"Müslümanın kökü; Tevhid, Adalet ve Özgürlüğüdür. Tabii ki bu üç özelliği de besleyen ahlaki yapısıdır"
Ağaç, kök, gövde ve dallara sahiptir. Ağacı ağaç yapan ise bu üç özelliğidir. Her özelliği ağacı vazgeçilmez kılar. Birisi eksik olduğunda ağaç eksilir ve ihtiyacı görmez…
Müslüman da ağaç gibi olmalı ve eksikliği onun müslümanlığının eksikliği olarak betimlenir ve kurtuluşuna engel oluşturur. Soru/n şu; müslüman insanın kökü, gövdesi ve dalları ne olacaktır, ağaç meyve veriyorsa müslümanın meyvesi ne olacaktır? Bu sorulara doğru cevaplar verildiğinde müslümanın ağaç gibi hayata kök salacağını ve dallarını semaya; ahirete yönelteceğini söylemek zor olmasa gerek!
Müslümanın kökü; Tevhid, Adalet ve Özgürlüğüdür. Tabii ki bu üç özelliği de besleyen ahlaki yapısıdır. Yani müslüman, ahlak üzere tevhidi, adaleti ve özgürlüğü varlığında gerçekleştirdiğinde sağlam bir köke sahip olacaktır. Köksüzlük, biliyoruz ki gövdeyi taşımada zorluklar oluşturur ve bu zorluklar yüzünden gövde sarsılmaya ve başka yönlere kaymaya temayül eder. İşte bu temayülü engellemenin yolu kökün sağlam bir şekilde toprağa kendini salması ve tutunmasıdır.
Tevhidi salt ideolojik bir siyasi okumaya tabi kılarak okumanın bir çözüm olmadığını yaşadığımız tarihsel kesit bize göstermiştir. O yüzden tevhid’i bir dünya görüşü içinde temellendirmek ve varlığın katmanlarının tümünü bu tevhidi kavramsallaştırma üzerinden okumaya tabi kılmak elzemdir. Yani hayatın bir boyutunu tevhide aykırı düşünemeyiz. Ontolojik olarak tevhid Allahın varlığı ve ve birliğini gösterir. Yaşamda varlığın birliğini ikame ettiğimizde gerçek anlamda tevhide ulaşmış oluruz.
Adalet, mülkün temelidir. Müslüman adalet dışında bir davranma eğilimi dahi gösteremez. Bu kesin ve zorunlu bir durumdur, gözardı edemeyiz. Sizin kininiz dahi sizi bir kavme adaletsiz davranmanızı sağlamamalıdır. Yani her türlü duygu durumun ötesinde kalmayı başaracak bir nesnelliğe sahip olarak adaleti ikame etmelidir müslüman! Müslüman olsun veya olmasın, herkes için adalet savunulmalıdır. Yaşamda gerçek anlamda bir meşruiyeti sağlayacak olan şey adalet sahibi olmaktır. Adalet, varlığın barış içinde varlığını sürdürmesi için elzem olduğu gibi insana yüklenen temel bir misyona da göndermedir.
Özgürlük, insanın fiillerinin ve düşünüşlerinin bir sebebinin olması gerektiğini ilzam eder; o da ilahi rızayı eksene alan bakıştır. Yani özgürlük, insanın kendi iradesi ile tavır ve düşüncelerine yön vererek sorumluluğunu üstlenmek ve kendisini ayartacak bütün arzu ve beklentilere kapılmadan kendisi olma, fıtratını gerçekleştirme iradesini gösterebilmektir.
Yani özgür iradesi ile Allaha teslim olan ve O’na güvenerek O’nun gözetiminde olduğu bilincini kuşanmasıdır. Yani bu cümleyi kavramsallaştırırsak, önce müslüman, sonra mümin ve süreçle de muhsin olabilmeyi başarabilmektir. Ve bu süreçte kendi iradi tavrına dayanmasıdır.
