Takdim
Son yıllarda İslami STK’ların önemli bir değişim içinde olduğu dikkat çekerken “büyüme ve değişim sürecini yönetmek” bu STK’ların önündeki en temel yönetim meselelerinden birisi olarak çıktı karşımıza. İLKE Derneği bünyesinde kurulan Kurumsal Yönetim Akademisi (KYA) gönüllü kuruluşlar alanında var olan sorunlar, yeni gelişmeler ve geleceğe hazırlık kapsamında tespitler yaparak çözüm önerileri sunmak amacıyla faaliyete başladı.
Bu kapsamda İstanbul Medeniyet Üniversitesi öğretim üyesi ve İLKE Yürütme Kurulu Başkanı Doç. Dr. Lütfi Sunar tarafından “Türkiye’de İslami STK’ların Kurumsal Yapı ve Faaliyetlerinin Değişimi” adlı araştırma gerçekleştirildi. Rapor 3 Mart 2018 tarihinde sunulup müzakere edilecek. Sunar’la İslami Sivil Toplum Kuruluşların geçmişten günümüze değişimini ve sorunlu alanlardaki çözüm önerilerini konuştuk.
İslami STK’ların kurumsal yapı ve faaliyetlerinde değişimi inceleyen raporunuzu 4 dönemde ele aldınız. Bu dönemlerden söz edecek olursak, öne çıkan özelliklerini kısaca anlatabilir misiniz?
Birinci dönem, kuruluş öncesi diyebileceğimiz 1950’ye kadarki, tek parti iktidarının olduğu, kamusal alanda örgütlenmenin çok mümkün olmadığı bir dönem. Daha yerel ve şahıslar etrafında oluşmuş, kuruluşların değil, ilişki ağlarının ön plana çıktığı bir İslami sivil toplum yapısı söz konusu. İkinci dönem çok partili hayata geçişle başlıyor. 1950-1980 arasındaki bu İkinci dönemde kısmi demokratikleşme ve rahatlamayla birlikte eski kişisel ağlar cemaatsel oluşumlara dönüşüyor ve ilk kuruluşlar ortaya çıkıyor.
Çok partili hayata geçiş sonrası kuruluşlar mı öne çıkıyor?
Çoğunlukla talebe çalışmaları ve yardım çalışmaları öne çıkıyor. İlim Yayma Cemiyeti ve ÖNDER bunun erken örneklerindendir. 1970’lerden itibaren yavaş yavaş formelleşmiş kuruluşların sayısı artmaya başlıyor. 1980 sonrası cemaatsel kuruluşlar bir taraftan devam ederken, bir taraftan da belirli bir uzmanlık temelli, mesleki veya sosyal ilgi birlikteliğe veya ilgi birlikteliğine dayalı yeni tip İslami kuruluşlar oluşmaya başlıyor. Ben bunlara girişimci sivil toplum kuruluşları diyorum. Bunlar eskilere göre daha fazla açık kamusal bir görünüme sahipler. Dolayısıyla toplum nezdinde daha başarılı kabul ediliyorlar. Bir sonraki dönemde bütün kuruluşların dönüşümünü tetikleyecek ana dinamizmi bu yeni tip kuruluşlar oluşturuyor. Daha az cemaatsel tabanlı, daha faaliyet odaklı, daha fazla netice odaklı, organizasyonel yapıları gittikçe bildiğimiz manada sivil toplum yapısına sahip. İHH bu anlamda çok dönüştürücü bir örnek.
Dışa açılma 28 Şubat döneminde başlıyor
Dördüncü yani son 20 yıllık dönem, raporunuzda bilhassa incelediğiniz dönem oluyor. Bu dönemin dinamikleri çok daha farklı ve geleceğe de ışık tutacak dönem oluyor galiba…
Evet, 1997’den 2017’ye kadarki dönemi kapsıyor. Üç alt döneme ayırdık bunu da. 1997’den 2007’ye kadar olan 28 Şubat sürecine denk gelen dönemde geriye çekilme ve yaptığı pek çok faaliyeti terk etme, yeni faaliyet türlerini öne çıkartma dönemi. 2008-2015 arası dönemde ise siyasete yakınlaşma söz konusuyken dalgalanmalar da baş gösteriyor. Daha fazla kamusallaşma ve topluma kendisini sunma yönünde yönelimler ortaya çıkıyor. Son dönem olarak ele aldığımız içinde bulunduğumuz dönem ise gittikçe daha fazla kamusallaşma, devletle yakınlaşma, faaliyetlerinde, kaynaklarında ve ilgilerinde daha fazla toplumsal kabulü kolay alanlara yönelme dönemi diyebiliriz.
