E-Devlet’te 8 Şubat’ta hizmete sunulan alt-üst soy bilgisi sorgulama (soyağacı sorgulama) hizmeti büyük bir merakı ortaya çıkardı. Kısa sürede e- devlet kilitlendi ve yeniden yapılandırılarak günlük kota uygulaması getirildi. Buna rağmen sosyal medyada gündem olması ve talebin hızla artmasına engel olunamadı. Kişiler 1800’lü yıllara kadar aile geçmişini görüntüleyebilirken, atalarının isimleri, doğum ve ölüm bilgileri ve yaşadıkları yer dışında herhangi bir bilgiye ulaşamıyor.
Bu merakın nereden kaynaklandığını, soyağacı bilgilerini öğrenmenin kişiye ne kazandırdığını İstanbul Şehir Üniversitesi İşletme ve Yönetim Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Cem Behar’a sorduk. Daha önce Alan Duben’le birlikte soy bilgisi araştırmalarıyla “İstanbul Haneleri” kitabını yazan Behar, soy bilgilerinden fazla medet umulmaması gerektiğini söylüyor. Türkiye’de hiçbir zaman soy sop ayrımı yapılmadığını ekleyen Behar, bu merakın Türkiye’ye özgü olmadığının da altını çiziyor.
Soyağacı bilgilerinin kullanıcılara açılmasıyla birlikte büyük bir merak ortaya çıktı. Bu merak ve ilgi nereden kaynaklanıyor olabilir?
Bu merak Türkiye’ye özgü bir şey değil. Dünyadaki bütün insanlar soyağaçlarını merak ediyor. Türkiye’ye özgü olan; nüfus kütükleri bugüne kadar kanunen kişilerin araştırmasına ve girişine kapalıydı. Mahkeme kararı olmaksızın veya hakim talebi olmaksızın kendi nüfus kütüğüne bakılamıyordu. Ne zamanki bütün nüfus kütükleri dijital hale getirildi ve internete işlendi, herkes kendi nüfusuna ulaşabilir oldu. O merak Türkiye’de yeni doğdu. Oysa Avrupa ülkelerinde veya Amerika’da insanların soyunu sopunu parayla araştıran şirketler var. Bu merak birazcık devam edecek, sonra sönecektir. Herkes bilebildiği kadarını bilecek, geri kalanını yine bilemeyecektir.
Şimdiye kadar gizlenme sebebi neydi peki? Neden insanlar kendi kütük bilgilerine ulaşamıyordu?
Orada da bir komplo teorisi aramayalım. Gizli değildi, fakat biliyorsunuz nüfus kütüklerinde ana, baba kardeş adı gibi şahsa özel bilgiler vardır. Nüfus idaresine gidip bir metreye altmış santim boyundaki kütük defterini açtığınız zaman, herkesin künyesine ait özel bilgileri görürsünüz. Kanuna göre bu nüfus kütüklerine ya mahkeme kararıyla ya da en büyük mülki amirin emriyle bakılabiliyordu. Kişisel verilerin korunmasıyla ilgili kanunen alınmış bir önlemdi.
Avrupa’da kayıtlar 14. yüzyılda başlar
Soyağacına baktığımızda ulaştığımız bilgiler bizi nereye kadar götürür?
İşte bütün mesele bu. Ben eski nüfus kayıtlarını kendi araştırmalarım dolayısıyla valiliğin izniyle çok araştırdım. Türkiye’de, Osmanlı İmparatorluğu’nda ve İslam’da doğumları ve ölümleri bir deftere kaydetme adeti yoktur. Oysa Hristiyan dünyasında her doğum ve doğumun ardından gelen vaftiz kilise kayıtlarında vardır. Kilise kayıtları Avrupa’da 14. yüzyılda başlamıştır. 15 ve 16. yüzyılda birçok Avrupa ülkesinde zorunlu hale getirilmiştir. Soyu sopu Avrupalı olan bir kişinin 16. yüzyıla kadar kendi atalarını bulabilme olanağı var.
Kuran’ın arkasına nüfus kaydı
Osmanlı döneminde bu kayıtlar ilk ne zaman tutulmaya başlamıştır?
