Darbe hükümeti “sakıncalı” ilan ettiğinde elindeki iki bavulla memleketinden ayrılmak zorunda kalmıştı. Fakat bavulu hem memleket ve hem de bilim aşkını içine sığdırabilecek kadar büyüktü. İslam Bilimler Tarihi’ni yazmak için Almanya’ya gitmeye karar vermiş, bunun için de her şeyi göze almıştı. “Üniversitede kalamazsam işçi olarak bile çalışırım” diye yola çıktı.
Geçtiğimiz hafta kaybettiğimiz Prof. Dr. Fuat Sezgin, İslam Bilim Tarihi Müzesi’ni kurduğu dönemde kendisiyle yaptığımız sohbette anlatmıştı bunları. Gülhane’deki müzede buluştuğumuzda sorularımı keyifle cevaplamıştı. Mühendis olma hayali ile çıktığı eğitim macerasının nasıl bilime yöneldiğini, çalışmalarını, “Allah’ın bir lütfu” olarak andığı eşini, İslam alimlerinin geliştirdiği aletleri yeniden yapma fikrinin nasıl doğduğunu tek tek anlatmıştı. Prof. Sezgin’i kendi sözleri ışığında tanıyalım istedik.
HOCASINA HAYRAN OLDU
Bitlis’te 1924 yılında doğan Prof. Dr. Fuat Sezgin ortaokul ve liseyi bitirdikten sonra İstanbul’a geldi. Hedefinde mühendis olmak vardı. Zaten çevresi de iyi bir mühendis olacağını düşünüyordu. Fakat tam da o günlerde Alman profesör Hellmut Ritter’in bir semineri vardı.
Edebiyat fakültesinin dünyaca ünlü bu Alman profesörünün İslam bilimlerini, Arapçayı, doğu dillerini öğrettiğini duyunca meraklandı Sezgin. Hocayı görmek için seminere gitti ve hayran kaldı: “Böyle bir insan bulunabileceğine hayret ettim. Belki söylediklerini çok anlamayan genç öğrencilere neler neler veriyordu o adam. Daha seminerin ilk saatinde talebesi olmaya karar verdim.”
Fuat Sezgin böylece hayatının akışını tamamen değiştirecek kararı almış oldu. Hemen kayıt için Edebiyat Fakültesine gitti. Ancak kayıtlar kapanmıştı. “Ben” dedi , “Dün büyük bir bilgin gördüm. Ona hayran oldum. Talebesi olmak istiyorum” dedi. Ancak cevap olumsuzdu.
KENDİSİNE İNANINCA KAPILAR AÇILDI
Fakat Sezgin bir şeyi aklına koyduğunda onu vazgeçirmek zordu. “O zaman gidip dekanla görüşeyim” diye ısrar etti. Kayıt memuru, bu genç çocuğun ısrarı karşısında, “Deli midir nedir” diye söylenerek pes etti ve dekana götürdü. Fuat Sezgin heyecanla Profesör Ritter’e hayran olduğunu, mutlaka talebesi olmak istediğini anlatmaya başlamıştı ki birden kapı açıldı. Hellmut Ritter şimdi Fuat Sezgin’in karşısındaydı.
Dekan Sezgin’i göstererek, “Hocam burada bir genç var. Sizin öğrenciniz olmak istiyor” dedi. Profesör Fuat Sezgin’e baktı. “Zengin bir ailenin çocuğu musunuz” diye sordu. “Zira bu fakir işi değil. Buradan çıkarsınız, kimse elinizden tutmaz, aç kalırsınız” diye de ekledi. Sezgin, “Ben bu tehlikeyi göz önüne alıyorum” deyince Prof. Ritter dekana dönerek, “Bu kendine çok inanmış bir çocuk. Kaydını kabul edin” deyince genç öğrencinin bilim yolculuğu başlamış oldu.
İSLAM ALİMLERİNİ DUYUNCA ŞAŞIRDI
Çalışkandı. Hocası Arapça, Farsça gibi dilleri öğrenmesini istemişti. Günde 13 -14 saat çalışmaya başladı. Bir gün Prof. Ritter, “Bu kadar çalışmayla alim olamazsın. Alim olmak istiyorsan buna birkaç saat daha eklemen lazım. Benim hocam günde 24 saat çalışırdı, gün uzun olsaydı daha çok çalışırdı” deyince Sezgin’in çalışma saatleri de uzadı. O günden sonra hep, günde 17 saatini çalışmaya ayırdı. İslam Bilim tarihi alanına yönelmesi de yine hocası ile yaptığı bir sohbetin sonunda oldu.