Dindar kesimin her alanda baskılandığı 28 Şubat döneminde İslami STK’ların en bariz özellikleri nelerdi?
28 Şubat dönemi devletin hukuki ve siyasi anlamda İslami sivil kuruluşları baskıladığı bir dönem. Bu dönemde İslami kuruluşların önemli bir kısmı geleneksel faaliyetlerini sürdürmeyi bırakıyor. Geriye çekilerek kendisini küçültmeyi, içe kapanmayı tercih ediyorlar. Fakat bu içe kapanmaya paralel olarak doksanların sonuna doğru uluslararası faaliyet yapma eğilimleri artmaya başlıyor. Aslında bundan devlet de memnun. Zira içeride birikmiş olan enerji yükünü dışarıya aktarmak onların da işine geliyor. Uluslararası düzeyde ağırlıklı olarak yardım faaliyetleri şeklinde öne çıkıyor. Bunun aynı zamanda küreselleşmeyle de yakından ilişkisi var. Doksanlar boyunca yürüyen küreselleşme, bir şekilde ümmet bilinci, kardeşlik bilinci gibi temalarla da birleşerek İslami kuruluşların faaliyetlerini yurt dışına doğru yönlendiriyor.
Hükümetin dış politikasını temellendiriyor
Belki de İslami Sivil Toplum Kuruluşlarının adından en çok söz ettirdikleri alan oluyor bu yurt dışı faaliyetler. AK Parti’nin iktidara gelmesiyle bu faaliyetler artarak devam ederken biraz şekil değiştiriyor olabilir mi?
Evet, hükümetin aktif dış politikasını temellendirici, destekleyici, hükümetin de belirli alanlarda yönlendirdiği, alan açtığı faaliyetlere doğru bir yönelme söz konusu. 2000 sonrası dönemi ciddi bir biçimde uluslararasılaşma dönemi olarak zikredebiliriz. Fakat bu hiçbir zaman, birkaç kuruluş hariç, uluslararası düzeyde politika yapmak, uluslararası düzeyde lobi yapmak şeklinde yürümüyor. Ağırlıklı olarak daha az kalıcı sosyal yardım faaliyetleri, belki biraz kalıcı eğitim faaliyetleri gibi daha yüzeysel alanlarda devam ediyor. Çok az kuruluş bu anlamda uluslararası düzeyde bilgi üretme, politika üretme, lobi yapma, belirli alanlarda etkili olma gibi bir noktaya yönelebiliyor.
Popüler alanlara yönelme
Dolayısıyla bu uluslararasılaşma da yeni bir dönüşüme yol açmıştır. Nasıl bir dönüşüm bu?
Asıl büyük dönüşüm bu dönemde gerçekleşiyor zaten. Çünkü eğer uluslararası faaliyet yapıyorsanız ister istemez kuruluşun yapısını, kuruluşta aktif olacak insanların tipini, onların bilgi birikimlerini, organizasyon biçimini vs. hepsini yeniden yapılandırmak, daha profesyonel olmak zorundasınız. Mali kaynaklarda da farklılaşma yaşanıyor bu arada. İslami sivil kuruluşların geleneksel olarak mali kaynakları zekat, infak ve sınırlı olarak akarlardır. Fakat 1990’ların ortasından itibaren buna yeni bir kaynak ekleniyor. Özellikle dindar insanların iş yaşamında daha fazla konum sahibi olmaları, sermayede öne çıkmaya başlamaları ile yeni bir tür bağış mekanizması meydana çıkıyor. Bu da daha formel, yapılandırılmış, sınırları belli, takip edilebilir bir içerik ortaya çıkartıyor. 2008 sonrasında gittikçe artan bir şekilde kamu fonları, kamu kaynakları devreye giriyor. Bu da yeni bir dönüşüm dalgası oluşturarak proje eksenli çalışmayı ve daha popüler alanlara doğru yönelmeyi besliyor.
