"24 Haziran gecesi kesine yakın olan sonuç, tabi eğer Erdoğan'a suikast, NATO-ABD saldırısı gibi anormal müdahaleler olmazsa, yükselen ve küresel değer zincirinde kalıcı hale gelen bir Türkiye için gerçekleşmesi mümkün en ideal senaryo, 24 Haziran gecesi Erdoğan'ın %60'ı aşan oy oranıyla seçilmesi ve Ak Parti merkezli Cumhur İttifakının 400 milletvekilini aşan çoğunlukla TBMM'yi oluşturmasıdır."
24 Haziran 2018 Pazar günü yapılacak olan Cumhurbaşkanlığı ve
Milletvekili seçimlerinin Türkiye için tarihî öneme sahip olduğu somut olarak
belli iken yapılacak herhangi bir analizin nesnellik katsayısı seçim
sonuçlarının doğru bir şekilde tahmin edilmesini sağlayacaktır. 24 Haziran gece
yarısına doğru netleşecek olan sonuçlar hakkında bugüne dek söylenmemiş neler
söylenebilir? Bu şimdi çok da karmaşık olmayan bir cevap setine sahip sorular
dizininden sadece bir tanesidir; çünkü konu sadece Türkiye'yi ilgilendiren bir
çerçeveye ve sınırlara sahip değildir; aynı zamanda uluslararası konseptin
içinde yaşadığımız yüzyılda nasıl olacağını da belirleyen özelliklere sahiptir.
Türkiye, sadece kendisi olarak küresel değer zincirinde yer almıyor;
Türkiye'nin 3 Kasım 2002'den beri yaşadığı her iç süreç aynı zamanda
çevresindeki ülkeleri, müslüman coğrafyayı, Avrupa Birliğini, ABD'yi, İran'ı,
Rusya'yı, İsrail'i ve Türkiye'nin üye olduğu İİT, BM, NATO, IMF, DTÖ, WHO,
Dünya Bankası gibi örgütlerle, finansal kuruluşlarla ilişkisini de doğrudan
etkiliyor. BBC, Times, Economist, DW, NYT, VOA, Sputnik, Le Point ve benzeri medya
organlarının Erdoğan ve Ak Parti aleyhine yürüttüğü seçim kampanyalarının temel
mantığı da bu ilişkilerin nasıl olacağını belirlemeye odaklanmış durumda.
Öncelikle 24 Haziran gecesi netleşecek olan sonuçlarda Erdoğan'ın
ilk turda kazanamadığı, Ak Parti özelinde Cumhur İttifakı'nın TBMM'de iktidar
çoğunluğunu sağlayamadığı bir fotoğraf ortaya çıkarsa ne olacağına bakalım.
İlk turda Cumhurbaşkanı belirlenemeyecek olsa da seçilen
vekillerle Cumhur İttifakı'nın çoğunluk oluşturamadığı bir TBMM oluşacak ve
siyasi ve ekonomik belirsizlik iki hafta daha sürecek. Bu ilk tehlikeli senaryoya
göre ikinci turda Erdoğan seçilse bile, güçlü bir meclis yapısı ile
Cumhurbaşkanlığı desteklenemeyeceği için Türkiye duraklama dönemine girecek ve
siyasi-ekonomik belirsizlik Türkiye ve Erdoğan karşıtları için, özellikle
finans tröstleri için en uygun siyasî ortamın gerçekleşmesi anlamına gelecek,
2023 yılına kadar eğer yeni bir eken seçime gidilmezse Türkiye büyük operasyonlarını
ve yatırımlarını durduracak ya da yavaşlatacak, demokrasi, darbe ve terörizm
çelişkilerini gidermekte zorlanacak, PKK-DAEŞ-FETÖ ile mücadele ABD-AB-NATO ile
eşgüdümlü çalışan muhalif partilerin istediği şekilde aksayacak 2012'den beri
süren gerilim kaldığı yerden devam edecektir. Türkiye küresel arenada yükselen
bir yıldız olma özelliğini yavaş yavaş kaybedecek ve ezilen toplumların umudu
olma özelliğini koruyamayacaktır.
Erdoğan'ın ikinci turda da kazanamadığı, Ak Parti özelinde Cumhur
İttifakı'nın TBMM'de iktidar çoğunluğunu sağlayamadığı,
ABD-AB-NATO-İsrail-Suud-BAE ve ortaklarının istediği ideal fotoğrafın ortaya
çıkması en tehlikeli ikinci senaryo anlamına gelmektedir. Ki; bu senaryonun
gerçekleşme olasılığı imkansıza yakındır. Çünkü ikinci turda Erdoğan'ın
karşısındaki herhangi bir adayın %50'yi aşması mümkün değildir. Doğal olarak,
nesnel bir bakışla, Türkiye'nin 2002 öncesinden çok daha kötü bir döneme
gireceği, parçalanacağı, devlet otoritesinin ortadan kalkacağı bu en tehlikeli
ikinci senaryoyu gündem dışına itmeliyiz.
