"Kuşkusuz değerlerimize layık olmak için rövanş mantığının ötesine geçen siyasal ve kültürel politikalara, düşünsel açıdan çoğulcu, hareketli, eleştirel düşünceyi güçlendiren bir kamusal alana her zamankinden fazla ihtiyacımız var."
Kemal Tahir, 1968’de Mehmet Seyda tarafından düzenlenen “Türk Romanı” başlıklı açık oturumda benzeri bir soruya cevap vermeden önce Batı kaynaklı yorumlarda “Doğulu insan”a özgü sayılan “sürüden biri” gibi görünme izlenimini tartışmıştı. (Yılmaz Güney’in, kendi şehrinde atının ölümünden sonra yapayalnız kalan bir arabacının çaresizliğini anlatan filmi Umut, 1970’de çekilecekti).
Romanlarımızda Batı’nın eserlerinden etkilenerek Batının tipini aramakla toplumsal gerçekçi romanlar yazmış olmuyoruz Kemal Tahir’e göre. “…Biz kendi insanlarımızı yazmaya başladığımız zaman onları hiçbir zaman Batılı insan gibi tek başına bir köşeye sıkışmış bulamıyoruz, diyorum. En sıkışık sırada, kendi kendini var gücüyle gayret ederek sıkıştırmış durumda bile olsa Doğulu insan toplumun yardımından büsbütün uzakta kalamıyor. Yakın çevresinin yahut daha uzak çevresinin hiç olmazsa manevi yardımını görüyor ki, bunun ne kadar önemli bir şey olduğunu ancak Batılılar idrak edebilir.” diye açıyor meseleyi Kemal Tahir, sözünü ettiğim açık oturumda.
1967-68 yılları solcular için bir dönüm noktasıdır; aslında Muhsin Ertuğrul kodlarından kurtulmakta olan Türk sineması için de… Halit Refiğ, Metin Erksan, Ayşe Şasa, Atıf Yılmaz… Kemal Tahir sürekli geliştirdiği ve ileri götürdüğü fikirleriyle bir kutup yıldızı gibi genç yönetmenleri ve yazarları etrafında topluyor. Halkın sinemaya gösterdiği ilgiyi anlamaya çalışıyor. Refiğ anlatıyor: “Kemal Tahir’e göre sinemanın seyirciyle ilişkisi veya seyircinin sinemaya yönelik tepkileri toplumsal gerçekleri öğrenmekte çok önemli imkânlar.”
1960’ların ortalarında yönetmenler filmlerinin halkta bulduğu karşılığı önce Bursa, Eskişehir, Adapazarı gibi bir Anadolu şehri sinemasında gerçekleşen ön gösterimde izliyorlar. Halit Refiğ imzalı Haremde Dört Kadın’ın (1965) Adapazarı gösteriminde seyircinin “Allah belasını versin bu filmi yapanların” diyerek sinema salonunu terk etmesi, filmin senaryosunda büyük payı olan Kemal Tahir üzerinde sarsıcı bir etki uyandırıyor. Müslüman, Osmanlı, Türk ailesi filmde yansıtıldığı gibi midir? Senarist olarak -filmde ismi geçmediği halde- hatayı üstleniyor Kemal Tahir ve zaten fikriyatını sürekli gözden geçirdiği için de olumluya gidiyor düşüncesinde. Gerçeğin zaman ve mekâna göre değişkenliği fikriyle, belli bir tarihte ve mekânda söylediği bir sözün başka bir belli bir tarih ve mekânda geçersiz hale gelip yerini başka bir gerçeğe terk edebileceğini söylüyor.
Bu daima uyanık, daima teyakkuzda olma hali akla Seyyid Kutup’un “Makasıdü’ş-Şeria” bağlamında dile getirdiği “Hareketin Fıkhı” terkibini getiriyor. Kemal Tahir’in etki alanındaki yönetmenlerin filmlerine bu terkip, daha sonra Derviş Zaim’in tanımlayacağı üzere (minyatür esinli) “oynak zaman-oynak mekân” formuyla yansıyacaktır.
Sinema Batılılaşma konusundaki gerçeklerden kopukluğun fark edilebileceği bir plato gibidir Devlet Ana’nın yazarının bakışında. 1963-64 gibi bir yürüyüş sırasında işte bu konularda konuşurken sarf ettiği, “Bu, bizdeki Batılılaşmanın fiyaskosudur” şeklindeki cümlesi ise Halit Refiğ’e zihnindeki tartışmaları ve bütün birikimini açıklayıcı önemde görünmüştür.
