"Müminler, Allah’ın kurtuluş reçetemiz olarak gönderdiği Kur’an’a sımsıkı sarılırlar ve içindekileri düşünürler, anlamaya ve hayatlarına taşımaya çalışırlar. Allah’ın kitabından uzak ve gaflet içinde bulunamazlar. ”
بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم
Bizi yaratan ve bize doğru yolu gösteren, kendine imân etme şerefini nasip eden, yediren ve içiren, hastalandığımızda da bize şifa veren, bizim canımızı alacak ve sonra diriltecek olan, hesap gününde, hatalarımızı bağışlayacağını umduğumuz (Şuara, 26/78-82) Âlemlerin Rabbi olan Allah’a sonsuz hamd’ü senâlar olsun. “Üsve-i hasene” olan Resûlü Muhammed Mustafa (sav)’e salât u selâm olsun.
A’RAF SURESİNDE MÜ’MİNLERİN VASIFLARI (44-54. Ayetler)[1]
وَنَادٰٓى اَصْحَابُ الْجَنَّةِ اَصْحَابَ النَّارِ اَنْ قَدْ وَجَدْنَا مَا وَعَدَنَا رَبُّنَا حَقاًّ فَهَلْ وَجَدْتُمْ مَا وَعَدَ رَبُّكُمْ حَقاًّۜ قَالُوا نَعَمْۚ فَاَذَّنَ مُؤَذِّنٌ بَيْنَهُمْ اَنْ لَعْنَةُ اللّٰهِ عَلَى الظَّالِم۪ينَۙ
“Cennet ehli cehennem ehline, "Biz rabbimizin bize vaad ettiğini gerçek bulduk; siz de rabbinizin size vaad ettiğini gerçek buldunuz mu?" diye seslenir. "Evet!" derler. Ve aralarından bir duyurucu, "Allah’ın lâneti zalimlerin üzerine olsun!" diye bağırır.” (A’râf Suresi,7/44.)
اَلَّذ۪ينَ يَصُدُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ وَيَبْغُونَهَا عِوَجاًۚ وَهُمْ بِالْاٰخِرَةِ كَافِرُونَۜ
“Onlar, Allah yolundan alıkoyan ve onu eğip bükmek isteyenlerdir; onlar âhireti de inkâr edenlerdir.” (A’râf Suresi,7/45.)
“Yukarıdaki âyetlerde inkâr ve isyanda direnenlerin “cehennem ehli”, inananların da “cennet ehli” oldukları, her iki zümrenin yaptıklarının karşılığını âhirette bulacakları bildirildikten sonra 44 ve 50. âyetlerde iki zümre arasında, mahiyetini bilemeyeceğimiz bir iletişimden bahsedilmekte, bu suretle âhiretle ilgili vaad ve tehditlerin gerçekliği, farklı bir anlatımla bir defa daha vurgulanmaktadır.
Her ne kadar bütün inkârcılar cehenneme atılacaksa da, burada insanları Allah yolundan alıkoyma ve bu dosdoğru yolu eğri büğrü göstermeye kalkışma suçunun özellikle zikredilmesi, ayrıca bunu yapanların “zalimler” diye nitelendirilmesi oldukça önemlidir. Bu bilgiler bize, ilâhî dine, onun öğretilerine, kutsal değerlerine, kurumlarına ve bağlılarına karşı kin ve düşmanlık besleyen; duruma göre yalan, iftira, hakaret, hile, tehdit, fiziksel şiddet ve baskı gibi haksız ve zalimce yöntemlere başvurarak insanların İslâm’ı ve onun ilkelerini benimsemelerine engel olan; bedenî, ilmî, malî, sosyal ve siyasî gücünü hak dine karşı kullanıp onunla ilgili şüpheler uyandırmaya, onu zaafa düşürmeye, zararlı göstermeye kalkışan “zalimler”in, lânete uğramayı yani Allah’ın rahmet ve inâyetinden büsbütün mahrum kalmayı gerektiren bir suç işlediklerini göstermektedir.” (Diyanet, Kur’an Yolu Tefsiri, II/530.)
