"Dem, boşuna seçilmiş bir başlık değildi."
Her kitap okuma serüvenim farklıdır. Bazı kitaplar kendilerini gözüme sokarlar, öyle okurum, bazı kitapları ben bulurum, onları okurum, bazı kitapları ise aldığım gibi okurum… Dem Yüzü kitabını geçen sene Beyazıt Kitap fuarında almış ve yazarına da imzalatmış, ayrıca yazarının verdiği konferansı da dinlemiştim. Ancak kitap kendini yokluğa tevdi etti… Ta ki geçen hafta tekrar kitap bana kendisini gösterene kadar…
Neredeyse bir seneye yakın olmuş aldığım kitabı elime aldım ve okumaya başladım. Aslında tam olarak benim düşündüğüm bir konuyu roman konusu yapmıştı. Varlığın birliği meselesi ve bunun varlık ile insan ve Allah arasındaki bağı nasıl oluşturduğuna dair yaklaşım ne olabilir diye zihnimde tartışmaya başladığım bir dem’e denk geldi…
Büyük Şair Muhammed İkbal’in kitabını yenilerde okumuştum, tecrübe kavramına yüklediği o derin anlamı iki seminerde dile getirmeye çalışmıştım, bu romanda da dem kavramını ve ona yüklenen misyonu dikkate aldığımda ortak bazı noktaların açıklığa çıktığını gözlemlemek ayrıca hoş bir tat bıraktı damağımda…
Dem, boşuna seçilmiş bir başlık değildi. Dem bu dem ve demlenmiş hayatlar terkibinde dem kavramının farklı anlam katmanı olduğunu gözlemlemek mümkün ise de demlenmiş çayda dile getirilen anlamın bu kitap için seçilmiş iyi bir başlık olacağını düşledim… Mistik bir tecrübenin hem bir serüven hem de bir tecrübe oluşturduğunu ehli olan bilir. Ve bu yüzden mistik tecrübede yol almanın en önemli imkânı da bu demlenme zeminini kollayan ve yaşayan kişiye has olduğunu söylemeliyiz… İrfan yolculuğunu yaşayan her kesin bu tecrübeye atıf yaptığı bilinen bir şeydir.
Bu bize bir romanın yazıldığında o romanı yazılacak olan şeyin, kişinin, olgunun veya durumun içselleştirilmesi gerektiğini de ilzam eder. Yazar, romana konu olan kişinin hayat hikâyesini araştırırken yaşadığı mistik tecrübeleri de dile getirmektedir. Fakat yazar sadece bununla sınırlı kalmıyor. Aynı zamanda romana konu edinilmiş kişinin ‘dünya görüşünü’ de romanın hem konusu hem de biçimi olarak uyarlıyor. Bu belki de ilktir romanda…
Vahdet-i Vücut görüşünün felsefi dayanaklarının farklı yorumları elbette ki var. Ancak Niyazi Mısri’nin de kendisine göre bir bakışı söz konusu edilebilir. Daha doğrusu felsefi anlamda tarihsel süreklilik açısından bakıldığında neredeyse bütün doğu din ve felsefelerinde bulunan bu bakışın itinalı bir İslam yorumu içinde sunumunu görüyoruz. İbn-i Arabi’ye atfen kurulduğu söylenen bu görüş, derin bir araştırmaya yöneldiğimizde izlerini görmekle birlikte bu bakışın sistematik bir yorumunu göremeyiz. Ama Sadreddin Konevi ve Davut el Kayseri gibi takipçileri tarafından sistematik bir düşünceye dönüştürüldüğü bilinmektedir. Bu görüş aşırıya kaçırılarak yorumlandığında heterodoks bir biçimde panteist bir yoruma ulaşıyor. İnsanın ilahi boyutunun ve âlemin de ilahi boyutunun vurgulandığı bu zemin hem bir derinlik psikolojisi oluşturduğu gibi yanılmaya da açık bir sahneyi diri tuttuğu söylenmelidir.
Romanın sadece düşünce ağırlıklı bir roman olduğu gibi bu düşüncenin biçim olarak da uygulandığı bir romandır. Seminerde yazarın edebiyatın İslami bir biçimi olmalı dediği bu romanda uygulandığı söylenebilir.