Müslüman, kökünü bu kavramlara yükleyerek onları yaşamının en önemli unsuruna dönüştürür. Hata yaptığında dahi hemen tövbe ederek arınmayı bir reflekse dönüştürür. Ve bu durum Ona kökünü sürekli besleyerek onu güçlendirmeye devam edeceği bir zemin sağlayacaktır.
Gövde, kök açısından olmazsa olmazlardandır. Yani ağacın gövdesi yoksa ağaç, ağaç olma vasfını kazanamaz. Müslüman da bu gövde meselesini ciddiye almalı ve bu kemalı ciddiyetle gövdesini oluşturmalıdır. Gövde, kök ile dalları arasındaki ilişkiyi kurar ve varlığın tam olarak varlık sahasına çıkmasına neden olur. Müslüman da eylemleri ile kökü arasındaki gövdeyi kaybettiği zaman sağa sola sallanıp duruyor ve kendinden uzaklaşarak varlığını kaybetmeye maruz kalıyor. Tarih buna tanıklık eder. Aslında son iki yüzyıldır yaşananları bu çerçeveden okuyabiliriz. Köksüz bir gövde nasıl ayakta durmakta zorlanacaksa gövdesi olmayan kök te varlık sahasına çıkacak zemini bulamaz…
Müslümanın gövdesi ne üzerine kaim olacaktır? Müslüman gövde, samimiyet, sadakat ve istikamet üzere kurulu olmalıdır. Ve bu üç kavramı da içinde bulunduracak ve sürekli onlara eşlik edecek olan niyyettir… Niyet, samimiyeti, sadakati ve istikameti besleyecek ve onu, oluşabilecek her hangi bir kirlenmeye karşı engelleyecek zemini sağlam ve diri tutacaktır. Yani o kavramları muhafaza edecek olan temeldir.
İhlas kavramını türkçe samimiyet olarak kullanıyoruz. Samimiyet, dünyevi herhangi bir kaygı oluşturmadan uhrevi bir bakışa tam olarak teslim olmaktır. İleri bir adımı ise uhrevi bir beklenti içine dahi girmeden salt ilahi rızaya matuf bir eylemlilik hali içinde olmaktır. İhlas ile yapılan amel kabule mazhar olan eylemdir. Aynı zamanda samimiyet en büyük meşruluk zeminidir. Dolayısı ile samimi insanın yanlışı bile göze kaba görünmez, kulağa çirkin gelmez… Ama zaten samimiyet aynı zamanda hataya karşı en büyük güvencedir.
Sadakat, müslüman için verilen emir ve nehiylere tam bir teslimiyetle uyma çabası ve gayreti içinde olmak ve iradesini bu yönde sürekli diri tutmaktır. Sadakat, aynı zamanda inandığı temel değerlere, yani köküne şahitlik edecek istidadı ortaya koyma biçimidir. Bu yüzden sadakatle eyleme yönelen kişinin eylemi bereketli olur. Hangi işe yönelirse yönelsin, sadakat onu bereketli kılar ve onu kolaylıkla gerçekleştirmesine zemin oluşturur. Sadakat aynı zamanda bir bağlılık türüdür. Ve bu bağlılık, aynı zamanda bağlı olunan şeyi bütünüyle sahiplendiğini gösterme biçimidir de…
İstikamet ise müslüman için olmazsa olmazıdır. Müslümanın yöneliminin nereye olacağına verilen cevaptır istikamet… O yüzden müslümanın bir hedefi vardır ve bu hedefin ne olması gerektiğini bildiren ise istikametinin tayin ettiği şeydir. İstikameti bozuk olanın sadakati ve samimiyeti sorgulanır hale gelecektir. Bu yüzden istikamet müslüman açısından kilit noktadır. Ama doğal olarak istikameti doğru olsa dahi samimiyet ve sadakat ile desteklenmezse işe yaramadığı da gözlemlenmiştir. Bu yüzden kavramsal çerçeve döngüsel bir bakışla ele alınmalıdır. Kök ve gövde kavramları ve üzerinde bina edilen temel kavramları bu çerçevede yorumlamalıyız. Tıpkı kök, gövde ve dallarının da döngüsel olarak yorumlanması gerektiği gibi…
Niyet hadisi bütün hadis külliyatlarının ilk hadisi olarak konumlandırılmasının önemini tedebbür etmeliyiz. Ameller niyete göre değerlendirilir. Bu çerçeve içinde niyet, okyanus kavramlarda bu okyanusta varlığını sürdüren varlıklar olarak tanımlanabilir.