“O halde burada bize düşen iki şey vardır.
1: Madem ki bizler yarın Allah’ın cennet ya da cehennem adına bize vadini hak bulacağız, yerimizin neresi olacağı konusunda Rabbimizin hükmüne razı olacağız ve buna asla itiraz edemeyeceğiz. O halde aklımızı başımıza alıp bugünden Rabbimizin bize vadini hak bulalım da cenneti hak etmeye çalışalım. Rabbimizin bizim adımıza gönderdiği hayat programına hak diyelim, onun istediği biçimde bir hayat yaşayalım da yarın zorunlu olarak hak diyeceğimiz, inkâr edemeyeceğimiz cenneti kazanmaya çalışalım. Zira bugün bu imkân bizim elimizdedir. Yarın bu imkânımız kalmayacak ve mecburen Rabbimizin hükmüne evet diyecek Rabbimizin takdirini hak bulacağız.
2: Bir ikincisi de yarın bizler diyeceğiz ya kâfirlere, ey kâfirler! Biz Rabbimizin bize vadini hak bulduk! Sizler de Rabbinizin size vadini hak buldunuz mu? Nasıl doğru muymuş Kur’an’ın dedikleri? diyeceğiz. Öyleyse yarın diyeceğimiz bu sözü onlara bugünden diyelim. Bugünden söyleyelim onlara bunu ki yarın bunu diyebilecek bir konumda olmayı garantileyelim. Bugünden diyelim ki onlara bunu ki yarın cennetlikler safında yer almayı garantileyelim.” [2]
-------
وَبَيْنَهُمَا حِجَابٌۚ وَعَلَى الْاَعْرَافِ رِجَالٌ يَعْرِفُونَ كُلاًّ بِس۪يمٰيهُمْۚ وَنَادَوْا اَصْحَابَ الْجَنَّةِ اَنْ سَلَامٌ عَلَيْكُمْ لَمْ يَدْخُلُوهَا وَهُمْ يَطْمَعُونَ
“İki taraf arasında bir perde ve A‘râf üzerinde de herkesi simalarından tanıyan adamlar vardır ki bunlar, henüz cennete girmedikleri halde (girmeyi) uman cennet ehline, "Selâm size!" diye seslenirler.” (A’râf Suresi,7/46.)
“Münafık erkeklerle münafık kadınların, iman edenlere, “Bize bakın ki sizin ışığınızdan biz de aydınlanalım” diyecekleri gün kendilerine, “Arkanıza (dünyaya) dönün de bir ışık arayın” denilecektir. Derken aralarına kapısı olan bir sur çekilir. Bunun iç tarafında rahmet, onlar (münafıklar) tarafındaki dış cihetinde ise azap vardır.” (Hadîd Suresi,57/13.)[3]
وَاِذَا صُرِفَتْ اَبْصَارُهُمْ تِلْقَٓاءَ اَصْحَابِ النَّارِۙ قَالُوا رَبَّـنَا لَا تَجْعَلْنَا مَعَ الْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَ۟
“Gözleri cehennem ehli tarafına döndürülünce de, "Ey rabbimiz! Bizi zalimler topluluğu ile beraber bulundurma!" derler.” (A’râf Suresi,7/47.)
"Araf"taki insanların durumu muallakta olup haklarında daha karar verilmemiş insanlardır. Çünkü müsbet yönleri cennete sokacak derecede güçlü olmadığı gibi, menfi yönleri de cehenneme gönderecek zayıflıkta değildir. Bu yüzden, cennet ile cehennem arasında, durumları karara bağlanana kadar bekleyeceklerdir. (Tefhîm, II/38.)