Yükselen ve küresel değer zincirinde kalıcı hale gelen bir Türkiye
için gerçekleşmesi mümkün en ideal senaryo, 24 Haziran gecesi Erdoğan'ın %60'ı
aşan oy oranıyla seçilmesi ve Ak Parti merkezli Cumhur İttifakının 400
milletvekilini aşan çoğunlukla TBMM'yi oluşturmasıdır. Kuşkusuz bu senaryoya
göre siyasi ve ekonomik belirsizlik sona erecek, Türkiye ABD-AB-NATO gibi
karşıt devlet ve kuruluşların karşısında halkının tam desteğini alan bir
Cumhurbaşkanı ve meclisle, daha sağlıklı adımlar atabilecek, sorunlarını hızla aşabilecek,
süren PKK-DAEŞ-FETÖ terörü ile mücadelesini sonuna kadar götürebilecek, büyük
yatırımlarını hızla tamamlayacak ve yeni küresel değere sahip stratejik
kararlar alabilecektir.
Cumhurbaşkanlığı sistemi ile hükümet başkanı olarak
Cumhurbaşkanına devleti etkin bir şekilde halk yararına aktive etme imkanı verecek,
bürokrasinin devlet ve siyaset üzerindeki egemenliğini sona erdirecek ve Cumhurbaşkanı geçmişten farklı olarak doğrudan
halka karşı sorumlu olacaktır.
Bu ideal senaryonun gerçekleşme olasılığı, batılı aktörlere göre
çok yüksek olduğu içindir ki yeni döneme Batı ile kavgalı görüntü vermeyen bir
Erdoğan portresine yönelik yayınlar, açıklamalar medyada sık sık yer
bulmaktadır. Avrupa Birliği'nin etkin ülkeleri olan Almanya ve Fransa'nın
liderleri olarak Merkel ve Macron Erdoğan karşıtı gerilim politikalarını terk
etmiş durumdadır. 24 Haziran seçimlerini dikkatle izleyen
ABD-AB-Rusya-Suud-BAE-İran-israil gibi proaktif ülkeler,
İnce-Akşener-Karamollaoğlu üçlüsünden ciddi bir sonuç alamayacaklarını anlamış
bulunmaktadırlar.
Uluslararası Finans Enstitüsü (IIF) verilerine göre, bu yıl
gelişmekte olan ülkelere 42.3 milyar dolarlık net sermaye girişi bekleniyor.
IIF’ye göre en fazla girişin 51.3 milyar dolarla Türkiye'de, en fazla çıkışın
ise 77 milyar dolarla Güney Kore'de olacağı öngörülüyor; bu yıl Çin,
Macaristan, Kore, Rusya ve Tayland'da sermaye çıkışı, Türkiye, Arjantin,
Brezilya, Şili, Kolombiya, Çek Cumhuriyeti, Hindistan, Endonezya, Meksika,
Polonya, Güney Afrika ve Ukrayna'da ise sermaye girişi yaşanacak. Sermaye
girişi yaşanması beklenen 12 ülkeye toplam 264 milyar dolar nakit akışı
öngörülüyor. Öte yandan sermaye çıkışı olacağı öngörülen 5 ülkede para
çıkışlarının toplam 221.7 milyar dolara ulaşacağı tahmin ediliyor. Böylece bu
yıl aralarında Türkiye'nin de bulunduğu 17 gelişmekte olan ülkeye toplam 42.3
milyar dolarlık net sermeye girişinin gerçekleşmesi bekleniyor.
Elbette bu ideal senaryonun gerçekleşmesi ABD gibi 15 Temmuz
darbesinin sahibi bir ülkenin neocon-siyonist-satanist unsurları için kaygı
verici bir sonuç demek. Onların istemediği her sonuç tuhaf bir şekilde 'diktatörlük'
oluyor. Amerikan İlerleme Merkezi (CAP) adlı düşünce kuruluşundan kıdemli uzman
Alan Makovsky, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 24 Haziran seçimlerini
kazanması, partisinin de mecliste çoğunluğu elde etmesi halinde Türkiye’de
“diktatörlüğe yakın” bir sistemin oluşacağı uyarısında(!) bulunuyor.
