3 Temmuz 2018 Salı

SA6429/SD1047: Amerika'nın Kanlı Laboratuarlarında Bir Kobay-Bir Kurban Ülke; Bütün Hainleriyle Irak ve Saddam

CIA ajanı ve lider analisti John Nixon, yine bir CIA ajanı olan Saddam Hüseyin'in idam edilmesini şöyle değerlendiriyor:
"İdam midemi bulandırdı. Gece yarısı bir grup haydut alay ederken Saddam'ı idam etmek bizim hükümetin engelleyebileceği bir olaydı. Ancak yapmadılar."


Herhangi bir konudan, olgudan ya da olaydan yola çıkarak yaptığım araştırmalarda her bir adımda alışılageldik neden-sonuç ilişkisini irdelerken bazen nedenden sonuca gitme alışkanlığımı tersine çeviriyor, sonuçtan nedene ulaşmayı deniyorum. 'Sonuç'tan 'neden'e ulaşmak insanlar için her zaman daha zor olmuştur (Bugün bunu, sonuçları elimizde olan her şeyin köken ilkelerini ve kanunlarını aradığımız için bilim diye adlandırıyoruz), ancak daha kalıcı daha net hükümler üretmem konusunda bu zorluk sanılanın tersine çok ciddi kolaylıklar da sağlayabiliyor.

Sonuçların, kökleri hep aynı yere çıkan her biri özel olarak tasarlanmış bir zincirin halkalarının son yok olan halkaları olduğunu gördüğüm zaman, nedenler paketi uçsuz bucaksız bir şekilde önüme seriliyor, ama bu tahmin edildiği gibi beni heyecanlandırmıyor, devasa kötülük merkezini gördüğümde, keşfettiklerim bende olumsuz bir duygu uyandırdığı için araştırmalarımın sonucunu yazmakta zorlanıyorum, çünkü o nesnel duygu durumumu koruyamıyor ve öfkeleniyorum, çünkü bu bilim değil, bu kötülüğün aklı ve bilimi kullanması ile ortaya çıkan büyük şeytanî bir fenomen.

2012 yılında, 19. yüzyılda ortaya çıkan ve bütün müslüman coğrafyayı kasıp kavuran 'İslamcılık' akımını, ideolojisini ilk araştırmaya başladığım ve  'İslamcılık' ideolojisinin sufizmin çürütücü mistisizmine alternatif arayan müslümanları manipüle etmek ve saptırmak için üretilmiş masonik bir proje olduğunu tesbit ettiğim 2008 yılından dört yıl sonra, ciddi bir araştırma serüvenine girmiş, yaklaşık 40 sayfalık (word) kaynak setini hazırladıktan sonra yazım aşamasında bütün heyecanımı yitirmiş, içimde büyüyen öfkenin tesiri ile ilgili analizin yazımını girişten sonra bırakmıştım, sonraki zamanda sık sık tamamlamadığım için pişmanlık duyduğum bahse konu analiz gibi, Saddam ve Irak olgusunu da incelemeye başladıktan ve araştırmalarımı tamamladıktan sonra, aynı öfke duygusu beni etkisi altına aldı; analizi yazmaya başladığım 15 Mayıs 2018'den bugüne, 1 Temmuz 2018'e kadar, gerekli olan nesnel uzaklığa hazırlanamadım, yazmayı bıraktım, ancak tıpkı araştırmasını yaptığım ancak analizini tamamlamadığım İslamcılık gibi bu konu da zihnimin damarlarında gezinip duruyordu...


Kullanacağım anlatım diline karar verememiştim, nesnel bir dil mi kullanacaktım, yoksa mağdur olan insanın, müslümanın tarafı olarak mı yazacaktım; bu sabah bir sohbet dili kullanmayı kararlaştırdıktan sonra rahatladım ve analizin yazımını tamamlamaya karar verdim. klasik bir makalenin aşamalarını kullanmayı düşünmüştüm, ancak bunun soğuk bir gösteri olarak tarihe gömülüp gitmesini istemiyor, tam aksine okuyucunun içselleştirmesi gereken büyük, derin ve acı bir gerçek olduğunu görmesini istiyordum.


Üstelik Saddam ve Irak konusu o mel'un Masonik İslamcılık projesinin patlak veren alt sonuçlarından sadece bir tanesiydi; ve İslam dünyasında patlamamış, patlamak üzere olan yüzlerce yavrusuyla birlikte birçok İslamcılık bombası vardı ve bu bombalar Sufizm tarikatleri ile kimi yerde iç içe kimi yerde karşıt olarak birbirlerini tetikleyici olarak da hazır tutuluyorlardı. Gerçek şuydu; bütün müslüman ülkelerin yönetimleri, bürokrasisi, silahlı kuvvetleri, istihbarat örgütleri, din adamları, akademisyenleri, medyası hainler tarafından yönetiliyordu. Masonik İslamcılığın en büyük hedef ülkelerinden biri olan  ve yıkmakta başarılı oldukları Osmanlı'dan artakalan Türkiye de bundan muaf değildi..


2002'den beri yaşadığımız dinî- politik-ekonomik-askerî ve sosyolojik şeytani her şey, kuşatılmış ve ele geçirilmiş bir devletin, bir toplumun damarlarından, ruhundan ihanetin tek tek nasıl çıkarıldığını görmemizi sağladı. İngiltere'den başlayan, 1789 ile birlikte  Fransa'dan devam eden ve 1861'de başlayan iç savaşla ABD'yi merkez olarak alan ve oradan bütün dünyaya saldıran, Çin, Japon, Osmanlı, Rus, Avusturya-Macaristan  imparatorluklarını yok ederek ilerleyen, çıkardığı 1. Dünya savaşından sonra Sovyet Rusya'yı kuran ve 2. Dünya savaşını çıkararak dünyanın bütün direnen ülkelerini yok eden ve Yeni Dünya Düzeni adı altında dünyaya hükmeden masonik satanist gücün İslam dünyasını kontrol altında tutmak ve İslam'ı insanlık için umut olmaktan çıkarmak için ürettiği bir projeydi İslamcılık ve her ülkede doğuştan, tasarımından itibaren satanizmin hizmetinde olan sufizmle birlikte müslümanların tepesinde dolaşan iki faşizm kılıcından biri olmaktan başka bir şey değildi.


Türkiye'deki FETÖ faciasının 1960 askerî darbesi sonrası, Sufizm ve İslamcılık karışımı bir zehir olarak müslümanlara umut olarak pazarlandığı dikkate alınırsa, yine FETÖ'nün ideolojik ve dinî zemin olarak izlediği Nurculuğun Nakşibendi tarikatı mensubu İslamcı Said Nursi'nin karanlık geçmişinden Cemaleddin Afgani'nin karanlık geçmişine giden izlekler dikkate alınırsa Sufizm-İslamcılık cenderesinde Osmanlı dahil dünyanın bütün müslüman ülkelerinde nasıl bir cehennem tuzağı hazırlandığı net bir şekilde görülecektir.


15 Temmuz FETÖ-NATO-ABD-AB askerî darbesinin bu anlamda ABD'nin 2003 Irak işgali ve katliamı ile ile paket program olarak hiçbir farkı yoktur. 15 Temmuz'a Türkiye'deki istisnaları olsa da bu istisnaları hiç kimsenin bilmediği bütün cemaat ve tarikatler destek vermiştir, çünkü hemen sonrasında 15 Temmuz darbesine de bir tepki olarak değerlendirilebilecek olan 16 Nisan referandumunda bütün cemaat ve tarikatler Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine, derin masonik köklerinin farkında olan İslamcılarla birlikte 'Hayır' oyu vermişlerdir.


Satanist güç, hangi dinden olursa olsun her ülkede kullandığı maskelerle birlikte kendi dinsiz unsurlarını yetiştirmiş ve yükseltmiştir. Bugün Anglikan, Katolik, Protestan, Ortodoks kiliseler satanizmin kontrolündedir, Budizm satanizmin keskin bir kılıcına dönüşmüştür ve İslam satanist derin Amerikan güçlerinin ürettiği İran Devrim Muhafızları, El Kaide, Taliban, Eşşebab, Boko Haram, Hizbullah, DAEŞ (IŞİD), Haşdi Şabi gibi kanlı örgütler aracılığı ile şiddetle ilişkilendirilmiştir.


30.04.2018 tarihinde Sonsuz Ark'ta çevirisini 'SA6052/SD963: Kanlı Amerikan Yüzyılı'na Dair İtiraflar:Liberal Dünya Düzeni, R.I.P.' başlığıyla yayınladığım Dış İlişkiler Konseyi (CFR)'nin Başkanı Richard N. Haass'ın analizi ve analizine yazdığım şu giriş ciddi birer kanıt olarak okunabilir:


"Aşağıdaki çevirisini yayınladığımız analiz Kanlı Amerikan Yüzyılı'nın mimarlar odası olarak da adlandırılabilecek olan Dış İlişkiler Konseyi (CFR)'nin Başkanı 15 Temmuz 2016 FETÖ-NATO darbesinin destekçilerinden Richard N. Haass'a aittir ve ABD'nin çöküşü karşısında yaşadığı travmayı birkaç sebebe indirgeyerek Liberalizm adlı altında pazarlanan Kanlı Amerikan Tarihini kutsarken, bu sistemi sona erdirmeye kararlı olan ABD Başkanı Trump'a öfke kusmakta ve CFR'nin yaşadığı güç kaybının ve itibarsızlığın yaşattığı bunalımı milliyetçilik, artan otoriter sistemler, yaşanan göçler gibi aptalca sebeplerle izah etmeye çalışırken de bugüne dek 'Komplo Teorisi' olarak tanımlanan BM, IMF, Dünya Bankası ve Dünya Ticaret Örgütü gibi kuruluşların amaçları hakkındaki gerçekleri itiraf etmektedir. Tarih ABD'nin yirminci yüzyılda tasarladığı ve bütün dünyaya yaydığı otoriter dünya düzeninin boyutlarını ve gücünü bugüne dek hiç kaydetmedi. Buna rağmen ABD, bu gücü insanlığın yararına değil CFR gibi ücretli çalışanların ücretlerini ödeyen ailelerin egemenliği için kullanılan bir devlet oldu. Richard N. Haass'in kendileri tarafından inşâ edilen kanlı Liberalizmin sona erişinde iddia ve şikayet ettiği gibi değil, tam aksine ABD çıkarları için gerektiğinde milliyetçiliği, otoriter devletleri, iç savaşları, terörü ve göçleri birer araç olarak üretti ve kullandı; ama artık Kanlı Amerikan Yüzyılı sona eriyor. Alexey Tuzikov adlı bir yorumcunun analizin yayınlandığı sitede üçüncü paragrafa yaptığı yorum şöyle: "Bu propaganda yeter. ABD, sınırlı jeopolitik çıkarları ve diğer insanları denetleme isteğini gerçekleştireceği, bağımsız olmaya cesaret eden herhangi bir ülkeyi bombalayabileceği ve yaptırım uygulayabileceği bir totaliter dünya düzeni inşa etmiştir. Amerikan juggernaut'u (önüne gelen her şeyi yıkan güç) çöktüğünde dünya alkışlayacak. Dünyadaki insanlar nihayet Amerikan rüyasını değil, kendi hayallerini takip etmekte özgür olacaklar."  Sonsuz Ark (1)


İnsanlık korkunç bir tehdit altındadır. Bahse konu satanist gücün görünen iki ailesi vardır, Rockefeller ve Rothschild. Bu satanist saldırıda yahudiler, hristiyanlar, budistler, müslümanlar hedef toplumlardır.


Hristiyan bir araştırmacı olan Henry Makow 'un,' İngiliz Emperyalizmi “Yahudi” Komplosudur' başlıklı 30 Mayıs 2004 tarihli analizinde belirttiği gibi, "Bazı seçkin Yahudiler bu elit neo feodal komplonun ayrılmaz bir parçasıdır. Tarih boyunca aristokrasi ile simbiyotik bir ilişki yaşadılar. Ama serfler gibi sıradan Yahudiler elitleri tarafından manipüle edildi ve zulüm gördüler. İslam ve Hristiyanlık gibi gerçek Yahudilik, Tanrı'nın ahlaki bir güç olarak üstünlüğünü onaylar. Gerçek bir Yahudi, gerçek bir Hıristiyan ya da Müslüman gibidir; ahlaksız bir eylem gerçekleştiremez. Tanrı'ya olan inancımızı yeniden doğrulamanın zamanı geldi."  Sonsuz Ark (2)

Kuşkusuz artık dünyanın geldiği kötülük düzeyinin farkında olan herkes bu kötülüğün kendiliğinden olamayacağının da farkında. Bütün devletleri yöneten ya da yönetmek için tehdit eden küresel düzeyde etkin bir güç olmadıktan sonra, erkeğin erkekle, kadının kadınla evlenmesini, kendi çocuğunu doğmadan öldürebilen insan modelini, fuhuş, uyuşturucu ve soykırım düzeyinde sayılabilecek bireysel ve kitlesel katliamları yasalaştıran ve ekonomik olarak destekleyen engellenmesi güç başka bir güçten bahsedilemez.


Irak bu anlamda Saddam'ın ve diğer Iraklı unsurların ihaneti ile birlikte ortaya konmuş en vahşi modeldir. Sona erdiği Trump'ın başkanlığı ile tescillenen kanlı Amerikan yüzyılına dair her ülke düzeyinde gerekli olan sorgulamaların yapılması artık ertelenemez, Satanizm, Türkiye'nin direnişi ve 15 Temmuz, 16 Nisan ve 24 Haziran zaferi ile gerilemeye başlamıştır.  

Satanizm bütün dinlere düşmandır. Meksika, Brezilya  ve Arjantin gibi üç dev ülke, Venezuela gibi petrol deposu bir coğrafya dinleri yüzünden değil, ABD'de 'Satan'ın, yani şeytanın devasa heykelini diken, Almanya Başbakanı Merkel'in de katıldığı Cern'de satanist töreni düzenleyen Satanizmin hedefleri yüzünden tarihin en tehlikeli dönemine girmiş durumdadırlar.

Irak ve Saddam'ı CIA ajanı ve analisti John Nixon'un yazdığı Başkanı Sorgulamak; Saddam Hüseyin'in sorgusu adlı kitabı temel alarak anlatacağım...


Kitabın yazarı John Nixon, on üç yıl boyunca Irak ve İran konuları üzerinde bir CIA analisti olarak görev yapmış bir Ortadoğu uzmanıdır. Teşkilat'tan ayrıldıktan sonra Birleşik Arap Emirlikleri (BAE)'nde çalışmış, bölgesel siyaset ve siyasi risk konusunda danışmanlık hizmeti vermiştir. (...) 1993'ten beri Kuzey Virginia'da yaşamaktadır. Kısa süre Capitol Hill'de çalışmış,1998'de CIA tarafından lider analisti olarak işe alınmıştır.CIA'de kaldığı sürede Irak, İran ve Kuzey Kore üzerinde çalışmıştır ve bu nedenle George W. Bush'un belirttiği 'Şeytan Ekseni' üzerinde çalışmış birkaç analistten biridir.(...) 2010'da Ulusal Terörle Mücadele Merkezi'nde Şii aşırılığı üzerinde çalışmalar yapmıştır.2011'den 2015'e kadar Ortadoğu'da yaşamış ve çalışmıştır. Bölgede sık sık seyahat etmiş, Körfez Bölge siyasetinde uzmanlaşmıştır. (Başkanı Sorgulamak, Saddam Hüseyin'in Sorgusu, John Nixon, S.264)

Kitabın yazarı, CIA'den ayrıldığını ileri sürse de halen BAE üzerinden süren CIA operasyonlarının bir elemanı olarak  BAE'de yaşamaktadır ve bu kitabıyla anlattığı tek şey, kitabın ruhuna sinen 'ABD'nin ajanı olan Saddam'a ihanet ettiği' gerçeğidir ve bu kitapla CIA diğer ajanlarına yönelik bir günah çıkarma girişiminde bulunmuştur. 


Saddam Hüseyin, 1970'li yıllarda CIA başkanı olduğu yıllarda eski ABD başkanı baba George Bush tarafından CIA'ye alınmış, 2003'te Irak'ın işgali ile devrilmiş ve 2006'da da ABD başkanı oğul George Bush tarafından babasına karşı kendisini kanıtlama girişimi olarak idam edilmiştir.

Burada yazarın BAE'de ne iş yaptığına dair değerlendirme yapılabilmesi için Rus Sputnik News'ten, 22.12.2017 tarihli bir haberi aktaracağım:


"ABD'nin Foreign Policy dergisinin haberine göre Suudi Arabistan'ın en sıkı müttefiği BAE, Körfez'de bir casus imparatorluğu kurmak için ABD'nin eski istihbarat, askeri ve hükümet yetkililerine büyük meblağlar ödüyor. Foreign Policy (FP), Abu Dabi'nin Zayed Limanı yakınında yüzme havuzlu bir villada Batılıların BEA'lilere istihbarat eğitimi verdiğini, Abu Dabi'ye 30 dakika mesafedeki 'Akademi' isimli merkezde de BEA'lilerin CIA'in 'Çiftlik' lakaplı Paery Kampı'nda yapıldığı gibi çatışma eğitiminden geçirildiğini yazdı."  Sputnik (3)


Saddam Hüseyin gençliğinden itibaren ABD'nin tüm politikalarını eksiksiz olarak uygulamış ve son ana kadar da idam edileceğine inanmamıştır. Kitabın yazarı John Nixon, gerçeği örttüğü her yerde, özellikle oğul Bush'un Saddam'a ihanetini içine sindiremediğini hissettirmektedir.


2018'deki Irak seçimleri sonrası İktidar'a ortak olan ve İran ve Amerika'nın Irak'tan uzak durmasını isteyen ve Irak işgalinde eski sünni baasçılarla birlikte ABD'ye karşı savaşan şii Mukteda Es-Sadr, lider analisti olarak Bush'la konuşurken Bush'un öldürtmek istediği, ancak Nixon'un gelecekte farklı roller oynayacağı düşüncesiyle karşı çıktığı bir isimdir; şimdiki zamanda Nixon BAE'de çalışmaya devam etmekte ve hemen yanı başındaki Irak'ta Mukteda Es- Sadr'ın iktidarını sağlamlaştırmaya çalışmaktadır. Yani ABD ve CIA eliyle satanist güç yok ettiği iki milyondan fazla müslümanı öldürerek tarihi değerlerini talan ettiği Irak'ı yine istediği gibi yönetmeye devam etmektedir. 15 Temmuz darbesi başarılı olsaydı, aynı paket program Irak, Suriye, Mısır, Libya,Yemen'de uygulandığı gibi Türkiye'de de uygulanacaktı.

Türkiye,  CIA ajanları-analistleri Graham. E. Fuller, Henri Barkey gibi 15 Temmuz darbesinin sahadaki aktörlerine açtığı davalarla tarihi bir çığır açmış olsa da dünyanın bütün ülkeleri bu anlamda yeterince cesur olamadıkları sürece büyük küresel başkaldırının gerçekleşmesi gecikecektir. 

Almanya gibi Avrupa Birliği'nin en güçlü ülkesine atanan, tarihin ilk, kendi ifadesiyle 'dindar homoseksüel ABD elçisi' Richard Grenell görevdeki ilk gününde ''İran'da iş yapan Alman şirketleri derhal operasyonlarını kesmeli'' diye sosyal medyada talimat verirken hiç kimse bu analizde yazılanların aksini iddia edemeyecektir. Sputnik (4)

Irak ve Saddam üzerinde çalışırken elde ettiğim bulguları konunun akışına göre aktarmaya başlarken, dikkat eksikliğine ya da dikkat dağılmasına karşı okurlarımı uyarıyorum... çünkü analizin içeriğindeki her bir ayrıntı kendi özel geçmiş zinciriyle yine Satanizm'in merkezine, ABD'ye bağlanmaktadır.

Irak'ın 1958 öncesini başka bir analize taksim ederken, 1960 yılında Türkiye'de Menderes'in, 1953'te İran'da Başbakan Musaddık'ın ABD-NATO tarafından devrildiğini hatırlatmak isterim; çünkü 1. ve 2. dünya savaşında yaşananlar halkların bilinçlenmesine neden olmuştu ve o savaşların bilinçli şahitleri henüz yaşıyordu, hatalarını fark etmişler ve ABD kuklası olan yönetimlerini zorlamaya başlamışlardı; sindirilmeleri şarttı...