Sözlükte hicab kelimesi “perde” demek olup burada cennetle cehennem veya cennet ehliyle cehennem ehli arasındaki bir engeli ifade eder. Fahreddin er-Râzî, hicabın “Ve hemen aralarına kapısı da olan bir duvar çekilir ...” (Hadîd 57/13) meâlindeki âyette geçen “sur” anlamını ifade ettiğini belirtmiştir (XIV, 86). Tefsirlerde cennet ve cehennemin yerleri, birbirine uzaklıkları, cennettekilerle cehennemdekilerin birbirlerine seslerini nasıl duyurdukları, cennetle cehennem arasındaki “sur” ile “perde” ve “a‘râf”ın mahiyeti, a‘râftakilerin kimler olduğu hakkında çeşitli görüşler ileri sürülmüşse de âhiret meselelerini akıl ve tecrübeye dayanarak açıklayıp çözümlemek mümkün olmadığı için bu konularda sadece nassın verdiği bilgilerle yetinip bunların gerçek olduğuna iman etmek, hakikat ve mahiyetinin ne olduğunu ise Allah’ın ilmine havale etmek en uygun tutumdur. Mümin için önemli olan, âhiretin hak olduğu, orada mutlak, kesin ve en adaletli bir şekilde herkesin yargılanacağı, sonuçta iyilerin cennetle ödüllendirileceği, kötülerin cehennemle cezalandırılacağıdır. (Diyanet, Kur’an Yolu Tefsiri, II/531.)
------
وَنَادٰٓى اَصْحَابُ الْاَعْرَافِ رِجَالاً يَعْرِفُونَهُمْ بِس۪يمٰيهُمْ قَالُوا مَٓا اَغْنٰى عَنْكُمْ جَمْعُكُمْ وَمَا كُنْتُمْ تَسْتَكْبِرُونَ
“A‘râf ehli, simalarından tanıdıkları birtakım adamlara seslenerek derler ki: "Ne topladığınız güç ne de taslamakta olduğunuz büyüklük size bir yarar sağladı.” (A’râf Suresi,7/48.)
اَهٰٓؤُ۬لَٓاءِ الَّذ۪ينَ اَقْسَمْتُمْ لَا يَنَالُهُمُ اللّٰهُ بِرَحْمَةٍۜ اُدْخُلُوا الْجَنَّةَ لَا خَوْفٌ عَلَيْكُمْ وَلَٓا اَنْتُمْ تَحْزَنُونَ
“Allah’ın, kendilerini hiçbir rahmete erdirmeyeceğine dair yemin ettiğiniz kimseler bunlar mı?" (Bakın onlara ne deniyor:) "Girin cennete; artık size korku yoktur ve siz üzülecek de değilsiniz." (A’râf Suresi,7/49.)
Dünyanın bütün azgın ve despotları, toplayıp biriktirdikleri servetlerinin ve emri altına aldıkları adamlarının çokluğundan cesaret alır; bu iki gücün verdiği cüretle hem gerçeği kabul etmeyi kendilerine yediremez hem de insanları küçük görür, kibir ve azamet duygusunun esiri olurlar; bu yüzden yoksul ve kimsesiz olan inançlı ve dürüst insanların, Allah’ın rahmet ve sevgisini kazanacak düzeyde değer taşıyacaklarına da inanmazlar. A‘râftaki o güzide topluluk, bu gafillerin ebedî hayatlarını mahveden büyük yanılgılarını kendilerine hatırlatırken, onların küçümsediği müminlere de cenneti ve oradaki mutlu hayatı müjdelerler. (Diyanet, Kur’an Yolu Tefsiri, II/531.)
Kur’an’ın başka yerlerinden biliyoruz ki bu adamlar itiraf edecekler. Hayır, hayır ne paralarımız ve mülklerimiz bize hiç bir şey sağlamadı diyecekler. Gücümüz kuvvetimiz de yok oldu. Eşimiz dostumuz da bizi terk etti hiç birisinden en ufak bir yardım göremedik diyecekler.
