“Kur’an edebiyat değil, hayattır; dolayısıyla O’na bir düşünce tarzı değil, bir yaşama tarzı olarak bakılmalıdır.”
Aliya izzetbegoviç.
Bosna-Hersek'in Cumhurbaşkanıyım.
Sizi Devlet-i Aliyye'nin en güzel şehirlerinden birinden, Bosna Sarayı'ndan, sizin daha sık kullandığınız haliyle Saraybosna'dan selamlıyorum.
Bu kısacık sohbetimizde, parçası olduğumuz Avrupa'dan, Avrupa'nın ve Batı'nın aslında ne olduğuna dair bazı tecrübelerimden bahsetmek istiyorum.
Belki bilirsiniz, benim dedem Devlet-i Aliyye'nin ordusunda askerlik yapmıştı, Üsküdar'da. Orada tanıştığı bir Türk kızıyla, ninem Sıdıka ile evlenmiş. Babam Mustafa Bey, bu evlilikten doğmuş. Biz ailece 1927'ye kadar Bosanski Samac şehrinde yaşadık. Bu şehir Sultan Abdülaziz zamanında Müslümanlara tahsis edilmiş, Semendire'den gelen Boşnaklar tarafından kurulmuş. Ben iki yaşındayken Saraybosna'ya taşınmışız. Çocukluğum ve öğrenciliğim Saraybosna'da geçti. Bu dönemde Yugoslavya'da Kara Corceviç hanedanı hüküm sürüyordu. Bu hanedan, 19. yüzyılda Devlet-i Aliyye'ye isyan eden Sırp Kara Corceviç'in kurduğu hanedandı.
Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra Corceviçier planlı bir şekilde Müslüman halkı yok etmeye yönelik politikalar uyguladı. Yapılan toprak reformuyla bize ait 10 milyon dönüm toprağa el koydular. Birçok zengin aile, bir gecede herşeylerini kaybetti, Müslümanlar varlıklı uyandıkları günün akşamına fakir bir halk olarak girdi.
Bosna'da üç halk yaşıyordu: Müslümanlar, Sırplar, Hırvatlar. Aslında onlar bizi Müslüman diye ayırmıyorlardı, bize Türk diyorlardı. Sırpların gözünde 1389 Kosova Savaşı'nda burayı fetheden Türkler bizdik yani Boşnaklar. (Siz de sorguladınız mı bilmiyorum ama ben 28 Haziran 1389 ile 28 Haziran 1914 arasında küçük de olsa kurnaz bir bağ olduğunu düşünmüşümdür. Hatırlarsınız, 28 Haziran 1914 günü, Saraybosna'da bir Sırp milliyetçisi olan Gavrilo Princip'in ateşlediği kurşun, Birinci Dünya Savaşı'nı başlatmıştı. Bu savaşın en önemli amacı ise Devlet-i Aliyye'yi çökertmek ve sömürgecilere karşı direnen son kaleyi tarumar etmekti. Bunu başardılar da.)
Boşnaklara sorarsınız, tarihi hafızamızda üç tarihin çok önemli olduğunu söylerler. Birisi bu 1918. ikincisi Devlet-i Aliyye'nin Bosna topraklarından çekilmeye başladığı, Avusturya-Macaristan'ın yavaş yavaş hüküm sürdüğü 1878. Son olarak da artık Türk hâkimiyetinin tamamen son bulduğu ve Sultan Abdülhamid'in resimlerinin duvarlardan indirilip Avusturya-Macaristan imparatorunun resimlerinin asıldığı 1908. Babam o günleri gözü dolarak anlatırdı hep. Çünkü 1908'den sonra biz Boşnaklar çok büyük sıkıntılar yaşadık.