Süreçler sancılı geçiyor
Kaynaklardaki dönüşüme bağlı olarak insan kaynakları da değişmeye başlıyor haliyle…
Faaliyet tipleri değiştikçe daha fazla eğitimli insana ihtiyaç duyulmaya başlanıyor. Eskinin adanmış cemaat adamı tipi arka planda kalmaya, zamanla bu kuruluş yapılarından çekilmeye başlıyor. Bu pek çok kuruluş için sancılı bir değişim süreci anlamına da geliyor. Eskinin müntesiplerine bu eğitimli insanların varlığı ve iş yapış biçimleri biraz ruhu ve özü kaybetmek, başlangıçtaki amaçlardan uzaklaşmak gibi görünüyorlar ve eleştiriliyorlar bu anlamda. Ama bu süreç devam ediyor ve 10 yıl içerisinde artık o adanmış insanlar yavaş yavaş bu kuruluşlarda daha onursal mevkilere, arka plandaki mevkilere çekilmeye başlıyor. Gittikçe eğitimli, üniversite mezunu, belirli alanlarda uzman, belirli alanlarda özel katkılar yapan kişiler aktif olmaya başlıyor.
Kadınların artan rolü nerede devreye giriyor?
28 Şubat sürecinde başörtülü ve eğitimli kadınlar kamusal alanda dışlanınca, İslami sivil kuruluşlarda daha fazla alan bulmaya başlıyor. O güne kadar kadınlara kapalı pek çok sivil kuruluş, sırf başörtüsü sorunundan ötürü kadınlara kapılarını açmaya başlıyor. Dolayısıyla kadınlar için ve kadınlar tarafından yapılan faaliyetler de artmaya başlıyor. Zamanla kurumda kim çalışırsa, kim etkili olursa, kim daha fazla görünür olursa onlar yönetime gelmeye başlıyor. Bence kadınların bu kuruluşlardaki etkinliği katılımları ve katkıları nispetinde henüz değil ama eğilim bu yönde.
Gelecekteki riskler
Sorunlar veya bu kuruluşları gelecekte bekleyen riskler konusunda ne söyleyebilirsiniz?
En önemli risk bence siyasetle ve devletle olan ilişkilerini ayarlayamamak. Eğer mevcut trend devam ederse, İslami STK’lar bir süre sonra toplumsal tabanlarını, ilişkilerini ihmal eden, zedeleyen bir yapı ortaya çıkabilir. Zira toplumsal yapılarda her avantaj, her imkân aynı zamanda bir zaaf da meydana getiriyor. Devletle fazla içli dışlı olmak, kamu fonlarından fazlaca faydalanmak, toplumsal sorunlardan uzaklaşmaya yol açabilir.
Mali kaynaklarla ilgili de riskler söz konusu. STK’lar eğer kendi toplumsal kaynaklarından beslenmeyi bırakırlarsa uzun vadede siyasetle kamuyla ve özel sektörle belirli özel ilişkileri sürdüremezlerse, faaliyetlerini yürütemeyecekleri bir kırılganlık oluşabilir. Dolayısıyla bu yeni kaynakları dengelemek için en azından ana faaliyetlerini sürdürebilecekleri kadar öz kaynaklarının olması gerekir. İnsan kaynağı yetiştirme açısından bakacak olursak, gittikçe kendi yapılarını geleceğe taşıyacak yeni insan kaynaklarını yetiştirmekten de uzaklaşıyorlar. Kadınların İslami kuruluşlardaki artan rolleri karşısında aynı nitelikte konum açılmamasının çatışmalara yol açabileceği, az da olsa risk olarak karşılarına çıkabilir.
Çeşitlilikte hala eksiklik var
Ortaya koyduğunuz bu veriler çerçevesinde geçmişten günümüze İslami STK’ların en başarılı olduğu ve ihmal ettiği alanlar neler?
