Bazı endişe ve rezervlerim olmasına rağmen Türkiye'nin dünkü "ahlâki duruş- eksik/yanlış icraat" denkleminden kurtularak "ahlâki duruş -doğru gerekli icraat" denkleminde ilerlediği noktasındadır...
Uluslararası İlişkilerde dost ülke ve halklar retoriği çok özel bir anahtardır. Eğer bir ülkeye rutin dışı bir satış veya angajmanda bulunacaksanız kendi kamuoyunuzu ikna(!) etmek için "dost ve müttefik ülke" jargonunu kullanırsınız. Yok eğer o ülke ile ilişkilerinizde sıkıntılar yaşıyorsanız ve o ülkeye karşı iyi niyetler(!) beslemeye başlamışsanız o ülke halkı ön plana(!) çıkmaya başlar ve yavaş yavaş o ülkedeki insan hakları ihlalleri, halkın ve özellikle gazetecilerin hak ve özgürlükleri, hukukun üstünlüğünün zedelenip zedelenmediği gerçeği(!) daha fazla sizin gündeminize gelmeye başlar.
Bunu bir kenara yazarak devam edelim. Türkiye uzun yıllar sonra gücü ile doğru orantılı olmasa da ilk defa "rejim mi halklar mı?" tercihinde doğru yerde durdu, duruyor. Bu duruş reel politikle örtüşmediği halde bunu yaptı ve yapmaya devam ediyor. Bunu Mısır'da da yaptı ve aynı ahlâki duruşu Suriye'de de sürdürüyor. İdealizmle realite arasında etik olanı idealizmi seçti başka bir ifadeyle. Ve bu iki örneklik diğer bazı uluslararası çıkış ve çalışmalarla bir araya geldiğinde Erdoğan ve Türkiye dünya mazlumlarının umudu olmak gibi bir misyonu gayri ihtiyari üstünde buldu.
Yurtdışında yaşayanların bizzat yaşayarak gördükleri bu gerçeklik Türkiye'nin Mavi Marmara, one Minute, Mısır-Rabia veSuriye en son olarak Katar vakasındaki duruşlarının beklenmedik bir hasılasıdır ki; Balkanlardan Myanmar'a Afrika çöllerinden Rusya'nın işgal ettiği Ukrayna'nın bizim yitik vatanımız Kırım hatta hristiyan Gagavuz'lara varana kadar bütün mazlum dünya halkları arasında kitle iletişim vasıtalarının gelişmişliği sayesinde insani boyutu itibariyle Osmanlı'yı çoktan aşmış bir insani nüfuz alanına direniş motivasyonununa vesile olmuştur.
Bunu başta ABD olmak üzere bütün uluslararası konsorsiyumların temsilcileri bildiği gibi içimizdeki distribütörleri de bilmektedir. O yüzden reel politik dayatması adında içlerinden geçenleri yazıp, söylüyorlar.
Suriye ve özellikle kuzeyi dünyadaki mevcut güç odaklarının hemen hepsinin "ben de varım" diye parmak attığı bir coğrafya. Herkes gücünü veya nüfuzunu burada test etmek istiyor. Türkiye müdahil ülkeler arasında Suriye'ye 900 küsur km sınırı olan tek ülke. O yüzden Türkiye hariç bütün ülkeler vesayet savaşı verdiği için taşeronları kullanıyor. Her sabah güneş nasıl yeniden doğuyorsa; her sabah yeni ittifaklar kurulup dengeler değiştirmek isteyenler olacaktır. Dünyada olduğu gibi bölgede dost devletler yoktur dost olan, olması gereken halklar vardır. Türkiye bu gerçeğin farkında...
Rejim güçleri diye bir şey yok Suriye'de. İran ve Rusya'nın koltuk değneği ile ayakta duran bir kukla artık oğul Esed. Kendi ülkesindeki Rus Hava Üssünde değil Putin'le yanyana yürüyebilmek arkasından yürümesine bile izin verilmeyen bir Esed'den bahsediyoruz burda. Türkiye ise hızla ne Amerika, ne Rusya ve ne de İran'ın direk karşısına alamayacağı bir bölgesel güç olma yolunda ilerliyor. Esed'i Amerika, Rusya ve İran nasıl muhatap alıyorsa Türkiye de aynı perdeden, aynı seviyeden muhatap almalıdır.