Prof. Ritter, matematikle de ilgilenmesini istedikten sonra Müslümanlardan da büyük matematikçiler yetiştiğini söyledi ve Harizmî, Ebu’l-Vefa Buzcanî, İbn Heysem gibi alimlerin isimlerini saydı. Bu isimleri hiç duymadığını fark eden ve şaşıran Fuat Sezgin, bilim tarihi konusunda çalışmaya karar verdi.
İŞÇİ OLMAYA BİLE RAZIYDI
Edebiyat Fakültesini bitirdikten sonra Arap Dili ve Edebiyatı üzerine doktora yaptı. Bu esnada hadis alimi Buhari’nin kaynaklarının bilindiği gibi sözlü değil yazılı olduğunu ortaya koyduğu doktora tezi büyük yankı uyandırdı. 1960 askeri darbesi sırasında 147’likler diye bilinen akademisyenler arasında üniversiteden uzaklaştırılmasının kendisine neler hissettirdiğini “Kadere teslimiyetim arttı” sözleriyle anlatan Sezgin, çantasını toplayıp Almanya’ya gitti. Amacı İslam bilim tarihini yazmaktı. Almanya’daki üniversiteden misafir doçent olarak davet almıştı.
Fuat Sezgin, “Üniversitede kalmam lazımdı, fakat orada da rekabetler, kıskançlıklar vardı. Bu beni korkutmuyordu, gençtim. Üniversitedeki yerimi kaybedersem işçi olarak bile çalışırım diye düşünüyordum. Bu bana kuvvet veriyordu. Hayatım günden güne gelişti. İnanamadığım başarılar oldu. Baktım hayatın umumi planını çizmek fakat küçük aksamalardan rahatsız olmamak lazım. Bir inanç olması lazım. Benim başarılarıma tesir etti böyle bir inanç” sözleriyle anlatacaktı yaşadıklarını. Burada İslam Bilim Tarihi üzerine çalışmaya başladı.
17 CİLTLİK ESERİ AŞILAMADI
1965’te Frankfurt Üniversitesi’nde, aynı alanda kürsü profesörü oldu. Bu arada eşi Ursula ile yolları kesişti. Günde 17 saati aşan çalışmasına tahammül eden hatta yardım eden eşi için “Eşim bana Allah’ın en büyük nimetlerinden biri” diyen Sezgin, Ursula Hanım’la üniversitede tanıştığını söylüyordu: “Ursula siyasal bilgiler tahsili yapıyordu. Benim için bırakıp Şarkiyat tahsili yaptı. Kitabımı yazarken hazırlığımı yapmıştım, Almanya’da yazmaya başladım. Ben elle yazıyordum, eşim tape ediyordu.”
1978 senesinde “Kral Faysal” ödülünü kazanan Prof. Fuat Sezgin, bu vesileyle Arap dünyasının devlet adamlarıyla tanıştı ve Arap-İslam Bilimler Tarihi Enstitüsü projesini anlattı ve destek de buldu. 1982 senesinde, J.W.Goethe Üniversitesi’ne bağlı Arap-İslam Bilimleri Tarihi Enstitüsü’nü ve 1983’de de buranın müzesini kurdu. Bir yandan da İslam Bilimler Tarihi’ni yazmaya devam etti ve kaynak eser haline gelen ve hala aşılamamış 17 ciltlik eserini tamamladı.
İSLAM ALİMLERİNİN ALETLERİNİ YAPTI
Prof. Fuat Sezgin, kitabını yazarken dünyadaki bütün önemli yazma kitapları araştırmış, gidip bulup incelemişti. Bu yazma eserlerdeki aletleri görünce İslam dünyasında geliştirilen bilim aletlerini tanıtmak için modellerini yapmak istedi. Bunlar İslam alimlerinin geliştirdiği pusula, takvim, güneş saati, askeri top ve tank, usturlab, küre, su pompası gibi aletlerdi, bunların tıpkılarını yaptı.