“Malım bana hiçbir yarar sağlamadı. Saltanatım da yok olup gitti.” (Hakka Suresi,69/28-29.)[4]
“Kazanmakta oldukları şeyler kendilerine bir fayda vermedi.” (Hicr Suresi,15/84.)[5]
------
وَنَادٰٓى اَصْحَابُ النَّارِ اَصْحَابَ الْجَنَّةِ اَنْ اَف۪يضُوا عَلَيْنَا مِنَ الْمَٓاءِ اَوْ مِمَّا رَزَقَكُمُ اللّٰهُۜ قَالُٓوا اِنَّ اللّٰهَ حَرَّمَهُمَا عَلَى الْكَافِر۪ينَۙ
“Cehennem ehli cennet ehline, "Suyunuzdan veya Allah’ın size verdiği rızıktan biraz da bize verin!" diye seslenirler. Onlar da, "Allah bunları kâfirlere haram kılmıştır" derler.” (A’râf Suresi,7/50.)
Ebû Hüreyre radıyallahu anh, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem‘in şöyle buyurduğunu haber vermiştir: “İslâm garîb başladı, (ileride) başladığı gibi garib olacaktır. Ne mutlu gariblere!”[6]
Tirmizî’nin Amr b. Avf radıyallahu anh’ten rivâyet ettiği hadiste ise Hz. Peygamber: “Halkın benden sonra sünnetimden bozduklarını düzeltmeye, diriltmeye çalışanlar.” buyurmuştur. “Müjdeler olsun” ya da “ne mutlu” diye tebrik ve takdir edilen mutlu garibler‘in, bozulmuş bir sünneti ihyaya gayret edenler olduğunu duyurmuş; sünnet-i seniyyeyi ayakta ve canlı tutmaya, Muhammedî yorumu içinde İslâm’ı yaşamaya çalışanlar olduğunu haber vermiştir.[7]
Allah’ın kitabı olan Kur’an’a sımsıkı sarılan bu mutlu garipler olan “Mü’minler diyecekler ki onlara: Size onlar haram kılındı. Allah bu yiyecekleri, bu içecekleri, bu rızıkları kâfirlere haram kıldı. Dünyadayken sizler bu nimetlerden mü’minleri mahrum etmiştiniz. Ele geçirdiğiniz şeylerin hepsinin kendinize ait olduğunu zannediyordunuz. Bir türlü doymak bilmeyen bir tavırla mü’minlerin ellerindekileri de midenize yuvarlama çabası içindeydiniz. Kan emmeye bir türlü doymuyordunuz. Dünyanın nimetlerini sömürmek için savaşlar yapmıştınız. Emperyalist ve sömürgeci emeller peşinde koşmuştunuz. İnsanların haklarına, insanların doğal servetlerine ipotekler koymuştunuz. İnsanlara zulmetmiş, işkenceler yapmıştınız. Dünyada insanların ölmesi, insanların aç kalması sizin için hiç önemli değildi. Yeter ki bizim karınlarımız şişsin, yeter ki biz yiyelim, yeter ki biz doyalım diyordunuz. Dünyada insanları bu nimetlerden mahrum bırakan sizlere Allah bu nimetleri haram kılmıştır. Bizim bu nimetleri size verme hakkımız yoktur. Çünkü Rabbimiz bunu bize yasaklamıştır diyecekler.” [8]
اَلَّذ۪ينَ اتَّخَذُوا د۪ينَهُمْ لَهْواً وَلَعِباً وَغَرَّتْهُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَاۚ فَالْيَوْمَ نَنْسٰيهُمْ كَمَا نَسُوا لِقَٓاءَ يَوْمِهِمْ هٰذَاۙ وَمَا كَانُوا بِاٰيَاتِنَا يَجْحَدُونَ
“O kâfirler ki, dünya hayatı onları aldattı da dinlerini bir eğlence ve oyun edindiler. Onlar, bu günlerine ulaşacaklarını unuttukları ve âyetlerimizi bile bile inkâr ettikleri gibi biz de bugün onları unuturuz.” (A’râf Suresi,7/51.)