Türkiye haricindeki bütün devletler emperyal niyetlere sahip olduğu için bölgede ya İran gibi mezhep aidiyetini kaşıyarak kurduğu nüfuz adacıkları (Lübnan, Suriye, Irak, Yemen vesaire) oluşturarak; ya ABD gibi Blackwater, Dynacorp, Triple Canopy gibi profesyonel şirketlerle veya var olan mezhebi ve etnik sorunların ürettiği hoşnutluğun ürünü yerel çeteleri PYD/YPG kullanarak ya da Rusya gibi zaten temsil kabiliyeti kalmamış olan Suriye rejimine koltuk çıkarak- ki esasen Suriye Rusya'nın yaklaşık 60 yıldır en büyük silah müşterisi ve dolayısıyla Ortadoğu'daki en eski ve en son kalesi durumundadır- veya son Deyrizor da Amerikan uçaklarının vurduğu ve 100 rejim yanlısının vurulduğu hava saldırısında ortaya çıktığı üzere PMC Wagner gibi özel savaş şirketleri aracılığıyla -ki bu son saldırıda onlarca eski Rus askerinin öldüğü resimleriyle Rus basınında çıktıktan sonra Rusya bu güçleri legalize etme noktasında çalışmalar başlatmak zorunda kalmıştır- vesayet savaşları vermektedirler...
Bir kısmı dünyada bir kısmı bölgede olan bu ülkeler tabiri caizse şampiyonlar liginde oynadıkları halde Türkiye’yi israrla bölgesel lige çekmek istemektedirler. Dün Rus Dışişleri Bakanı Lawrov'un "Türkiye kendi çıkarları için Esed Rejimi ile görüşmelidir" çıkışını da böyle okumak gerekmektedir.
Bahsi geçen 3 ülke de son tahlilde Türkiye'nin masada eşit söz sahibi olmasından hazzetmemektedirler. İstedikleri Türkiye'nin kendine rol biçmesi değil, eskiden olduğu gibi kendisine verilen rolü oynaması masada en fazla yancı olmasıdır. Bunu direk olarak söyleyemedikleri için bu tarz ayak oyunlarına baş vurmaktadırlar.
Ne yani Türkiye Esed'i direk muhatap alsa, Esed kendi başına karar alabilecek midir? Rusya ve İran'a sormadan Türkiye ile görüşme randevusu bile veremeyecek bir aktörü -ki aslında figürandır- muhatap aldığın gün bu bölgede bittiğin gündür. Efendisi üzerinden iş tuttuğun, iş bitirdiğin köleyi neden muhatap alasın ki? Suriye rejimi kötü yollara, sokağa düşmüş olmasına rağmen kendine hami bulmuş sokak yosması değil hamisi, pezevengi olan ev yosmasıdır. Dolayısıyla onunla iş tutacaksan pezevenklerini veya baş pezevengini muhatap alacaksın!
Bahsi geçen koronun niyeti bir yandan Erdoğan'ın milli hislerini kaşıyarak Avrasyacılık adını verdikleri noktaya çekerek Batı ile ilişkisini tamamen koparıp alternatifsizliğe mahkûm ederken; diğer yandan bakın sonunda bizim dediğimiz noktaya geldi diye iç politikaya dönük hamlelerle sonunu hazırlamaktır.
Burada önemli olan Türkiye'nin kararlılığıdır. Bu saatten sonra verilecek bir geri dönüş sinyali ve atılacak bir geri adım Türkiye açısından daha kötü sonuçlar doğurabilir bence.
Görüldüğü kadarıyla devlet bu konunun farkında ve geri adım atmayı düşünmüyor. Savaş bazen silahla değil düşmanına neler yapabileceğini izhar ederek de kazanılır. Bazı endişe ve rezervlerim olmasına rağmen Türkiye'nin dünkü "ahlâki duruş- eksik/yanlış icraat" denkleminden kurtularak "ahlâki duruş -doğru gerekli icraat" denkleminde ilerlediği noktasındadır...
Naim Okur, 26.02.2018, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Gündem
Naim Okur Yazıları
Takip et: @nokur
Sonsuz Ark'tan
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark Manifestosu'na aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.