Roman, ayrıca resimdeki zoom tekniğini kullanıyor ki bu da sahip olunan düşüncenin öne çıkarılması gereken boyutunu gözler önüne sermesi ile ilişkilidir. Vahdet içinde bulunan parçanın gözetilir hale dönüştürülmesi için bu teknik önemli ve gerekli olandır.
Ayrıca yine romanda farklı hayatların kendi öznelliği içinde akıp gittiğini gösteriyor. Sıradan bir olayın, olgunun ve durumun mucizevî karakteri onu büyültüp her ayrıntısına vakıf olduğunuzda fark edilebilecek özelliğidir.
Romanın başlığı gibi seçtiği roman kahramanlarının isimlerinin de bu açıdan önemli ve imgesel bir değere sahip olduğunu düşünüyorum. Dem ismi etrafında oluşacak derin bir tefekkür ile romanda kullanılan isimlerin de aynı imgesel değere sahip olduğu tartışılmazdır. Arzu ve Emir iki evli çiftin kahraman olduğu bir roman… Şişkin, büyük bir kediye sahip olmaları, doğa ile iç içe bir yaşam, organik olana yapılan vurgu, Emir’in millet ve devlete için kendini feda ederek şehitlik mertebesine ulaşması ve komşusunun da Sevgi isimli bir hanım olması bu imgeyi derinleştiren boyutları gösteriyor.
Bir rüya üzerinden romanın konusunu belirlemesi, rüyada gördüğü kişiyi bir sempozyumda görmesi ve tanışması onunla yapılan konuşmalar… Hızır as ile ilgili sürekli yapılan vurgu ve bunun romanda öne çıkarılması ayrıca konuşulması gereken bir durum… Ama romana yeniden dönelim…
Arzu, yaratılmışlığın Yaratan'a yönelik ilgisini ve isteğini belirlemesi bağlamında önemli bir isimlendirme… Çünkü bu felsefe, bütün varlığın ilahi olanda yok olmayı istemesini temel bir bakış olarak kabul etmektedir. Bu aslında bütün varlığın bir yok hükmünde olduğunun ve baki olanın sadece Allah olduğunu ve bütün varlığın Allah’ta yok olacağına yapılan bir göndermeyi de içermektedir.
Arzu, varlığın Allah’a olan iştiyakı göstermesi bağlamında ve varlıkla Allah arasındaki o derin bağı gösterdiği içinde önemli. Emir, ise varlığın, varlığını idame ettirirken Allah’ın emri çerçevesinde iş gördüğünü belirler. Bu imgesel bakış, hayatın derin katmanlarındaki ilişkinin niteliğini de bize gösterir. Bu imgelerin roman kahramanı olarak betimlenmesi, aynı zamanda mistik düşüncenin imgesel gücünü bize işaret eder. Kedi, hem şişko hem de tembel olarak betimleniyor; bu da insan nefsinin temel ilkelerini gösterir. Kedinin nankörlüğü ise nefsin Yaratıcının kendisine yönelik bu kadar cömertliğine yönelik verdiği tepkiyi belirtmesi bağlamında önemli bir imgedir.
Romanda yer –yer biçim olarak birbirinden bağımsız olguların alt alta yazılması ve birlikte verilmesi de ilahi tecellilerin varlıktaki yansımaları ve demdeki tecellisi olarak okunabilir. Bu tecelliler aynı zamanda hem evlilik hayatında hem de Arzu’nun romanı yazmaya yönelik yaptığı araştırmalarda da dile getirildiğini okuyabiliyoruz. Çok katmanlı bir hayatın romana yedirilmesi ayrıca takdire şayan bir şeydir. Sadece siyasi bazı yorumları ile 15 Temmuz darbesinin romana yedirilmesi yeterli düzeyde içselleştirilmediği gibi bir zehaba taşıdı beni… Bu siyasal konuları ele almasaydı daha iyi olurdu sanki…
Ayrıca Emir’in o gün köprüde şehit olması imge değeri bağlamında bir yara açıyor gibi görünüyor. Ama Emir’in şehit düşerek ölmesi ve Arzu’nun tek başına kalması ise bir başka imgeye gönderme olarak yorumlanmalıdır. Bu da Allah’a doğru bir seyrüsefer yolculuğunda her şeyi geride bırakmanın gerekliliğine yönelik bir göndermedir. Emir, dünya hayatına dair ve çoğul dünyaya ait bir durumu gösterir. Ama Emir sonrası ise artık Arzu’da kalan tek kırıntının varlığının yok olduğu ve artık Allah’ta yok olmanın mümkünlüğünü gösteriyor. Bu önemli bir imge ve üzerinde derin bir tefekkürü ifade eder.
