"Hiçbir seçenek kalmamış gibi görünse de, kim bilir, belki de sonuç alacak olan bu isyanın diliydi."
Çağın
hastalıklarını araştıran uzmanların, hangi çağın hangi insanlarının hangi
hastalıklarını konu edindiğini sorgulamadan çağın hastalıklarını araştırmaları
mümkün değil, ancak günümüz insanının 'çağın hastalıkları'nı batılı ya da doğulu
yahudi, hristiyan, budist, hindu, ateist veya satanist insan tiplerinin
hastalıklarını çağa, çağda yaşayan her dinden insana ait hastalıklar gibi
algılaması gerçek bir handikap.
Ortada tuhaf bir durum var; saldırgan toplulukların hastalıkları ile saldırdıkları toplumların hastalıkları arasında uçurumlar olduğu halde, saldırgan toplumlara ait hastalıklar her zaman saygın ve değerli bulunurken, saldırıya uğrayan toplumların hastalıkları her zaman aşağılık ve değersiz bulunuyor. Saldıranların gerekçeleri kendileri için ikna edici olabilir, fakat saldırıya maruz kalmış olanların gerekçeleri kendileri için bile ikna edici değil.
Ortada tuhaf bir durum var; saldırgan toplulukların hastalıkları ile saldırdıkları toplumların hastalıkları arasında uçurumlar olduğu halde, saldırgan toplumlara ait hastalıklar her zaman saygın ve değerli bulunurken, saldırıya uğrayan toplumların hastalıkları her zaman aşağılık ve değersiz bulunuyor. Saldıranların gerekçeleri kendileri için ikna edici olabilir, fakat saldırıya maruz kalmış olanların gerekçeleri kendileri için bile ikna edici değil.
Onun bu
metnini gördüğümde, gerçek bir mağdurla karşılaştığımı fark ettim; hasta
değildi, korkak ve cahil hiç değildi, büyük acılarla yaşamaya mahkum edilen
müslümanlar için, boyun eğdirilmiş müslümanlara karşı bir savaş veriyordu,
direniş bilincini sorguluyordu:
"Sabahın, akşamın, gecenin,
gündüzün birbirinden farkı kalmadı. Zihnim zamanın dilimlerinden bağımsız çalışıyor,
görüyorum. Sabaha özgü o dinginlikle akşamın yorgun soluyuşları gecenin
karanlığında dinlenmiyor, gündüzün ışığıyla başkalaşmıyor. Tekdüze meydan, tek
düze şekiller; yer yarılmamış, gök çığlık çığlığa bağırmamış gibi hiç. Dünden
kalan şeylerin hepsi birbirinin içine doluşmuş, başımı kaldıramıyorum, başım
ağrıyor. Ağrı eşiğimin ne zaman yok olduğunu da hatırlamıyorum.
Gözlerimin önünde beliren
müslüman bebeğin, duvara gömülmüş vücudunun devasa bombadan sarkan azcık
kısmını görüyorum, bir başka müslüman bebeğin kafasının yarısını yok eden başka
bir bombayı ise görecek kadar orada değilim. Uğuldayan seslerin arasından utanç
içinde, acz içinde oraya buraya saklanan iğrenç adamların ve iğrenç kadınların
riyakar seslerini ayırt edebiliyorum. Herkesin nasıl da sustuğunu gören
gündüzün ve gecenin kafasının karıştığı bu günde benim kafam direniyor,
direniyor, direniyor.
Üzülmek nasıl bir şeydi, unuttum;
sevinmek ne demek, nasıl hissediyor insan sevinince, çocukluğumda kalan birkaç
görüntü dışında bildiğim bir şey yok artık. Üzüntü ince ince işliyor
düşüncelerimin her zerresinde, düşünemiyorum, bu acıdan başka bir şey
yaşamıyorum. Sabahım, akşamım, gecem, gündüzüm üzüntüyle kuşanmış, içinde
olduğum şeyden başkasını tanıyamaz olduğumun farkındayım ve içinde olduğum
şeyin üzüntü olmadığını da çok iyi biliyorum.