İkinci Dünya Savaşı'ndan önce Sırplar ve Hırvatlar, ülkemizi ikiye ayırmaya karar verdiler. Hangi şehirde kimin daha fazla nüfusu varsa, o şehir o devletin olacaktı. Sırp ise Sırbistan'ın, Hırvat ise Hırvatistan'ın… Türklerin yoğun olduğu bölgelerde Türkler hiç hesaba katılmadan sayım yapılacaktı. Tuhaf olan ise Bosna'da en fazla nüfusa sahip milletin Türkler olmasıydı. İkinci ayrışmayı Soğuk Savaş'ın sona ermesi ve Yugoslavya'nın dağılmasıyla yaşadık. Bu yüzyılın bizce en hazin, en zalim, en yoksul vakitleri, 1992 ile 1995 arasına âdeta sıkıştırılmış o felaket günlerdi. Hele insan onurunun tamamen ortadan kalktığı, vicdanın yok olduğu, insanlığın, evet insanlığın kaybolduğu Temmuz 1995…
Efendim,
Boşnak kime deniliyor? Sırplara ve onları himaye eden Avrupalılara sorarsanız, Avrupa'ya İslamı yaymaya çalışan Türklere deniyor. Peki, Türklere sorsanız nasıl bir cevap alacaksınız? Çoğu, Boşnaklara Müslüman olmuş Slav bir ırk diye tanımlıyor. Benim için ırk zaten önemli değil. Hele 1992-1995 arasında yaşadıklarımızdan sonra Boşnak isminin anlamı çok değişti. Ben size Boşnak'ı “Kültürünü, dinini, kimliğini sömürmeye çalışan güçlere karşı canı pahasına direnen millet” diye tanımlasam ne dersiniz, bilmiyorum. Benim gözümde, Türkiye'den bize destek olmak için gelen savaşçılar da Boşnak'tır. Bosna ismini duyduğu an, kalbinin bir köşesinde küçük bir sızı hisseden başka milletlerin insanları da…
Dedelerimizin seksen yıl önce Çanakkale'de ve Yemen'de korumaya çalıştıkları şey neyse bizim Saraybosna'da ayakta tutmaya çalıştığımız şey oydu. Dünyayı sömürgeleştirmek isteyen, bunun için bazen dini, bazen dili bazen ırkı, bazen mezhebi kullanan işgalcilere karşı insanlığı, kardeşliği bir arada yaşama idealini korumak için direndik. Bu idealin adı Bosna'ydı. Boğazı sıkıldı, kurşuna dizildi, aç bırakıldı, tecavüz edildi, yalnızlaştırıldı ve ölüme terk edildi.
O günü hiç unutmuyorum:
Yugoslavya'nın artık dağılacağı belli olmuştu. Slovenya ve Hırvatistan, bağımsızlıklarını ilan ettiler, Avrupalı devletler onları hemen tanıdıklarını açıkladılar. Biz, Boşnakların, Hırvatların ve Sırpların birlikte barışla yaşayacakları bir devleti savunuyorduk. Ama Sırplar bizim gibi düşünmüyorlardı. Yugoslavya'nın hiç parçalanmadan, tamamıyla Sırp hâkimiyeti altında Büyük Sırbistan adıyla devam etmesini planladılar. Kimliğimizi yok edeceklerdi, bizi insan olarak bile görmeyeceklerdi. Yugoslavya ordusunun bütün silahlarına, Yugoslavya istihbaratının bütün araçlarına el koydular. Bosna-Hersek olarak bağımsızlığımızı ilan etmeye kalktığımızda Avrupa bizden referandum istedi. Boşnaklar, Sırplar ve Hırvatların katıldığı referandumda % 64,4 bağımsızlık yönünde oy kullanıldı. Biz haklıydık ama o gün Sırp askerleri topraklarımızı, devletimizi işgal etmeye başladı.
Silahımız yoktu. Tankımız, roketatarlarımız, uçaklarımız, bombalama da… Hepsine onlar el koymuştu. Birleşmiş Milletler'e başvurduk. Avrupa'dan ve Amerika'dan adaleti, hakkı, hukuku, yıllardır savundukları demokrasiyi, hürriyet hakkını, kendi koydukları ve var olduğunu savundukları ilkelere sahip çıkmalarını talep ettik. Yardım dilenmedik, para ve silah da… Sadece ama sadece silahsız ve korunmasız halkı koruyacak bazı tedbirler talep ettik. Çünkü Birleşmiş Milletler bunun için kurulmuştu; barışı, demokrasiyi korumak, soykırımlara engel olmak. Toplandılar, bir karar açıkladılar. “Savaşın üstüne savaş eklemek istemiyoruz.” dediler. Silah satışına ambargo koydular.
