Sonsuz Ark'ın Notu:
Aşağıda çevirisini yayınladığımız analiz, Arap Baharı olarak yüceltilip sonrada üretilen kaosun ortasına küresel politikaların iştah çekici bir mezesi olarak bırakılan Suriye'deki özgürlük arayışının hazin öyküsüne dair kısa bir değerlendirme olarak net bir fotoğraf çekmektedir. Muhalifler ya da Özgür Suriye Ordusu tarafından ortaya çıkarılan her lider ABD-AB-İsrail-Rus-İran-BAE-Suudi işbirliği ile yok edilmiş ya da etrafı boşaltılmıştır...
Seçkin Deniz, 23.04.2018
Suriye devrimi, başlangıcından bir birkaç sene sonra kanlı bir iç savaşa dönüştü. Sonrasında da ülke bölgesel ve küresel bir çatışma alanı oldu. Ancak ülkede meydana gelen büyük yıkımlara, yüz binlerce mağdura ve milyonlarca mülteciye ve Esed’in meşruiyetini kaybetmesine rağmen bu rejim hala uluslararası arenada Suriye’yi temsil ediyor ve Suriye’nin devlet kurumlarını işletmeye devam ediyor.
Ayrıca Suriye rejimi, müttefikleri Rusya ve İran sayesinde bile olsa muhalif güçlere karşı istikrarlı bir ilerleme kaydetmiş ve halen Suriye topraklarının büyük ekseriyetini kontrolünde bulundurmaktadır.
Ancak söz konusu başarısızlıklar olunca her zaman kimin sorumlu olduğu araştırma gerektiren bir meseledir. Bu sebeple olsa gerek henüz devrimin başarısızlığı ile ilgili tartışmalar bitmiş değildir.
Bu tartışmalara katılan birçok kişi ilk sorumlu olarak askeri ve siyasi kanadıyla Suriye muhaliflerini göstermektedirler. Özellikle siyasi kanat safları birleştirmekte başarılı olamadı ve böylece yerli yabancı birçok cepheler oluştu. Ayrıca Suriye devriminin halkı temsil ettiği konusunda dünyayı ikna edebilecek ve çevresindeki insanları toplayabilecek bir karizmatik liderin yokluğu da bunda etkili oldu.
Suriye Devrimi, muhalefetin siyasi ve askeri cenah arasındaki kalıcı fikri ayrılıkları ve buna ek olarak bir de bir düzinelerce silahlı örgütün varlığından oldukça zarar gördü. Aynı zamanda hem rejim güçleriyle hem kendi aralarında yaşadıkları çatışmalarla devrimi oldukça yıprattı.
Silahlı muhalefet, devrimin özünü korumak için yapması gerekenleri yapmadı. El- Kaide ve DAEŞ gibi örgütleri Suriye’den çıkarmak için çaba sarfetmedi ve onlarla karşı karşıya gelmekten kaçındı.
Bu silahlı yapıların büyük ekseriyeti, her ne kadar devrimin ve halkın çıkarlarını temsil etmek için hırslı olsalar da siyasi ve askeri tecrübeden yoksun olan liderlerce yönetiliyor.
Özetle muhalifler, devrimin hiçbir safhasında halkı yönetmekte ya da Suriye’nin bölgesel ve küresel çatışma alanı haline dönüşmesinin getirdiği zorluklarla başa çıkmakta başarılı olamadı. Muhalefet, bütün cepheleriyle kararlık noktasında dirayet gösteremedi.
Suriye muhalefeti ile ilgili bütün bu düşünceler doğru olmakla birlikte ancak yine de muhalefete aşırı yüklenilmesi Suriye halkının da aşağılanmasına yol açabilir. Sonuç olarak fikirsel referanslarımız ne olursa olsun unutulmamalıdır ki bu muhalefeti üreten Suriye halkıydı.
Bu eleştirel görüşe göre, Suriye halkının değişim ve reform için savaşmaya hazır olmadığı ve bu sebeple şuan hali hazır yönetimi elinde bulunduranların en başarılı parti olduğu sonucuna kolaylıkla varılabilir.
Ancak bu görüşün ıskaladığı şey Suriye devriminin dış koşullardan bağımsız bir mesele olmadığı gerçeğidir. Çünkü daha geniş çerçevede bakıldığında Arap Baharı olarak tanımlanan sürecin bir merhalesidir ve bir bütün olarak bu sürecin kaderinden bağımsız değerlendirilemez.
Arap Devrimlerinin üzerinden 7 yıldan fazla bir zaman geçti ancak bu gün devrim sadece Suriye’de değil Tunus, Mısır, Libya, Suriye ve Yemen’de rejimi değiştirme amacına ulaşamadı.
Hatta bu başarısızlık, hiç silahlı yöntemlere başvurulmamış, DAEŞ ve El- Kaide gibi silahlı terör örgütlerince kirletilmemiş ve eski rejimin, muhaliflere daha olgunlukla yaklaştığı devletlerde bile meydana geldi.
Öyleki devrimciler rejimi yıktıkları ülkelerde bile hiçbir zaman tam olarak eski egemen yönetici sınıfın emir komuta zincirine hükmetmeyi ve devletin yönetsel yeteneklerini kontrol etmeyi başaramadı.