Roman yer yer ilahi tecelliyi ilah olarak betimleme cüretini de gösteriyor. Çünkü sonuç itibarı ile vahdeti vücut felsefesi zaten varlığın hiçliği üzerine kurulu ve bütün varlığın Allah’ın isim ve sıfatlarının tecellileri olduğunu iddia ediyor. Roman bu tezi dile getiriyor.
Romanın tezi tartışılmayı hak ediyor. Aynı zamanda bu görüşün İslam düşüncesi bağlamında bir heterodoks bakış olduğunu belirlemekte fayda var. Bu görüşü mutlaklaştırmanın çeşitli mahzurları vardır. O zaman hem özgürlük meselesi, hem kader meselesi ciddi sorunlar taşıyacaktır. Bu konulardaki farklı yaklaşımları dikkate aldığımızda her şey ilahi olansa burada varlıktan bahis açılamaz. Dolayısı ile de sorumluluk gibi temel bir konunun geçerliliğini kaybettiğini söylemek durumundayız. Zaten bu görüşü savunan bakış, doğu da yeniden doğuşu/reenkarnasyonu dile getirerek sorumluluk yerine döngüsel geliş gidişlerle arınarak bu döngünün kırılması sonucu ‘nirvana’ ya ulaşmayı betimler.
İslam, şeriatı olan bir dindir. Fıkhı ve hükümleri, helal ve haramları vardır. Romanda şeyhinin emri ile orucunu açan Niyazi Mısri’nin halktan hakaret görmesi ve şeyhinin onu cezalandırması imge olarak belki mazur görülebilir. Ancak ‘masiyette itaat yoktur’ İslam’ın en temel hükmüdür. Bu gerçeğin neye tekabül edeceğini dile getirmekte de yarar var. Hızır ve Musa kıssasına yapılacak bir gönderme meseleyi açıklayamaz, çünkü kıyas tam olarak karşılanmış olmayacaktır.
İslam düşünce tarihinde vahdet-i vücut felsefesinin farklı yorumları olduğunu yukarıda dile getirmiştik, bunun Ortodoks bir yorumu olduğunu da söylemekte yarar var. Özellikle İslami düşünce de varlık felsefesi bağlamında vahdeti vücut felsefesinin yeri güçlüdür ve hala bu güçlülüğü gösteren İkinci bir felsefi bakış yoktur. İmamı Rabbani’nin Vahdet-i Şuhut felsefesi eğer devam ettirilip güçlü bir felsefi bakışa dönüştürülebilinseydi sorun belki çözüme kavuşabilirdi… İslam düşüncesinde İbn-i Teymiyye’nin yaklaşımı da önemli ama o görüş de felsefi bir bakışa dönüştürülmedi…
Her halükarda roman bize hem roman yazma konusunda yenilikler getiriyor. Hem bu roman bir düşüncenin romanının yazılabileceğini gösteriyor. Hem de imgesel bir biçimle düşüncenin romana yedirilmesinin imkânını göstermesi bağlamında önemli bir yenilik getiriyor. Ve en önemlisi de çok güçlü bir felsefi bakışı romanlaştırarak çoğunluğa erişmesini sağlıyor. Bunun getirdiği sakıncaları da olmakla birlikte bu vesile ile düşünce seviyesinde kalarak meselenin tartışmasına yaptığı katkıyı da dile getirmeliyiz…
Nice yeni ve derinlikli romanlar beklediğimi belirterek satırlarımı sonlandırıyorum… Keyifle okuduğumu belirtmekten de ayrıca keyif alıyorum…
[Leyla İpekçi, Dem Yüzü , Roman, H Yayınları, 1. Baskı, 2017, İstanbul, ISBN: 978-605-9559-188 ]
Abdülaziz Tantik, 20.05.2018, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Düşlemek
Sonsuz Ark'tan
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.