“Cehennem ehli, belki bir ümitsizlik içinde, belki de A‘râf ehlinin cennete girdiğini görünce ümide kapılarak, yaşadıkları açlık ve susuzluğu yatıştırmak için cennet ehlinden su ve rızık (yiyecek) isterler; fakat Allah’ın, kâfirleri bu isteklerden mahrum kıldığı cevabını alırlar. Fahreddin er-Râzî’nin ifade ettiği gibi (XIV, 93), bu cevap, inkârcılar için tam bir yıkım olacaktır. Çünkü onlar dinlerini oyun ve alay konusu yapmışlar; dünyanın geçici zevklerine aldanarak âhirette bütün bunların başlarına geleceğini unutmuşlar; kendilerini uyaran âyetleri de inkâr etmişlerdir. Fakat Allah da onları unutmuş, yani cehenneme terkedip bütün isteklerini, feryatlarını cevapsız bırakmıştır.” (Diyanet, Kur’an Yolu Tefsiri, II/532.)
---------
وَلَقَدْ جِئْنَاهُمْ بِكِتَابٍ فَصَّلْنَاهُ عَلٰى عِلْمٍ هُدًى وَرَحْمَةً لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ
“Gerçekten onlara, inanan bir toplum için yol gösterici ve rahmet olarak, içinde tam bilgiye dayalı açıklamalar yaptığımız bir kitap getirdik.”[9] (A’râf Suresi,7/52.)
Allah inkârcıları habersiz cezalandıracak değildir; aksine insanları dünya hayatında bilgilendiren, başlarına gelecekleri ayrıntılarıyla bildirmek suretiyle onları aydınlatan, bu özellikleriyle inananlar zümresi için bir kurtuluş ve rahmet vesilesi olan bir kitap indirmiştir. (Diyanet, Kur’an Yolu Tefsiri, II/532.)
Evet halbuki biz ona bir kitap getirmiştik. Peygamberlerimiz vasıtasıyla biz onlara bir mesaj ulaştırmıştık. Her dönemde yollarını bulsunlar diye, hayatlarına onunla çeki düzen versinler diye onlara birer hayat programı göndermiştik. Hem öyle bir kitap ki soru sormalarına, şaşırıp kalmalarına mahal bırakmayacak biçimde, başka hiç bir şeye muhtaç olmayacakları biçimde her şeyi açık açık onda anlatmıştık. Her şeyi bir bilgiye göre tafsil etmiştik. Her şeyin en ince te-ferruatına kadar ayrıntısını vermiştik o kitapta. İnsanlara her konuda yol gösterecek, insanları dünyada huzur ve saadete, hidâyete, kulluğa ve sonunda cennete ulaştıracak net bilgiler vardı o kitaplarda.
Allah kitabını indirmiştir elinizin altında olsun diye, size yakın olsun diye, siz sürekli onunla beraber olasınız diye, siz ondan istifade edesiniz diye, ona tutunarak yol bulasınız, onunla çölde yol bulasınız, ona tutunup çukurdan kurtulasınız diye. Allah sizi muhatap kabul edip merhametinden dolayı kendi kelâmını sizin elinizin altına indirirken sakın sizler onu hep kaldırmadan yana olmayın. Yâni o kitap sürekli elinizde olsun, sürekli elinizin altında bulunsun. Siz de indirin onu hayatınıza. Siz de indirgeyin onu hukukunuza, siz de indirgeyin onu eğitiminize, kazanmanıza harcamanıza, siyasal yapılanmanıza, tüm hayatınıza, tüm beşerî ilişkilerinize. [10]
--------
هَلْ يَنْظُرُونَ اِلَّا تَأْو۪يلَهُۜ يَوْمَ يَأْت۪ي تَأْو۪يلُهُ يَقُولُ الَّذ۪ينَ نَسُوهُ مِنْ قَبْلُ قَدْ جَٓاءَتْ رُسُلُ رَبِّنَا بِالْحَقِّۚ فَهَلْ لَنَا مِنْ شُفَعَٓاءَ فَيَشْفَعُوا لَـنَٓا اَوْ نُرَدُّ فَنَعْمَلَ غَيْرَ الَّذ۪ي كُنَّا نَعْمَلُۜ قَدْ خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ وَضَلَّ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَفْتَرُونَ۟
“(Fakat) onlar, hesap gününün gerçekleşmesinden başka bir şey beklemiyorlar. Gerçekleştiği gün, önceden onu yok sayanlar derler ki: "Doğrusu rabbimizin elçileri gerçeği getirmiştir. Keşke bizim şefaatçilerimiz olsa da bize şefaat etseler veya (dünyaya) geri döndürülsek de yapmış olduğumuz amelleri başka türlü yapsak!" Onlar cidden kendilerine yazık ettiler ve uydurdukları şeyler de (putlar) kendilerinden uzaklaşıp kayboldu.” (A’râf Suresi,7/53.)