Gerçek şu ki, iktidar dengesi bütün ülkelerde Arap Devrimi hareketinin aleyhine değişti. Ancak bu ne devrimcilerin naifliği ve etkisizliğinden, ne de halkın fedakarlık yapmak istememesindendir. Bu durum, devrimcilerin ve halkın yapabileceklerinin çok ötesinde, daha dışsal koşullar sebebiyledir.
Çünkü devrim ve değişim hareketleri Arap hareketleri olarak tanımlanmasına rağmen Libyalı, Suriyeli, Yemenli yerel bir harekete dönüşemedi. Bu da bütün Arap dünyasını ve bölgeyi saran bir seferberliğe neden oldu.
Karşı devrimci güçler, devrimin güç potansiyelini gördükten sonra devletle ve ülkenin geleneksel egemen sınıfı ile büyük ölçekli ittifak yapma yoluna gittiler.
Hatta büyük askeri, politik ve ekonomik güce sahip Suudi Arabistan, BAE, İran gibi ülkeler demokratikleşme ve değişim hareketlerinin önünü kesmek için alelacele işadamları, ordu subayları, devlet bürokrasisi ve mezhep grupları ile ittifaklar kurdular.
Karşı devrimciler, devrim ve değişim hareketlerini arap dünyasındaki ayrıcalıklı konumları ve nüfusları için tehdit olarak görüp ve bu sebeple “Arap dünyası” seviyesinde bu hareketlerle savaşmaya karar verdiler.
Bütün bunlar bir yana, Arap devrim hareketleri kritik durumlarda destek ve yardım alabileceği ciddi bir hami devlet bulamadı. Ve NATO üyesi olmayan bir ülkenin dış destek almadan yumuşak bir demokratik geçiş yapması bu günün dünyasında pek mümkün görünmüyor.
Mesela, Amerika'nın ve Avrupa'nın politik ve ekonomik desteği olmasaydı, İspanya ve Portekiz’de otoriter rejimin çökmesinden sonra ulus- devlet yapısı demokratik geçişi başaramazdı.
Batının Arap ülkelerindeki devrime ve demokratik geçiş sürecine desteği hem tereddütlü hem de çok cılızdı ve zaten kısa zamanda da umursamazlığa dönüştü. Ya da bildiğimiz şeytani politikalarına geri dönüş yaptılar denebilir.
Suriye’de dahil bütün arap devrimlerinden etkilenen ülkelerde, sözde demokratik dönüşümü savunduğunu iddia eden devletler ile eski rejimin ve geleneksel egemen sınıfın yanında duran devletler bariz şekilde karşı karşıya gelmiştir.
BAE, Suudi Arabistan ve İran bütün imkanlarıyla; askeri, siyasi ve maddi olarak içerideki devrimci muhalifleri bastırmak için kullandılar. Dünya çoğunlukla Libya, Yemen ve Suriye’deki kanlı olayları izlemekle yetindi.
Ancak Suriye’nin biraz farklı bir hususiyeti var. Geçmiş yüzyıllarda her türlü siyasi değişim sürecinde egemen güçler, güçlü halk muhalefetiyle karşı karşıya kaldıklarında iki yoldan birine başvurmuşlardır: İktidarı terk edip gitmek ya da kanlı çatışmaya girmek.
İran Şahı, Bin Ali, Hüsnü Mübarek ve Abdullah Salih gibi isimler maliyeti ve riski ağır olsa da iktidarı terk etmeyi seçmişlerdir. Kaddafi ve Esed gibileri ise çatışma yoluna gittiler. Kaddafi’nin gidişi dış müdahale ile oldu. Esed ise çatışmayı kanlı mezhepçi fanatizme dayandırdı.
Suriye rejimi, devrimciler ve halka karşı zafer kazanamayacağını görünce, bölgede mezhepsel yardım çağrısında bulundu. Rejim,bölgesel müttefikleri ile de başarıyı elde edemeyince egemenliğini kaybetme pahasına Rus güçlerine yalvarmaktan çekinmedi.
Evet, Arap devrimleri hedefledikleri değişim ve demokratik geçişi başaramadı. Ancak bu başarısızlığın nedenleri, halk hareketi ve muhalif güçlerin içindeki şisel kusurların çok daha ötesindedir.
Ancak unutulmamalıdır ki şu andaki başarısızlık yolun sonu demek değildir. Arap devrimleri sadece ülkelerinin ve bölgedeki sistemin ne kadar yetersiz olduğunu göstermişse bu bile önemli bir kazanımdır. Bu oldukça karmaşık tarihsel yolun ve dönüşümün bir sonu yoktur.
Dr. Beşir Musa Nâfi, QUDS AL-ARABIA
Zeynep Karataş, 19.04.2018, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Başka Dillerdeki Sesler, Çeviri
Sonsuz Ark'ın Notu: Zeynep Karataş Hanımefendi'ye çalışmalarını bizimle paylaştığı için teşekkür ederiz. 29.03.2018, Seçkin Deniz
Sonsuz Ark'tan
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark Manifestosu'na aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.