"Aslında her yerde makul bir ses tonuyla konuşmayı sürdürsek, içtenlik ve ilgiyle, aile içinde ve iş ortamlarında, çocukların bağırarak yardım istemesine gerek kalmayacak."
Çocuklara yönelik taciz ve tecavüz vakaları medya gündeminin değişmeyen maddelerinden birini teşkil ediyor. Bu yüz kızartıcı suçlar, medyada sıklıkla yer almadığı geçmiş yıllara göre şimdilerde daha fazla mı artış gösterdi emin olamıyoruz. Ne de olsa kadim zamanların aile denetimleri şimdilerde yerini medya ifşalarına bıraktı. Eskiden talihsiz çocuğu “âleme rezil etme” tehdidiyle susturan tecavüzcü, şimdilerde kendisi bütün dünyaya rezil olma korkusuyla tanıştı.
Kadim zamanlarda geniş aile içinde büyüyen çocuğu annesi ve babası koruyamıyorsa ninesi, dedesi, her yaşta akrabası koruyabilirdi. Dahası, mahallenin -birçok açıdan eleştirdiğimiz- perde arkası kontrolleri oyuna dalan çocuğu sarar sarmalardı dış tehditlere karşı.
Aile yapımız değişen şartlarda yine bağlarını koruyor; ancak araya bakıcılar, yardımcılar, bakım ve eğitim kurumları girdi. Çocuğun ses tonundan yüz ifadesine, geçirdiği kaygı uyandırması gereken değişimi elbette önce annesi ve babası fark etmeli diye düşünürüz. Fakat işte, yakıştıramama, konduramama, zorlu bir süreci başlatacak adımı atmaktan çekinme gibi hallerin yanı sıra bir de toplum baskısı eklendiğinde, adeta aşikâr olana da yumuyor gözlerini aile büyükleri.
Sözünü ettiğim, ailenin bilinçli olarak kayıtsız kaldığı taciz ve tecavüz vakaları. El bilmesin, üzerimize bir damga yapışmasın, işlerimiz aksamasın, zaten bilinmesi daha büyük zarara yol açar… Bu kayıtsızlıkla karışan korku yükünü tecavüz kurbanı olmaya devam eden bir çocuk nasıl ve nereye kadar kaldırabilir?
Çocukluğumun geçtiği Refahiye’de böyle bir vak'a yaşanmış, kurban kız çocuğunun ailesi uzaklara taşınmaktan başka bir çare bulamamıştı. Bir çocuğu hem kurban hem de suçlu kılan bu yargılar bir gün ortadan kalkabilir mi acaba? Hiçbir suçu olmayan çocuğa yapıştırılan damga, insan evladının yeryüzü macerasında kat ettiği bütün mesafelere rağmen aşamadığı bir cahiliye durumunu sergiliyor.
Geçen hafta Cumartesi günü Hazar Derneği’nde bu konu üzerine konuştuk. Çıkış noktamız, derneğin başkanı kadim dostum Ayla Kerimoğlu’nun önerisiyle İranlı yönetmen Poran Dırahşande’nin “Şışş, Kızlar Bağırmaz!” isimli 2013 yapımı filmiydi.
Sevgili Ayla’nın kuruluş ve faaliyetleri için büyük emek verdiği Hazar Derneği, neredeyse otuz yıldan beri çeşitli toplumsal sorunları çok yönlü platformlarda ve genellikle bir eser üzerinden ele alıyor. Dırahşande’nin filmi, taciz/tecavüz mağduru çocuklar konusunda İran’da gerçekleştirilmiş ilk yapım. Bu zor konu dizi ve filmlerde belli belirsiz yer alsa da ilk kez bu denli açıklıkla işlenmiş.
Film bir başyapıt değil ama gerçekten sarsıcı. Hazar’ın gösterim salonunda hiç ara vermeden altüst vaziyette izledik. Bu etkiyi uyandırmada İran sinemasının yıldızlarından, hâkimi canlandıran Şahap Hüseyni ve avukat Ferime Tevalayi’yi canlandıran Marila Zerai’nin payı büyük. Tennaz Tabatabai de tecavüz kurbanı Şirin’i bir hayli iyi canlandırmış. Poran Dırahşande zaten çocuk psikolojisi alanına yoğunlaşan filmler alanında başarısını kanıtlamış bir yönetmen.
Filmin konusu kısaca şöyle: Şirin, annesi gelinlik imali alanında rağbet gören bir butik sahibi olan, babası da daima meşgul bir iş adamı olduğundan sıklıkla yalnız kalan sekiz yaşında bir çocuktur. Bir defasında yine çok işi olan annesi onu butiğinin şoförüyle evlerine gönderir, eli ayağına dolanmasın diye. Sonra da çocuğun bütün hayatını etkileyecek olan o korkunç ve iğrenç hadise gerçekleşir. Şirin üniversite çağına gelinceye kadar çeşitli tehditlerle sapığın tecavüzlerine maruz kalmaya devam eder. Yıllar sonra ev ve çevre değiştirdiklerinde yeni bir hayata başlama ümidine kapılır. Ancak geçmişin korkularını üzerine atamamıştır ve bu yüzden iki kez nişanlanma girişimi hüsranla neticelenir. Sapığı her yerde, her seste tehditlerini sürdürmektedir sanki: “Şişşşt, kızlar bağırmaz! Seni ve aileni rezil ederim, fotoğrafların var elimde.” Bu tehdit, ailelerin de hadiseyi tüm gerçekliğiyle öğrenmelerinin önünü almaktadır: “Rezil oluruz, anlatmak daha çok zarar verir bize.” Böylelikle sapık cürmünü sürdürür.