Son Pişmanlık Fayda Sağlamayacaktır…
Dünyaya tekrar döndürülsek, bize bir fırsat daha tanınsa da önceki günahlarımızdan uzaklaşıp senin istediğin hayatı yaşasak. Ya Rabbi ne olur bizi dünyaya bir daha geri çevir de sana asla şirk koşmayalım. Yapay tanrılar tanrıçalar edinmeyelim. Kendi hayat programımızı kendimiz belirlemeye çalışmayalım. Senin gönderdiğin kitabını ve elçilerini örnek alalım diyecekler ama artık onlar için dünyaya bir daha geri döndürülme hakkı kalmamıştır.
Gerçekten bunlar kendi kendilerini mahvetmişler, fırsatlarını imkânlarını kötüye kullanmışlar, sermayelerini kaybetmişler, kendi kendilerine yazık etmiş kimselerdir. Kendi kendilerini cehenneme, azaba sürüklemiş kimselerdir. Allah berisinde uydurdukları yapay tanrıları ve tanrıçaları da onları koyup kaybolmuşlardır, kendilerine en küçük bir fayda sağlayamamışlardır. Hepsi de onları terk edip kaçıp gitmişlerdir. Zaten kendilerine bile bir fayda sağlama gücüne sahip olmayanların onlara bir fayda sağlamaları da mümkün değildir. Orada herkes kendi başının derdine düşmüştür.[11]
“Ah keşke bizim için (dünyaya) bir dönüş daha olsa da, müminlerden olsak.” (Şuarâ Suresi,26/102.)[12]
Onlar cehennemde, “Ey Rabbimiz! Bizi buradan çıkar ki dünyada iken işlemekte olduğumuzdan başka ameller, salih ameller işleyelim” diye bağrışırlar. (Onlara şöyle denilir:) “Sizi, düşünüp öğüt alacak kimsenin düşünüp öğüt alabileceği kadar yaşatmadık mı? Size uyarıcı da gelmişti. Öyle ise tadın azabı. Çünkü zalimler için hiçbir yardımcı yoktur.” (Fâtır Suresi, 35/37.)[13]
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir gün;
“–Ölüp de pişmanlık duymayacak hiçbir kimse yoktur.” buyurmuşlardı.
Ashâb-ı kiram;
“–Onun pişmanlığı nedir yâ Rasûlâllah?” diye sordular.