Yine 1979'da gerçekleştirilen Masonik İran devrimi, İslam Devrimi olarak pazarlanırken, 1980'de Orgeneral Kenan Evren liderliğinde Türkiye'de din dersini okullarda zorunlu hale getirecek olan, NATO konseptli 'Yeşil Kuşak'ı  inşa emri alan 12 Eylül darbesi gerçekleşecektir.

Gazeteci Ardan Zentürk'ün, Sonsuz Ark'ta yayınladığımız 12 Eylül 2016 tarihli 'SA3417/KY37-AZ113: 12 Eylül veBrzezinski'nin Tanıklığı' başlıklı analizi gerçek bir tanıklığın fotoğrafıdır ve Zentürk şöyle anlatmaktadır 12 Eylül'ü ve 1979 İran Devrimi'ni:

"Paul B. Henze, enteresan bir araştırmacıydı. Esas olarak, Amerikan hükümeti çalışanıydı. 29 Ağustos 1924’te doğdu, 19 Mayıs 2011’de öldü. 2’nci Dünya Savaşı’nda Avrupa’ya ayak basan ABD ordusunda görev yaptı. 1960’larda Etyopya, 1970’lerde de Türkiye’de CIA “istasyon şefi” olarak görev yaptığı biliniyor. Tüm yaşamı boyunca, Soğuk Savaş yıllarından bu yana, Dr. Henry Kissinger ile Amerikan ulusal stratejisine yön veren Zbigniew Brzezinski ile aynı rotada yürüdü. Dönüp arşivlerime baktım. Henze ile ilk söyleşimi 18 Ekim 1983 tarihli Tercüman Gazetesi’nde yayınlamışım. Devamında, Türkiye ile en az Kafkasya ve Etyopya kadar ilgili bu “ilginç kaynakla” bir kaç kez daha söyleşiler yayınladım. Sonuncusu 1988’de Güneş gazetesinde yer aldı. İlk söyleşide Papa’ya suikast olayını değerlendirmiştik, sonuncusu Afganistan’da o sırada sürmekte olan Sovyet işgali ve yükselen Müslüman Mücahid direnişinin zamanla Orta Asya’ya etki yapıp yapmayacağına dönüktü.


Söyleşiden sonra ki sohbet ise bugünün Türkiyesi'ni yakından ilgilendiriyor. Kendisine, 12 Eylül Darbesi ile ilgili dönemin ABD Başkanı Carter’ın Ulusal Güvenlik Başdanışmanı Zbigniew Brzenski’yle bu işin doğrudan içinde olduğuna ilişkin iddiaları hatırlatınca şöyle konuştu:


“İstersen, detaylardan uzaklaşıp, esasa girelim. Türkiye’nin geleceğiyle ilgili kararlar, 1979’da Guadeloupe’da yapılan dörtlü batı zirvesinde alındı. Başkan Carter, İngiltere Başbakanı James Callaghan, Almanya Başbakanı Helmut Schmidt ve Fransa Cumhurbaşkanı Valery Giscard d’Estaing ile bir araya geldi. Ana konu Amerika ile Sovyetler arasında süren yumuşama ve nükleer silahsızlanmaydı, ama iki önemli konuda karar alındı. Birinci İran, diğeri de Türkiye’nin geleceğiydi...”


“Brzezinski, Avrupa’da esen havaya sonuna kadar direndi ve ABD’nin ne yapıp edip İran’daki Humeyni Devrimi’ni durdurması gerektiğini savundu. Carter bu konuda ne yapacağını bilemiyordu. Avrupalılar ve Amerikan Dışişleri Bakanlığı, İran halkının Şah’ı istemediğini, Amerika’nın direnmesi halinde ülkede iç savaş çıkacağını, İran’ın parçalanması halinde de bir bölümünün Sovyet denetimine gireceğini savunuyorlardı. Sonunda, Humeyni o sırada Fransa’da yaşadığı için d’Estaing’e İran’daki muhtemel komünist ayaklanmayı bastırması koşuluyla İran Devrimi’ne yeşil ışık yakması söylendi. Zirveden bir ay sonra da Şah İran’dan kaçtı. Zirve liderleri, İran’ın Sovyet denetimine girmesi riskine karşı Humeyni’yi tercih etti.” (Sonsuz Ark'ın Notu: İran Devrimi etiketiyle yayınladığımız 2013 yılında gizliliği kaldırılmış belgelerle ABD-Avrupa-İsrail-Humeyni işbirliğini somut olarak görebilirsiniz)


“Zirvede Türkiye de bütün yönleriyle ele alındı. Ülke ekonomisi çökmüştü. İç savaş benzeri bir durum yaşanıyordu. İran Devrimi’nin kaçınılmaz görüldüğü bir ortamda Türkiye’nin stratejik NATO müttefiki olarak ayaklarını yere sağlam basması gerekiyordu. Bu çerçevede iki kişiye görev verildi. Almanya eski Maliye Bakanı Hans Hermann Matthöfer Türk ekonomisinin IMF desteğiyle düzelmesi için özel bir program hazırlayacaktı. Zbigniew Brzezinski de Türk iç siyasetinin istikrara kavuşturulması için görevlendirildi. Ben Brzezinski’nin yardımcısı olarak görev yapıyordum, konu benim masama geldi. Matthöfer’in programı, Demirel hükümeti tarafından 24 Ocak 1980’de açıklandı, işin başına Özal getirildi. Fakat iç siyasette istikrar sağlanamayınca programın uygulanması da giderek imkansız hale geliyordu. Demirel ve Ecevit istikrar için gerekli adımları atamayıp çatışmalar artınca ordu darbeyi yaptı. Bu gelişmeyi bekliyorduk.”


Aslında bu açıklamalar, 12 Eylül’ün Washington tarafından “desteklendiğini” göstermesi açısından önemli. İran Devrimi’nin yaşandığı, devamında Sovyetler Birliği’nin Afganistan’ı işgal ettiği bir dönemde, belli ki, NATO’nun “büyük başkentleri” Türkiye’nin şu veya bu şekilde istikrarı yakalamasının böyle bir uygulamadan geçtiğine inanmışlar.


Brzezinski’nin Pakistan’ı 1977-1988 yılları arasında yöneten askeri diktatör Ziya ül-Hak’a açık destek vermesi, 12 Eylül Darbesi’nin lideri Evren ile Ziya ül-Hak’ın “kardeşçe ilişkileri” bir tesadüf olabilir mi?"  Sonsuz Ark (5)


İran'daki Devrim'in neden Masonik olduğuna dair kanıtları, yeni yayınlanmış belgeler ışığında Sonsuz Ark'ta 10.06.2016 tarihinde yayınladığımız
'SA3025/TG195:Amerika ve Humeyni Arasındaki Gizli İlişkiler-I' başlıklı çeviriye yazdığım giriş notunda şöyle değerlendirmiştim:

"Sonsuz Ark, Tamer Güner'in yaptığı çevirileri yayınlayarak Humeyni ve İran Devrimi'nin masonlarla olan ilişkisini ortaya koymuş, İslam Devrimi diyerek maskelenen ABD ve İsrail kuklası bir yönetim demek olan Humeyni ve Ayetullahlar yönetiminin bütün müslümanların umutlarını çalmak ve müslümanların parçalara ayırarak yönetilebilir ve sömürülebilir olarak kalmasını sağlamak için inşa edildiğini iddia ve ispat etmiştir. Aşağıdaki analiz Humeyni-ABD ilişkisine dair daha somut kanıtlar sunmaktadır."  Sonsuz Ark (6)

(Ayrıca bakınız Seçkin Deniz  SA5428/SD860: İran Halkı'nın Uzun Aldatılma Hikayesi ) Sonsuz Ark (7)


Irak'ta olayların tarihsel dizinini ve Irak'ın hainleri ile ilgili somut verileri şu şekilde derledim;

Saddam Hüseyin

1958 yılında gerçekleşen kanlı darbe ile Kral II.Faysal öldürülüp, Cumhuriyet ilan edildi. General Abdülkerim Kasım cumhurbaşkanı oldu.

Irak'la adı özdeşleşen, El Hatap aşiretine mensup olan 28 Nisan 1937'de Irak'ın Tikrit şehri yakınlarında bulunan El Avca köyünde doğan Saddam Hüseyin bu cumhuriyet için hazırlanmış durumdaydı.

Hikayesi şöyle;

Saddam Hüseyin doğumundan kısa bir süre sonra dayısı Hayrallah'ın yanına gönderildi. 1956 yılında dayısı tarafından askeri akademiye girmesi için teşvik edildi ancak sınavlarda başarısız oldu. 1957'de Baas Partisi'ne girdi. 1959'da dönemin Irak Başbakanı Abdülkerim Kasım'a karşı düzenlenen başarısız suikast girişimine katıldı. Daha sonra Suriye'ye, oradan da Mısır'a kaçtı. Bu dönemde Kahire Üniversitesi'ne girerek hukuk alanında eğitim aldı. 1963'de Bağdat'a geri dönerek dayısının kızı Sacide Talfah ile evlendi. Aynı yıl içerisinde mareşal Abdüsselam Arif'in Baasçılara karşı düzenlediği darbe sırasında tutuklandı ve hapse gönderildi. 1967 yılında cezaevinden kaçarak Baas Partisi'nin liderlerinden biri oldu. 1969'da Devrim Komuta Konsey'nin başkan yardımcılığı vazifesine getirildi. Kuzeni olan dönemin Devlet Başkanı Ahmed Hasan el-Bekr'e de en yakın kişilerden biri olarak ülke yönetiminde söz sahibi oldu. 16 Temmuz 1979 tarihinde Bekr'in sağlık gerekçeleriyle istifası üzerine makamını devraldı. Yeni Akit (8)

Barzani Ailesi ve Kürtler

Bir dönem Erdoğan'la eşgüdümlü olarak 'Çözüm Süreci' devam ederken Kasım 2013'te Diyarbakır'a gelen Barzani 2017 yılı itibarı ile salt Kürtçülük üzerinden inşâ edilen bir dil kullanmaya başlamıştı, eş zamanlı olarak Türkiye iç siyasetinde Barzani karşıtı dili yaymaya çalışanlar vardı, Barzani, kendisi üzerinden Kürtçülük yapanlara karşı Türkçülük yaparak Türkiye'yi 15 Temmuz öncesi parçalanmaya hazırlamaya çalışanlarla ortak çalıştı.

Referandum sürecinde IKBY'de paylaşılan ve Türkiye'nin güneydoğusunu da içeren harita artık Barzani'nin safını netleştirmişti. Barzani, ABD, Avrupa ve İsrail'in arzuladığı bir şekilde bütün bölge ülkelerine meydan okuyarak büyük bir kaosun tam içine girmişti... Bunun bedelini de kullanılarak bir kenara fırlatılmak olarak ödeyecekti...  Barzani'nin babasının halen Trump'ın danışma kurulunda olan Kissinger tarafından kullanılma biçimi de aynıydı...

Sonsuz Ark'ta yayınladığım 20.03.2018 tarihli, 'SA5821/SD925: Kürtlerin Yolu, Barzani'nin Afrin Yası ile Örtüşmüyor' başlıklı analizim bu konuda birçok detay içeriyor:

Gazeteci Serdar Turgut, 19 Eylül 2017 tarihli Habertürk'te, gazeteci Daniel Schorr'ın açığa çıkardığı bir belge ile ABD'nin Kürtlere ihanetini kanıtlamış, belgenin 7 Nisan 1991 tarihinde Washington Post Gazetesi’nde “Background to Betrayal” (İhanetin Perde Arkası) başlığıyla yayınlandığını yazmıştı ve uyarmıştı:

"Mesud Barzani’nin babası Mustafa Barzani, “Eğer mümkün olabilseydi 51’inci eyaleti olmak isterdim” diyecek kadar Amerikan yanlısıydı ve ABD’ye çok güveniyordu. Başkan Nixon ve Ulusal Güvenlik Danışmanı Henry Kissinger, iyi ilişkiler içinde oldukları İran Şahı’na yardımcı olmak için Irak’ta rejim aleyhine bir Kürt ayaklanması başlattılar. 


Gizli belgelerden öğreniyoruz ki, bu türlü gizli operasyonlarda şeytani bir zekâya sahip olan Kissinger, İsrail aracılığıyla para ve silah yardımı yaptırdığı Kürtlerin tamamen güçlenip yönetimi ele geçirmesini değil, sadece Irak yönetimini zor duruma sokmak ve istikrarı bozmak istiyormuş. Bu nedenle defalarca yalvarmalarına rağmen Kürtlere gereken düzeyde yardım göndermemiş. Bu arada hem Kürtlerden hem de Irak tarafından binlerce insan savaşta ölüyormuş.

Bu operasyonu o dönemde devlette sadece CIA Başkanı olan ve daha sonra İran’a büyükelçi atanan Richard Helms ve özel görevli Hazine Bakanı biliyormuş. Yönetim, Hazine Bakanı John Connally’yi, Irak hakkında bilgi vermek için gizli biçimde Tahran’a da yollamış. Ancak aynı yılın 5 Mart’ında İran ile Irak yönetimleri anlaşınca Kürtler ortada kalmışlar ve Irak yönetimi öcünü almaya başlamış. Yine birçok Kürt ölmüş. Washington’a sürekli yardım çağrıları geliyormuş. Kissinger, “Bu bir ulusal güvenlik operasyonu, hayırseverlik yardımı değil” diyerek savaşa soktuğu Kürtlere yardım ettirmemiş. Devletin elindeki belgede bunlar da var. O günlerde yaklaşık 200 bin Kürt, Irak’tan İran’a kaçmak zorunda kalmış. Mustafa Barzani, kanser olup tedavi için CIA tarafından Cleveland’daki Mayo Kliniği’ne getirildiğinde bu ihanet konusunda konuşmaması için “ikna” edildi. Ve CIA merkezine çok yakın olan bir evde ölünceye kadar Amerikalıların ihaneti hakkında bir şey söylemedi. Oğlu Mesud’a bir şey söyledi mi bilinmiyor, ama Mesud hâlâ olanları bilmiyorsa umarım bugünlerde bu tarihi hatırlasa iyi olacak."  Sonsuz Ark (9)

Yine Sonsuz Ark'ta yayınladığımız, 28 Ekim 2017 tarihli, 'SA5074/KY64-ZTK23: ABD'de Irak'ta Gözden Çıkarılabilir Aktör'e Dönüştü' başlıklı analize yazdığım giriş notunda şöyle yazmıştım:

"Aşağıdaki çeviride siyasî değeri çok yüksek bir yakın tarih tanıklığını ya da kaotik bir suçun resmî itirafını okuyacaksınız. Dikkat edin, bu anlatılanlar uzun süredir yazdığımız, varsayımsal sanılan tezlerimizin gerçekliğini kanıtlıyor. Tek tek tane tane bu resmî tanıklığı okuyacaksınız: "Irak nasıl mezhep terörüne sürüklendi, sünni taban nasıl IŞİD'e hazır hâle getirildi, İran nasıl Bağdat'ı Pers İmparatorluğu'nun başkenti ilan etti, Barzani nasıl kumar oynadı, ABD tekrar tekrar Barzaniler'e nasıl ihanet etti, Türkiye'nin  dönem politikası nasıldı, şimdi ne oluyor, ABD neden İran'ı tekrar sınırlarına çekilmeye zorluyor ve bütün bu kan kokan topraklarda ABD neden her şeyden sorumlu, Irak Başbakanı Ibadi neden ABD'nin adamı?"


Analiz şu itirafları içeriyordu:


"Saddam Hüseyin’in Tahran’ın toprak taleplerini kabul etmesi karşılığında İran Şahı’nın Kürtlere desteği bir anda kesmesinin ardından 1975’te o en yardıma muhtaç olduğu anda ABD’nin babasını nasıl yalnız bıraktığını hiç unutmadı. Molla Mustafa Barzani ABD’den yardım istemiş, Henry Kissinger bunu reddetmiş ve Kürt isyanı böylece çökmüştü. Emma Sky (İşgalin ardından Kerkük vilayet koordinatörü (2003-2004) ve Amerikan Birlikleri Komutanı General Raymond T. Odierno’nun siyasi müşaviri (2007-2010) olarak Irak’ta görev yaptı. “The Unraveling: High Hopes and Missed Opportunities in Iraq” kitabının yazarı) The Atlantic, 18.10.2017.
Sonsuz Ark (10)

Sistani

İran asıllı Iraklı Şii lider Ayetullah el Uzma Seyyid Ali Sistani, Irak'ın işgali öncesi Amerika'dan 200 milyon dolar yardım aldığını itiraf etti.

Amerikalı neoconların en şahinlerinden ve Irak'ın işgali sırasında ABD Savunma Bakanı olan Donald Rumsfeld'in anılarını kaleme aldığı kitabında Sistani'ye 1987 yılından bu yana Kuveyt’teki Cevad el Mihri aracılığıyla milyonlarca dolar para yardımı yapıldığını söylemesi üzerine, bu parayı alıp almadığı yönünde yazılı olarak yöneltilen soruya Sistani'den olumlu cevap geldi.

"Son dönemlerde sizin liderliğinizdeki dini merciiyetin Amerikalılardan işgalin kolaylaştırılması ve işgal aleyhine fetva verilmemesi karşılığı 200 milyon dolar aldığı yönünde söylentiler dolaşıyor, bu konuda görüşünüz nedir?" şeklindeki soruya Sistani, "Evet, bu mahrum halkın fakirleri ve muhtaçları için bu meblağ alındı" diyerek cevap verdi. Sistani'nin ofisinin mührünü taşıyan belgede cevabın altında 7 Cemaziyelevvel 1432 (yaklaşık bir hafta önce) yazıyor.

Rumsfeld, Amerikan işgaline destek olması karşılığı Sistani'ye para verilmesi olayını kitabında şu şekilde anlatıyor: 

“Irak’taki arkadaşlarımıza ve elbette bunların başında müttefikimiz olan Sistani’ye Amerika Birleşik Devletleri’ne razı olması için 200.000.000 (ikiyüzmilyon) Amerikan doları tutarında hediye verdik. Kuveyt aracılığıyla Sistani’ye verilen bu hediyenin ardından ilişkilerimiz oldukça gelişti ve gelişti. Sistani’nin hediyeyi aldığı yönündeki bu haber Başkan Bush’a ulaştı ve kendisi bilgilendirildi. Bunun üzerine Sistani ile ilişkiler ofisi adlı bir birimi CIA bünyesinde açmaya karar verdik.


Başkanlığına deniz kuvvetlerinden emekli general Simon Yolande'ın atandığı ofis aracılığıyla bilgi alışverişinde bulunma ve irtibatın sağlanması hedeflenmekteydi. Açılan bu ofis tüm ciddiyetiyle çalışmalarını yürüttü. Karşılıklı ilişkilerin meyvelerinden birisi de Sistani’nin yayımladığı fetva idi. Kuveyt sınırına kadar uzanan müttefik güçlere karşı direnmemeleri yönünde Şiilere ve müntesiplerine fetva yayımladı."  Timetürk (11)

(Ayrıca bakınız Sistani http://blog.milliyet.com.tr/ayetullah-el-uzma-seyyid-ali-el-huseyni-el-sistani/Blog/?BlogNo=547903 (12)



Kürt asıllı Şeyh Abdülkerim Kesnizani-Kesnizani Tarikatı- İzzet El Duri

(Başkanı Sorgulamak-Saddam Hüseyin'in Sorgusu kitabında John Nixon bu yapıdan bahsetmemektedir)


Timetürk'ten alıntıladığım metin:

Bağdat savaşmadan teslim edilmişti Amerikan askerlerine. Tarih 10 Nisan 2003'ü gösteriyordu. Teslimatı yapan, gerçekte Irak'ta herkesin bildiği ama ortalıkta gözükmeyen KESNİZANİ tarikatıydı. Tarikat 'körfez savaşı'ndan sonra Saddam'ın etrafını örümcek ağı gibi sarmıştı. Saddam'ın karısı, çok güvendiği generalleri ve istihbarat kuruluşlarının başındakiler... Hepsi tarikat 'müritleri'ydi. Tarikatın Mossad'a çalıştığı ortaya çıkmıştı.

Ramazan Kurdoğlu’nun “Hollywood ve Kabala’nın 13. Havarisi Evanjelizm (syf. 292-296)” adlı kitabında Kesnizani Tarikatı şöyle anlatılıyordu:

Küresel senaristlerin, öncelik BOP bölgesi olmak üzere bütün dünyayı film setine dönüştürdükleri artık herkesçe kabul ediliyor. Esas "yönetmen" koltuğunda oturan, en tepedeki ezoterik örgüt dahi filmin sonunu net olarak bilmiyor. Bu filmin "Irak seti"nde neler oldu, olacak ?