Ağacın dallarına geldik, müslüman, dalları neye tekabül eder. Müslüman için dallar, en genel anlamı ile kulluktur. Kulluğun en temel bileşenlerinden biri, ibadettir… Yani kulluğun somut biçimi, namaz, oruç, zekat, selamlaşma, infak ve yasaklardan kaçınmak gibi temel edimlerdir. Kulluğun bir başka boyutu ise ilişkileridir. Bu ilişkileri hangi zeminde inşa edeceği önemlidir. Müslümanın diğer müslümanlarla ilişkisi, müslüman olmayanlarla ilişkisi, ve insan dışındaki varlık kategorileri ile ilişkisinin niteliği kulluğunun niteliğini belirleyecektir.
Müslüman ilişkilerini barış içinde yapar. Topluca silme girin diyen Rabbine lebbeyk diyerek karşılık verir. Bu noktada önce kendi öz saygısını kazanacak, sonra müslümanların öz saygısını kazanacak ve daha sonra da diğer insanların da öz saygısını kazanacak olan şey onlarla barış içinde bir yaşamı inşa edebilmekte saklıdır. Kendi ile barışık olan insan, başkası ile de barışık olabilmeyi gerçekleştirecek bir zemine işaret eder. Tek başına barış kavramı yeterli donanımı sağlamaz. Buna bir de merhamet ile davranmayı eklemeliyiz. Şiddet göstermek zorunda kalacağımız durumlarda bile merhametle davranmayı unutmayan kişidir, barışı kuşanan… Kurban kesileceği zaman hayvana müşfik davranılması gerektiğini hatırlatan, adı da islam olan bir dinin müntesibiyiz.
Yani eylemlerimizi barış ve merhametle ortaya koymalıyız. Bu bize şunu ifade eder: her varlık yaratıldığı fıtratı üzere varlığını sürdürmelidir. İnsan ise bir imtihan dünyası içindedir. Ve bu imtihanın gereği olarak kendisi kendi iradesi ile bir karar vermelidir. Onun dini ve inancı veya felsefi bakışından öte o insan olarak varlık sahasına çıkmış ve bir tercih yapmakla mükellef kılınmıştır. O zaman o tercih onun fıtratıdır. Ve bize düşen insanın kendi fıtratı üzere yaşamasını kolaylaştırmaktır. İşte merhametle davranmak doğal olarak onun kendisi olabilmesine zemin oluştururken kin ve nefretle davranmamayı ilke olarak kabul etmemizi kolaylaştırır…
İşte çözüm arayan dostlara benim çözümümü sunuyorum. Bu temel gerçekleri bir türlü hayata geçiremediğimiz için farklı sorunlarla karşı karşıya kalıyoruz. Eğer gerçekten ilahi rızaya uygun bir hayat istiyorsak yukarıda ifade ettiğimiz bu temel kavramsal çerçeveye sahip olduğumuzda müslümanca bir yaşamı gerçekleştirebilme imkanını haiz olacağımızı düşünüyoruz. Bunun için elimizde yeterli düzeyde yaşamlar vardır. İster ilk nesil, ister sonraki nesillerden salih amel sahibi zatların hayatı bu çerçeveyi bize hatırlatmaktadır. Ayrıca Nebi-i zişanın hayatı da gözler önünde ve bu kavramların canlı göstergesidir…
Selam hidayete tabi olanlarındır…
Abdülaziz Tantik, 27.06.2018, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Düşlemek
Sonsuz Ark'tan
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.