Osmanlı döneminde kişisel bilgilerin, ana, baba kardeş, evlenme, boşanma, ölüm tarihleri gibi bilgilerin işlenmeye başlaması, ilk modern nüfus sayımının yapıldığı zamandır. 1831’de 2. Mahmud’un yaptırdığı sayımda, askerlik sebebiyle sadece erkekler sayılıyordu. Onun devamı gelmedi, çocukları kayıt ettirilmedi. Osmanlı’da İlk ciddi modern nüfus sayımı 1883-1885 yılları arasında yapılmıştır. Sayım 2 sene sürmüştür. Dolayısıyla gidebileceğiniz en uzak tarih 1880’lerdir. Daha öncesine Hanedanı Âli Osman gibi birkaç aile hariç, gidemezsiniz. Daha önceden insanlar çocukları olduğu zaman ya bir deftere, ya bir Kuran’ı Kerim arkasına, “filan gün kerimem Hatice tevellüt etmiştir, Allah uzun ömürler ihsan etsin inşallah” diyerek bir de tarih yazarlardı. Ama o sadece ailenin bilmesine mahsus olan bir bilgiydi.
Çok heyecanlanmayın, asilzâde değilsiniz
Türkiye Cumhuriyet’inin bir özelliği de göçmenlerin çokluğu. Sonradan Türkiye’ye göç eden kişiler nereye kadar gidip köklerini öğrenebiliyor?
Cumhuriyet kurulduğunda Türkiye’nin nüfusu 13 milyondu. Ve bu 13 milyonun 1 buçuk milyonu Balkan muhaciri, 1 milyonu Yunanistan’la yapılan nüfus mübadelesinden gelenlerden oluşuyordu. Başka birçok eski Osmanlı topraklarından, küçülmüş olan Türkiye Cumhuriyeti’ne dönen insanlar var. Onların daha önceki nüfus kayıtları zaten yok, başka memlekette kalmış. Bu yüzden birçok insan 1920’lerden öncesine gidemez.
Çok heyecanlanmayın, keşfedilecek müthiş aristokrat ve asilzade bir geçmiş yok. Osmanlı’da zaten bir asilzade sınıfı hiç olmadı. Babadan oğula geçen toprağa dayalı bir asilzade sınıfı olsaydı, Osmanlı tam manasıyla bir feodal devlet olurdu. Oysa değil.
Soy sop ayrımcılığı hiç yapılmadı
Soyağacına bakanlar en fazla yedi veya sekiz kuşak atalarının isimlerine ulaşıyor. Bazıları 4 veya 5. kuşakta duruyor. Herhangi bir hikaye de yok, sadece isim. Bu bilgileri öğrenmek bize ne kazandırır?
Bazılarının doğum veya ölüm tarihleri bile yok. İnsanlar bu bilgileri iki şeyden dolayı arıyor olabilir. Birincisi kendi köklülüğünün ispatı insanlara toplumsal bir güven verir. “Benim yedi ceddim buralı” diyerek köklerinin sağlamlığına işaret eder. Bir diğer sebep de, bu ülkede çok ihtida olmuştur. Yani Hristiyanlıktan İslamlığa geçiş çok yaşanmıştır. Bunun böyle olup olmadığını öğrenmek isteyebilirler. Ama Osmanlı’nın nüfusla ilgili adetlerinde İslam olmayan kökenlerini belirtmek yoktur. Birisi hidayete erdiği zaman nüfusa babası Abdullah, annesi Havva diye geçer.
Çok geriye gitmenin ne kazandıracağından açıkçası pek emin değilim. Kişisel bir sansasyon arama merakı olabilirken, yerlilik ve millilik peşinde koşma arzusu da olabilir. Çok fazla kökenini aramak da sağlıklı bir şey değil. Birazcık da kendine ve şu anki sosyal konumuna güvensizliğin eseri de olabilir. Oysa Türkiye’de hiçbir zaman, hiç kimse, soyundan sopundan dolayı herhangi bir ayrımcılığa maruz kalmış değildir.
Betül Mardin “Globalleşmeye karşı kendini korumak isteyen soylarına ilgi duyar” demişti. Soyuna ilgi duymak globalleşmeye bir başkaldırı mıdır?
Kendine daha derin milli ve yerel kökler aramadır daha çok. Çünkü globalleşme insanların kimliklerini kaybetme anlamına gelmiyor. İnsanlar globalleşir, her an her yere seyahat edebilir, bunun yanı sıra köken ve kimliklerini muhafaza da edebilirler. Ben bunda daha çok korku ve kendine güvensizlik emaresi olduğunu düşünüyorum.