"Yeni Dünya Düzeni"nde dünyevi olanla, uhrevi olan, masalla gerçek, efsane ile hayatın kendisi birbirine girmiş durumda. Ekonomik hedefler ile mistik hedefler adeta "Nano" teknolojinin geliştirdiği olağanüstü bir manipülasyon robotu olarak birbirinin içine geçmiş halde çalışıyor. Mezopotamya Saddam'dan kurtulmakla zulümden kurtulamadı. Sümer, Akad, Babil, Hitit, Frig, Asur, Elam, Roma, Arap, Türk kimler gelip geçmişti bu coğrafyadan.

Şimdi de Atlantik'in öteki yakasından gelenlere, ABD'ye, Irak adeta altın tepside teslim edilivermişti. Herkes "Esas savaş Bağdat'ta olacak" derken, Bağdat savaşmadan teslim edilmişti Amerikan askerlerine. Tarih 10 Nisan 2003'ü gösteriyordu. Teslimatı yapan, gerçekte Irak'ta herkesin bildiği ama ortalıkta gözükmeyen KESNİZANİ tarikatıydı. Tarikat "körfez savaşı"ndan sonra Saddam'ın etrafını örümcek ağı gibi sarmıştı. Saddam'ın karısı, çok güvendiği generalleri ve istihbarat kuruluşlarının başındakiler... Hepsi tarikat "müritleri"ydi.

Kesnizani tarikatı, MOSSAD ve CIA tarafından Saddam'ı içten yıkmak, Irak'ı kolayca teslim almak için organize edilmişti. Saddam 33 yıllık diktatörlüğünde, Babil'in üç-dört bin yıllık geleneğinden gelen karşı ihtilal, suikast vartalarını atlatmıştı. Ancak "tarikatın" metodu hepsinden farklıydı.
Tarikatın "müritleri" Saddam'ın en yakınında olanlardı. Onun her hareketini, her adımını an be an tarikat şeyhinin oğlu Nehru'ya aktarıyorlar, sonra da bilgiler kuş olup MOSSAD ve CIA istasyonlarına doğru uçuyordu.

Anlamı, "Kimsebilmez" olan Kesnizani, bir Kürt aşiretinin adı. Süleymaniye civarında yerleşik. Tarikatın lideri Kürt asıllı Şeyh Abdülkerim Kesnizani. Kendisi sıradan bir tekke şeyhi iken, ölünce yerine oğlu Muhammed geçmiş. Şeyh Muhammed Abdülkerim Kesnizani, zikirden ziyade, siyasete meraklıydı. Müritlerine de Kur'an eğitimi yerine adını zikretmeden Kabala öğretilerini / mistisizmini anlatıyordu. Şeyh Muhammed'in kendisi ortalarda pek görünmüyordu. Medyatik değildi. Zaten medya, efsaneleri kolay öldürürdü. Onun ismi Irak'ta efsane haline gelmiş / getirilmişti.

Şeyh Muhammed Kerkük'e bağlı Çamçamal ilçesinde doğmuş, Bağdat Üniversitesi İktisadi Bilimler Fakültesi'ni bitirmişti. Saddam yakalandığında Şeyh Efendi 60. yaşını kutluyordu.

Kesnizani tarikatı, baba Abdülkadir zamanı da dahil, Saddam'a bağlılıkta kusur etmiyordu. Kürt, Türkmen, Arap rejim muhalifleri anında BAAS Partisi istasyonlarına bildiriliyordu. Şeyh'in Gandi ve Nehru adındaki iki oğlundan Gandi 1980'li yıllarda faili meçhul bir cinayete kurban gitmişti.

Şeyh Muhammed kitap yazmaktan da geri durmamıştı. Tarikatın dönüşümü şeyh efendinin etrafındaki İslam alimlerince, gerçekte MOSSAD ajanı hahamlarca hızlandırılmıştı. Şeyh'in kitabı, Kabala öğretilerini İslam mistisizmi adı altında imanlı müritlerin beyinlerine ve kalplerine ince-ince enjekte etmek için başucu kitabı olarak kullanılmaktaydı. Müritlere MOSSAD'ın hahamlıktan tövbekar hocaları ders veriyordu.

Dönüşüm etkisini göstermiş, bir Kürt tarikatı olan Kesnizanilik Türkmenler ve Araplar arasında da kendisine müritler edinmişti. Tarikatın ritüeli arasına kanlı gösteriler de sokulmuştu. Kan ve acı ruhi olgunlaşmanın yollarından biriydi.

Zaman zaman müritler işin ölçüsünü kaçırıyorlar ve kendilerini muhtelif kesici aletlerle ağır yaralıyorlardı. Bu durumlarda da şeyh veya halifesi, yaralı yere tükürüğünü sürüyor, sıvazlıyordu. Mürit acıyı hissetmiyor veya "hissetmiyormuş gibi" davranıyordu.

Tabii ki bu gösterilerde, azımsanmayacak sayıda mürit ölüyordu. Şeyhe göre ölenler, yeterli "cezbe" haline, yani bir nevi transa ulaşmadan kendilerine bıçağı saplıyorlardı, bu ise onların ölümüne sebep oluyordu. Yoksa şeyhin kerametinde bir problem yoktu.

Aslında tarikatın kanlı gösterilerinin hedefi Irak ordusuydu. Vücudunun muhtelif hayati bölgelerine kasatura, bıçak, kurşun girip de ölmeyen müritler efsanesi Amerikalı ve İsrailli kafirlerle savaşmaya hazırlanan askerleri oldukça etkilemişti.

Öncelikle generaller ve subaylar Kenizani tarikatının müritleri haline getirildiler. Genelkurmay Başkanı Mareşal Ayat Fetih El Ravi, Genel Askeri İstihbarat Başkanı Mareşal Vefik El Samarayi, Hava Kuvvetleri Komutanı Mareşal Hamid Şaban, hepsi Şeyh Muhammed Abdülkerim Kesnizani'nin ayağını öperek müritleri arasına girmişti.

Irak'ın acımasız El-Muhaberat'ının sivil-asker elemanları da tarikatın müritleri olmuşlardı Müritler arasında bir isim vardı ki, Saddam'dan sonra BAAS'ın en kudretlisiydi : İbrahim İzzet El Duri. Duri bütün karanlık odaklarla ilişki kuruyor, Saddam'ın bütün pis işlerini organize ediyordu. Duri, şeyhin ayağını öpenler arasına çoktan dahil edilmişti.

Öte yandan Saddam'ın karısı Sacide Hayrullah, Saddam'ın kardeşleri Vatban ve Barzan ile oğlu Uday da müritler arasındaydı.

Birinci Körfez Savaşı'nda Baba Bush, Bağdat'ı işgali reddetmişti. İsrail bu duruma çok bozuldu. Zaten uzun yıllardır Kuzey Irak Kürtleriyle temasta olan İsrail işi şansa bırakmak niyetinde değildi. Irak hızlı bir şekilde parçalanmalıydı. Gözüne kestirdiği Kürt tarikatı Kesnizanilik üzerinden Irak'ın İslami hayatını kontrol altına alacaktı.

Yani MOSSAD damardan girecekti. Ne de olsa önlerinde Birinci Dünya Harbi öncesi ve sonrasında İngilizlerin uyguladığı ve başarılı olduğu Vahabilik vardı, Lavrens vardı. Birinci Körfez Savaşı'ndan sonra, MOSSAD Kesnizani tarikatının önde gelenleriyle muhtelif yollardan temasa geçti ve ilişkileri hızla geliştirdi. Öncelikle Irak Devleti'nin mekanizması içinde yer alanlar, medya mensupları uhrevi yollardan ikna edilemezlerse MOSSAD'ın cömertçe tarikata aktardığı dolarlarla ikna ediliyor, mürit yapılıyordu.

Şeyh Muhammed ve oğlu Nehru, MOSSAD'ın cömertliklerine karşılık olarak, ufak tefek jestler yapıyorlardı. Saddam'ın yatak odası dahil, istihbaratçı müritlerden derlenen bilgiler oğul Nehru'da toplanıyor, Nehru da bunları MOSSAD'a aktarıyordu.

Kadınlar, kumar ve içki Nehru'nun asıl ilgi sahasıydı ; MOSSAD ajanları için de bunların tedariki çocuk oyuncağı. Açıkçası din ve tarikat Nehru'nun umurunda bile değildi. Artık Saddam ve çevresinde neler olup bittiğinden Keznizani tarikatı ve şeyhi vasıtasıyla MOSSAD anında bilgi sahibi oluyor ve gereği yapılıyordu.

Tarikatın içine MOSSAD iyice yerleşmişti. Şeyh adına rahat rahat operasyon yapar hale gelmişti. Kısaca, güneyde Şii Müslümanlar kuzeyde ise Türkmenlerin büyük çoğunluğu hariç sivil Araplar, Kürtler ile Irak devlet mekanizmasını elinde bulunduranlar Kesnizani tarikatı kullanılarak MOSSAD ve CIA tarafından devşirilmişler ve psikolojik harbin kurbanı olmuşlardı.

Saddam en yakınlarının bile tarikat tarafından mürit yapıldığını, her hareketinin CIA ve MOSSAD'a ulaştırıldığını fark ettiğinde iş işten geçmişti. Söylenen o ki, Saddam Irak'ın işgalinden birkaç ay önce durumu fark etmiş, karısı dahil, yakın çevresini etrafından uzaklaştırmıştı. İntikam almaya hazırlanıyordu. Derken Amerikan, İngiliz birlikleri Irak'a saldırdılar. Güneyde müthiş bir direnişle karşılaştılar.

Dünya medyası, bu arada Türk medyası, akademisyen, emekli asker strateji uzmanları asıl savaşın Bağdat ve çevresinde olacağını dile getiriyorlardı. Bir de Amerika'nın bu kadar az sayıda birlikle Bağdat ve çevresindeki direnişi kıramayacağını söylüyorlardı.

Halbuki Bağdat ve çevresi Saddam'ın askerleri tarafından hiçbir direnç gösterilmeden Amerikan askerlerine teslim ediliverecekti. Niçin böyle olmuştu?

Tarikat yoluyla Irak devlet mekanizması devşirilmişti. Şeyh Muhammed müritlerine Amerikan askerlerine direnmemelerini öğütlemişti. Şeyhin emrindeki mürit generaller vatanlarının bağımsızlığı için savaşmak yerine Şeyh Muhammed'in emrine uydular. Bu arada İzzet El Duri de boş durmamış, Bağdat'ın kuzeyini de o teslim etmişti Amerikalılara. Şeyhin isteğinde mutlaka bir keramet vardı.

Bağdat Bağdat olalı böyle bir şerefsizlik görmemişti. Ancak bir benzeri Babil'de olmuştu. Babil, Pers Kralı Kyros'a savaşsız olarak teslim edilmişti. Bugün Şeyh Muhammed'in liderliğindeki Kesnizani tarikatı Irak'ta devletin ve siyasetin tam orta yerinde faaliyetine devam ediyor. Timetürk (13, 14)

Ahmed Çelebi


2003 ABD'nin Irak'ı işgali sonrası Irak Ulusal Kongresi’nin başkanlığını yürüttü.


Zengin bir aileden gelen, laik ve Şii bir siyasetçi olan Ahmet Çelebi, Saddam Hüseyin'in iktidarda olduğu yıllarda uzun süre İngiltere'de ve ABD'de sürgünde yaşamıştı. Ahmet Çelebi, eski Irak lideri Saddam Hüseyin'in devrilmesi için ülkesinin işgal edilmesini gerektiğini savunmuştu. Çelebi, Irak'ın kitle imha silahlarına sahip olduğunu söyleyerek ABD'ye yanlış bilgi vermiş, daha sonra Amerikalıları kandırdığını itiraf etmişti.


Irak'ın 2003'te işgalinin ardından, ABD'de Bush yönetiminden birçok isim Çelebi'nin Irak'ı yönetmesi gerektiğini söylemişlerdi. Çelebi hem geçici Irak yönetiminde petrol bakanı olarak görev yapmış, hem de Baas Partisi yetkililerinin yönetimden uzaklaştırılması politikalarının uygulayıcısı olmuştu. Ancak ABD'nin Irak'ta işgal sonrası yaşadığı sorunlar yüzünden, Washington yönetimi nezdinde gözden düşmüştü.


BBC muhabiri Jim Muir ise Ahmet Çelebi'nin Irak siyasetinin en tartışmalı ve renkli figürlerinden biri olduğunu söylüyor. Jim Muir, Çelebi'nin Amerikalıları, ülkesinin işgalinde ve düşmanı Saddam Hüseyin'in devrilmesinde oynadığı rol nedeniyle hiçbir zaman pişmanlık duymadığını söylüyor. 


Muir'in dikkat çektiği bir diğer nokta da, Çelebi'nin Irak'ta, hem Araplar hem de Kürtler ile arasının iyi olması, ABD'nin tavrına karşın İran'la da iyi ilişkilerini koruması.Jim Muir'e göre Çelebi Bağdat'ta, Irak'ta farklı gruplar arasında köprü olabilecek az sayıda liderden biri olarak özlenecek. (BBC, 3 Kasım 2015. (15)


Çelebi’nin Washington’daki yakın dostları arasında Savunma Bakanı Yardımcısı Paul Wolfowitz, Pentagon Savunma Kurulu Başkanı Richard Perle, Pentagon Ortadoğu masası üyeleri Peter Rodman, Douglas Feith, David Wurmser, Micheal Rubin sayılabilir. Çelebi’nin kabine dışındaki çevresinde Washington’a yakın düşünce kuruluşlarından Washington Institude for Near East Policy (Washington Yakındoğu Politikaları Enstitüsü) ve İsrail sağına yakınlığı ile bilinen Jewish Institude for National Security Affairs (Yahudi Ulusal Güvenlik Enstitüsü) ve New Republic editörlerinden Martin Peretz gibi “neo-konservative” (yeni kuşak muhafazakarlar) önemli isimler bulunuyor. 


Ancak Çelebi’ye en çok güvenen isimler çok daha ilgi çekici: Savunma Bakanı Donald Rumsfeld ve Irak savaşını “4. Dünya Savaşı’na” benzetmesiyle dikkat çeken CİA eski Başkanı James Woolsey. Çelebi aynı zamanda bir İngiliz vatandaşı.    


1945’te varlıklı Şii bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Çelebiler, Birinci Dünya Savaşından sonra İngiltere tarafından başa getirilen Haşimi Hanedanına çok yakın durmuş bir aile. Dedesi dokuz kere kraliyet kabinesinde bakanlık, baba Çelebi ise Irak Senatosu başkanlığı yapmıştı. Bankacı olan ailesi 1956’da Irak’ı terk ederek, İngiltere’ye yerleşti. Ahmed Çelebi, lisans derecesini Massachusetts Institute of Technology’de (MIT), doktorasını ise University of Chicago’da aldıktan sonra American University of Beirut’ta uzun yıllar matematik profesörlüğü yaptı.


1977’de Ürdün Prensi Hasan’ın daveti üzerine yerleştiği Amman’da PetraBank’ı kurdu. 1990’da Kral Hüseyin bankayı, Ürdün Merkez Bankasından 167 milyon doları kendi hesabına geçirdiği iddiasıyla kamulaştırdı. 1992’de Ürdün’de gıyabında yargılandı, ve 22 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Hudson Enstitüsü’nden Max Singer’in makalesine göre, Çelebi Ürdün’den Prens Hasan’ın kişisel olarak kullandığı arabanın bagajına saklanarak, gizlice kaçtı. Her ne kadar Çelebi PetraBank olayını Kral Hüseyin’in Saddam’a gayrımeşru silah satışını örtbas etmek için kullandığını söylesede PetraBank olayı hala gizemini koruyor. 


Financial Times’ın haberine göre, Çelebi’nin bu olaydan kendi hesabına 100 milyon dolar geçirdiği ve bu parayı Irak Ulusal Kongresi için kanalize ettiği biliniyor. ABD Dışişleri Bakanlığı, Irak Ulusal Kongresi’nin muhasebe uygulamalarını bu nedenle teftişe almıştı.


Kuzey Irak’ta Kürtler’le 1996’da giriştiği başarısız darbeden sonra Çelebi güç yitirdi. CIA’nin destek vermemesi ve Barzani’nin son anda saf değiştirmesi sonucunda, Saddam güçleri, Irak Ulusal Kongresi’nin Erbil’deki merkezlerini yerle bir etmiş, içinde Kongre üyelerinin de bulunduğu yüzlerce Kürt’ü infaz etmişti. 1998’de ABD eski Başkanı Bill Clinton başta Çelebi olmak üzere, Iraklı muhalif gruplara Saddam’ı devirmeleri şartıyla 100 milyon dolar vermişti. Daha sonra Irak Ulusal Kongresi, paranın nasıl paylaşılacağı üzerine örgüt içi anlaşmazlıklar dolayısıyla liderlik bunalımı yaşamıştı.


Londra ve Washington’da lobi şirketi olan, Çelebi karizmatik, kararlı, kurnaz ve tartışmalı kişiliği ile tanınıyor. Kimileri tarafından Irak Ulusal Kongresi’ni kendi kişisel çıkarları için kullanmakla eleştirilen Çelebi, “misyonunun Irak’ta Saddam’ın devrilmesiyle biteceğini” söylemişti (Alman Die Zeit gazetesi röpörtajı).

Aynı konuşmasında, Saddam sonrası Irak’ta yapılması gerekenin, Irak’taki tüm muhalif ve etnik unsurların federatif şemsiye altında birleştiği demokratik bir oluşumun gerçekleştirilmesi olduğunu söylemişti. Savaşın başlatılması için yıllardır lobi faaliyeti yapan Çelebi, ABD Kongresi’nin bir kanadından ve Pentagon’dan büyük destek görüyor. Ancak Irak içinde tabandan fazla destek bulmadığı da biliniyor. Arap kamuoyu hareketin eski gücünü yitirdiğini; hatta Çelebi’nin Amerikan kuklası olmakla suçlayan ciddi bir kamuoyu da mevcut. Ancak savaş sonrası Irak’ta Çelebi’nin Washington’daki çevresini harekete geçirebileceği tahmin ediliyor. NTV (16)


Nuri El Maliki

Nuri Kamil Muhammed Hasan el-Maliki, Irak başbakanlığı görevinde bulunan Iraklı siyasetçi ve devlet adamıdır. Amerika Birleşik Devletleri ile ülkenin güneyindeki Şii topluluğunu barıştırmaya yönelik bir politika çizmiştir. ABD ile Iraklı Şii direnişçiler arasında bir denge politikası kurmaya çalışmıştır.


Nuri El Maliki 1950 yılında Babil eyaletinde, el Hindiyye (Tuveyrih) kazasına bağlı Cenace köyünde doğmuştur. Ben-i Malik aşiretinin üyesidir. Bağdat'ta Usul el Din Kolejinden mezun olduktan sonra Bağdat Üniversitesi Arap edebiyatı bölümünü bitirdi. Maliki bir müddet Hille'de yaşadı ve eğitim dairesinde çalışmıştır. 1960'larda Şii eğilimli İslami Davet Partisi'ne üye olmuştur..


Dedesi, Muhammad Hasan Abi el-Mahasin, şairdi ve 1920'de İngiltere sömürgesi Irak'ta kral Faysal bin Hüseyin'in eğitim bakanıydı. Maliki evli ve dört çocuk babasıdır. Arap dilinde master yaptı. Eğitim Bakanlığı’nda 1970’li yılların sonuna doğru Hille’de memur olarak çalıştı. 1979 yılında Irak’a terk ederek direk İran’a gitti. 1987 yılına kadar, yani sekiz yıl boyunca İran’da kaldı. Bu müddet boyunca Dava Partisi’nin silahlı kanadının sorumluluğunu üstlendi. O zaman askeri kanadın adı Dava Partisi şehit Sadr Alayı ismini taşımaktaydı. Askerler Ahvaz şehrindeki İran Devrim Muhafızları Tugayı kara kuvvetleri üslerinden “Ramazan” üssüne bağlı Şayur adlı ana kampta konuşlanmaktaydı. İran-Irak Savaşı esnasında Maliki’ye bağlı milisler Irak toprakları içinde eylemler yapmaktaydı. İran Devrim Muhafızlarının gözetiminde bu güçlerin gerçekleştirdiği eylemlerin direk liderliğini Maliki yürütmekteydi. Milliyet (17)


Gazeteci Ardan Zentürk, 1 Ekim 2017'de Sonsuz Ark'ta yayınladığımız 'SA4945/KY37-AZ215: Irak’ı ParçalayanBarzani Değil, Nuri el-Maliki’dir...' başlıklı analizinde şu değerlendirmeleri yapmaktadır:


"1950 yılında Şii orta sınıf bir ailenin oğlu olarak, Bağdat’ın güneyindeki Hindiya’da doğdu. Dedesi, Hasan Abdullah Muhassin, din adamı, şair ve aktivist olarak 1920’li yıllarda İngiliz işgaliyle mücadele etmiş önemli bir isimdi, onun etkisiyle siyasete çok genç yaşta girdi, 1960’lı yılların sonlarında İslami Dava Partisi’nin genç ve etkin elemanlarından biriydi.