Çaresizlik belki, evet
çaresizlik, Allah'tan ummaktan başka bir şey yapamamanın getirdiği o sefil
çaresizlik, yahudiler şimdi bütün organlarıyla müslümanlara karşı savaşırken,
yüzlerce yıl savaşarak onurlarını koruyan müslümanlar şimdi binlerce yıl önceki
yahudiler gibi, "Sen ve Tanrın gidin savaşın bizim için" diyorlar,
saklanıyorlar dik duran kadınlarının eteklerinin altına... bebeklerini
öldürüyor yahudi, hristiyan, budist, hindu, ateist, satanist, saldırıyor; şehirlerini
yok ediyor, kadınlarını, erkeklerini geçmişini ve geleceğini yok ediyor ve
aşağılıyor kendi tahrif edilmiş kitaplarının vahşet kokan ensestle dolu
satırlarını görmezden gelerek, müslümanın en değerli varlığına saldırıyor; "Kur'an
değişmeli" diyor. Müslüman ise bekliyor: "Allah gelsin bizi
kurtarsın!"
Niye kurtarsın? Hangi ihlasına
değer verip seni kurtarsın?
Anlayamıyorum, gündüz neden var herkes
her şeyi görsün için var değilse, gece neden var herkes gündüzün muhasebesini yapsın
için var değilse, sabah neden var umut bahşetmek için var değilse, akşam neden
var gündüzün günahlarından arınılsın için var değilse?
Tevbe ne zaman edilecek, bir
kurtuluş vesilesi olacak müslümanlar için ve hangi tevbe bu arsız, bu korkak,
bu aciz bu yalvaran müslümanların affedilmesi için yeterli olabilir? Her an,
her dakika günahlarının en ince ayrıntılarının farkında olarak tevbesini
dudaklarına emanet ederek fısıldadığı anlarda mı tevbesinin kabul edileceğini
umuyor insan?
Tevbeler dudaklara mı emanet
edilir, tevbeler nasıl umut olarak vardır ya da var olabilir? Bütün gücünü
toplamış ve yola çıkmış olanın tevbesi mi ya yoksa dudaklarında binlerce tevbe ile
ihlas pazarında gösteri yapmaktan, maharet dökmekten bıkmadan bir fare gibi
saklananın tevbesi mi makbul gelir insanoğluna? Niçin ikincisi câziptir ve
nasıl müslüman kabul edilmeyeceğinden emin olduğu tevbeyi dudaklarından
düşürmez?
Başım, zamanın her parçasında bir
parçasını bırakarak yaşarken ben nasıl ağrımaz? Nasıl durabilirim durduğum
yerde, nasıl düşünmez aklım, nasıl sorgulamaz o arsız nefsim, sıkışmışlığın
getirdiği o kısırdöngüye nasıl isyan etmez içimdeki, dışımdaki, her yerdeki ben?"
Onu
doğru anladığımı düşünüyorum ve o son derecede haklıydı; zalim olanlar kendi
hastalıklarını mazlum olanlara bulaştırmışlardı, mazlum olanlar yaşadıkları
şeyin ne olduğunun farkında bile değillerdi, kendilerine değil zalimlere
ağlıyorlardı.
O bunu
hazmedemiyordu, kendine ağlaması gerekenin kim olduğunu bilmeyenlerle birlikte yaşıyor olmanın acısıydı ona bunu yaşatan...
Hiçbir
seçenek kalmamış gibi görünse de, kim bilir, belki de sonuç alacak olan bu
isyanın diliydi.
Mustafa Ege – Pazartesi, 07/05/2018 –00:02/ İz Etki Ekinoksları 37
Sonsuz Ark'tan
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan
yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek
kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan
sitelerde yayınlanamaz.