Kızım Meryem, çocukluk yıllarında gittiği Suffa’yı şöyle hatırlıyor: “Büyük yer sofraları, sürekli bir tartışma uğultusu, bir köşede başörtülerinden çıkarılmış topluiğneler, Sabiha teyzenin origamileri; gemi, uçak, kurbağa… Gece kaldığımızda patates kızartırdı bana Süreyya teyze.”
Haziran geldiğinde aklıma Süreyya düşüyor. 11 Haziran 2005’te ayrılmıştı aramızdan, fakat işleri ve sözleriyle koruyor kendine has yeri. Bir vesileyle ismi geçiyor, hatırlanıyor, örnek veriliyor, bir söz veya işi atıf konusu oluyor. Hakkında yazdığım yazılarda bazen “Muhteşem Muhalif” diye söz ettim ondan bazen de “Süreyya Aynası” demek geldi içimden.
Panel ve konferanslarda Süreyya salondaysa, hiçbir mesnetsiz söz bırakıldığı gibi kalmaz, sorgulanırdı. Süreyya müminin müminde bulmayı umacağı aynaydı. Şehrin en uzak ucundan koşarak geleceğini bildiğiniz Yasin Suresi insanıydı. “Kelimelerle Hakkı Hakikileştirme”nin sorumluluğunu üstlenen Yunus Suresi hafizesiydi. Saygın âlim Sadrettin Yüksel’in kızı, şehit Metin Yüksel’in kız kardeşiydi.
Kur’an ve Sünnet bilincinde oluşmuş özgür ruhu öylesine dayanıklı kılıyordu ki onu şaibeli başarı ve mutluluk paketlerine prim vermiyordu. Mütevazı ve cömertti. Coşkulu ve neşeliydi. Levinas okur ama atıflı görkemli bir cümlede belirmezdi okurluğu. Meramın sade bir dille ifadesinden yanaydı. Zühd ve takva ehlinin izlerini süren bir modern dünya dervişiydi. Beri taraftan hurafelere ve Müslüman kitlelere telkin edilmek istenen “pansuman pamuğu” mesabesindeki mistik söylemlere karşı net bir eleştirel tutumu vardı.
Sabiha Ünlü ile birlikte -hiç de planlı hareket etmeden- kurdukları Suffa, İslamcı kadınların tarihinde özel bir yere sahip. İki yetişkin hanım ilmi çalışmalarını bağımsız bir şekilde sürdürmek üzere açtıkları evi bir okula dönüştürmüşlerdi. Başörtüsü yasakları nedeniyle evsiz kalan Anadolulu öğrencilere, herhangi bir sebeple evsiz kalmış kadınlara, İslam’ı öğrenmek için bir yol arayan her yaşta kadına açıktı Suffa’nın kapısı. İnsanlar İslam kardeşi kabulüyle karşılanır, ihtiramla ağırlanırlardı. Sığınılabilir, soru sorulabilir, kitap okunabilir, tefsir dersine dâhil olunabilirdi. Müfredatları 10. yüzyılda Kuzey Afrika’da faal olan Ribat-ül Bağdadiyeler’i hatırlatıyor. Yer sofrasında tarhana çorbası kaşıklanırdı. İşler imece usulü yapılsa da asıl yük kurucuların üzerindeydi.
Yıllarca ara sıra uğradığım Suffa’da ne çok kıymetli insanla tanıştım! Ne çok yabancı yordu Suffa gündemini, Süreyya ve Sabiha ne çok dinledi, anlattı, sabretti, gece gündüz demeksizin şehrin öteki ucuna koştu.
Süreyya’nın vefatından sonra geçen yıllar içinde Suffa bir ilham kaynağı olmaya devam etti. Yolu bir şekilde Suffa’dan geçmiş hanımlar Suffa’nın bazen bir bazen birkaç özeliğini bir araya getiren faaliyetler gerçekleştirdiler. Bir araya geldiğimizde Süreyya’nın her birimizde bıraktığı izleri, ortak hatıralarımızı aktarıyoruz birbirimize.