Partinin Şii kesiminin gözüpek savaşçısı olarak Saddam Hüseyin liderliğindeki Baas hareketine karşı direnişin de önemli isimlerindendi. 1979 yılında Baas partisinin kendisini infaz edeceğini öğrenince Ürdün üzerinden Suriye’ye kaçtı, oradan, Baas’a karşı “İslami-Şii” gerilla direnişinin güçlenmesini sağlıyordu, 10 yıl sonra onu, İran’ın başkenti Tahran’da gördük... 1980 yılında Baas rejimi tarafından gıyabında idama mahkum edildi, bu durum, rejimin yıkıldığı 2003 yılına kadar sürdü, Saddam Amerikan-İngiliz ittifakı tarafından yıkıldı, o da ülkesine dönüp Irak siyasetinin en önemli ismi olarak göreve başladı...


Nuri el-Maliki, 2006-2014 yılları arasında Irak’ın kaderini çizen politikacıdır, onun yaptıkları, bugün ülkenin yaşadığı derin istikrarsızlığın ana nedeni olarak karşımıza çıkıyor.Nuri el-Maliki, başbakanlığı süresince, Irak ordusunu “Şiileştirme” programı uyguladı, İran desteğindeki Şii milis teşkilatı Haşdi Şabi’nin güçlenmesinin yolunu açtı. Şii Bedir Tugayları komutanı Hadi el-Amiri bugün de sağ kolu olarak varlığını koruyor. Sünni toplum, büyük baskı altına alındı, Sünni lider, Tarık el- Haşimi düzmece nedenlerle idama mahkum edildiğinde Türkiye’ye kaçmıştı bile... Devamında Kürtler’in üzerine yürüdü...


Nuri el-Maliki, arkasında Washington ve Tahran’ın olduğunu gördü, pervasız davrandı, Sünniler ve Kürtler’in “Irak ile gönül bağlarının kopmasına” neden oldu.2014’te DEAŞ, onun Irak’ta oluşturduğu bu kaos ve baskıcı ortamda kendine yol buldu, Sünni toplum, Şii baskısına karşı korunmanın yolunu bu kanlı terör örgütünün şemsiyesi altında bile buldu.


Irak ordusunun Şii askerleri açısından Musul “kendi toprakları değildi...” Bu nedenle DEAŞ’ın saldırısını göğüslemektense kaçmayı tercih ettiler, Ortadoğu denklemine bu kanlı örgütü sokan gelişmeler sonucunda ise ABD ve İran’dan gelen baskılara dayanamayıp yerini Haydar el-İbadi’ye bırakmak zorunda kaldı." Sonsuz Ark (18)


Irak'taki etkin 'hain' piyonların en irilerini tanıdıktan sonra ve Başkanı Sorgulamak- Saddam Hüseyin'in Sorgusu adlı kitaba geri dönelim ve Saddam Hüseyin'in Sorgusu'na katılan ilk 'CIA' ajanı-lider analisti John Nixon'u okuyalım...


Nixon, gelecekteki tarih okuyucularına ABD-CIA tarafından çarpıtılan gerçeği çarpıklıkların içinden nasıl seçebileceklerini öğreten tarihin en kanlı stratejistinden, üstadından alıntı yaparak kitabının yazılma ve yayınlanma amacını anlayanlara ya da anlayabilenlere anlatmıştır; CIA analistlerinin en büyük sorumluluklarından biri de gerçeği manipüle ederken, kendi çocuklarına gizli bir şablonla okumaları gereken gerçeği anlatmaktır.


Okuyun siz de göreceksiniz ne demek istediğimi ve bu analiz bittiğinde kitabın sakladığı her şeyi net bir şekilde göreceksiniz.


Önsöz girişinden (S.11);

"Yine de her bir katılımcı, tarih yazılırken hayati sayılabilecek en az bir katkıda bulunacaktır. Dahil olduğu kararları gerçekten etkileyen onbinlerce olası etkenden özellikle hangisinin onu etkilediğini bilir; hangi belgelerin gerçekleri kendisinin algıladığı gibi yansıttığının farkında olacaktır; hangi görüşlerin ciddiye alındığını, hangilerinin reddedildiğini ve yapılan seçimlerin gerisindeki mantığı hatırlayacaktır [...] tarafsızlık ilkesiyle yazıldığında bir katılımcının hatıratı geleceğin tarihçilerinin olayların gerçekten nasıl göründüğünü değerlendirmelerine yardımcı olabilir; bu durum, zamanı geldiğinde olayların tüm boyutlarıyla ilgili daha çok kanıt ortaya çıktığında (belki de tam o anda) gerçekleşir." (Henry Kissinger, White House Years, 1979)

Önsöz'de;

"Irak'ta aşırı İslamcılığın, başta DAEŞ adı altında yükselişi, Birleşik Devletlerin yaşı ilerlemiş ve görevden el çektirilmiş bir Saddam Hüseyin'le yaşamayı kabul etmesi halinde, karşılaşmak zorunda kalmayacağı bir felaketti" diyordu Nixon, oğul Bush'tan sonra, ABD Başkanı olan Barack Obama'nın DAEŞ'i kurduğunu bildiği halde... gerçeği çarpıtmak, tarihin akışını değiştirmeye çalışmak bu kitabın gerçek amaçlarından biriydi; Obama'dan sonra başkan olarak seçilen Donald Trump'ın ilan ettiği şekliyle, DAEŞ'i Obama kurmuştu ve Bush'un başlattığı işi sürdürmüştü. 

"IŞİD'i Obama kurdu, yardımcılığını da Clinton yaptı" demişti Trump, Ağustos 2016'da, Florida eyaletindeki Sunrise'da taraftarlarına seslendiği konuşmasında: "IŞİD'in kurucusu o. Obama IŞİD'i kurdu. Ve şunu da söylemeliyim, yardımcılığını da ezik Hillary Clinton yaptı" NTV (19)


Nixon bir yalan daha söyleyecekti yine gerçeği çarpıtarak:

"Son yirmi senenin en önemli gelişmelerinden biri de Körfez Arap ülkelerinde Vehhabi ideolojisinin yayılmasıdır. Vehhabilik Suudi Arabistan'dan çıkmış ve müsminlerin İslam'ın Hz. Muhammed zamanındakine benzeyen daha katı haline dönerek yaşamalarını amaçlayan bir ideolojidir" (S.14)

28 Mart 2018'de Veliaht Prens Muhammed Bin Selman: "Müttefikler istedi diye Vahabiliği yaydık, ipin ucunu kaçırdık" diyecekti.

ABD'ye iki haftalık bir ziyaret gerçekleştiren Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman (MbS), Washington Post'tan Karen De Young'a, 'Soğuk Savaş sırasında Washington'ın talebiyle komünizme karşı Vahabiliği yaymaya başladıkları' nı itiraf edecekti. MbS, küresel çapta cami ve medreselere yatırım yapmalarının kökenlerinin Soğuk Savaş'a uzandığını, Sovyetler Birliği'nin Müslüman ülkelerle ilişkileri ilerletmesini engellemek için müttefiklerin Suudi Arabistan'dan kaynaklarını seferber etmesini istediklerini söyleyecek, takip eden Suudi hükümetlerinin bu işle uğraşırken ipin ucunu kaçırdığını açıklayacak, sonra ''Şimdi her şeyi geri toplamamız lazım'' diyecek ve artık Vahabiliği yayma faaliyetlerinin finansmanının artık hükümet değil, Suudi merkezli vakıflar tarafından sağlandığını beyan edecekti. Star (20)


Bir hafta sonra, 3 Nisan 2018'de reformist Veliaht prens Muhammed bin Selman
The Atlantik dergisine verdiği röportajda daha da şaşırtacaktı dünyayı: 

"Suudi Arabistan'da Vahhabilik diye bir şey yok. Ülkemizde Sünni ve Şii Müslümanlar var"


Riyad yönetiminin teröre finansman sağladığı gerekçesiyle ABD'de açılan davalar hakkında konuşan İbn Selman'a göre Suudi Arabistan'ın terörü finanse ettiğine dair herhangi bir delil yok. Ancak bölgede terörü finanse eden iki yapı var: Müslüman Kardeşler ve İran. Star (21)

Nixon "Arap Baharı" olarak pazarlanan  ve tamamen CIA-MOSSAD, Rus, İranlı ve Avrupalı ortakları tarafından demokrasi arayışları çerçevesinden çıkartılarak müslüman katliamına dönen operasyonu çarpıtacaktı:

"Aralık 2010'da Arap baharı olarak bilinen demokratik ayaklanmalar Tunus'ta başlamış, 2011'de Mısır, Libya, Suriye, Yemen, Bahreyn, Suudi Arabistan ve Ürdün'e sıçramıştı. Sonrasında gelen Arap kışı, Mısır'da Askerî bir darbeyle başlayıp Libya, Yemen ve en çok da Suriye'de iç savaşlara neden olmuştu." (S.15)

1 Şubat.2011 tarihinde yazdığım "SA272/SD41: YaseminAyaklanmaları ve Mumya Diktatörler; Aslında Neler Oluyor?" başlıklı analizimde yaptığım değerlendirme şöyleydi:

"Özgürlükler ülkesi ABD’nin üretime, ihracata ve doymamış müşterilere ihtiyacı vardı. Ve bu müşteriler yüzlerce yıldır ezilmiş ve sömürülmüş, ekonomik değerleri yüksek Kuzey Afrika ülkeleri ile ülkesinin parasını kullanamayan Ortadoğu ve Orta Asya Ülkeleri idi. Yasemin Ayaklanmaları bu yüzden başlatılmalı- belki-, bu yüzden desteklenmeliydi. CIA Başkanı Leon Panetta, Mumya Diktatör Mübarek’e bu yüzden baskı kuruyordu. Direnen Mübarek örneği de planlı bir uygulamaydı; henüz sıraları gelmeyen Mumya Diktatörlerin korkmasını ve güvenini kaybetmesini istemiyordu ABD.

Türkiye-ABD stratejik işbirliğine geri dönelim ve basit bir habere bakalım. ABD Dışişleri Bakanlığı ekonomi, enerji ve ticari faaliyetlerden sorumlu Bakan Yardımcısı Jose W. Fernandez, 27 Ocak 2011’de Türkiye’nin Ortadoğu İhracat Merkezi konumundaki Gaziantep’teydi; Gaziantepli işadamlarını ABD’de yatırım yapmaya çağırıyor ve 'Buraya gelmemdeki en önemli amacım, Türkiye ve ABD arasındaki ekonomik ilişkileri daha da derinleştirmek ve genişletmek'' diyor, ''Türkiye ve ABD'nin benzersiz ve çok özel ilişkisi olduğunu, bunun örnek bir ortaklık teşkil ettiğini''  ve ‘bu bölgedeki şehirlerin Türkiye'nin Ortadoğu'ya açılan pencereleri olduğunu’ söylüyordu. 


Ortadoğu’ya ve Kuzey Afrika’ya açılan pencereler Türkiye’deydi. Hem ticarî olarak hem de siyasî olarak. Erdoğan Arap ülkelerinin kahramanıydı ve çevresindeki birçok ülke ile sınırları kaldırmıştı. Yerküre yeni bir stabilizasyona zorlanıyor ve bu kez, gerçekten büyük küresel bir kaos var. Mavi gezegenin bu kaosu atlatabilmesi mümkün; ancak hiç de kolay değil."


Yine Sonsuz Ark'ta yayınladığımız Akil Ağazâde'nin 6 Temmuz 2013 tarihli ,"SA276/ÂA18:Obama’nın Darbe Atlarının Ahırı: Mısır " başlıklı yazısında gerçek durum açıkça anlatılmıştı:

"Mısır meydanlarında milyonlarca müslüman, aç-susuz saatlerce Obama’nın darbeci atlarından birinin çektiği darbe arabasının devrilmesini beklerken, ABD Başkanı Obama golf oynuyor, Dışişleri Bakanı Kerry de çıktığı yat gezisinde balık tutuyordu. 5 Temmuz'un o karanlık saatleri Mısır’ın gecesi, ABD’nin gündüzüydü.

Katil Batı, ABD ve AB toplamıyla, sessiz ve derinden yürüyen sinsi ilişkilerle, Mısır Cumhurbaşkanı Mursi’yi salt müslüman olduğu ve müslümanların yararına çalıştığı için milyarlarca dolarla beslediği General Abdulfettah El Sisi’nin ihanetiyle devirdi. Görünürde Mursi’nin en sadık adamlarından biri olan El Sisi, diğer arap ülkelerinin tümünde olduğu gibi ABD ve İngiltere’nin seçkin kurmay okullarında eğitilmiş bir darbe atıydı. 3 Temmuz akşamı, El Sisi’nin gemleri gevşetildi, yem torbası dolduruldu ve dolgun kalça kasları mahmuzlandı.


Demokrasi havarileri olarak bütün müslüman toprakları kan gölüne çeviren büyük leş yiyiciler darbeyi organize ettikleri için sustular, ABD ve AB sessizce strateji geliştirdi, darbe demedi; Rusya, Çin, İran sesizce mutluluk gözyaşları döktü. Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri sevinçle kefiyelerini havaya fırlattıklarında İsrail ve dünyadaki bütün siyonist yahudiler külahlarını okşayıp öpüyor ve şükür duasına çıkıyorlardı."
Sonsuz Ark (23)


Nixon, kitabında Saddam Hüseyin'i deşifre ederken de ustalıkla çalışıyordu:

"Saddam bir fikir adamı olmadığı gibi vizyonu olan biri de değildi. Özellikle en büyük işkencecisi olarak gördüğü Amerika onun aklını karıştırıyordu.  Kulağa tuhaf gelse bile, kim onu bunun için suçlayabilirdi ki? ABD hükümeti Saddam'a karşı tavrında ciddi anlamda tutarsız davranmış, onu Irak-İran Savaşı'nda desteklemiş; Körfez Savaşı ve ırak savaşında ise karşısında yer almıştı. Bu tutarsızlık belki de Saddam'ı 2001'de George W. Bush yönetimi göreve geldiğinde onun Washington'un "kesinlikle yerinden alınmalı" listesine eklenmesiyle sonuçlanan bir dizi yanlış adımı atmaya iten kilit unsurdu. Bunu Saddam'ı suçlarından arındırmak için söylemiyorum. Saddam kendi başına da hata yapabilecek biriydi ve konu askeri harekat yad a diplomasi olduğunda birtakım kuyruklu yalanlar söylemişti." (S.17)

Irak'ın şimdiki 'kahramanı': Mukteda Es-Sadr

Nixon anlatmaya devam ediyor:

"2006'da kendimi Beyaz Saray için en önemli konulardan birine adadım; Mukteda Es- Sadr. Tıknaz, itici dış görünüşüne rağmen Es-Sadr'ın, Saddam'ın suikast timleri tarafından öldürülmüş iki Ayetullah'tan birinin oğlu ve diğerinin damadı olması nedeniyle Irak'taki Şiiler arasında büyük ve sadık bir kitlesi vardı. Es-Sadr Saddam devrildikten sonra Bush yönetimi için tam bir baş belası olmuştu. Bu konuda çalışmaya ilk kez 2007'ye kadar (sonraki dört yılı genel kurmay başkanı olarak geçirmiştir) koalisyon güçlerinin komutanı General George W. Casey Jr., benden onu Hizbullah'ın karizmatik ve kurnaz lideri Hasan Nasrallah'la karşılaştırmamı istediği bir raporla başlamıştım. Hizbullah, bölgenin en iyi eğitimli ve donanımlı gerilla savaşçıları olarak bilinen Lübnan merkezli Şii militanlarıydı." (S. 183)

Nixon Mukteda Es-Sadr'ı öldürtmeye kararlı olan Bush'a direniyor:

"Başkan (G.W.Bush) yeni Irak şeytanı haline gelen Es-Sadr'ı gerçekten hafife almıştı. Konuşmamız sırasında, "Es-Sadr'ı öldürmemiz gerekir miydi?" diye sordu. Ona bunun Es-Sadr'ın sadece şehit sıfatıyla anılmasına neden olacağını ve popülaritesini arttıracağını söyledim."
(S.187)

"Es-Sadr'ın hepimizi şaşırtabileceğini, hâlâ çok sayıda takipçisi olduğunu ve sandığımızdan daha dirençli olabileceğini belirttim. Bush bana tuhaf bir şekilde bakıp, Es-Sadr'ın Irak'ta yapıcı bir rol üstlenip üstlenmeyeceğini ya da Maliki hükümetine ısınıp ısınmayacağını sordu. Bunun mümkün olduğunu, ancak mevcut siyasi ortamda mümkün görünmediğini ifade ettim." (S. 198)

Nizxon'un öldürülmesine engel olduğu Mukteda Es-Sadr Mayıs 2018'deki seçimlerde birinci olacaktı....

"Nihayet odadan mantıklı bir ses yükseldi. Bu tabii ki de Büyük Ayetullah Ali Sistani hakkında bilgi almak isteyen Dick Cheney'den başkası değildi. 2004'te Sistani bir kalp rahatsızlığı nedeniyle Londra'ya gittiği için biraz sağlığından, biraz da Şiileri Sünni şiddeti karşısında nasıl daha ılımlı olmaya teşvik ettiğinden bahsettik. hem başkan hem de  başkan yardımcısı konuyla ilgili gibiydiler. (...) Bana Sistani yerine kimin geçeceğini düşündüğümü sordular. Büyük Ayetullah Muhammed ishak el-Feyyad el Afgani'nin en olası aday olduğunu söyledim. Bush tekrar gülerek" ya demek bir Afgan. Bu onlara ders olur." dedi." (S.204)

24 Mayıs 2018'de, Irak'ta Mukteda es-Sadr hükümet kurma çalışmalarını tamamladığını, bunun için Necef Şii mercisi Ali es-Sistani'nin görüşünü alacağını açıklayacaktı.. Sadr, "Hükümet ne Şii ne Sünni ne Arap ne Kürt ne etnik ne de mezhepçi bir hükümet olacak. Iraklı yerli ve güçlü bir hükümet olacak. Bunun yanında siyasi, barışçıl ve yapıcı bir muhalefette söz konusu olacak." diyecekti Irak'ta  yeni oluşturulan siyasi ortamda yapıcı bir rol üstlenerek Nixon'u haklı çıkaran Sadr, görevi benzerlerininki ile aynıydı: "Daha sonra halka hak hukukunu verecek ve yolsuzluk yapanlara gereken cezayı verecek ulusal görüşlü siyasi grupların hükümeti kurmasını bekleyeceğiz."

Haber şöyle devam ediyordu:


"Irak'ta 12 Mayıs'ta yapılan genel seçimlerden Sadr'ın desteklediği koalisyon birinci çıkarak 329 sandalyeli meclise 54 milletvekili gönderdi. Sadr, seçim birinciliğini elde etmesine rağmen hükümeti tek başına kuramıyor. Sadr, meclise giren diğer gruplarla ittifak yapmak zorunda olduğunu bildiği için ikamet ettiği Necef'i bırakarak hükümet kurma görüşmeleri için günlerdir başkent Bağdat'ta bulunuyor.


