalım; muzikacı ve muallim sayısına bakabilirsiniz. ya da bilardo salonu işletenler kaç kişiymiş? Hokkabaz, meddah, hayalci ve karagözcülerin sayısını merak etmiyor musunuz gerçekten?
Mezarcılar ve kuyucular, otel ve lokanta işçileri, banka katipleri kaçak kişiymiş?
Reji katipleri meselâ… şu türkünün neresindelerdi acaba o zaman?
186 bin amele ne zaman 1 Mayıs’ı kutlayıp ilk greve çıktı hatırlamak kolay mı artık?
Sen sen ol okuyucu…
Benim şimdi buraya yazmayı düşündüğüm gibi bir basmakalıp lafı boş ver.
Ben de boş verdim.
İyi alt-üst soylamalar.
Yaşar Taşkın Koç, 18.02.2018, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Ankara'nın Ruhu
Yaşar Taşkın Koç Yazıları
Takip et: @yasartaskinkoc
Sonsuz Ark'ın Notu: Yaşar Taşkın Koç Beyefendi'nin yazılarının yayınlanması için onayı alınmıştır. Seçkin Deniz, 16.07.2015
Sonsuz Ark'tan
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark Manifestosu'na aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.