Makovsky’ye göre, Türkiye’de bir “Erdoğan yorgunluğu” var ama yine de en muhtemel sonuç Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ipi yine göğüsleyeceği yönünde:
“Birçok bakımdan bu seçimler Erdoğan’ın keyfini kaçırabilme potansiyeline sahip olduğu yönünde hissiyatlar barındırıyor. Türkiye’de bir Erdoğan yorgunluğu var, bu çok açık görülüyor. Destekçileri eskisi kadar coşkulu değil, mitinglerine katılım daha düşük, birkaç kez tökezledi, büyüsünü kaybetmiş gibi görünüyor. Kazanırsa yüzde 50’nin çok fazla üzerine çıkmayacak. Diğer taraftansa muhalefet ivme kazanıyor görünüyor. Çok büyük coşku var. Türkiye’nin elit olmayan kesimlerine ve aynı zamanda Kürtler’e de hitap edebilen kendine özgü bir aday var. Kararsızların sayısı giderek artıyor. Bu nedenle belki de daha fazla kişi muhalefetin kazanabileceğini düşünüyor. Ama yine de bana öyle geliyor ki Erdoğan ya ilk turda ya da ikinci turda kıl payı kazanacak; yüzde 51,53 ya da 54 arasında bir oran olabilir. Bana göre bu hala en muhtemel senaryo.”
Ancak Makovsky, genel seçimlerdeyse muhalefetin daha güçlü olduğu görüşünde. Makovsky, tüm anketlerin, muhalefet bloğuna Kürt partisi de dahil edildiğinde mecliste çoğunluğa ulaşabileceklerini gösterdiğini söylüyor. Oysa bu tamamen gerçek dışı verilerle oluşturulmuş bir gösterge... Çünkü HDP kürtleri temsil etmediğini söylüyor ve bir kürt partisi değil, Kürtlerin büyük çoğunluğu Erdoğan destekçisi... 2015 sonrası çok büyük oy ve destekçi kaybına uğradı; hiçbir çağrısı taban tarafından ciddiye alınmadı; miting yapacak topluluk bulamıyor; HDP'nin barajı geçmeyeceği neredeyse kesin.
Makovsky’ye göre, bu noktada kritik soru HDP’nin yüzde 10 barajını geçip geçemeyeceği. Makovsky çelişkili tezlerine dayanak bulamadığı gibi, yine birbiri ile tutarsız çıkarımlarda bulunuyor:
“Eğer yüzde 10’u geçerlerse AK Parti ve koalisyon ortağı MHP’nin mecliste çoğunluğu alamayacağı neredeyse kesin hale geliyor. Anketlere göre HDP’nin oranı yüzde 10 civarında. Anketler kusursuz değil, yüzde 8-9 mu alacaklar, yoksa yüzde 10,11 ya da 12’ye ulaşacaklar mı? Eğer yüzde 10’un altında kalırlarsa ellerindeki her şeyi kaybederler. Eğer yüzde 10’u geçerlerse o zaman çok ilginç bir durumla karşı karşıya kalacağız. Türkiye’nin daha önce hiç yaşamadığı bir durum, cumhurbaşkanı ve meclis ayrı partilerden olacak.”
"Peki cumhurbaşkanı ve Meclis’te çoğunluğa sahip parti aynı partiler olmazsa bu durum Türkiye’de kaosa mı neden olur, yoksa demokrasi ve birlikte yaşama kültürü açısından bu aslında iyi bir deneyim mi olur?" sorusunu Makovsky şöyle cevaplıyor:
“Bu senaryo illa ki bir kaosa neden olmak zorunda değil. Muhalefette birkaç diğer parti olsa da esas üç büyük partili bir gruplaşma görüyoruz, CHP, İYİ Parti ve HDP. HDP resmi olarak muhalefet bloğunun içinde değil ama yine de muhalefet. Bunlar bir yandan da birbirlerinden ayrı partiler. Meclise girdiklerinde birlikte hareket edecekleri kesin değil. Şunu hatırlayalım; yeni sisteminden özelliklerinden biri, cumhurbaşkanı, cumhurbaşkanı yardımcılığı da dahil yürütme makamlarına kişiler atayabiliyor. Atayabileceği cumhurbaşkanı yardımcısının sayısında bir sınırlama yok. Dolayısıyla örneğin Meral Akşener’e gidip, ‘senin desteğine gerçekten ihtiyacım var, cumhurbaşkanı yardımcım olur musun. Önem verdiğin bazı alanları senin sorumluluğuna verebilirim’ diyebilir. Ya da Meral Akşener’e değil de onun partisinin başka bir üyesine bunu yapar. Çoğunluğu kazanamasa da elinde oynayabileceği çok koz var. Kaotik bir durum da yaşanabilir. Türkler ya tek parti hükümetine ya da AK Parti’den önce olduğu gibi koalisyon hükümetlerine alışık. Mecliste artık bir koalisyon olmayacak, her bir oy ayrı bir koalisyon olacak. Dolayısıyla cumhurbaşkanı, mecliste çoğunluğu alamasa dahi sistemle oynamak için fırsatlara sahip olacak. Eğer muhalefet birlik halinde kalmayı sürdürür ve cumhurbaşkanının peşine düşmek isterse o zaman çok kaotik bir sistem oluşabilir.”