Seçim ikincisi İran destekli Fetih koalisyonu lideri Hadi Amiri, seçimden üçüncü çıkan Başbakan Haydar el-İbadi'nin yanı sıra Sünni ve Kürt yetkililerle de görüşen Sadr, bu aralar sıkça kullandığı sosyal medya hesabından yaptığı açıklamalarda "tüm Iraklı renklerin" yer alacağı bir hükümet kurmak istediğini belirtiyor. Sadr, dün Mesut Barzani liderliğindeki Kürdistan Demokrat Partisi (KDP) heyetini de kabul etmişti. İbadi de salı günkü basın toplantısında, Sadr ile tüm siyasi grupların yer alacağı "teknokrat" hükümeti kurma konusunda fikir birliğine vardıklarını söylemişti. Sadr'ın Bağdat'ta İran'ın Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani ile de görüştüğü iddia ediliyor. ABD karşıtı olarak bilinen Sadr'ın, mesafeli olduğu İran'ın Irak'taki nüfuzundan da rahatsız olduğu kaydediliyor." Habertürk (25)


CIA ajanı-analisti Nixon, ABD başkanlarının Diktatörlüğünü, Tek Adamlığını şöyle itiraf ederken yakalanıyordu kitabın akışında:


"Bir astın Amerika Birleşik devletleri Başkanı'na "Efendim, bir hata yapıyorsunuz" diyebildiği nadir anlar vardır" (S.222)

Ajan Nixon'un kırgın, Bush'u suçlayıcı dilinde gezinen en çarpıcı cümlelerden biri de buydu:

"Saddam uzlaşmaya hazırdı. Clinton ve G.W. Bush'un görevde olduğu yıllarda Saddam, Birleşik Devletler'le konuşmaya her an hazır olduğunu söylemişti. Bunu yakalanmadan önce ve sonra da birçok kez tekrarlamıştı" (S. 223)

Çünkü Saddam Hüseyin CIA ajanıydı.

Saddam, CIA ve İngiliz ajanlığı

18 Eylül 2003'ta Yeni Şafak'ta yayınlanan habere göre, Saddam Hüseyin'in Bağdat Hukuk Fakültesi'nden sınıf arkadaşı Şevki Çayır, "Saddam daha öğrencilik yıllarında Amerikan ve İngiliz gizli servisleri için çalışmaya başlamıştı." diyerek tanıklık yapıyor.

Saddam Hüseyin Bağdat Hukuk Fakültesi'nde okuduğu yıllarda, Kerkük-Tuz Şehri doğumlu bir Türkmen olan Şevki Çayır'ın sınıf ve sıra arkadaşı idi. Çayır, 1963 yılında Hukuk Fakültesi'ne girdiğinde Saddam da bu fakülteye kaydını yaptırmış, ancak siyasi nedenlerden dolayı Irak'ı terkedip yurtdışına kaçmak zorunda kalmıştı. İşadamı Çayır'ın anlattığına göre, 1968'de Baas ihtilalinin gerçekleşmesi ve Saddam Hüseyin'in Cumhurbaşkanı Yardımcılığı'na getirilmesinin ardından Saddam, kaydını yaptırdığı fakülteye geri dönmüştü...

 Bütün hocaların Saddam Hüseyin'in önünde eğilip, el pençe divan durduğunu belirten Çayır "Saddam Hüseyin ile aynı sınıftaydık. Ara sıra aynı sırayı paylaşırdık. Saddam fakülteye 16 tane Mercedes ile gelirdi. Okuldan çıkarken hangi otomobile bindiğini bilen olmazdı. 16 siyah Mercedes, geldikleri gibi değişik yollardan aynı anda yola çıkarlardı. Saddam fakültede sınav kağıdını boş da verse en yüksek notları alırdı" diyor.

Çayır'a göre, Saddam daha o yıllarda etrafa korku saçmaktan büyük zevk alıyordu. Tehdit ettiği kişi ya da kişilerin ise yarına sağ çıkacağının garantisi olamazdı. Saddam ile aynı dönemde 1970 yılında mezun olan Şevki Çayır, yapılan diploma törenine ise Saddam'ın katılmadığını söyledi.

1963 yılında ilişkide olduğu darbe yanlıları ile birlikte hapse atılan Saddam'ın o yıllarda güvenlik tedbirleri ve büyüklük bakımından çok meşhur olan Selman-ı Pak Cezaevi'ne yatırıldığını hatırlatan Çayır, "Fakat ne hikmet ise son derece dikkatle korunan hapishaneden bir müddet sonra Saddam'ın kaçtığı haberi yayıldı. Bence Saddam İngiliz ve Amerikan gizli servisleri tarafından kaçırıldı. Zaten Saddam'ın, daha sonraki yıllarda aynı gizli servisler ile bağlantıları olduğu ve birlikte çalışmalar yaptığı çok sık olarak dile getirildi" diye konuştu.

Yine Çayır'ın anlattıklarına göre, önce Suriye'ye sonra da Mısır'a kaçan Saddam, CIA ile ilişkileri Mısır'da kuruyor. George Bush'un, CIA Başkanı olduğu 1970'li yıllarda Saddam Hüseyin ile ilişkisinin gün yüzüne çıktığunu vurgulayan Çayır, bir Arap gazetesinde yeralan ve Kemal Abdüsselam'ın Halit isimli oğluna dayandırılarak verilen habere göre; "Bir gün babamı ziyarete gittim. Özel kalem müdürü ilk defa emir vediği için benim babamın yanına giremeyeceğimi söyledi. Uzun bir süre orada bekledim. Sonra içeriden uzun boylu beyaz tenli bir kişi çıktı. Bir müddet sonra da esmer biri. İçeri girdiğim zaman babama bu insanların kim olduğunu ve bu kadar uzun süre ne görüştüğünü sordum. Babam da bana ilk çıkan kişinin CIA Başkanı George Bush olduğunu, diğer genç olanın ise Irak'ın başına geçirmek için hazırladıkları Saddam Hüseyin olduğunu söyledi" dediğini anlattı.

Yıllar sonra Saddam ile Bush'un karşı karşıya gelmesinin uzun süreli bir senaryonun sonucu olduğunu belirten Çayır şöyle konuştu: "İran-Irak Savaşı'nın da, Irak'ın Kuveyt'e saldırmasının emrini de onlar vermiş, Saddam da bu emri yerine getirmiştir. Bütün bu senaryolarda düşünülmesi gereken noktanın, 1990 savaşı öncesindeki İsrail ile Arap dünyası ve Filistin meselesi ile direkt bağlantısı var. 90 savaşı öncesinde, İsrail'e karşı Arap dünyası birlik içerisinde idi. Ancak bugün bu birlik bozuldu. İsrail'e karşı, Araplar arasındaki güç birliğinin bozulması gerekiyordu. Bunu kim yapabilirdi? Bu adımı atan tabiî ki Saddam Hüseyin'di. Neden? Çünkü, Saddam Hüseyin'in bir Arap devleti olan Kuveyt'e saldırması ile, Arap devletleri de Irak'a karşı tavır aldılar. Peki bu kime yaradı? Elbette İsrail'e. Yani Saddam Hüseyin, Ortadoğu ve Filistin meselesinde İsrail'e hizmet etmiş oldu. Dolayısıyla Ortadoğu'daki bu kargaşa Türkiye'yi de, Türkmenler'i de olumsuz olarak etkiledi."

Türkmen Aydınları Kardeşlik Derneği Başkanı olan Şevki Çayır, 1945 yılında Kerkük'te doğdu. 1970'de Bağdat Hukuk Fakültesi'nden mezun oldu ve aynı yıl avukatlığa başladı. Çayır'a Arap Baas Sosyalist Partisi'ne üye olması için baskı yapıldı. Bu teklifi reddetti. Red kararının ardından parti yönetimi Çayır'ın tutuklanmasına karar verdi. Fakat çevrede sevilen ve geniş dostlukları olan Çayır'a bilgi aynı gün sızdı. Çayır, annesi ile birlikte 1980'de Türkiye'ye kaçtı. Çayır'a göre eğer bilgi sızmamış olsa, yakalanır yakalanmaz Saddam yönetimi tarafından idam edilecekti. Yeni Şafak (26)

Saddam Hüseyin değil sadece Irak'ın bütün etkili isimleri birbirinden bağımsız bir şekilde CIA'ye çalışıyordu..


21 Mart 2006 tarihli Vatan Gazetesi'nin haber başlığı aşağıdaki gibiydi:


"Saddam'ın Dışişleri Bakanı CIA adına çalışıyormuş!"


Irak'ın eski Dışişleri Bakanı Naci Sabri'nin 100 bin dolar karşılığında ClA'ya silah programıyla ilgili bilgileri sattığı ortaya çıktı.

Irak'ın devrik lideri Saddam Hüseyin'in kabinesinde Dışişleri Bakanı olan Naci Sabri'nin, kitle imha silahlarıyla ilgili ilettiği bilgiler karşılığında ABD Merkezi Haberalma Teşkilatı'ndan (CIA) para aldığı öne sürüldü. Amerikan NBC televizyonu, "Fransızlar aracılığıyla Eylül 2002'de yapılan anlaşma çerçevesinde" Sabri'ye CIA tarafından 100 bin dolar ödendiğini duyurdu. 

Habere göre Sabri, Saddam'ın nükleer silah sahibi olmayı arzu ettiğini ancak bu yöndeki programın çok geri olduğu CIA'ya iletti. Sabri ayrıca "Çöle yüklü miktarda kimyasal silah stoklandı. Saddam zamanı gelince bunlar kullanıcak" dedi. Sabri'nin verdiği bu bilgi doğru çıkmadı. CIA, savaştan kısa süre önce Naci Sabri'nin ABD'ye iltica etmesini sağlamaya çalıştı. Böylece daha net bilgiler alacağını düşünüyordu. Ancak Sabri öldürüleceği endişesiyle Amerikan istihbaratının bu teklifini reddetti. Bunun ardından CIA ve Sabri arasındaki ilişki kesildi. Vatan (27)


CIA'nin çalışma taktiği her yerde her zaman aynıydı; Menderes'e, Özal'a, Erdoğan'a karşı karalama kampanyası yalanlarla doluydu.


27 Mayıs 2010 tarihli Radikal'in haber başlığı:


"CIA'nin silahı: Saddam'ın eşcinsel ilişki kasedi"


"CIA'in 2003'teki işgal öncesinde Saddam'ı devirmek için, eski Irak liderini eşcinsel bir ilişki içinde gösteren görüntüler düzenlediği ortaya çıktı.


Amerikan Merkezi Haber Alma Teşkilatı CIA'in Irak'ın 2003'teki işgali öncesinde Saddam Hüseyin'i devirmek için hazırladığı gizli planlar ortaya çıktı. Planlardan birine göre, CIA Saddam Hüseyin'i bir erkekle birlikte olurken gösteren sahte bir kayıt hazırlayıp bunu Saddam'ı devirmek için kullanacaktı.
İngiliz Guardian gazetesinin, "CIA'in gizli Irak silahı belli oldu: Saddam'ın eşcinsel porno kasedi" başlıklı haberinde şu ifadeler yer aldı. "CIA, 2003 yılındaki işgal öncesinde Saddam Hüseyin'i, hazırlanacak bir eşcinsel seks kasedi ile devirmeyi planlamış.

Washington Post'un güvenlik blogunda yer alan habere göre, Amerikalı ajanlar Saddam'ı bir delikanlıyla beraber olurken gösteren sahte bir kasedin rejimin istikrarını bozabileceğini hesap etmiş. Gizli kamera ile çekilmiş gibi görünecek kasetteki görüntünün bu amaçla çok net olmaması da planlanmış.  CIA'in Irak Operasyonları Birimi'nin garip planları bununla da kalmıyor.
Bir diğer planda ise Irak televizyonunun yayınında son dakika haberi olarak Saddam'ın görevini oğlu Uday'a devrettiğine dair bir haber yayınlatılması ve bu haberin şokuyla bir halk ayaklanması başlatılması da yer alıyormuş. Ancak CIA'in üst yönetimi bu planları kabul etmemiş." Radikal (28)

ABD ajanlarını tasfiye ederken yöntemler ve yollar üzerinde uzlaşamıyordu, Bush kararlıydı, her yoldan indirecekti Saddam'ı.

Nixon işgal öncesini anlatıyor:

"İşgalden önceki aylarda, Ulusal Güvenlik Konseyi toplantılarına katılan arkadaşlarım Bush'un Beyaz Saray'ının garip mantığını anlatırlardı. Bush'un takımı Saddam'la ya da Baas Partisi'yle bağlantılı hiç kimseyle bir şey yapmak istemiyordu. Bu, aleni bir şekilde korkutucuydu." (S.223)

ABD, BAAS-Saddam setini sistem dışına çıkaracak, Saddamı asacak ve BAAS kadroları 2012'de Obama eliyle DAEŞ (IŞİD)'in kuruluşunda ve Irak'ın DAEŞ tarafından ele geçirmesinde kullanacaktı.

Irak'ın işgaline bahane hazırlanması emrini veren Bush yönetimindeki herkes tek tek, üç milyon masum insanın ölümüne neden olan bu korkunç katliamın ve bir ülkenin insanlarına yönelen aşağılık tecavüzün günahlarından sıyrılmaya çalışacaktı:

"İşgalden sonra Rumsfeld (Savunma Bakanı) Saddam'ın 11 Eylül'ü alkışladığı ve teröristlerle bağlantıları olduğunu iddia ederek önceden yazdığı notu yalanlamıştı." (S.223)

"Rumsfeld Koalisyon Geçici Yönetimi Müdürü Paul Bremer'i Mezopotamya'da zincirini koparmış gezen haydut bir bürokrat olarak tasvir etmişti. Bu esnada o ve Cheney, Bremer'e her gün ilerleme emrini veren kişilerdi. Bremer'e Baassızlaştırma sürecine ve Irak ordusunu dağıtmaya devam etmesi söylenmişti." (S.226)

Sonsuz Ark'ta çevirisini yayınladığım 12 Mayıs 2018 tarihli, 'SA6123/SD979:Irak’ta Demokrasinin Yeşil Sürgünleri' başlıklı analize yazdığım giriş notu gerçeği netleştirmek için yeterliydi:

"Aşağıda çevirisini okuyacağınız Amerikalı analizi, insanlık adına utanç verici bir sürecin "Iraklılara aynı şansı vermeliyiz." şeklindeki küstah, kibirli bir lütufla aklanmasına çok net bir örnek olarak yayınlıyoruz. ABD başkanı George Bush'un 2001'de 'Haçlı Seferleri' diyerek başlattığı Müslüman Ortadoğu'yu istila, işgal ve yok etme odaklı savaşının, en sebepsiz ikinci adımı olan 2003 Irak'ın işgali ve parçalanması süreci Afganistan ve Irak'ta 3 milyonu aşkın masum müslüman sivilin öldürülmesine, şehirlerin, tarihin yok edilmesine neden oldu. Bush 'sahne performası'na göre Irak'a demokrasi getirecekti, ancak Pentagon masalarında üçe bölünmüş Irak haritaları vardı. Kürt, Şii ve Sünni devletler olmak üzere üç farklı devlete ayrılacaktı Irak. 

Türkiye'nin de parçalanarak Büyük Kürdistan'ın kurulmasını amaçlayan Pentagon haritalarının farkına varan Ak Parti hükümeti 1 Mart 2003 meclis kararıyla ABD işgal ordusunun Türkiye'den geçişine izin vermedi ve 2004'te  de ABD'nin ihtiyaç duyduğu desteği vermeme kararını sürdürdü. Pentagon'un yeni haritaları uygulanamadı, ancak ABD yönetimleri bu amaçtan vazgeçmedi. Bush sonrası seçilen Obama DAEŞ-IŞİD'i kurdu, bu kez Maliki hükümetinin ürettiği şiddet ve silah desteği ile sünnilerin sürüldüğü ölüm tarlalarının adı sünni din devletiydi, Pentagon ve CIA'in tasarladığı, ürettiği, yönettiği ve verdiği adla İslam Devleti... 

Türkiye bu kez El Bab-Cerablus-Fırat Kalkanı ve Afrin-Zeytin Dalı Operasyonları ile DAEŞ ve PKK devletinin kurulmasını engelledi. Sonuçta bugün ABD analistleri parçaladıkları , savaştırdıkları ve yok ettikleri şiileri, sünnileri ve kürtleri demokrasiye zorlamak için Irak'ta ABD askerî varlığının sürmesini çıkarlarına uygun bir durum olarak tanımlayarak Iraklılara Almanlara ve Korelilere verdikleri gibi bir şans vermeleri gerektiğini tavsiye edebiliyorlar... Bush 2003'te Irak'a demokrasi getirmişti iki milyon ölü için, şimdiki şans kaç milyon ölü anlamına gelecek, belirsiz; çünkü henüz kapanmamış hesaplar ve gerçekleştirilememiş harita tasarımları ABD'lilere büyük acılar çektiriyor, yenildiklerini, başarısız olduklarını bildikleri için bunu hazmedemiyorlar.. 

15 Temmuz 2016'da kendi çıkarları için Türkiye'de demokrasiye askeri darbe vuran generallerin emirlerine uyacakları bir Sistanileri de vardı Irak'taki gibi, ama bunu sineye çekecek bir halk yoktu. ABD kalarak ancak şiddet ve ölüm üretir, bu Irak'ta defalarca kanıtlandı, aşağıdaki analiz Obama'nın ABD askerinin sayısını azalttığını söylese de bu asker azaltmanın Irak'ı Iraklılara bırakmakla ilgisi yoktu, IŞİD için uygun atmosferin oluşturulması için orada ABD kontrolünün olmadığı propagandası yapıldı sadece... Başkan Trump öyle demişti çünkü; "IŞİD'i Obama kurdu" 

Yeni Şafak gazetesi, Irak meclisini dizayn için harekete geçen ABD ve Batı bloğunun korsan listesine ulaştı, Kaos amaçlı hazırlanan korsan listede her ittifakın alacağı oy yüzdesinin dahi kayıtlı olduğunu açıkladı. Yeni Şafak'a göre "Aylardır seçim hileleri konusunda çalışmalar yapan ABD güdümlü blok, Irak’ı hükümetsiz bırakarak ülkede yeni bir kaos dalgası başlatmayı hedefliyor." Sonsuz Ark  (29)

Nixon, Saddam'ın ABD için tehdit olduğuna inanmıyordu, zaten öyle bir olasılık da yoktu:

"Bush'un 11 Eylül'den sonra Afganistan'a saldırmakta haklı olduğu iddia edilebilirdi, ancak Irak'ı işgal etme kararı tamamen öncüllere dayalıydı ve Amerikan çıkarlarına hiçbir şekilde hizmet etmiyordu. Bush, Cheney ve Rumsfeld hatıratlarında savaşı haklı çıkarmak için ellerinden geleni yapmışlardı, ancak hiçbir Ortadoğu uzmanı Saddam Hüseyin'in Birleşik Devletler için bir tehdit olduğuna inanmayacaktır." (S. 229)

Evanjelistlerin Kutsal Armageddon'u çok iyi bir Satanist sos olarak kullanılmıştı, Nixon'un gerçeğin CIA dışındaki ucuna işaret etmesi şaşırtıcıydı ve belki de kitabı okurken ilk defa ABD içindeki vatanseverlerin de çok iyi bildikleri bu Satanist yapıya karşı tutum geliştirdiklerini görmek beni memnun etmişti:

"Bush CIA ziyaretinde, " Kimsenin size başka bir şey söylemesine izin vermeyin. Bir Tanrı var ve O özgürlüğe inanıyor" demişti dinleyicilerine. Kimi insanların diktatörlerin yönetiminde yaşamalarına bir sorun olmadığını iddia edenler olacaktır. Eğer bu toplumlardan birinde yaşamak zorundaysnaız, bu sizin için çok kötü bir şey hem de kötü bir talihtir." Tuhaf bir şekilde Bush sonradaki cümlesini dile getirirken bana bakmıştı: " O insanları dinlemeyin. O insanlar Seçkincilerdirrrr." derken etki oluşturmak için kelimenin sonunu uzatmıştı. Bu kelimelerin Andover, Yale Kuru Kafa ve kemikler Topluluğu'nun şekillendirdiği bir adamın ağzından çıktığını duymak beni bir kez daha çok şaşırtmıştı." (S.230)

Bush'un bu satanist yapıdaki rolünü  görmek isteyenler için, 20 Temmuz 2016 tarihli 'SA3198/KY51-HA1: Animasyon'a Gizlenen Strateji: Nedir Bu "I Pet Goat?" başlıklı analizinde Hakkı Aslan "I Pet Goat"? videoyu şöyle yorumluyor:

"I Pet Goat nedir? 'I Pet Goat' belki de birçoğumuzun bilmediği, küçük bir azınlığın gördüğü bir animasyon filmidir.; ancak içeriği ise bunun tam tersi... Birçoğumuzun bildiği fakat küçük bir azınlığın bilmediği "Yeni Dünya Düzeni" konusu hakkında detaylı bilgiler içermektedir. Bunları kendi üslubu ile anlatmaktadır.