Günün birinde inşaat mühendisi Emir Ali Cemali çıkar karşısına genç kızın ve etrafına ördüğü duvarları yıkar. Fakat düğün günü cinayet günü olarak yaşanır. Genç kız, bulundukları mekânda rastlantı eseri kapıcı dairesine sürüklenen bir çocuğun bağırışlarını duyar ve bu bağırışların peşinden gitmeden edemez.
Şirin’in kısasla cezalandırılacağı beklendiği halde hâlâ susuyor olması nasıl anlaşılmalı? Susmaya, benliğinin derinliklerine doğru bağırmaya alışmış. Benzeri davalarda gösterdiği başarıyla tanınan avukatı, “Ailen seni cinnet geçirdi diye kurtarabilir, ancak insanlık haysiyeti çok daha yücedir” diyerek konuşmaya ikna ediyor. Tabii bir de âşık olduğu nişanlısının ona inanması ve kurtarmak için çaba göstermesi etkiliyor genç kızı.
“Öğrenilmiş acizlik”ten söz etti katılımcılardan Gülşen Hanım, film üzerine tartışmamız sırasında. “Çok uğraştı insanlar ama yine de idama gitti.” Katilin zorlukla ulaşılan kardeşi uyuşturucu komasından çıkamıyor. Böylelikle Şirin’in idam sehpasına giderken bağırışlarını duyuyoruz. Kızlara bağırmanın rezilliği çağırmak olarak telkin edildiği terbiye anlayışını sorgulamak için bu sonu gerekli görmüş yönetmen.
Filmin zaaflarından biri, hikâyesinde mevcut iki sapığın da toplumsal planda hizmetli diye tabir edilen kesimlerden seçilmiş olması. Diğer bir zaafı ise yer yer aksayan dramatik yapıyı güçlendirmek için Şirin’in sanki alelacele idam sehpasına gönderilmesi. Acaba fıkhen “kan sahibi” bulunmadığı takdirde idam bu şekilde apar topar gerçekleşebilir mi? Genç kızın yıllarca çektiği azabın hukukta bir karşılığı yok mu?
Toplantımıza katılan İranlı akademisyen Laden Amirchoupani, medya ve sinema gibi kurumların olguyu işleme tarzı yanı sıra cezaların suç üzerindeki etkisine ilişkin izlenimlerini anlattı film üzerinden. Zeynep Özel ise İran sinemasının benzeri yapımlarından Asgar Ferhadi’nin “Seyyar Satıcı” (2016) isimli filmine ilişkin yorumlarını aktardı. Kurban olan kadının aynı zamanda suçlu muamelesi görmesi kültürün saklama eğilimini etkiliyor kuşkusuz. Ancak olgu yeterince işlenmediği sürece bu konudaki insanlığımıza halel getiren çelişkiler de sona ermeyecek.
Salondaki tartışmaların hepsini aktarabilseydim keşke. Ayla Kerimoğlu cinselliğin bu denli pompalandığı bir dünyada sapkınlıkların karşımıza türlü şekillerde çıkacağını hesaba katan bir terbiye ve dile yönelik ihtiyacın üzerinde durdu. Nurhayat Kızılkan cinsel taciz ve benzeri konularda geçmişe dönük bakışımızın idealleştirmeye dayandığını, bunun da şimdiki zamanın yorumlarını, dolayısıyla çözüm çabalarını zayıflatan bir etki oluşturduğunu belirtti. “Çocuğun çıkaramadığı ses olmamız bekleniyor” dedi Zümer Gürtük. Yasemin Çoban medyanın olumsuz etki uyandıran yayınlarının altını çizdi. Filmde de avukat mahkemenin ardından salondan çıkarken soru soran gazetecilere, “Söylediklerimi yazacak mısınız sanki?” diye soruyordu.
Şahitlikler, talihsiz Şirin’in başına gelenlerin istisna olmadığını gösteriyor. Geçmiş yüzyıllara göre sapık kurbanlarının oranı ise muhtemelen azaldı. Kızlar biraz olsun bağırıyor, toplumlar daha bilinçli.
Aslında her yerde makul bir ses tonuyla konuşmayı sürdürsek, içtenlik ve ilgiyle, aile içinde ve iş ortamlarında, çocukların bağırarak yardım istemesine gerek kalmayacak.
Cihan Aktaş, 14.04.2018, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Perspektif Yazıları,
Sonsuz Ark'ın Notu: Cihan Aktaş Hanımefendi'den yazıları için yayın onayı alınmıştır. Seçkin Deniz, 09.05.2015
Yazının ilk yayınlandığı yer: Gerçek Hayat
Sonsuz Ark'tan
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark Manifestosu'na aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.