Kemal Tahir’i kutup yıldızı kılan şahsiyet özelliklerini Halit Refiğ, Karılar Koğuşu’nda resmetmeye çalıştı. Karılar Koğuşu (1990), 12 Eylül cuntasının Yorgun Savaşçı’yı (1983) yakmasına karşılık verilmiş bir cevap gibidir. Filmin kahramanı “komünist” damgalı mahkûm etrafındaki mazlum insanlar konusunda vicdani bir sorumluluk duyuyor. Kendinden çok başkasını düşünme özelliğine sahip, kendisini değil “sesi olmayanları” kurtarmak için bir yerlere mektuplar yazıyor. ATÜT tartışmaları, Devlet Ana, Osmanlı’da “kerim devlet” telakkisine varış… Sekter hareketlere daima karşı. 60’larda siyasal gruplar üzerindeki CIA denetimi ve NATO güdümünü ilk fark eden yazarlardan biri olmuştur. Eşkıya meselesine sol kesimin alışılmış bakışından farklı yaklaşıyor. Refiğ, “Devletten bir kuruş çıkarı olmayan bir adam, devlet tarafından en büyük haksızlığa, gadre uğratıldığı halde, Türkiye’de devletin temel olduğunu söylüyor” diye anlatıyor.
Yaşadığı bütün haksızlıklara rağmen insanda mevcut iyilik cevherine inancını koruması, hümanist bir yüceltmenin eseri de değil. Anadolu insanını öğrenme okulu, hapishaneler. Sinemayı da insanın dramını daha geniş bir şekilde görme ve paylaşma alanı olarak önemsedi. Mesut Bostan’ın panel konuşmasında altını çizdiği gibi Kemal Tahir olmasaydı çok kısır bir Türk sinemasından söz ederdik bugün. Onun bariz etkisi, sinemamızın 60’larda başarılı filmler yapan yönetmenlerin konularının 80’lerde solcu aydın bunalımı kalıbına indirgenmesinde de kendini gösteriyor zaten.
Siyasi açıdan ise kesimleri birbirine sağırlaştıran ideolojik sağırlık geleneğini sarsan bir etkiye sahip oldu Kemal Tahir hayatı ve romanlarıyla. Düşüncelerini dürüstlükle dile getirmenin bedellerini sonuna kadar ödedi.
Sempozyum boyunca sözün sözü açtığı başlıklar yazarın düşünce dünyamızdaki ağırlığını fark ettirmekte. Ben sempozyum konuşmam için Kemal Tahir’in metinlerini yeniden okurken bir başka romancı Ahmet Altan, ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkûm edildi. Ahmet Altan’la pek çok konuda farklı düşünüyoruz, ancak gizli ve bağımlı bir gündemle hareket eden, bir takım odakların yönlendirmesine izin verebilecek bir yazar olduğunu düşünmedim hiç. Fikirlerin açık bir dille ifadesinin böylesine ağır bir şekilde cezalandırılmasını hak etmiyor toplumumuz. Zaten İslam geleneği de bize başka bir şey söylüyor. Umut kaynağı bir toplum olmanın adalete içkin ölçülerini yitirmememiz gerekiyor.
Kuşkusuz değerlerimize layık olmak için rövanş mantığının ötesine geçen siyasal ve kültürel politikalara, düşünsel açıdan çoğulcu, hareketli, eleştirel düşünceyi güçlendiren bir kamusal alana her zamankinden fazla ihtiyacımız var.
Zeytinburnu Kültür Merkezi sempozyumlarının çevre halkında bulduğu karşılığı anmadan geçemeyeceğim yazımı bitirirken: Herkese açık sempozyumun katılımcılarından, 35-40 yaşlarında bir semt sakini olan Sema Güler Hanımefendi’yle programdan önce mescitte tanıştık. Panelin ardından gerçekleşen ayaküstü sohbetimiz sırasında Güler, son oturumdaki konuşmalardan birinde dile gelen Kemal Tahir’in olumsuz köylü profillerinden hareketle yazarın köylülük yorumunu eleştirdi, köylü genellemelerine gidilmesinin haksızlık olduğunu savundu.
Herhangi bir roman elbet yazarın dönemsel seçimlerinin kurgusu olarak kendi içinde seçmeci bir gerçekçilik oluşturuyor, bu Kemal Tahir romanları için de doğru. Böyleyken tarihin bilinçli olarak unuttuğu ne çok olguyla hâlâ onun romanlarındaki karakterler üzerinden yüzleşmekteyiz. Hakikate yakınlaşmanın ancak gerçeğe sadakatle mümkün olduğunu ise hayat hikâyesinden öğrenmeye devam ediyoruz.
Cihan Aktaş, 03.03.2018, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Perspektif Yazıları,
Sonsuz Ark'ın Notu: Cihan Aktaş Hanımefendi'den yazıları için yayın onayı alınmıştır. Seçkin Deniz, 09.05.2015
Yazının ilk yayınlandığı yer: Gerçek Hayat
Sonsuz Ark'tan
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark Manifestosu'na aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.