Neyse, lafı uzatmadan hemen kim olduklarına geçelim, ilk karaktere dikkat edin. Kime benziyor? Aslında bulunduğu ortam 11 Eylül'de bulunduğu yer, yani okul...Evet ilk karakter "George Bush". Bush 11 Eylül olaylarının haberini aldığında (ya da almış gibi yaptığında) bir sınıfta öğrencilerin eğitimini gözlemliyor. Tıpkı incelemekte olduğumuz animasyondaki gibi... Kafasında "D" yazan bir huni mevcut. Bu orada "Aptal, veya Sersem" insanlara yakıştırılan "Donkey= Eşek" manasından gelen "D" harfi. ABD'de bazı yazarlar Bush'u "Düzgün konuşamadığı ve garip hareket ettiği" şeklinde çok eleştirirlerdi." Sonsuz Ark (30)

Nixon, Obama-DAEŞ bağlantısını şu şekilde vurgulayarak perdeliyordu:


"Anlaşıldığı kadarıyla Obama Irak'ı kendi problemi olarak görmüyor, Bush yönetiminden devraldığı bir politikayla devam etmek için gereken zaman, gayret ve siyasi çıkara yatırım yapma niyeti yokmuş gibi davranıyordu. Bu gerçekten çok talihsiz bir durumdu çünkü tam da Irak'taki şiddeti yatıştırma konusunda ilerleme kaydetmişken Obama'nın Beyaz Saray'ı bizi duymazdan gelmişti" (S.231)

"IŞİD'i Obama kurdu" demişti Trump, "IŞİD'in kurucusu o. Obama IŞİD'i kurdu. Ve şunu da söylemeliyim, yardımcılığını da ezik Hillary Clinton yaptı."

CIA'in her ülkede maaşlı elemanları vardı... 15 Ekim 2017'de
Milliyet'ten Tunca Bengin 'e CIA’in Türkiye’deki maaşlı adamlarından ve DAEŞ(IŞİD)'den bahsetmişti eski MİT Kontrterör Dairesi Başkanı Mehmet Eymür.

Tunca Bengin anlatıyor:

ABD ile yaşanan vize kriziyle birlikte sıkça dillendirilen ‘Türkiye’de casuslar cirit atıyor’ iddiası sözden çıktı ete kemiğe büründü. Dolayısıyla son günlerde İdlib operasyonunun yanı sıra en çok konuşulanların başında yabancı servislerin özellikle de CIA’nın Türkiye’deki faaliyetleri var. Dahası ABD Büyükelçisi’nin Türkiye’yi terörle tehdit ettiği yönünde yorumlara neden olan sözleri DAEŞ’in arkasında CIA olduğu iddiasını alevlendirdi. Dün bu konular üzerine konuştuk:

Çok casus var mı Türkiye’de?

Çok. Türkiye’de yabancılara çalışan çok insan var. Üzüntü verici ama maalesef doğru. 1946’dan beri gizli servisler Türkiye’de cirit atıyor. Ben Ankara’da görevliyken CIA gibi istihbarat yapan ve faaliyet gösteren Amerikan Hava Kuvvetleri’nin Genelkurmay’dan angaje ettiği bir subayın formunu ele geçirdik ve karargâha bildirdik. Cevap dahi gelmedi.

CIA’nın DAEŞ’le bağlantısı var mı?

Kesinlikle var. Onların kullandıkları bir vasıta, İslam’dan soğutmak için de yararlanıyorlar.Hiçbir örgüt kendi kendine ayakta kalamaz para olmadıktan sonra.  Bin küsur dolar maaş veriyorlar. Demek ki bir para kaynağı var bunun.

CIA mı MOSSAD mı?

Müşterek diyebilirsin. Zaten CIA oldu mu İngiliz servisi MI6’yı da düşüneceksin. Hep aynı ekipler. Bölge üzerinde zaten talepleri olan malum kişiler yani.

DAEŞ ABD’lileri de hedef alıyor ama...

Ona bakarsan DHKP-C’de yaptı zamanında ABD’lilere ama ABD bir şey yapmadı. Arada oluyor çünkü bütün DHKP-C’liler anlaşmayı üst taraftaki bağlantıları bilmiyorlar ki. Yani patronunun ne yaptığı kimlerle görüştüğü nereden yardım aldığından haberleri yok.

DAEŞ’in tepe yönetimi de CIA, MOSSAD ya da MI6’nın ortak kurgusu mu yani?

Organize edenlerin içinde muhakkak vardır. Kimin işine geliyorsa ona bakmak lazım bizim işimize gelmediğine göre. PKK’yla da aynı durum söz konusu. PKK’nın silahları nereden geldi, nasıl ayakta kalıyor. Saddam zamanında PKK’ya yardım atıyorlardı helikopterle, uçakla. PKK’lılarla bir sürü fotoğrafları da çıktı.  Milliyet (31)

Nixon, Irak'ın Beyaz Saray'daki önemini azaldığını iddia ediyordu, oysa gerçek Irak'ta Obama tarafından o dönemde IŞİD'in inşa edildiğiydi:

"Irak'ın Beyaz Saray'daki öneminin azalması kısa sürede Bağdat'ta da hissedilmişti." (S.232)

Obama IŞİD'i kurarken en büyük yardımcısı Başbakan Maliki idi, ancak Maliki çok aşırı gitmişti ve Türkiye onu istemiyordu, bir süre sonra da Türkiye'nin baskısıyla görevden çektirilecekti:

"Ancak 2006'nın sonunda Saddam'ın idam edilmesi sanki tavrında bir değişikliğe neden olmuş gibiydi. Maliki kendi çabasıyla daha fazla lider gibi olmaya başlamıştı." (S.233)

Irak ABD'nin kanlı laboratuarlarında bir kobay-bir kurban ülkeydi, bütün hainleriyle ABD'nin özel veya resmi tüm kurum ve kuruluşlarının aşağılamasına maruz kalıyordu.

Sonsuz Ark'ta yayınlanan 7 Kasım 2016 tarihli, SA3617/ÇY4-DB70: BrookingsEntstitüsü Irak'ta Ne Arıyor?: "Fırtınanın Ortasındaki Irak" başlıklı çeviriye yazdığım notta sorgulamıştım bu durumu:

"Aşağıda Brookings Entstitüsü, Foreign Policy Kıdemli Üyesi Kenneth M. Pollack'ın basit bir siyasi kulis dedikodusu düzeyinde, asla bir analiz olamayacak olan bir 'yazı' çalışmasını okuyacaksınız. ABD'nin imparatorluk iddiasının da artık bittiğini, hem bu analiz(!)den hem de Musul özelinde ayrı, tüm Irak, Suriye, Mısır, Yemen ve müslüman ülkelerde uyguladığı kaos teorisinin detaylarını ve bu teorinin nasıl uygulandığını göreceksiniz. Peşmerge'nin Musul Operasyonu'nda, önce Irak Ordusu tarafından, sonra da ABD'nin yeterince uçak yok bahanesi ile yalnız bırakılmasının, planlandığı gibi Musul'da çok uzun sürecek bir yok etme sürecine hizmet etmesi için basit bir taktik olduğunu anlayacaksınız. 

IŞİD (DAEŞ) yazıda anlatıldığı şekilde ABD ve Maliki ortaklığı ile inşa edilmiş ve işgal etmesi için stratejik değeri yüksek Musul gibi topraklar IŞİD'e açıkça teslim edilmiştir. Bugün güya yaşanan belirsizlik ABD yönetiminden ve seçimlerden kaynaklansa bile aslında tam olarak böyle planlandığı için böyledir; ABD yönetimi gayet net bir şekilde ne yaptığının farkındadır ve bunu Irak'taki kuklalarının çıkar çatışmaları arkasına saklayarak yapmaktadır. Türkiye Musul'un  ve çevresinin paramparça edilmesini, sünni soykırıma uğramasını engellemek için tedbir almaktadır ve aşağıda görüldüğü üzere bu tedbirleri ABD ve uşaklarını tedirgin etmiştir.

Yazının girişinde aklınıza gelecek olan soruyu burada soralım:

"Brookings Entstitüsü, Foreign Policy Kıdemli Üyesi Kenneth M. Pollack ve arkadaşları Erbil'de ne arıyor?" Sonsuz Ark (32)

Nixon, CIA'i aklama görevini eksiksiz yerine getiriyordu, ancak bunu yaparken Kissinger'e kadar uzanan stratejinin detaylarını da aktarıyordu:

"Ne yazık ki Obama yönetimindeki Irak Dosyası daha çok Başkan Yardımcısı Joe Biden'in elinde gibiydi ve onun dış politika anlayışı en iyi haliyle bile zayıftı. Senato'da olduğu dönemde Irak tartışmasına yaptığı en önemli katkı, Irak'ın üç parçaya ayrılmasının ülkeye sağlayacağı yarardı. Sünnistan, Kürdistan ve Şiistan. Hiçbir uzman bunu ciddiye almamıştı." (S.235)

Gizli kalan çok şey vardı yine de... Nixon BAE'de saha araştırması yapmaya devam ediyor:

"Irak'taki son uzun süreli kalışım 2006'daydı. belirli bir politika üreticinin sorusuna cevap bulmak için saha araştırması yapan stratejik konular grubunun bir parçasıydım (CIA konunun ne olduğunu açıklamam konusunda beni engellemiştir.)" (S.239)

Nixon'un günah çıkarırken ne kadar masum olduğunu düşünmemizi ve adalet için çalıştığına inanmamızı  istemesi de sıradan bir CIA taktiği değil miydi?

"Amerikan dış politikasındaki çok büyük felakette çok küçük bir rolüm olmuştu: Irak Savaşı. CIA'deki meslektaşlarımla çalışmamızı Amerika'nın dünyanın gözündeki imajı, savaşta hayatını kaybeden ya da eve fiziksel ve7veya zihinsel yaralarla dönen Amerikalı tüm kadın ve erkekler, ABD'nin Irak halkına yaşattıklarının derin pişmanlığını hissederek bitirmiştik. Ekim 2003'teki Irak'taki ilk günümde beni havaalanından Cumhuriyet Sarayı yakınlarındaki .......... götüren şoför yol kenarında oynayan bir grup çocuğu görünce, "İşte bu yüzden biz buradayız." demişti. "Umarım öyledir," dediğimi, ama sonradan onun haklı olup olmadığını düşündüğümü  hatırlıyorum." (S.242)

CIA ajanı-analisti John Nixon kitabını yazdıktan sonra birçok röportaj verdi, hatta Türk medyasına da konuştu.

18 Aralık 2016'da NTV'de yayınlanan röportaj aşağıdaki gibiydi:

"Saddam Hüseyin'i sorgulayan CIA ajanından itiraf "

Irak'ın devrik lideri Saddam Hüseyin'in yakalandıktan sonra CIA tarafından yapılan sorgusu kitaplaştırıldı.Kitabında tarihin Saddam'ı haklı çıkardığını itiraf eden CIA ajanı John Nixon, Irak'ın devrik lideri Saddam Hüseyin'in sorgu sırasında kendisine, "Başarısız olacaksınız çünkü Irak'ı tanımıyorsunuz" dediğini yazdı.

Irak devrik lideri Saddam Hüseyin'in 2003'te yakalandıktan sonra CIA tarafından sorgulanması kitap haline geldi. Saddam'ın sorgusunu yürüten CIA ajanı John Nixon "Başkanı Sorgulama: Saddam Hüseyin'in sorgusu" (Debriefing The President: The Interrogation Of Saddam Hussein) adını verdiği kitabında o dönem Irak'ın devrik lideriyle yaptığı konuşmaları aktardı.

Saddam'ın bilinenin tam tersini kendisine aktardığını iddia eden Nixon, "Onu dinlediğimde bu duruma oldukça şaşırdım" dedi.

Kitabında tarihin Saddam'ı haklı çıkardığını savunan John Nixon, Saddam Hüseyin'in yakalandıktan kısa bir süre sonra kendisine, "Irak'ı yönetemeyeceksiniz, Başarısız olacaksınız çünkü Irak'ı tanımıyorsunuz. Dilini, insanını, tarihini ve kültürünü bilmiyorsunuz. Çok yakında Irak'ı yönetmenin ne kadar zor olduğunu siz de anlayacaksınız" dediğini yazdı.

Eski CIA ajanı Nixon ayrıca ABD'nin işgalden önce ortaya attığı iddiaların Saddam Hüseyin tarafından kesin bir dille reddedildiğini aktardı.

2003 yılında yakalanan Saddam Nixon'a Irak'ın iklim koşullarıyla insanların davranışları arasında bir ilişki olduğunu ve 2004 yılında yaza doğru ülkede olayların başlayacağını aktarmış. Tarih daha sonra Saddam'ı haklı çıkardı. 2004 yılının Nisan ayında ABD öncülüğündeki koalisyon güçleriyle El Kaide, Mehdi Ordusu ve Baas partisi taraftarları arasında çatışmalar yaşandı. Çatışmalarda bin 342 Sünni ve Şii savaşçı hayatını kaybederken, koalisyonun kaybı 383 olarak açıklandı.

Nixon Saddam'ın ayrıca "Irak hükümetinin El Kaide bağlantıları var" iddiasını reddettiğini ve 11 Eylül saldırılarına hiçbir şekilde destek vermediğini kitabında belirtti. Nixon'a göre Saddam 11 Eylül saldırılarını Amerika ve Irak ilişkileri açısından yeni bir sayfa olarak gördü. ABD yönetiminin 2001'de meydana gelen saldırıdan sonra köktenciliğe karşı vereceği savaşta Ortadoğu'da seküler bir yönetim olarak Irak'a daha fazla güveneceği Saddam'ın düşünceleri arasında bulunuyormuş.

Kitapta Irak'ın kimyasal silaha sahip olmadığını aktaran Saddam Hüseyin'in Amerikan halkının cahil olduğunu ve Irak'ın sonunu getireceklerini söylediği belirtildi. Nixon kitabında, Saddam Hüseyin'in Irak'ın kimyasal silah kullanmayacağı yönünde konuşmalar yapmasıyla birlikte kendisine Halepçe katliamını sorduğunu ve devrik liderin sinirlenerek, "Sizden de başkanınızdan da korkmuyorum. Ülkemi korumak için ne gerekiyorsa onu yaparım" dediğini ve daha sonra sakince "O kararı ben almadım" ifadelerini kullandığını aktardı.

2003 yılında yakalanan Saddam Hüseyin Amerika'nın atadığı geçici hükümetin yönetiminde yargılanmış ve 1982 yılında Duceyl'e 148 Iraklı Şii'nin öldürülmesinden sorumlu tutularak 5 Kasım 2006'da idama mahkum edildi. Saddam Hüseyin 30 Aralık 2006'da asılarak idam edildi. John Nixon, "Başkanı Sorgulamak: Saddam Hüseyin'in Sorgusu" adını verdiği kitabı Saddam'ın idamının 10. yıl dönümünden bir gün önce 29 Aralık tarihinde raflarda yerini alacak. NTV (33)

BBC, 5 Ocak 2017'de bir başka röportajını yayınladı Nixon'un:

"Saddam Hüseyin'i sorgulayan CIA ajanı: Saddam’ı Bush’a tercih ederim"

Saddam Hüseyin 2003 yılında yakalandığında, ABD'nin Merkezi İstihbarat Teşkilatı (CIA), yakalanan kişinin gerçekten Irak'ın eski lideri olup olmadığına karar verecek ve onu sorgulayacak bir kişiye ihtiyaç duyuyordu.

O kişi John Nixon'du.Nixon 1998 yılında CIA'e katıldığı günden beri Saddam hakkında çalışmalar yürütüyordu. 2011'de CIA'den ayrılan Nixon'un görevi, dünyadaki liderleri analiz etmekti. "Bir kriz anında siyasetçiler bize gelir, karşılarındaki kişinin kim olduğunu, ne istediklerini, neden böyle davrandıklarını sorardı" diye anlatıyor işini Nixon.

Saddam Hüseyin ABD askerleri tarafından Tikrit'te yakalandığında Nixon da Irak'ta bulunuyordu. Saddam'ı teşhis etme görevi kendisine verildi. Saddam Hüseyin'in çok sayıda dublör kullandığı söylentisi o sıralarda yaygındı. Ancak Nixon, "Onu gördüğüm anda aklımda tek bir şüphe kalmadı" diyor:

"Onunla konuşmaya başladığımda, yıllardır masamda duran kitabın kapağındaki bakışı gördüm yüzünde."

Saddam Hüseyin'i sorgulama görevini de alan Nixon, devrik liderle ilk uzun sorguyu gerçekleştiren kişi oldu. Sorgu günlerce sürdü. "Ara sıra kendime dünyada en çok aranan adamı sorguladığım gerçeğini hatırlatıyordum. İnanılmaz bir şeydi."

"Başkanı sorgulamak: Saddam Hüseyin'in sorgusu" adlı kitabın yazarı olan Nixon, Saddam Hüseyin'i "çelişkilerle dolu" diye tanımlıyor. Örneğin, ABD medyasının gösterdiğiyle çelişen bir şekilde Saddam Hüseyin'in insani yanını gördüğünü söylüyor: "Gördüğüm en karizmatik insanlardan biriydi. İstediği zaman etkileyici, hoş, komik ve nazik olabiliyordu."

Ama bazen de çok daha karanlık yüzünü gösteriyordu: Kaba, kibirli, edepsiz ve kötü kalpli - hatta sinirlendiği zaman korkunç.

"Sorgularımda iki veya üç kere bu kötü yüzünü gördüm" diyor Nixon. Sorgu sırasında Saddam Hüseyin küçük ve izbe bir odada serbest bir şekilde tutuluyor ve katlanabilir metal bir sandalyeye oturtuluyordu. Odada ise Nixon'un dışında yalnızca bir yalan makinesi operatörü ve bir tercüman bulunuyordu. Nixon, Saddam Hüseyin'i bir narsist olarak tanımlarken "benimle konuşarak bir etkileşimde bulunmak hoşuna gitmişti" diyor. Nixon'ın daha fazla bilgi alabilmek adına dostane bir ilişki kurmaya çalıştığı ilk sorgunun ardından Saddam, konuşmalarından keyif aldığını söyledi. "Aylardır saklanıyordu ve kimseyle diyalog kurma imkanı olmamıştı" diyor Nixon.

"Fakat sonraki gün bambaşka bir iletişim kurdu. Çok şüpheciydi, gördüğüm en şüpheci insanlardan biriydi. Kendisine sorduğum her soruya karşılık bana bir soru soruyordu." 

Nixon, konuşmasını teşvik edebilmek için CIA'in Saddam Hüseyin'e önerebileceği pek bir şey olmadığını kabul ediyor: 

"Tarihe geçme hissi ve fikirlerinin dünyadaki en büyük güç tarafından kayda geçirilmesinin çekiciliğinden etkilenmesini bekliyorduk".

John Nixon, Saddam Hüseyin'i uzun bir şekilde sorgulayan ilk kişiydi. Konuşmak zorunda olduğu konuların bir kısmı CIA tarafından belirlenmişti fakat bunların dışında da istediğini anlatmasına imkan tanınıyordu:

"Saddam'dan cevaplar almak zorunda olduğumu biliyordum. CIA çalışanlarına kaynakları nasıl sorgulamak gerektiği ve onların nasıl birer potansiyel araca dönüştürülebileceğini öğretiyor. Ama dikkatli olmanız lazım. En önemli bilgiyi alma ihtimalini, konunun başka yerlere sapmasına izin vererek imkansız hale getirmek istemezsiniz. Sorguda en önemli konu, kitle imha silahlarıydı."

ABD ve İngiltere, Irak'ın işgalinde ana gerekçe olarak ülkede kitle imha silahları bulunduğu iddiasını kullanmıştı. Nixon, "Beyaz Saray'ın bilmek istediği tek şey buydu" diyor.

Fakat Nixon, Saddam Hüseyin ve danışmanlarıyla yaptığı görüşmelerle bu konudaki araştırmalarının ardından Saddam Hüseyin'in ülkenin nükleer silah programını yıllar önce terk ettiği ve tekrar başlamaya da niyeti olmadığını fark etti.

Bu bulgu, Nixon ve çalışma arkadaşlarının "başarısız" olarak görülmesine yol açtı. Nixon, beş yıl boyunca Başkan George W. Bush ile görüşmeye davet edilmedi. Ancak 2008 yılında FBI'ın Saddam Hüseyin hakkındaki bulgularından sonra Bush ile görüştü.

