"Sorun, dinin genetiği ile oynama sorunudur. Çünkü din, modernliğin ürettiği algıya muhalefet edecek bir potansiyeli harekete geçirebiliyor. "
Çocuk evlilikleri ile başlayan kadın giyiminin eleştiri konusu edilen haberlere yönelik tepkiler, kadına şiddetin muhafazakâr bir dille eleştirisinin maksadını aşan boyutu ile gündeme oturduğu haberlerin varlığı ve son camii de kadının yeri ve konumu üzerine kopartılan fırtına ile devam eden süreç…
Bu arada muhafazakâr insanların günahları üzerinden kopartılan fırtına ve bunun medyadaki rolü ile iktidarın Müslüman olma iddiasına yönelik hükümet etme üzerinden onların Müslümanlıklarına yöneltilmiş eleştiri sağanağı… Ayrıca İslamcılık üzerinden kopartılan fırtına ve tu kaka edilişi…
CHP’nin din dili üzerinden iktidar eleştirisi ile içerden yapılan Ak Parti'ye yönelik eleştirinin aynı dili kullanmaları dahi bu yeni olguya (farkındalar veya değiller) ciddi bir destek vermektedir. Tabii ki gençlik vurgusu, onların dinden uzaklaşmasının sebebinin muhafazakâr kesimlerin dini yanlış algıladıkları tezi vesaire… Gerçekten bu dinin çok fazla olduğunu akla düşürecek algıların üretilmesinde önemli bir mevki kazandığını da gözden ırak tutmamalıyız…
İşin başlangıcının Fetö üzerinden kopartılan darbe sonrası medyadaki tartışmalardır. Neredeyse istisnasız bütün dini cemaatlerin yaylım ateşine tutulması ve sürekli gerileyerek değil ilerleyerek bunun devam etmesi, kişinin Müslüman olduğunu ifade etmeye bile cesaret bırakmayacak bir düzeye doğru seyir halinde oluşu meselenin ne kadar ehemmiyetli olduğunu bize gösteriyor.
Sorun, dinin genetiği ile oynama sorunudur. Çünkü din, modernliğin ürettiği algıya muhalefet edecek bir potansiyeli harekete geçirebiliyor. Arap Baharı aslında bu potansiyelin özgür bir ortamda neler yapabileceğini somutlaşarak göstermiş oldu. Bu yüzden dinin genetiği değiştirilir ise sorunu kökünden çözmüş olacaktı. Bu noktada her olgunun bu merhaleye uygun bir şekilde devreye girmesi gerekliydi. Aslında bu süreç 90lardan itibaren yürürlükte olan bir proje idi… eğitimden siyasal olana, toplumsal olandan psiko sosyal alana kadar her alanda dinin genetiğini değişime uğratacak ve modernliğin kültürel yapısına teslim olmuş onun bir parçası haline dönüşmüş bir gerçekliğe dönüşene kadar mücadele edileceği belirgindi…
Şeytanın adımlarını takip eden bu güçler, sağından yaklaşarak Müslümanları bu görüşe angaje etmeye çalışmaktadırlar. Post modern dönemde algısal olanın öne çıktığı ve tefekkür etmenin geri planda kaldığı bir zemini kullanmak büyük avantaj sağlayacağı belliydi. Bu yüzden melez kültürün temsilcisi konumuna yükseltilen rol modeller bu çerçevede gündeme taşınıyor ve onlar üzerinden fırtınalar kopartılarak yapılan şeyin yanlışlığı bir algıya dönüştürülmeye çalışılıyor. Yapılan istatistikî çalışmalar bu konuda bir başarının yakalandığını gösteriyor. Yani içerden gelenek eleştirisi üzerinden kopartılan fırtına algılar üzerinden yürütülmektedir, geleneği savunanların da yine algı üzerinden modernliği savunanlara yönelik itirazları üzerine bir çatışma ve kopuş yaşanmaktadır.
Zaten istenen en önemli unsur, Müslümanların kendi içinde etnik, hizipsel, düşünsel ayrışmalara savrulmaları ve ayrımın keskinleşerek uzlaşılmaz bir noktaya taşıma konusunda hiçbir fedakârlıktan kaçınmamaktı. Şii, Sünni, Alevi, dindar, Türk, Kürt, Arap ve Farsçılık, modern gelenekçi, sufi selefi vesaire onlarca parçaya dönüştürerek dinin doğasını değişime zorlamaktır. Ümmet, cemaat kavramı hem sosyolojik hem de siyasi olarak bütün Müslümanları kuşatan kavramlar olmasına rağmen klik, şube parça gibi küçük grupları tanımlar hale geldi.
