"Asansöre bindi üçüncü kata çıktı. Evin kapısını usulca açtı. Kapıyı kapadı. Ayakkabılarını ayakkabılığa yerleştirip parmakları ucunda mutfağa yöneldi. Eşi mutfaktaydı."
Eşi haklıydı, bu hayıflanma kendisine yönelik bir sitem değildi, yarın eşi gönlünce, ağız tadıyla, elini hiçbir şeye sürmeden kahvaltıya oturacak, ne çocuklara –üç çocukları vardı, iki erkek bir kız, üçü de yuva kurup uzaklara gitmişlerdi- yetiyor mu diye düşünecekti kadın ne kocasına kaldı mı diye kaygılanacak, ağzındaki lokmaları uzun uzadıya çiğneyecekti
- Bugüne kadar niye akıl etmedim ki! Demişti kendi kendine, Atla deve değildi ya, diye sürdürmüştü konuşmasını. Atla deve değildi ve fakat bir kez olsun aklına gelmiş değildi. Tembellik edip hemen binanın altındaki bakkaldan bir ekmek alıp geliyor yarım yamalak bir kahvaltı sofrası hazırlıyor –ki Pazar günleri kahvaltıyı kendisi hazırlardı ve genelde bir çok eksiği olurdu kahvaltı sofrasının. Ya şeker olmazdı sofrada ya bir kaşık-çatal..- eşi uyanınca da göğsünü şişirerek sofrayı gösteriyordu çok matah bir şeymiş gibi.
Kadının kendisini iğnelemesinde haksız olduğunu söylemezdi. Akıl etmeliydi. Etmemişti. İşte bugün eşini şaşırtacak, sevindirecekti.
Adam eşini uyandırmamak için büyük bir özenle yataktan kalktı. Parmaklarının ucuna basarak akşamdan hazırladığı giysilerini koltuğunun altına sıkıştırıp usulca yatak odasından çıktı. Odadan çıkarken eşine baktı. Kadında en ufacık bir hareket yoktu, kadın kocasının yataktan çıktığını sezmemişti. Derin bir uykudaydı.
Adam sevinçle, aklına koyduğunu yapacağının verdiği coşkuyla yine ayak parmakları üzerinde yürüyerek – ki normal yürüdüğünde ayak sesleri duyulur ve eşi "Sabahın köründe, azıcık dikkat eder insan, milletin dinlendiği bir pazarları var.. ne öyle ayaklarını yere pat pat vuruyorsun.. insanlar uyuyor!" Diye azarlardı. Bu azar karşısında adam sesini çıkarmaz, sükunetle, "Haklısın karıcım, densizlik işte". derdi. Kadın doğru söylüyordu. Kendisi ayak seslerini duymasa da belki aşağı kattaki insanlar tıpkı eşi gibi duyuyor olabilirlerdi.- oturma odasına geçti. Giysilerini giyindi. Dış kapıya yine ayak parmakları üzerinde yürüyerek vardı. Her ihtimale karşı geceden kapının menteşelerini karısı yatağa girince yağlamıştı. Usulca kapıyı açıp dışarı çıktı, anahtarı kilide sokup kilit dilini sıfırlayarak kapıyı usulca örttü. Rahat bir soluk almıştı.
Eşi uyanmadan eşinin en sevdiği poğaça, kalpli bruschettayı en iyi yaptığına karar verdiği Yıldız Fırın’dan alıp gelecekti. Evlerinin önündeki durakta otobüs beklemeye başladı. Ne hikmetse hafta içi on dakikada bir geçen otobüslerden ses seda yoktu. Neredeyse on beş dakika olmuştu. Hangi otobüs geçer geçsin binecekti. Burası düz hat olduğu için yanlış bir otobüse binme gibi bir durumla karşılaşmazdı. Bineceği her hangi bir otobüs –ister güneye, ister kuzeye, ister doğuya taraf giden otobüs olsun- üç durak sonra onu istediği yere götürürdü. Üç durak sonra Yıldız Fırında olacaktı.
İki üç dakika daha bekledi. Yürümeye karar verdi. Fırın çok da uzak değildi. Hatta yürüme mesafesinde sayılırdı. Yürüyerek taş çatlasın on beş dakika alırdı. Başka zaman olsa çoktan yürüyerek giderdi ve fakat çabuk olmak istiyordu. Henüz vakit vardı. Hem bu durakta olmasa da bakarsın ikinci durakta yakalardı. Yürüdü. Hızlı hızlı yürüdü. Otobüs ikinci durakta da gelmedi.
Yürüyüşünü sürdürdü. Üçüncü ve son durak. Karşıya geçti, fırından içeri girdi. Kendisine bir kaşarlı poğaça eşine de küçük maydanozlu poğaçalardan önce dört tane istedi sonra her ihtimale karşı altıya çıkardı. İki de kalpli bruschetta aldı. Telefondaki saate baktı. Evden çıkalı hepi topu yirmi beş dakika olmuştu. Eşinin uyanmasına –ki eşi pazarları her zaman saat onda uyanırdı- en az bir buçuk saat vardı.