Geçtiğimiz Ekim ayında Almanya’dan gelen Türkan Cumhur için Çengelköy tepelerinde buluştuk yolu Suffa’dan geçen birkaç kadın. Türkan ablanın Suffa üzerine şahitliği sözlü tarih bağlamında daha geniş okunmalı elbette. Şu sözlerini kaydetmişim:
“Süreyya ve Sabiha ile tanışmam 1979’da, Metin’in şehit olduğu döneme rastlar. İdealist Hanımlar Derneği’nde faaliyet gösteriyorduk birlikte o dönemde, Süreyya ve Sabiha derneğimize tanışma ziyaretinde bulundular bir gün. Birlikte bir dergi çıkarmak için konuşmuştuk. Şule Yüksel ve Fevziye Nuroğlu’nun da dâhil olduğu bir tasarıydı. Ben 1981’de evlendim. Evlerde toplanmaya başlamıştık. Bazen benim Kıztaşı’ndaki evimde bazen aynı civarda bulunan Sabahat Çamlı’nın evinde toplanırdık. Afganistan’ı, Moro’yu, Filistin’i konuşurduk; yakınları konuşmak korkutucuydu.
Darbeden kısa bir süre önce Necmettin Erbakan’la Osman Nuri Önügören’in evinde bir araya geldik. Dergimiz Milsan’da basılabilir mi, bu konuda ricada bulunacaktık. Erbakan ilgilendi dergiyle, bizi bir sorumluya yönlendirdi. Ancak darbe olunca dernek kapandı ve projeler rafa kaldırıldı. Süreyya ve Sabiha hep koşturuyordu. Sabiha’nın Dilek Taşları kitabı çıktı. Suffa ilk olarak 1986-87’de Kocamustafapaşa’da açıldı. Belli bir kıyafet tarzına sahipti evin müdavimleri o dönemde ama benim gittiğim tarihlerde bir kırılma yaşanmıştı.
Öngörülüydü Suffa, çok net ve şeffaftı, o yüzden güven vericiydi. Tekfirci değillerdi, biz İslam’ı böyle anlıyoruz deyip ona uygun yaşamaya gayret ediyorlardı. Başörtüsü yasağı protestolarına katılıyorlardı. Herkesin korkup çekindiği bir dönemde eşleri hapiste bulunan hanımları ziyaret ediyorlardı. Ben ve eşim 1982’de Almanya’ya gittik. Türkiye’ye geldiğim zaman rahatlıkla kalabileceğim samimi ortama sahip bir yerdi Suffa. Fikri takip mekânıydı. Tartışmaya açıktı. Her kesimden insan gelirdi ve çeşitli başlıklar üzerine tartışmalar gerçekleşirdi.”
Kızım Meryem, çocukluk yıllarında gittiği Suffa’yı şöyle hatırlıyor: “Büyük yer sofraları, sürekli bir tartışma uğultusu, bir köşede başörtülerinden çıkarılmış topluiğneler, Sabiha teyzenin origamileri; gemi, uçak, kurbağa… Gece kaldığımızda patates kızartırdı bana Süreyya teyze.”
Lisansüstü eğitimini deneysel sanatlar alanında sürdüren Meryem onu unutmadı ve bir belgesel çalışmasını işte şu sözlerle ona adadı: “Bildiğim en özgür ruhlu kadınlardan biri; başörtüsünün çevrelediği yüzü güneşten daha parlaktı. Yaşadığı gibi veda etti dünyaya; haysiyetli ve bağımsız.”
Suffa çevresinin Süreyya’ya ilişkin şahitliklerini bir başka yazımda ele almaya devam edeceğim nasip olursa.
Cihan Aktaş, 30.06.2018, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Perspektif Yazıları,
Sonsuz Ark'ın Notu: Cihan Aktaş Hanımefendi'den yazıları için yayın onayı alınmıştır. Seçkin Deniz, 09.05.2015
Yazının ilk yayınlandığı yer: Gerçek Hayat
Sonsuz Ark'tan
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark Manifestosu'na aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.