Akşener'in herhangi bir iddialı sonuç elde edemeyeceği ortada iken, Makovsky, Akşener'e hiç de mümkün görünmeyen bir seçenekle alan açmaya çalışıyor, Erdoğan seçim sonrası OHAL'in kaldırılabileceğini söylemesine rağmen gerçek dışı ve temelsiz değerlendirmelerle korku pompalamaya devam ediyor:
“Erdoğan cumhurbaşkanı seçilir ve mecliste de çoğunluğu elde ederse OHAL’ı süresiz yürürlükte tutmaya devam edebilir. OHAL ona yeni başkanlık sisteminden çok daha büyük yetkiler veriyor. OHAL onu fiilen bir diktatör yapıyor ve o da OHAL’i kaldırma yönünde bir eğilim sergilemiyor. Her üç ayda bir uzatma için meclisin onayına ihtiyacı var. Bunun ötesinde, evet, bence seçimi kazanır, partisi de çoğunluğu elde ederse diktatörlüğe yakın bir şey ortaya çıkacak. Kontrol ve denge mekanizması bulunmayan bir sistem olacak.”
"Seçimlerden sonra, özellikle son yıllarda kriz üstüne kriz yaşayan Türk-Amerikan ilişkilerindeki gerilimlerde bir yumuşama görülebilir mi?" sorusunu, Çavuşoğlu-Pompeo Menbic görüşmesini ve anlaştıkları yol haritasını görmezden gelen Alan Makovsky şöyle yorumluyor.
“Bence Muharrem İnce ya da hatta Meral Akşener cumhurbaşkanı olsa, ki bence ikisi için de bu ihtimal çok düşük, durum nispeten hızlı biçimde değişir. Çünkü özellikle İnce Batı’ya yapısal olarak bağlı biri, Batı yanlısı, laik bir görünüme sahip. Bu, sorunlar olmaz anlamına gelmiyor ama esas itibariyle Batı’ya yönelimli bir kişi ve Batı’yla olumlu ilişkilere sahip olmak isteyecek. Eğer Erdoğan seçilirse, Amerikan karşıtı olması için bir siyasi mecburiyeti artık olmayacak. Dolayısıyla gerilimin yumuşaması şansı var. Bununla birlikte, Erdoğan’ın artık Batı kampında yer almak istemediği yönünde kesin bir karar alıp almadığını ya da o yöne ilerliyor olabilme ihtimalini tam olarak bilmek zor. Bence bu muhtemel değil, onun adına rasyonel yaklaşım olmaz, çünkü Batı ittifakından muazzam faydalar sağlıyor. Bu, ona belirli bir çizgiye kadar oldukça bağımsız bir dış politika izleme özgürlüğünü veriyor. Bu çizgiyi geçme kararı aldığı seçeneğini dışlayamayız ama ben bunun olduğunu sanmıyorum.”
Herhangi bir siyasi geleceği olmayan Akşener ve bir karikatür
kahramanına dönüşmüş olan Muharrem İnce üzerinden seçenek üretmeye çalışan Alan
Makovsky'nin şahsında Batı bütün çelişkileri ile birlikte karşımızda duruyor. Geldikleri nokta kendilerinin Türkiye
tarafından ne kadar önemseneceği veya ciddiye alınacağı meselesi...
24 Haziran gecesi kesine yakın olan sonuç, tabi eğer Erdoğan'a
suikast, NATO-ABD saldırısı gibi anormal müdahaleler olmazsa, yükselen ve küresel
değer zincirinde kalıcı hale gelen bir Türkiye için gerçekleşmesi mümkün en
ideal senaryo, 24 Haziran gecesi Erdoğan'ın %60'ı aşan oy oranıyla seçilmesi ve
Ak Parti merkezli Cumhur İttifakının 400 milletvekilini aşan çoğunlukla TBMM'yi
oluşturmasıdır.
Seçkin Deniz, 12.06.2018, Sonsuz Ark, Ağacın Çürümüş Yaprakları-29,
Sorgulamalar
Sonsuz Ark'tan
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan
yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek
kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark Manifestosu'na aykırı yayın yapan
sitelerde yayınlanamaz.
.