Fırının önündeki durağa geçti. Bu kere herhalde gelirdi bir otobüs. Yürümekten yüksünmese de otobüsle gitmesi planı için daha uygundu. Kahvaltı hazırlamaya bolca vakit iyi olurdu.
Durakta beklemeye başladı. Mutluluktan, neşeden yerinde duramaz bir haldeydi. Durağın her iki yanında cadde boyunca uzanan ağaçlarda kuşların şakımaları mutluluğunu kat be kat katlıyordu. Kendi neşesi, mutluluğu mu kuşlara sirayet etmişti yoksa kuşların cıvıltıları mı onu daha bir mutlu ve neşeli kılmıştı belirsizdi. Belki birbirlerini etkiliyorlardı.
Durakta kimsecikler yoktu. Kuşların cıvıltısına ıslıkla eşlik etmeye başladı. Sakınmayı ihmal etmeden. Etrafı kolaçan etmeyi savsaklamadan eşinin ve kendisinin en sevdiği şarkıyı ıslıkla icra ediyordu;
“Yok başka yerin lütfu ne yazdan ne de kıştan
Yok başka yerin lütfu ne yazdan ne de kıştan
Bir tatlı huzur almaya geldik Kalamıştan
Ah Kalamış'tan
Yok zerre teselli ne gülüşten ne bakıştan
Bir tatlı huzur almaya geldik Kalamış'tan
Ah Kalamış'tan”
Şarkının sonunu getiremeden ML08 nolu otobüs durağa yanaştı adam sevinçle bindi otobüse. Otobüs şoförüne sevecen bir şekilde;
- Günaydın, kaptan.. iyi nöbetler, dedi hemen orta kapının yanındaki koltuğa oturdu. Otobüste kimse yoktu. Otobüs kaptanı şaşkınlığını gizlemeden;
- Günaydın, teşekkür ederim.. karşılığını verdi şoför ve adamın duyacağı şekilde;
- Bu yaşta oldukça hareketli bir gece geçirmiş olmalı.. helal olsun! Dedi mırıltıyla. Adam kızarıp bozarsa da duymazdan geldi. Hiç sevmediği densiz otobüs şoförleriydi ve onlarla ağız dalaşına girecek kadar da bunak değildi. Başını sallamakla yetindi.
- Adam sayıp günaydın dersen, iyilik temennisinde bulunursan olacağı bu! Dedi kendi kendine. Evin önündeki durağa yaklaşınca hemen ayağa kalktı iniş düğmesine bastı. Sağ eliyle kapının tutamacını tuttu beklemeye koyuldu. Otobüs oldukça sert bir şekilde durdu. Adam sıkı tutunmasa ya kapıya çarpacak ya arkaya sırt üstü düşecekti. Başını çevirip dikiz aynasına baktı. Şoför de dikiz aynasından ona bakıyordu. Kapı açıldı. Adam aşağı indi, kapı kapanmadan şoförün duyacağı bir tonda;
- Öküz! Dedi. Kaptan duymazdan gelip hızla otobüsü sürdü. Adam soluna dönüp gelen araç var mı diye baktı. Yol sakindi. Çok uzakta birkaç araç vardı onlar yetişmeden karşıya geçebilirdi. On on beş adım ötede üst geçide kadar yürümeye üşenmişti. Üşendiği zamanlar hep böyle yapardı. Yola bakar sakinse karşıya geçerdi. Konvoya rastlarsa ister istemez üst geçide gider asansör çalışıyorsa asansörle çıkar değilse yüksekçe merdivenleri –niyeyse bu üst geçide yürüyen merdivenini çok görmüşlerdi, oysa merkezdeki tüm üst geçitler yürüyen merdivenliydi. Bu yaşta merdiven yürümek oldukça zorluyordu adamı.- tırmanır karşıya geçerdi. Şansına konvoy yoktu. Hızlı adımlarla karşıya geçti. Apartmandan içeri girerken tekrar telefon saatine baktı. Saat dokuzdu.
Asansöre bindi üçüncü kata çıktı. Evin kapısını usulca açtı. Kapıyı kapadı. Ayakkabılarını ayakkabılığa yerleştirip parmakları ucunda mutfağa yöneldi. Eşi mutfaktaydı.
- Kahretsin! Dedi içinden. Telefonun saati de geri kalmaz ki!
Karısı suratı asık bir biçimde kendisine bakıyordu.
- Hayırdır, dedi adam, Niye erken kalktın?
Kadın öfkeyle;
- Elinin körü! Dedi.
Adamın poşeti tutan eli sıkıldı sıkıldı, neredeyse avucuna kan oturacak kadar sıktı. Sonra birden zemberek gibi boşandı parmakları, açıldı, elindeki poşet ayaklarının ucuna düştü.
Cemal Çalık, 18.05.2018, Konuk Yazar, Sonsuz Ark, Öykü
Sonsuz Ark'tan
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark Manifestosu'na aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.