Soyağacı bilgisi bize toplumsal değişimi veriyor mu?
Onu göreceğiz zaman içerisinde. Hepimiz köyden, kasabadan kente gelmişiz. Cumhuriyet kurulduğunda nüfusun yüzde 10’u kentliydi. Yüzde 90’ı köylüydü. Bu bazı insanlara sahte bir soyluluk, sahte bir asilzadelik kazandıracak mı? Bunu zamanla göreceğiz.
Toplumsal değişim kaç nesil sonra görülebiliyor?
Türkiye’de çok çabuk görülüyor. Bir veya iki nesil sonra rahatlıkla gözlemleniyor. Geçmişte muhtemelen daha yavaştı. Artık iki nesilde insanlar köylüyken, şehirli olabiliyor.
1934’te soyadı kanunu çıktı. Soyadı kanunundan önceki isimlerin kayıtlarında bir karışıklık olmuş mudur?
Oluşabilir, çok sık rastlanan isimler, Mehmet, Ahmet, Abdullah gibi isimlerde bir karışıklık olabilir. Zaten soyadı kanunu çıktığı zaman insanlara soyadı seçmekte büyük bir özgürlük tanınmadı. Nüfus memurları seçilecek soyadı listesiyle geldiler. Aksoy, Türkoğlu, Yılmaz vs. insanlar Osmanlı aidiyeti veya aile aidiyeti soyadı seçemediler. Soyadı Yılmaz veya Öztürk olan milyonu aşkın insan var bugün Türkiye’de ve bunlar birbiriyle akraba değil. Soyadından giderek akrabalık veya soyağacı araştırmak pek mümkün değil.
Soyağacı bilgilerinin bu süreçte neden açıklandığına dair de kafalarda soru işareti var. Sizce neden?
İnternet çok pratik bir yöntem, şeffaflık moda bu zamanda. Bu da iyi bir şey. Akılda kalmasın, ama bir yere götürmeyeceğini, çok fazla esrar perdesinin aralanmayacağını da bilelim.
***
İstanbul’da çok eşli evlilik yoktu
Sizin soyağacı araştırmalarınız daha da geçmişe dayanıyor. Hatta bu araştırmalara dayanarak İstanbul Haneleri isimli bir de kitabınız var. Soyağacı araştırmalarıyla nasıl bilgilere ulaştınız?
İstanbul’da aile yapılarını inceledim ben. Sanılanın aksine İstanbul’da kalabalık aile pek yoktu. İki veya üç çocuklu aileler yaşardı. Dört çocuk istisnaydı. Osmanlı’da çocuk sayısını sınırlama, bilinçli aile planlaması İstanbul’da çok erken başlamıştır. Yine bilinenin aksine İstanbul’da çok eşli evlilikler yoktu. 19. yüzyılda İstanbul’da erkeklerin yüzde 1 buçuğunun birden fazla eşi vardı. Tercih edilen veya Osmanlı Türk ailelerine yerleşmiş bir adet de değildi. İki kategorideki insanın birden fazla kadınla evlenebildiğini gördüm, birincisi zenginler, ikincisi de ulema sınıfı. Ama kadınların rızasını alarak evleniyorlar ve kadınlar aynı evde oturmuyordu.
Anadolu farklı mıydı?
Osmanlı imparatorluğu ikiye ayrılır derler, İstanbul ve gerisi. İstanbul’daki ailevi davranışlar, aile yapıları, çocuk sayıları, aile ilişkileri Osmanlı’nın veya Anadolu’nun geri kalan kısımlarından hep farklı olmuştur. Çekirdek aile yapısı İstanbul’da daha erken başlamıştır mesela. Dört kuşak bir arada oturmak adeti İstanbul’da çok erken terk edildi.
Köyden kente göçler vasıtasıyla bu adetler yeniden değişmedi mi?
Bir kuşak sonra İstanbul adetlerine uydular. 2. kuşak yine çekirdek aile yapısı olarak devam etti.
Sevda Dursun, 03.03.2018, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Röportaj, Eleştiri
Sevda Dursun Yazıları
Takip et: @sevdadur
Sonsuz Ark'ın Notu: Sevda Dursun Hanımefendi'den çalışmalarının yayınlanması için onayı alınmıştır. Seçkin Deniz, 12.09.2015
İlk Yayınlandığı yer: Gerçek Hayat
Sonsuz Ark'tan
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.