Prof. Sezgin, bu modellerin yapma fikrinin nasıl ortaya çıktığını şu sözlerle anlatmıştı: “Bu aletler yazma kitaplardan çıktı. Avrupalı oryantalistler bazı aletleri tarif etmişti. Büyük bir Alman fizikçisi Prof. Wiedemann bunları Almancaya tercüme etmişti, İslam bilimlerine dair 200’e yakın etüd yayınladı. 1900 senesinde de bir iki alet modeli yaptı. Fakat o zamanın tekniği o kadar gelişmiş değildi. Usturlab’ın Arapça kelimeleri yazılamıyordu. Mukavva üzerine yazıp maden üzerine oturttu. Bunlar Münih Müzesi’nde var fakat iptidai modeller. Ben onun model yaptığını biliyordum. Belki bilgim oradan gelmiştir.”
Bugün bu modellerin bir kopyası da Gülhane Parkı içerisindeki İslam Bilim ve Teknoloji Tarihi Müzesi’nde sergileniyor. Prof. Dr. Fuat Sezgin ve eşi Dr. Ursula Sezgin’le İstanbul Gülhane Parkı içerisinde bir müze açılması için özel gayret gösterdi. Açılışını dönemin başbakanı olan Recep Tayyip Erdoğan tarafından yapılan müze Müslüman bilim adamlarının tarihe geçen icat ve keşiflerini kapsamlı bir şekilde göz önüne seriyor.
***
HAYRAN OLDUĞUMUZ ŞEY NASIL ORTAYA ÇIKTI BİLMİYORUZ
Prof. Fuat Sezgin, Müslümanların bilim tarihinde ne büyük yeri olduğunu göstermek istiyordu. Müslümanların Avrupa’daki bilimlerin nasıl geliştiğini, Müslümanların ne büyük rolü olduğunu bilmediklerini söylüyordu. Sezgin, “Bunları yapan Müslümanlar başlangıçta çok az şey biliyorlardı. Bir din çıktı ve onlara ‘öğreniniz’ dedi. Öğrenme aşkı verdi. Onlar Yunanlılardan, Babilonyalılardan, Hintlilerden gelen bilimleri büyük bir süratle öğrendiler. Hakikaten eğer İslam’da bilim, bilim aşkıyla gelişmiş olmasaydı böyle büyük bir gelişme olmazdı. Bu bilinmiyor. Müslümanlar Avrupa’daki bilim seviyesine hayranlık duyuyorlar ama hayranlık duydukları şeyin nasıl ortaya çıktığını bilmiyorlar. Güney Kore 60 sene önce başladı, birçok bakımdan Avrupalılara ulaştı. Bizde henüz yok. Türkler hala istendiği kadar uyanamadılar. Onları uyandırmak lazım” diyordu.
50 YILDA AVRUPA SEVİYESİNİ YAKALARIZ
Müslümanların İspanya’ya ayak basmalarından itibaren Avrupalıların 500- 600 yıl boyunca Müslümanların geliştirdikleri bilimleri Avrupa’ya taşıdıklarını anlatan Prof. Sezgin, “Müslümanlar 17. Yüzyıl başında Avrupalıların teknikte İslam dünyasını geçmeye başladığını görünce bunun nasıl olduğunu bilemediler. Kendilerinin bu gelişmedeki rolünü göremediler. Hala da göremiyorlar. 20. yüzyılın eşiğinde bakıyoruz, ilmin çok gelişmiş bir seviyesi var. Şimdi ona pek katılamıyoruz. Katılabilmemiz için en büyük şırıngalardan biri oradaki rolümüzün büyük olduğunu öğrenmek. Şuurlu olarak çalışma yoluna girersek 50 -60 senede bilimin bütün dünyadaki standardına gelmememiz için sebep yok” demişti.
Emeti Saruhan, 12.07.2018, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Hayatın Sıcak Yüzü,
Emeti Saruhan Yazıları
Takip et: @emeti
Sonsuz Ark'ın Notu: Emeti Saruhan Hanımefendi'ye çalışmalarını bizimle paylaştığı için teşekkür ederiz. Seçkin Deniz, 06.07.2017
İlk yayınlandığı Yer: Gerçek Hayat
Emeti Saruhan Yazıları
Takip et: @emeti
Sonsuz Ark'ın Notu: Emeti Saruhan Hanımefendi'ye çalışmalarını bizimle paylaştığı için teşekkür ederiz. Seçkin Deniz, 06.07.2017
İlk yayınlandığı Yer: Gerçek Hayat
Sonsuz Ark'tan
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark Manifestosu'na aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.