Bu ne demekti? Bütün Sırplar silahlıydı, ama artık ambargo sebebiyle, direnmeye başlayan Boşnaklara silah satışı yasaklanmıştı. Avrupa ve Amerika, Müslümanları, Türkleri yani sizin deyişinizle biz Boşnaklara elimiz kolumuz bağlı hâlde düşmanımızın önüne sürdü.
1200 gün boyunca gece ve gündüz cehennemi yaşadık.
1200 gün boyunca Avrupa'dan, Amerika'dan sesimizi duymalarını bekledik.
Her gün bizi kandırdılar, her gün bizi aldattılar.
Çare bulmak ümidiyle gittiğimiz her toplantının aslında düşmanımıza daha fazla zemin hazırlama çalışması olduğunu fark edince Avrupa'nın ne demek olduğunu anlamıştım.
Onlar için biz yoktuk. Avrupa'nın ortasında bir halk, sadece Müslüman olduğu için, hakkını-hukukunu demokrasiyle aradığı için katillerin önüne elleri bağlı halde terk edildi. Ben halkımı bir savaşın yaklaştığına dair ikaz ettim, ama itiraf etmeliyim ki bir savaşın içinde olduğumuzu söylerken bile 20. yüzyılda bir millete soykırım uygulanacağını, hele bunun Avrupa'nın gözünün önünde ve hemen yanında, onların göz yummasıyla yaşanacağını hiç ama hiç düşünmemiştim. (Soykırım elbette soykırımdır. Mesela neredeyse aynı tarihlerde Afrika'da yaşanan ve bir milyon kişinin ölümüyle sonuçlanan Ruanda Soykırımı için Fransa Devlet Başkanı François Mitterand'ın “Oralarda yaşanan şeylerin ciddiye alınmasını gerekli görmüyorum.” dediğini duymuştum. Orası Afrika'ydr Yıllarca Fransızlar ve Ingilizlerin sömürdükleri topraklar. Ben de Fransızların, Ingilizlerin oralara bu kadar umursamaz baktıklarını biliyordum. Biz Avrupa'da olduğumuz için en azından bir sorumluluk hissedeceklerini düşündüm. Yanılmışım.)
Peki, neler oldu Bosna'da?
Bosna, dört bir tarafından Sırp askerleri tarafından kuşatıldı. Boşnaklar, tarihte eşine az rastlanır bir direniş sergilediler. Kendi tüfeğimizi yapmaya çalıştık, kendi silahlarımızı üretmeye uğraştık. Şofbenden bombalar, soba borularından roketatarlar yaptık. Ama hiç tankımız olmadı mesela. Savaşı yaşamayan kişiye onu anlatmak çok zordur. Anlayamazsınız. Dört tarafı dağlarla çevrili bir şehre, her taraftan ateş edildiğini düşünün. Hareket eden herşeyi vurma emri veren bir zihniyet düşünün. Çocuk, kadın, bebek, yaşlı ayırmayan bir yöntem düşünün. Ağır silahlardan 700 bin merminin yağdığı bir şehrin ne hale gelebileceğini hayal etmeye çalışın. Milyonlarca boş kovan… Elinizdeki insani malzemenin tükendiğini… Şehirde gıda bitti, temiz su şebekeleri yok edildi. Elektriğimiz ve gazımız yoktu. Odun ve kömürümüz de… Şehre giriş ve çıkış da yapılamıyordu. Bir kuşatmaydı bu. Çocuklarımız, bebeklerimiz, yaşlıları açlıktan, bakımsızlıktan öldüler. Birleşmiş Milletler, yardım gönderiyoruz diye bize otuz yıl öncesine ait konserveleri, pirinç paketlerini gönderdiler. Bu konserveleri sokağa koyduğumuzda, kapağını henüz açmadan köpekler bile onların kokusunu alıp hemen kaçıyorlardı.