Nixon'un Bush hakkındaki görüşleri ise epey sert. Hem Bush'un hem Saddam Hüseyin'in elini sıkmış olan nadir insanlardan biri olan Nixon, Bush'tansa Saddam'la vakit geçirmeyi tercih edeceğini söylüyor. Bush'u gerçeklikten kopuk olarak tanımlayan Nixon, danışmanlarının da Bush'un etrafında toplanıp kayıtsızca kafa sallamaktan başka bir şey yapmadığını belirtiyor:

"Eskiden CIA olarak söylediklerimizin önemsendiğini ve başkanın bizi dinlediğini zannederdim. Ama sonra gördüm ki ne dersek diyelim politika istihbaratı gölgede bırakıyor."

Saddam'ın devrilmesinden sonra Irak'ın başına gelenler ise Nixon'ı utandırıyor. Bush yönetiminin Saddam'ın devrilmesinin ardından neler yaşanabileceğine dair hiçbir fikri olmadığını söyleyen Nixon, Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) gibi gruplara bakınca Saddam'ın iktidarda kalmasının bölge için daha iyi olabileceğini düşünüyor. BBC (34)

11 Ocak 2017'de Habertürk konuşacaktı Nixon'la

Saddam'ı sorgulayan CIA ajanı John Nixon: Obama'nın Suriye politikası utanç verici
Irak’ın işgalinin ardından Saddam 2003’te yakalandığında CIA'nın teşhis etme ve sorgulama görevini verdiği Nixon, “Başkan’ı Sorguya Çekmek: Saddam Hüseyin’in Sorgusu” isimli bir kitap yazdı. 

John Nixon, CIA’da geçirdiği yıllar boyunca Irak’ın devrik lideri Saddam Hüseyin üzerine çalıştı. Teşkilatın lider profilleri konusunda uzmanıydı. Yani ne zaman bir başkan, bir lideri yakından tanımak istediyse hep ona danışıldı. Irak’ın işgalinin ardından Saddam 2003’te yakalandığında CIA, Nixon’a önemli bir görev verdi. Saddam’ı teşhis etme ve sorgulama görevini... 

Nixon görevini başarıyla yerine getirdi ama Saddam konusunda yönetimle ters düşen fikirleri vardı, bu nedenle Başkan George W. Bush tarafından tam 5 yıl aforoz edildi. Nixon 6 yıl önce CIA’dan ayrıldı ve yaşadıklarını yıllar sonra kaleme aldı, “Başkan’ı Sorguya Çekmek: Saddam Hüseyin’in Sorgusu” isimli bir kitap yazdı. Biz de kendisine tanıdığı Saddam’ı, Ortadoğu’nun o gününü ve bu gününü sorduk. Eski CIA ajanı oldukça cesur cevaplar verdi.

Saddam’ı yıllar boyunca analiz ettiniz. Yakalandığında onu teşhis eden de sizdiniz. Yakalanan kişinin Saddam olduğunu nasıl anladınız?

Bedeninde yara izi ya da aşiret dövmesi var mı ona bakmaya çalıştım. Ama sayısız videosunu izlediğim için onu görür görmez tanıyacağımı biliyordum. Öyle de oldu.

Saddam’ı sorgulamaya başladığınızda neler hissettiniz?

Çok gergindim. Karşımdakinin Saddam olduğunun ve onu sorguladığım gerçeğinin şoku içerisindeydim.

Saddam’ı nasıl tarif edersiniz? Kitabınızda oldukça karizmatik, korkunç ve narsist olduğundan bahsetmişsiniz...

Çok karizmatik bir adamdı, nazikti, kendisiyle ilgili espriler yaptı ve bize onun misafiriymişiz gibi davrandı! Fakat vakit geçirdikçe onun farklı taraflarını gördüm. Küstah, terbiyesiz ve kötü bir Saddam vardı karşımda. Mesela insan hakları ihlalleri konusunda hiçbir suçlamayı kabul etmedi.
.
Sorgu sırasında Saddam nasıl davranıyordu? Yalan mı söylüyordu, yoksa dürüst müydü?

Canı istediği zaman gayet dürüst olabiliyordu. Mesela gençliğiyle, kariyerinin erken dönemleriyle ilgili pek çok detay verdi. Fakat mevzu kişisel güvenlik, istihbarat gibi hassas konulara geldiğinde ağzından tek bir kelime bile çıkmıyordu.

Ondan hangi bilgileri almaya çalıştınız? Mesela kitle imha silahlarının varlığı gibi sorular mı?

Kitle imha silahları konusunda çok uzun konuşmalarımız oldu. Silah programı, silahların nerede olduğu, programın ne zaman başladığı gibi pek çok soru yönelttim.

Ama şimdi biliyoruz ki bu silahlar yokmuş. Ve bu silahların varlığı bahanesiyle Irak işgal edildi. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Korkunç bir hataydı. O dönem, orada bir şeyler olduğuna dair elimizde yeterince kanıt olduğuna inanıyorduk. Ve açıkçası bu konuda Saddam kendisine büyük düşmanlık etti. Çünkü silahları sorduğumuzda ya bende şüphe uyandıracak cevaplar verdi ya da konuşmadı.

Saddam asılarak infaz edildiğinde neler hissettiniz? Saddam ölümden korkuyor muydu?

İnfaz şekli midemi bulandırdı. İdam edileceğini bir şekilde tahmin ediyordum. İdamının Irak halkına “Saddam yaptıklarının hesabını verdi” mesajını vereceğini düşünüyordum. Fakat Saddam’ı o şekilde asarak linç kültürünün parçası olduk. Ama şunu biliyorum ki Saddam’ı sorgularken gözünde hiç korku görmedim.

Daha önce “Bush’tansa Saddam’la vakit geçirmeyi tercih ederim” demiştiniz. Neden? Bush hakkında ne düşünüyorsunuz?

Bush’a iki kere oy vermiş olmama rağmen, onun hakkında iyi düşüncelere sahip değilim. O zorba, küstah ve yüzeysel bir adamdı. Onu eleştirenlerin söylediği gibi bir idiot değildi ancak hataları üzerinde düşünme yetisi yoktu.

Kitabınızda Saddam’ın koltuğunda bırakılması gerektiğini savunuyorsunuz. Eğer Saddam devrilmeseydi ne olurdu? DEAŞ ortaya çıkar mıydı?

Saddam aşırıcılığı iktidarına tehdit olarak görüyordu. Bence DEAŞ gibi bir örgütün ortaya çıkmasına müsaade etmezdi. Bu tür adamların kökünü kazımakta gayet iyiydi.

ABD’nin Suriye politikası sizce başarılı mı? İran ve Rusya’nın bölgede artan gücü hakkında ne düşünüyorsunuz? ABD kenara mı itildi?

ABD’nin Suriye politikası başarısız ve utanç verici. Tarihçiler Obama’nın başkanlık dönemini yazdığında, sorumsuz Ortadoğu politikası bu tarihi lekeleyecektir. DEAŞ’ı yenmek istiyorsak Suriye savaşı bitmeli. ABD savaşı bitirmeye muktedir güçlerle konuşmak zorunda. Buna İran da dahil. İran’ı yıllarca izole etmek hataydı.

Peki sizce Suriye iç savaşının çözümü ne?

Maalesef en iyi çözüm Esed’in koltuğunda kalacağını kabul etmek. Saddam’ın devrilmesi gibi, Esad’ın devrilmesi de bu çirkin manzarayı daha çirkin hale getirebilir. Onun yarattığı boşluğu kesinlikle radikaller dolduracaktır.

Irak üçe bölünür mü? Irak ve Suriye’de bağımsız bir Kürdistan mümkün mü?

Eskiden Irak’ın bölünmeyeceğini düşünüyordum. Şimdi düşüncem şu: Kürtler eninde sonunda bağımsızlıklarını ilan edecektir.

Türkiye-ABD ilişkileri darbe girişiminden sonra iyice gerildi. Türkiye’de bir kesim darbenin arkasında CIA’nın olduğunu düşünüyor. Sizce bu doğru mu?

ABD- Türkiye arasındaki gerilim beni çok rahatsız ediyor. Bu durum kesinlikle zayıf Obama yönetiminin ürünü. Obama Ortadoğu konusunda o kadar donanımsız ki... Gülen’e gelince... Ankara’nın Gülen’in ABD’de olmasından duyduğu rahatsızlığı anlıyorum ama darbenin ardında CIA’nın olduğunu zannetmiyorum. ABD, güçlü ve istikrarlı bir Türkiye ister.

CIA’da göreviniz dünya liderlerini analiz etmekti. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Putin ve Trump’ı analiz eder misiniz?
Erdoğan bence Atatürk’ün gücüne en çok yaklaşan Türk lider oldu. Dünya siyasetinde büyük saygı kazandı. Başka siyasetçileri devirebilecek siyasi krizleri başarıyla bertaraf etti. Türkiye için yeni bir yol çiziyor, bu yol Atatürk’ün yolundan çok Osmanlı’yı takip ediyor. Putin siyasi alaycılığın ustası. Çok yetenekli bir taktisyen. ABD’nin 16 yıl boyunca kötü yönetilmesini çok iyi değerlendirdi. Trump tanımlanması daha zor bir kişilik, dış politika ve ulusal güvenlik konularındaki deneyimsizliği endişe konusu. Pek çok düşman bu zayıflıkları test edecektir.
Habertürk (35)

Gerçek çıplaktı

Nixon en son  3 Eylül.2017'de Sabah gazetesinde yayınlanan röportajla görüldü:

"Saddam’ın asılması DEAŞ’ın kurulmasına önayak oldu"

Saddam Hüseyin’i sorgulayan eski CIA Ajanı John Nixon, yazdığı Başkanı Sorgulamak: Saddam Hüseyin’in Sorgusu adlı kitabında çarpıcı detaylara yer veriyor .

Irak, ABD'nin işgaline 14 yıl önce uğradı. ABD'nin eski Başkanı George W. Bush'un işgal kararıyla ABD savaş uçakları Bağdat'ı bomba yağmuruna tutmuş, CNN International da canlı yayında bu işgali anbean duyurmuştu. İşgalin ardından Irak'ın devrik lideri Saddam Hüseyin de 2003'te yakalandı.


CIA, Hüseyin'i sorgulama görevini ise CIA Ajanı John Nixon'a verdi. CIA'de liderlik analisti olarak uzun yıllar çalışan Nixon, Saddam Hüseyin ile gerçekleştirdiği sorgulamasını kitaplaştırdı. Kitap ilk yayımlandığında büyük yankı uyandırdı. Başkanı Sorgulamak: Saddam Hüseyin'in Sorgusu isimli kitap Angın Yayınları tarafından, Berna Yılmazcan'ın çevirisiyle Türkçeye kazandırıldı. Biz de eski CIA Ajanı Nixon ile Pazar SABAH'a özel bir söyleşi gerçekleştirdik.

Sizi kitap yazma düşüncesine sevk eden ne oldu?

ABD yönetimi Saddam hakkında o kadar çok yalan söyledi ki, duyduklarımı ve gördüklerimi paylaşmak istedim. Hüseyin'le bir arada olmak bana benzersiz bir görüş açısı kazandırdı. Irak'ın diktatörü konusunda bildiğimi düşündüğüm şeyleri sorgulattı.

Sorgulamada sizi en çok şaşırtan neydi?

Saddam'ı sorgulamak zor bir görevdi ve psikolojik olarak yorucuydu. İlk gözlemim onun karizması ve doğuştan gelen siyasi yeteneğiydi. İstediği zaman son derede cana yakın olabiliyordu. Konuşmaya hevesliydi. Bazen bir mahkûm olarak kaderine razı geliyor gibi görünse de ABD'nin uyanıp onunla iş birliğine gireceğini umut ediyordu. Saddam'ı sorgularken kabul edilmiş tüm doğruları ve onun hakkında savaştan önce söylenen her şeyi sorguladım. Ayrıca Bush yönetiminin hedeflerini ve onların savaş için kullandıkları dayanakları sorgulamaya başladım. Devletten ayrıldığım zaman yetkililerin söylediği hiçbir şeye inanmıyordum.

CIA ve ABD hükümeti nerede hata yaptı?

Anbar Uyanışı ve 2007 askeri yığınağının başarılarından sonra Obama döneminde ABD'nin Irak'a yönelik odağı başka yerlere kaydı. Obama Irak'la bağını tamamen koparmak istiyordu ve bence, Bush'un son yıllarında Irak'ta gerçekleştirilen olumlu adımların hepsi heba edildi. İkinci bir Maliki dönemi için Bağdat'a baskı yapmak da bence bir yanlıştı. Mezhep düşmanlarına yaptığı baskı ve hükümetinin Sünni toplumu kaybetmesi şu anki DEAŞ'in kurulmasına önayak oldu.

Sorgulama nasıl bir ortamda oldu?

Sorgular boş bir odada yapıldı. Dört duvar, beton zemin, biz ve Saddam için dört sandalye. Konular, Saddam'ın çocukluğundan kitle imha silahlarına ve ABD'nin onu devirme hedefine kadar çok geniş bir yelpazeyi kapladı. Saddam önemli bir şeyi söylemek istediği zaman son derece samimiydi. Cevaplamak istemediği sorular karşısında da ikiyüzlü veya kendini övücü olabiliyordu. Ancak, beraber geçirdiğimiz zamanda bana yalandan çok doğruları söylediğini düşünüyorum.

Sorgu sırasında Saddam Hüseyin "Başarısız olacaksınız çünkü Irak'ı tanımıyorsunuz" diyor size...

Saddam, devrilmesinin etkilerinin ne olacağı konusunda ABD'nin hiçbir fikri olmadığını ve devrilirse Irak'ın terör yatağı görevi göreceğini biliyordu. Ayrıca, on yıllar süren tecrübesiyle de Irak'ın çok sayıda rakip gruba rağmen yönetilmesinin ne kadar zor olduğunun da farkındaydı. ABD'nin de ülkede düzeni sağlayacak kadar sabır sahibi olmadığını biliyordu. Üç konuda da haklı çıktı.

CIA'de Saddam Hüseyin'in idamını izlerken neler hissettiniz?

İdam midemi bulandırdı. Gece yarısı bir grup haydut alay ederken Saddam'ı idam etmek bizim hükümetin engelleyebileceği bir olaydı. Ancak yapmadılar.

Bush, Clinton ve Obama hakkında analizleriniz olduğu gibi eleştirileriniz de var...

En son büyük dış politika başkanının George H.W. Bush (Baba Bush) olduğunu kesinlikle düşünüyorum. Mükemmel değildi ancak istihbarat ve dış politikadan anlardı ve ABD ulusal güvenlik çıkarlarını korumak için kendi uluslararası kontaklarını kullanmayı iyi bilirdi. Clinton, Bush ve Obama'nın (ve şimdi Trump) dış politika hakkında en ufak bir fikri yok. ABD'nin dünyadaki rolü hakkında en ufak bir vizyonları yok. Bence, 1993'ten beri ulusal güvenliğimizin siyaset tarafından felç edilmesine izin veren bir dizi başarısız başkanlığa tanık olduk.

Türkiye'de FETÖ'nün darbe girişimi ardından ABD-Türkiye ilişkileri için neler dersiniz?
Birçok Türk'ün ABD ile Gülen hareketinin gizli bir bağı olduğunu ve aslında darbenin arkasında olduğunu düşündüğünü biliyorum. Amerikalıların çoğunun ne Gülen'in varlığından haberi var ne de ABD'de yaşadığından. Sabah
(36)

Gerçekler ve Tartışmalar

Alman DW 9 Nisan 2018'de şöyle bir başlık atarak Irak ve Saddam'la ilgili ABD ve Avrupa arasındaki tartışmayı aktarmıştı okuyucularına:

Saddam heykelinin devrilmesinden 15 yıl sonra

9 Nisan 2003'te ABD askerleri Bağdat'ta Saddam Hüseyin'in heykelini yıkmıştı. 15 yıl sonra yüz binlerce kişinin hayatına mal olan ve Ortadoğu'yu kaosa sürükleyen bu savaşın aslında yalanlar üzerine kurulduğu biliniyor.

Irak Savaşı başladıktan üç hafta sonra Saddam Hüseyin'in heykelinin devrildiği sahne insanlık tarihinin önemli anlarından biri olarak hafızalara kazınmıştı. 9 Nisan 2003'ten bu yana tam 15 yıl geçti ancak hâlen birçok soru işareti var. Mesela Saddam Hüseyin'in heykelinin devrilmesini takip eden kaosta Irak Savaşı'nda hayatını kaybeden Iraklıların sayısı hâlâ bilinmiyor.

Tahminler 150 bin ila 500 bin Iraklının yaşamını yitirdiği yönünde. Ancak bazı araştırmalar çok daha yüksek rakamlar ortaya koyuyor. Lancet isimli tıp yayını daha 2006 yılındaki 650 bin "ek ölüm”den bahsediyor. Bu rakama ulaşırken savaş şiddeti dışında altyapı ve sağlık sistemi tahribatı neticesinde yaşanan ölümler de göz önünde bulunduruldu.

Ancak bilinen kesin bir şey var ki o da bu savaşın temelinin yalanlar üzerine kurulduğu. Irak Savaşı'yla ilgili toplumsal hafızaya kazınmış bir başka görüntü daha var. O da zamanın ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell'ın BM Güvenlik Konseyi'nde 5 Şubat 2003 tarihinde yaptığı konuşma. Savaş başlamadan altı hafta önce Powell, küresel toplumu bu savaşa ikna etmek için 76 dakikalık bir konuşma yapmıştı. Konuşmasının ana fikri ise şuydu: Saddam Hüseyin, biyolojik ve kimyasal kitle imha silahlarına sahip; rejimi uluslararası terörizmi destekliyor ve nükleer silah üretmeye çalışıyor.

Powell'ın sunumu detaylı çizimlerle desteklenen bir iddia ile zirveye ulaşmıştı: BM silah müfettişlerinin son derece sıkı kontrollerinden kaçınmak için Irak, bir kamyon filosunu kimyasal ve biyolojik silah laboratuvarlarına dönüştürmüştü. Powell'ın konuşması bir başka nedenden dolayı da hafızalara kazınmıştı ki o da bütün bu iddiaların hepsinin yanlış olduğu ortaya çıkacaktı. Powell'ın kendisi de 2005 yılında bu konuşmayı kariyerinin "kara lekesi” olarak tanımlayacaktı.

Ray McGovern gizli servisten emekli. McGovern önemli pozisyonlarda da bulunmak suretiyle CIA için 27 yıl çalışmış.

2003 yılında, diğer istihbarat servislerinden meslektaşlarıyla birlikte, ABD politikalarıyla eleştirel bir şekilde ilgilenen “Emekli İstihbaratçılar için Aklıselimlik”, yani VIPS'yi kurdu.

78 yaşındaki emekli istihbaratçının bugünkü değerlendirmesi şöyle: "Gizli servis bilgileri sadece yanlış değildi aynı zamanda tahrif edilmişti." Powell'ın sunumundaki istihbarat bilgilerinin önemli bir bölümü ise Almanya'dandı.

1999'da Iraklı kimyager Rafed Ahmed Alwan Almanya'ya bir mülteci olarak geldi. Alman gizli servisi BND'nin bundan haberi oldu ve onu sorguladı. Alman istihbarat ajanları Saddam Hüseyin’in kitle imha silahları hakkında bilgiye ulaşmayı umuyordu.

"Curveball" kod adıyla bilinen Alwan daha fazla bilgi aktardığında, durumunun daha da iyileştiğini fark etti: Alman pasaportunu aldı, para kazandı, kendi evinin sahibi oldu. Bu Alwan'ın eski şefini takip edene kadar devam etti. Ancak yalanlar bir bir ortaya döküldü. Alman istihbarat yetkilileri ABDli meslektaşlarını da durumdan haberdar etti. 11 Eylül saldırıları sonrası "Curveball" konusuna ilgi tekrar arttı.

"Die Welt" gazetesi, Ağustos 2011'de, eski BND başkanı August Hanning'den alıntı yaparak, Amerikalıların 2001'de Almanlardan Curveball'un ifadelerinin doğru olduğuna dair bağlayıcı bir açıklama istediklerini bildirdi. Hanning bunun üzerine, CIA şefi George Tenet'e şöyle yazdığını söyledi: "Şimdiye kadar hiçbir üçüncü taraf kaynağımızla benzer bilgiler vermedi ve bu nedenle bu bulgular doğrulanmış olarak kabul edilemez." Dahası, Curveball'un ifadelerinin doğruluğuna dair uyarılara rağmen Powell'ın savaş ilanının merkezinde bunlar yer aldı.