Öğrencilere yönelik burs ve yurt faaliyetleri bu kurumların ortaya çıkışındaki ana faaliyetlerdi. Daha sonra aşevi ile başlayan ve yardımlaşma ile devam eden yardım faaliyetleri gittikçe gelişen en önemli faaliyetleri oldu. 90’ların ortalarından itibaren eğitim faaliyetleri öne çıktı. Bu dönemde sohbetten eğitime doğru bir eğilim yaşandı. Bugün bu eğitim faaliyetlerinin gelişme dinamiğinin devam ettiğini söyleyebilirim.
Zayıf alanlara gelince… Kadınlar, engelliler, çocuklar, kırsal alan gibi dezavantajlı gruplara yönelik faaliyetlerde İslami STK’ların yok denecek kadar az olduğunu görüyoruz. Çevre, hayvan hakları gibi üçüncü nesil haklar çerçevesinde neredeyse hiçbir faaliyetleri yok. Bu kamusallaşma döneminde İslami STK’ların daha fazla çeşitlenmesi beklenirdi, ama bu gerçekleşmedi.
Gençlik için daha aktif sosyal eğitim modelleri geliştirilmeli
İslami STK’ların gençliğin dilini yakalayamadığı en çok eleştirilen konuların başında geliyor. Bunun sebepleri neler olabilir?
İslami kuruluşların gittikçe daha formel eğitimlere yönelmesine bağlıyorum ben bunu. Gençlerin hayatlarının önemli bir kısmı formel bir eğitim müessesesinde geçerken, sivil bir ortama gittiklerinde aynı formellikte, aynı bağlayıcılıkta ve aynı soğuklukta bir eğitim ortamına girmek istemeyebiliyorlar. Daha aktivite temelli, ideolojik, gençlerin zaman tasarrufunu yakalayabilecek faaliyetlerin gerçekleştirilmesi gerekiyor. Kuruluşlarda son zamanlarda gözüken formelleşmenin, gençlerle faaliyet yapmanın önündeki en büyük engel. Salon programları, seminer ağırlıklı programlar gençleri çekmiyor. Kamp odaklı, daha hareketli eğitim modellerinin geliştirilmesi gerekir.
***
Gönüllülük temeli kaybolmamalı
Kurumsal Yönetim Akademisi’nin başkanı Prof. Dr. Nihat Erdoğmuş, bu alandaki çalışmaların devam edeceğini söyleyerek gönüllülük temelini hiç kaybetmeden daha sistemli, organize ve verimli çalışmalara ihtiyaç olduğunun altını çiziyor.
“Son 15-20 yılda özellikle Türkiye’nin siyasi, toplumsal yapısı ve ekonomisi değişirken sivil toplum kuruluşlarının yapısı ve faaliyetleri bundan etkilendi. Lütfi Sunar Hocamıza hazırlattığımız bu araştırma işte buradan yola çıktı. Biz kurumsallaşma, yönetim, insan kaynakları ve süreklilik bakımından bu yapıları incelemeye devam edeceğiz.
Günümüzde gençleri STK’lara çekmek konusunda ciddi sıkıntılar var. Nesiller arası geçişin nasıl yapılacağı, sonraki nesillere sorunsuz yapıların nasıl bırakılabileceği önemli. Gençler STK’lardaki mevcut çalışma alışkanlıklarından memnun gözükmüyorlar. Onları sürece katabilecek yeni yönetici tarzları ve yöntemlere ihtiyaç bulunuyor. Bunun dışında STK’larda finansal kaynak bulmak, yönetmek ve bunu şeffaf ve verimli bir biçimde yönetmek de önemli bir mevzudur. STK’larda istihdam konusunda iyileşmeye ihtiyaç duyulurken, nitelikli insanlara alan açılan yapılara dönüşmesi gerekiyor. Kurumsal Yönetim Akademisi bu alanlarda nitelikli çalışmalar yapmaya devam edecek.”
Sevda Dursun, 28.02.2018, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Röportaj, Eleştiri
Sevda Dursun Yazıları
Takip et: @sevdadur
Sonsuz Ark'ın Notu: Sevda Dursun Hanımefendi'den çalışmalarının yayınlanması için onayı alınmıştır. Seçkin Deniz, 12.09.2015
İlk Yayınlandığı yer: Gerçek Hayat
Sonsuz Ark'tan
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.