Efendimiz;
“–Muhsin bir kişi ise, bu hâlini daha fazla artırmamış olduğuna; kötülük eden bir kişi ise, o kötülükten vazgeçmemiş olduğuna pişman olacaktır.” buyurdu. (Tirmizî, Zühd, 59)
------
اِنَّ رَبَّكُمُ اللّٰهُ الَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ ف۪ي سِتَّةِ اَيَّامٍ ثُمَّ اسْتَوٰى عَلَى الْعَرْشِ يُغْشِي الَّيْلَ النَّهَارَ يَطْلُبُهُ حَث۪يثاًۙ وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ وَالنُّجُومَ مُسَخَّرَاتٍ بِاَمْرِه۪ۜ اَلَا لَهُ الْخَلْقُ وَالْاَمْرُۜ تَـبَارَكَ اللّٰهُ رَبُّ الْعَالَم۪ينَ
“Şüphesiz ki rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra arşa istivâ eden; geceyi, durmadan kendisini kovalayan gündüze bürüyüp örten; güneşi, ayı ve yıldızları emrine boyun eğmiş durumda yaratan Allah’tır. Bilesiniz ki, yaratma da buyurma da yalnız ona aittir. Âlemlerin rabbi olan Allah yüceler yücesidir.” (A’râf Suresi,7/54.)
Göklerde ve yerde bütün otorite ve yetkilere sahip olan, ancak Allah'tır; yaratma O'na mahsustur; bütün nimetler O'nun kudret elindedir; bütün işler yalnızca ve yalnızca O'na aittir; kuvvet ve çare O'nun hükmündedir; göklerde ve yerde olan her şey ister istemez O'na itaat etmeye, emrine boyun eğmeye mecburdur. İşte bunun için O'ndan başka ilâh yoktur.
İnançların karışıp, İslâm adı altında her türlü inancın etkin olduğu bir dönemde Müslümanın iman ettiği Rabbini iyi tanıması gerekir ki Allah’a ait olan vasıfları başkalarına vermesin, imanına şirk ve küfür karıştırmasın.
“İnsandan istenen, dinî anlamda, yalnızca Allah'ı mabud (ibadet edilecek) olarak tanıması ve medenî, siyasî anlamda yalnızca yine O'nu yegane hüküm sahibi olarak tanımasıdır.” (Tefhîm,II/43.)
“Âlemlerin rabbi olan Allah yüceler yücesidir!”[14]
Ayetin son cümlesi, Allah’ın yücelik ve ululuğu yanında, evrenin yaratıcısı, sahip ve mâliki olduğunu; bundan önce geçen “lehü’l-halk” ifadesi Allah’ın evrendeki hayır ve bereketlerle dolu olan nizamın kurucusu, “lehü’l-emr” ifadesi de yine O’nun bütün bunların yöneticisi olduğunu; bu arada insanı da O’nun yaratıp yükümlü kıldığını, dolayısıyla Allah’ın buyruğunun her şeyin üstünde tutulması gerektiğini belirtir. (Diyanet, Kur’an Yolu Tefsiri, II/535-537.)
Ayetteki “istevâ ale’l-arş”ın anlamı “Arşa yükselip kuruldu” demekse de, bütün müfessirler bunu fiziksel ve cismanî mânada anlamamak gerektiğinde ittifak etmişlerdir. Bununla birlikte, Selef denilen ilk dönem âlimleri, genel tefsir metotlarının gereği olarak, âyetin verdiği bilgiye tartışmasız inanıp te’vil ve yoruma gitmemek, asıl anlamını Allah’a havale etmek gerektiğini savunurlar. Nitekim İmam Mâlik’e “arşa istivâ”nın ne anlama geldiği sorulduğunda “İstivâ mâlûm, keyfiyeti meçhul, buna inanmak zorunlu, soru sormak da bid‘attır” dediği rivayet olunur (İbn Kudâme, Lüm‘atü’l-i’tikad, İstanbul 1981, s. 15; Şevkânî, II, 243). Ancak, sonraki müfessirler, müslümanlar arasında antropomorfik (cismanî ve insan benzeri) bir tanrı anlayışının yaygınlaşmasından kaygı duydukları için “arşa istivâ”yı “Allah’ın, bütün mevcudattan üstün ve aşkın bir hâkim-i mutlak olarak evrene ve evrendeki her şeye hükmetmesi; evreni ve onda bulunanları en üstün, en mükemmel bir şekilde düzenleyip yönetmesi; bilgisi, iradesi ve gücüyle bütün varlık ve olayları kuşatması” gibi anlamlarda yorumlamışlardır (“altı gün” ve “arşa istivâ” konusunda daha geniş bilgi için bk. Râzî, XIV, 96-117; Elmalılı, III, 2171-2185; İbn Âşûr, VIII/2, s. 158-167).[15]
Ahmet Hocazâde, 06.04.2018, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Muhâfız ya da Muârız'a dair
Ahmet Hocazâde Yazıları
[1] Bu çalışmada Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Meal ve Tefsir çalışması kaynak olarak alınmış olup, zaman zaman açıklamalarla zenginleştirme yoluna gidilmiştir.