Ray McGovern emin konuşuyor: "Onlar için Curveball doğru söylüyormuş söylemiyormuş, pek de bir önemi yoktu. Ellerinde kamuoyunun karşısına çıkabilecekleri bir şey vardı. CIA'in yaratıcı ve profesyonel grafik departmanına verebilecekleri birşey vardı. Ve böylece Powell'ın sunumunda kullandığı ve mevcut olmayan mobil kimyasal silah laboratuvarlarını çizebildiler."

Bu saptamayı 2011'de o zamanın CIA Avrupa şefi Tyler Drumheller de İngiliz The Guardian gazetesine yapmıştı. 2003 yılından çok önce BND'deki meslektaşları tarafından Curveball'un ifadelerinin güvenilir olmadığı konusunda uyarılmıştı. Bu uyarıları, Powell'ın konuşmasını yaptığı akşama kadar, pek çok kez CIA şefi George Tenet’e iletmişti.

ABD'nin 43. Başkanı George W. Bush yönetimi savaş istemişti. Eski AB Dış Politika ve Güvenlik Yüksek Temsilcisi ve eski NATO Genel Sekreteri Javier Solana'nın savaşın başlamasının 15. yıldönümü vesilesiyle Project Syndicate  için yazdığı bir yorumda söylediği gibi "Teröre karşı savaş" kapsamında satılsa da, ABD'nin Irak'ı işgalinin temeli 11 Eylül'den önce atılmıştı. Solana George W. Bush'un ABD başkanı seçimlerinden kısa süre sonra Irak’ı güvenlik politikasının çok önemli bir ayağı haline getirdiğini hatırlıyor.

İngiliz müttefikler de erken devreye alınmıştı. Mayıs 2005’te, Sunday Times gazetesi şimdiye kadarki gizli bir notun içeriği hakkında haber yaptı. Konu: 23 Temmuz 2002'de eski İngiliz Başbakanı Tony Blair ile Irak'ta bir toplantı. Katılan diğer kişiler arasında: Dışişleri Bakanı Jack Straw, Savunma Bakanı Geoff Hoon, Başsavcı Lord Goldsmith ve notta "C" olarak isimlendirilen MI6 Başkanı Sir Richard Dearlove.

Dearlove Washington'da CIA Başkanı Tenet ile kısa süre yapılan bir görüşmeden bahsediyor. "Askeri müdahale artık kaçınılmaz olarak görülüyor. Bush, Saddam'ı terörizm ve kitle imha silahlarını bir araya getirdiği bir askeri saldırıyla silmek istiyor. Ancak istihbarat ve gerçekler politika etrafında düzenlenir." Dışişleri Bakanı Straw haklı olarak müdahale ediyor: "Kanıtlar zayıf, Saddam komşularını tehdit etmiyor ve kitle imha imkanları Libya, Kuzey Kore veya İran'dan daha düşük."

Ve Başsavcı Goldsmith, "Rejim değişikliği arzusu askeri operasyon için yasal bir dayanak değildir" diyor. Zira bütün bu endişeler Blair'in ABD ile "özel ilişkiler" adına bu savaşa katılmasını engellemiyor.

Köln'de avukatlık yapan Björn Schiffbauer' in değerlendirmesine göre, "uluslararası hukuka aykırı bir şiddet eylemi, ABD'nin uluslararası hukuka aykırı ittifakları olan bir savaştı." Almanya, Irak savaşında ABD ile resmen taraf olmayı reddetti. Başbakan Gerhard Schröder de "Irak Savaşı'na Hayır" diyerek 2002 yılında federal seçimleri kazandı.

Yine de Alman ordusundan eski binbaşı Florian Pfaff Irak savaşı ile ilgili şöyle konuşuyor: "Alman Ordusu mesela AWACS'ları donattı, savaşa katılacak ABD askerlerinin kışlasını korudu. Çoraptan bombaya kadar lojistik destek verdi."

Binbaşı Pfaff 2003 başında IT uzmanı olarak çalışıyordu. Uluslararası hukuka aykırı bir savaşa katılmak istemedi. Üstlerine, "Şimdi bütün emirleri kontrol edeceğim ve eğer ben savaşta yer aldığımı öğrenirsem, o emirleri yerine getirmeyeceğim" dedi. Buna karşılık, amirleri onu bir hafta boyunca psikiyatriye yolladı.

DW’ye konuşan Pfaff, "Komünizm zamanındaki söylentilerden psikiyatriye yönlendirildiğimi biliyordum. Ancak orada sapasağlam olduğum tespit edildi."

Irak savaşında resmi olarak yer almayan Federal Silahlı Kuvvetler, savcıya büyük baskı uyguladı, ancak 2005'te Leipzig'deki Federal İdare Mahkemesi, Pfaff'ın bir savaşı, uluslararası hukuka aykırılık gibi çok anlaşılabilir nedenlerden dolayı ve bu bağlamda yasadışı olması sebebiyle, desteklemeyi reddetme hakkına sahip olduğuna hükmetti. Matthias von Hein, DW (37)

Oysa bu konu Alper Selçuk'un 25.04.2010 tarihli  SA560/AS47: Leş Kargalarının Ellerinde Bir Hain, Bir Eğri Top -Curve Ball-  başlıklı yazısında durum net bir şekilde anlatılıyordu:
"Ne olmuş aslında? 1999'da geldiği Almanya'dan sığınma isteyen "Curve Ball" lakaplı Iraklı, başvurusu esnasında Alman yetkililere yaptığı açıklamalarla dikkat çekmişti. Özellikle bazı tesislerle ilgili olarak verdiği ifadelerde en ince detaylara kadar girmesi Alman gizli servis elemanlarının dikkatini çekmiş, bu kişinin varlığından Amerikan Merkezi Haberalma Teşkilatı (CIA) da haberdar edilmişti. Bağdat'ın kuzeyindeki tohum geliştirme laboratuarının gerçekte kimyasal silah üreten bir laboratuar olduğunu öne süren, Saddam Hüseyin'in elinde seyyar kimyasal silah rampaları ve laboratuarları olduğunu iddia eden Iraklı mühendisin söyledikleri, o dönem ABD Dışişleri Bakanı Collin Powell tarafından BM Genel Kurulu kürsüsünde dile getirilmişti. Söylediklerinin yalan olduğu ortaya çıkan Iraklı, "Çok güvenilir bir kaynak" olarak hem Bush'un, hem de Powell'ın konuşmalarında defalarca kez konu edilmişti"
. Sonsuz Ark (38)

Amerika'nın Sesi (VOA) 09 Eylül 2006'da şöyle bir haber yayınlamıştı, ancak Saddam Hüseyin'in aynı yılın sonunda idam edilmesine engel olmamıştı bu haber ve ilginç bir şekilde Rockefeller soyadı vardı haberin detaylarında...

"Saddam Hüseyin'in El Kaide'yle Bağı Yoktu"

İstihbarat Komisyonu, Amerika'nın Irak'ı 2003 yılında işgal etmesinden önce, eski Irak diktatörü Saddam Hüseyin'le El Kaide örgütü arasında herhangibir ilişki olduğu yolunda hiçbir kanıt bulunmadığını açıkladı. Bush yönetimin Irak'ta savaşa girişmek için gerekçe olarak gösterdiği istihbaratı inceleyen Komisyon bu konuda bir rapor yayınladı.

400 sayfalık raporda, Merkezi İstihbarat Örgütü (CIA) tarafından 2005 yılında yapılan bir değerlendirmenin, Saddam Hüseyin'le Irak'taki El Kaide lideri Ebu Musab el Zerkavi arasında herhangi bir ilişki olmadığını gösterdiği belirtiliyor. Başkan Bush ve yönetime bağlı yetkililer de Saddam'la Amerika'yı hedef alan 11 Eylül 2001 saldırıları arasında doğrudan bağlantı olduğu yolunda herhangibir kanıt bulunmadığını itiraf ediyor. Ancak Başkan Bush, Başkan Yardımcısı Dick Cheney ve diğer bazı yetkililer, savaştan önce El Zerkavi'nin Irak'ta bulunmasını, Saddam rejimiyle El Kaide arasında bir bağlantı olduğunun kanıtı olarak niteliyor.

Senato İstihbarat Komisyonu'nun Demokrat Partili üyeleri yaptıkları basın toplantısında raporun, Bush yönetiminin, Amerikan halkının 2001 yılındaki terör saldırıları nedeniyle taşıdığı korkuyu kullanarak Irak'ta giriştiği savaşı haklı göstermeye çalıştığını ortaya koyduğunu söylediler.
Demokrat Senatör John Rockefeller, "Bu rapora dayanarak, Bush yönetiminin Irak savaşıyla ilgili gerekçelerinin temelden yanıltıcı olduğunu söyleyebiliriz" diye konuştu.

Komisyonun Cumhuriyetçi Partili Başkanı Pat Roberts ise Demokratların, "temelden yoksun suçlamalarını üç yıldır tekrarladığını" öne sürdü. Beyaz Saray Sözcüsü Tony Snow da benzeri bir açıklamayla, Demokrat Partili Senatörlerin de, 2003 yılındaki Irak savaşından önce mevcut istihbaratı gördüklerini söyledi. Ancak Demokrat Partili Senatör Carl Levin, yönetimin Saddam'la El Kaide arasında bağlantı olduğu iddiasını Amerikalılara kabul ettirmek için geniş çaplı bir yanıltma kampanyası yürüttüğünü öne sürdü.

Senato Komisyonu'nun raporu, Amerikan halkı 11 Eylül 2001 saldırılarının beşinci yıldönümüne hazırlandığı bir sırada açıklandı. Bu saldırıları soruşturan Bağımsız Komisyon da Saddam Hüseyin ve El Kaide arasında işbirliği ilişkisi olduğunu gösteren bir kanıt bulamamıştı. VOA, (39)

Son sorum; CIA nedir?

Cevabı kendilerinden alalım;

Merkezi İstihbarat Teşkilatı (CIA) 1947 yılında Başkan Harry S. Truman tarafından imzalanan Ulusal Güvenlik Yasası’yla yürürlüğe girmiştir. Bu yasa Birleşik Devletler istihbarat cemiyetinin başı olarak görev yapan Merkezi İstihbarat Başkanlığı’nı (DCI) da oluşturmuştur. DCI ABD Başkan’ına ulusal güvenlikle ilgili istihbarat konularında baş danısmanlık yapmakla birlikte CIA’nin başı olarak görev yapar. 

2004 İstihbarat Reformu ve Terörü Engelleme Yasası, Ulusal Güvenlik Yasasında değişiklikler yaparak Ulusal İstihbarat Başkanlığı birimini oluşturmuştur. Ulusal İstihbarat Başkanı, CIA Başkanından ayrı bir birim olarak DCI’ın önceden yapmakla yükümlü olduğu bazı görevleri üslenmiştir.

CIA’in başkanı CIA’in başı olarak görev yapar ve Ulusal İstihbarat Başkanı’na karşı yükümlülükleri vardır. CIA Başkanı’nın sorumlulukları şunlardan ibarettir:

İnsan ve diğer uygun kaynaklar vasıtasıyla polis, celp, kolluk kuvvetleri gibi görev ve sorumlulukları olmaksızın istihbarat toplamak.Ulusal güvenlik alanında istihbarat toplayıp değerlendirmek ve bu istihbaratı ilgili birimlere iletmek. İnsan kaynakları vasıtasıyla, ABD sınırları dışında ulusal istihbarat toplamak ve bu istihbaratı yönlendirip diğer yetkili Amerikan istihbarat birimleriyle  kordine etmek; bu kaynakları en etkili bir biçimde ABD’nin karşılaştığı riski en düşük seviyeye indirmek ve bunları, bu tür istihbaratı toplama yetkisi olan diğer ABD istihbarat birimleriyle işbirliği içerisinde gerçekleştirmek. ABD Başkanı ya da Ulusal Güvenlik Başkanı talimatlarıyla verilen ulusal güvenliği etkileyen istihbaratla ilgili görevleri yerine getirmek. CIA’nin görevi yukarıda açıklanan sorumlulukları yerine getirmekte CIA Başkanına yardımcı olmaktır. Misyonunu başarmak için CIA istihbarat amaçlı yüksek teknolojiden, araştırma ve gelişimlerden faydalanır. Ayrı bir teşkilat olarak, cevaplanması gereken konularda, CIA bağımsız bir analiz kaynağı olarak görev yapar. İstihbarat Cemiyetinin diğer birimleriyle yakın işbirliği içerisinde gerek Washington’da kararları veren devlet yetkililerinin, gerekse savaş alanında görev yapan komutanların en iyi istihbaratı edinmelerini sağlar.

Değişen küresel hakikatler ulusal güvenlik gündemini de değişime uğrattığı için, CIA bunlara cevap verebilmek amacıyla aşağıdaki önlemleri almıştır:

Silahlanmayı Engelleme (Non-proliferation), Terörle Mücadele, Kontre İstihbarat, Uluslararası Organize Suçlar ve Uyuşturucu Kaçakçılığı, Çevre ve Silah Kontrolü istihbarat masaları gibi çok alanlı konularda görev yapan birimler oluşturmuştur. İstihbarat toplayan muhtelif bölümlerlerle tüm kaynakları içeren analiz raporlar arasındaki ilişkiyi güçlendirmiştir. İstihbarat Cemiyetinin analiz raporları geliştirme çabasında faal bir rol almış ve ulusal güvenliği etkileyen tüm konularda tüm kaynak analizlerden faydalanarak raporlar üretmeye başlamıştır.

Teknolojik bilgi toplama, araştırma ve gelişim konularında diğer istihbarat kurumlarıyla ortaklık yaparak imgeleme analizi (imagery), açık kaynaklardan bilgi toplayarak İstihbarat Cemiyetinin etkinliğine katkıda bulunmaktadır.

İstihbarat toplama konusuna yaklaşımını ortama göre değiştiren tutumuyla CIA, temel istihbarat tüketicilerine gereken desteği gösterip, onlara soğuk savaş sonrası sorunlarına çözüm getirebilmeleri için gereken yardımı verebilir. CIA (40)

Son sorum; sizce de bu analizin başlığının "Amerika'nın Kanlı Laboratuarlarında Bir Kobay-Bir Kurban Ülke; Bütün Hainleriyle Irak ve Saddam" olması ve Irak ve Saddam örneğinin olduğu gibi Türkiye, İran, Irak, Suriye, Suudi Arabistan, Yemen, Libya, Tunus, Cezayir, Mısır, Körfez ülkeleri, Afganistan, Pakistan, Bangladeş ve Afrika kıtasındaki müslüman ülkelerde uygulanan satanist operasyonların temel bir modeli olarak ele alınması mantıklı değil miydi?

Sonuç yerine;

Gerçek, Kissinger'e, Nixon'a, arkadaşlarına ve satanist efendilerine göre ne kadar bilinir durumda, bizler için bilinmez durumda görünürse görünsün, teşhirci Batı'nın iç çamaşırlarını gösterme, övünme ve aşağılama hastalığı sürdükçe sıradan bizler ABD-AB-İsrail-Rus-İran setindeki aşağılık ve şeytani organizasyonları görmeye devam edeceğiz... Türkiye olarak onları defalarca yendik, Allah'ın izniyle yenmeye devam edeceğiz, onları bütün müslüman coğrafyadan kovacağız...


[Başkanı Sorgulamak- Saddam Hüseyin'in Sorgusu, John Nixon, Anı, Güncel Kitaplar, Angın Yayınları, 1. Baskı, Haziran 2017,  İstanbul, ISBN: 978-975-2443-00-6]



Seçkin Deniz, 15.05.2018-01.06.2018, Sonsuz Ark, Kitap Notları, Kitap, Kitaplar ve Hayat



4- https://tr.sputniknews.com/avrupa/201805091033371091-abd-buyukelcisi-alman-sirketleri-iranla-isyapmayi-derhal-kesmeli-dedi-almanya-karisti/
5- https://www.sonsuzark.com/2016/09/sa3417ky37-az113-12-eylul-ve.html

6- http://www.sonsuzark.com/2016/06/sa3025tg195-amerika-ve-humeyni.html
7- http://www.sonsuzark.com/2018/01/sa5428sd860-iran-halknn-uzun-aldatlma.html
8- https://www.yeniakit.com.tr/kimdir/Saddam_H%C3%BCseyin
9- https://www.sonsuzark.com/2018/03/sa5821sd925-kurtlerin-yolu-barzaninin.html
10- https://www.sonsuzark.com/2017/10/sa5073ky64-ztk23-abdde-irakta-gozden.html#more
11- https://www.timeturk.com/tr/2011/04/19/sistani-rumsfeld-den-rusvet-aldigini-itiraf-etti.html
12- http://blog.milliyet.com.tr/ayetullah-el-uzma-seyyid-ali-el-huseyni-el-sistani/Blog/?BlogNo=547903
13- https://www.timeturk.com/tr/2014/11/21/kesnizani-tarikati-ve-irak-in-isgal-edilmesi.html
14- http://www.21yyte.org/tr/arastirma/orta-dogu-ve-afrika-arastirmalari-merkezi/2015/02/25/8085/kesnizani-tarikati-veya-buyuk-bir-ortulu-operasyon
15- https://www.bbc.com/turkce/haberler/2015/11/151103_ahmet_celebi
16- http://arsiv.ntv.com.tr/news/210523.asp
17- 
http://www.milliyet.com.tr/haberler/nuri-el-maliki

18- https://www.sonsuzark.com/2017/10/sa4945ky37-az215-irak-parcalayan.html
19- https://www.ntv.com.tr/dunya/trump-isidi-obama-kurdu,IvjbKqlmhkqaoLmoZdSxtw
20- http://www.star.com.tr/son-dakika/muttefikler-istedigi-icin-vahabiligi-yaydik-haber-1325176/
21- http://www.star.com.tr/dunya/veliaht-prens-muhammed-bin-selman-suudi-arabistanda-vahhabilik-diye-bir-sey-yok-ulkemizde-sunni-ve-sii-muslumanlar-var-haber-1327143/
22- http://www.sonsuzark.com/2013/07/sa272sd41-yasemin-ayaklanmalar-ve-mumya.html
23- http://www.sonsuzark.com/2013/07/sa276aa18-obamann-darbe-atlarnn-ahr-msr.html
24- http://www.sonsuzark.com/2013/07/sa274sd42-msr-ve-seyyid-kutubun-askeri.html
25- http://www.haberturk.com/irak-ta-mukteda-es-sadr-hukumet-kurma-calismalarini-tamamladi-1982146
26- https://www.yenisafak.com/gundem/saddam-CIA-ve-ingiliz-ajaniydi-2676537
27- http://www.gazetevatan.com/saddam-in-disisleri-bakani-CIA-adina-calisiyormus--73946-dunya/
28- http://www.radikal.com.tr/dunya/CIAnin-silahi-saddamin-escinsel-iliski-kasedi-999203/
29- https://www.sonsuzark.com/2018/05/sa6123sd978-irakta-demokrasinin-yesil.html
30- http://www.sonsuzark.com/2016/07/sa3298ky51-ha1-animasyona-gizlenen.html#more
31- http://www.milliyet.com.tr/yazarlar/tunca-bengin/CIA-nin-turkiye-deki-maasli-2537619/
32- http://www.sonsuzark.com/2016/11/sa2617cy4-db70-brookings-entstitusu.html
33- https://www.ntv.com.tr/galeri/dunya/saddam-huseyini-sorgulayan-CIA-ajanindan-itiraf,KUxDsUnwEk6esySbh15ZMg/NP4cdV6yTEGekrIHzhwOeg
34- https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-38510010
35- http://www.haberturk.com/dunya/haber/1346997-saddami-sorgulayan-CIA-ajani-john-nixon-obamanin-suriye-politikasi-utanc-verici
36- https://www.sabah.com.tr/pazar/2017/09/03/saddamin-asilmasi-deasin-kurulmasina-onayak-oldu
37- http://www.dw.com/tr/saddam-heykelinin-devrilmesinden-15-y%C4%B1l-sonra/a-43303208
38- http://www.sonsuzark.com/2014/02/sa560as46-les-kargalarnn-ellerinde-bir.html
39- https://www.amerikaninsesi.com/a/a-17-2006-09-09-voa7-88006157/846132.html
40- https://www.CIA.gov/tr









Sonsuz Ark'tan
  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark Manifestosu'na aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz




Seçkin Deniz Twitter Akışı