Yani Müslümanları algısal gerçeklik boyutu ile kuşatarak onların bilincini yarmaları ve melezleştirerek kendi dini kaygılarını bir tarafa bırakarak dünyaperest bir topluluk haline dönüşmelerini sağlamak… Peki, niye bu kadar zahmete katlanıyor bu güçler… Çok basit, yeni bir dünya kurulacak ve hiç kimsenin buna itiraz etmemesi gerekiyor. Çünkü dinin doğasının bu yeni gelişmeleri onaylaması mümkün değil ve din kendi müntesiplerini bu yeni gelişmelere karşı ayaklandıracak güçlü bir potansiyeli taşıyor. Hâlbuki bu yatırım hayatlarının yatırımı ve kendilerince sonsuzluğu elde edecek gelişmeleri bekliyorlar. İşte sabote edilmeleri için yegâne karşı güç olarak kalan İslam’ın genetiğini değişime zorlayarak alternatif bir yaşam kurmanın önüne güçlü bir set çıkarmak istiyorlar. Çünkü yeryüzünde herhangi bir güç ve felsefi düşünce bu yeni güce ve oluşturduğu düşünce sistematiğine karşı değildir. Bu yüzden tek kalan gücün teslim alınması esas alınmaktadır.
Teessüf ki ne teessüf Müslümanlar bu durumdan bihaber yaşamaktadırlar. Çoğu zamanda bu olguya destek olacak işlerde bulunmaktan da imtina etmiyorlar. Kendi geçici çıkarları uğruna ya teslim oluyorlar, ya da sessiz kalma haklarını kullanıyorlar. Kahır ekseriyet ise bu meselenin künhüne vakıf olamadığı için etkisiz eleman görevini görmektedir.
Mesele bu çerçevede cereyan ediyorsa ki kanaatim bu yönde, işaretler bunu gösteriyor ve eğer gözümüzü kapatmaz isek olup bitenin başka türlü izahını bulamayacağımızı da görebilme istidadımız körelmemişse ortadadır. Yapılması gereken şey ne o zaman: çok yalın; din ile ilgili herhangi bir şeyi tartışmaya başlamadan önce aklımızı kirlerinden kurtarmak gerekli… Akıl, kirlenir mi diyorsanız, size söylenecek başka şey bırakmamışsınız demektir. O yüzden evet, akıl kirlenir… Aklın temizlenmesi ise öncelikle istikametinin doğruluğunu teyit etmek ve niyetinin halis oluşuna dikkat kesilmek elzem olmalıdır.
Ayrıca Kuran’ın ruhunun işaret ettiği temel gerçekleri dikkate almalı, günlük kaygılar veya güncel tartışmaların dışında insan için temel ekseni belirleyen ilkelere bakmak esasa tekabül etmelidir. İnsanlığa merhametle bakmak, eşyaya merhamet üzere davranmak, bu ilkeyi hayatının nirengi noktası yapmayan Müslüman’ın ilişkilerini doğru kurması ve aklını arındırması beklenemez. Merhamet üzere ilişki kurması gereken Müslümanların kin, nefret ve buğz üzerinden kurdukları ilişki sadece onların dindarlıklarını zedeleyecek ve dinden uzaklaşmalarına neden olacaktır. Ayrıca bu din müntesiplerini bir ve tam olarak kendi bütünlüğü içinde tutar. İman eden ve salih amel işleyen her ferdini cemaatin bir ferdi olarak kabul eder, statik değil dinamik bir unsur olarak parçaya değil bütüne dikkat kesilir. O zaman Müslümanlar parçalanmaya değil bütünleşmeye davet ediliyorlar. Her parçalanma dinin doğasına yapılan saldırının bizzat kendisidir. Aradaki tartışmaları ve sorunları nasıl çözecekler diye bir soru takaddüm eder: çözümü yalın; ilk Müslümanların sorunlarını çözme biçimini esas almalı; yani, Kuran, Sünnet ve İçtihat üzerinden meselelerini çözerler, bu noktada farklı düşündüklerinde ise birbirlerine merhametle yaklaşarak hesabın kişisel olduğu dini esasa dayanarak birbirlerini kabullenirler. Ve birlikte yaşamanın ilkesi haline dönüştürürler, tıpkı dün olduğu gibi bugün ve yarında olması gerektiği gibi…
Siyasal alanda da bütünlüğü savunur ve her Müslüman fert, dünyanın neresinde olursa olsun Müslüman kardeşi ile aynı duyguyu yaşar ve onunla bütünleşir, aynı çatı altında olmaktan da memnuniyet duyar. Ve bunu siyasal temsilcilerine de bir üslup içinde dikte eder…
Başka çıkış bulanlar varsa bizimle de paylaşsınlar ki ortak bir noktada buluşalım…
Allah her şeyi en iyi bilendir.
Abdülaziz Tantik, 08.04.2018, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Düşlemek
Sonsuz Ark'tan
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.