[2] Ali Küçük, Besâiru’l-Kur’ân, http://besairulkuran.blogspot.com.tr/2012/05/araf-suresi-1-110-ayetler.html
[3] يَوْمَ يَقُولُ الْمُنَافِقُونَ وَالْمُنَافِقَاتُ لِلَّذِينَ آمَنُوا انظُرُونَا نَقْتَبِسْ مِن نُّورِكُمْ قِيلَ ارْجِعُوا وَرَاءكُمْ فَالْتَمِسُوا نُورًا فَضُرِبَ بَيْنَهُم بِسُورٍ لَّهُ بَابٌ بَاطِنُهُ فِيهِ الرَّحْمَةُ وَظَاهِرُهُ مِن قِبَلِهِ الْعَذَابُ
[4] مَا أَغْنَى عَنِّي مَالِيهْ
[5] فَمَا أَغْنَى عَنْهُم مَّا كَانُواْ يَكْسِبُونَ
[6] Müslim, İman 232; Tirmizî, İman 13; İbn Mâce, Fiten 15; Dârimî, Rikak 42; Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 184, 398; II, 177, 222, 389; IV, 73.
[7] Prof. Dr. İsmail Lütfi Çakan, Mutlu Garipler. http://www.siyerinebi.com/tr/mutlu-garipler
[8] Ali Küçük, Besâiru’l-Kurân, http://besairulkuran.blogspot.com.tr/2012/05/araf-suresi-1-110-ayetler.html
[9] Bkz. Ahmet Hocazâde, SA4451/KY57-AHCZD16: Kur’an, Kur’ân’ı Nasıl Anlatır?
http://www.sonsuzark.com/2017/06/sa4451ky57-ahczd16-kuran-kuran-nasl.html
[10] Ali Küçük, Besâiru’l-Kur’an, http://besairulkuran.blogspot.com.tr/2012/05/araf-suresi-1-110-ayetler.html
[11] Ali Küçük, Besâiru’l-Kur’an, http://besairulkuran.blogspot.com.tr/2012/05/araf-suresi-1-110-ayetler.html
[12] فَلَوْ أَنَّ لَنَا كَرَّةً فَنَكُونَ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ
[13] وَهُمْ يَصْطَرِخُونَ فِيهَا رَبَّنَا أَخْرِجْنَا نَعْمَلْ صَالِحًا غَيْرَ الَّذِي كُنَّا نَعْمَلُ أَوَلَمْ نُعَمِّرْكُم مَّا يَتَذَكَّرُ فِيهِ مَن تَذَكَّرَ وَجَاءكُمُ النَّذِيرُ فَذُوقُوا فَمَا لِلظَّالِمِينَ مِن نَّصِيرٍ
[14] Geniş bilgi için bkz. Ahmet Hocazade, SA4404/KY57-AHCZD11: Kur'an Allah'ı Nasıl Anlatır? -1/2-
http://www.sonsuzark.com/2017/06/sa4404ky57-ahczd11-kuran-allah-nasl.html
http://www.sonsuzark.com/2017/06/sa4417ky57-ahczd12-kuran-allah-nasl.html
[15] Diyanet, Kur’an Yolu Tefsiri, II/535-537.
Sonsuz Ark'tan
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.