Savaşı yöneten bir lider olarak aldığım en acı haberler, kadınlarımıza ve kızlarımıza yönelik tecavüzlerdi. Maalesef Bosna'nın her tarafından, Mostar'dan, Srebrenitsa'dan bu tür haberler alıyorduk. Bu, Sırp askerlere verilmiş kati bir emirdi. Sırp entelektüellerin teorisini yazdığı etnik temizliğin bir parçası olarak Sırp yöneticiler tarafından kurgulanmış iğrenç bir plandı. Bir gün Brçko'da üç bin kardeşimizin boğazlanıp nehre atıldığını öğrendik, başka bir gün toplu soykırım Kosaraz'da devam etti, peşinden Prijedor'da… Ve sonra bütün Bosna'da…
Biz Sırplara düşman değildik. Onların yöneticilerinin bize ve ortak yaşama idealine karşı çıkmalarına direniyorduk. Yani Sırp devletinin takip ettiği işgal politikasına… Ama düşmanımız yani Sırplar, doğrudan bizim milletimize düşmandı. Savaşta bile olsak, inançlı birer Müslüman olarak Kitab ne emrediyorsa ona göre davranmak zorundaydık. Öyle de davrandık. Bunu, insanlık ve İslamlık onuruyla ve gururla söyleyebilirim. Sırplar, şehitlerimizi gömdüğümüz mezarlarımıza bile tahammül edemediler, hepsini tarumar ettiler. Sadece mezarlarımızı değil, tarihi eserlerimizi de… Yüzyılların kıymeti Mostar'daki köprümüz, Saraybosna'daki NAHIT Kütüphanemiz ki bu kütüphane Avrupa mimari tarzına göre inşa edilmişti. Yıktılar, yaktılar. Yıkılan 1300 camimizi saymaya gerek var mı bilmiyorum.
200 bin insanımızın öldüğünü, binlerce kadınımıza ve çocuğumuza tecavüz edildiğini, insanlarımızın açlıktan kırıldığını ve yüz binlerce vatandaşımızın yurtlarından kaçmak zorunda kaldığını gördükleri halde Fransa, İngiltere, Rusya gibi büyük devletler ne yaptı dersiniz? Onlardan sadece Saraybosna'ya uygulanan ambargoyu kaldırmalarını istediğimiz zaman, Güvenlik Konseyi toplandı ve talebimiz işte bu modern ve demokrat devletler (!) tarafından reddedildi. Ben hem onların, hem Sırpların bana karşı işlediği suçları affedebilirim, askerlerime karşı işledikleri suçları da… Ama söyleyin, hangi sabır, hangi vicdan, hangi inanç onların kadınlarımıza ve kızlarımıza yaptıklarını affettirebilir? Asla affetmeyeceğim.
Bütün bu anlattıklarımdan sonra Batı'nın ve Avrupa'nın Bosna'da yaşanan soykırıma müdahale etmediğini söylemiyorum. Yanlış anlaşılmasın. Onlar, bu soykırıma doğrudan ve çok etkili bir şekilde müdahale ettiler: Sırplara yapabilecekleri her türlü yardımı perde arkasında yaptılar, Boşnakları elleri kolları bağlı bıraktılar ve sonunda zeminini hazırladıkları Müslüman kıyımını oturdukları yerden seyrettiler.
Saraybosna'yı, Mostar'ı gezerken göreceksiniz ki bizim şehirlerimizde park yoktur. Bütün parklarımız şehitlerimizin istirahatgâhı. Boşnakların en mahir olduğu işlerden biri de mezar taşıdır. Bu sözün ne anlama geldiğini şehirlerimizin dört bir köşesinde karşınıza çıkacak şehitliklerimizde göreceksiniz. Dünya Bosna'yı o mucizeyi ve onurlu direnişiyle hatırlasın istesem de bizim yüreğimizde sakladığımız ama yine de yüzümüze yansıyan şey “acı"dır. Lütfen bu söz sebebiyle bize acımanız gerektiğini düşünmeyin, hatta sakın bize acımayın. Çünkü bahsettiğim bu acı ancak bir Boşnak'ın anlayabileceği ve hakkıyla yaşayabileceği bir histir. Biz acınacak bir millet değiliz aksine bastığımız her adımda gururla yürüyoruz.
Size Bosna hakkında anlatmak istediğim son şey çoğunuzun üstünkörü bildiği, bazı detaylarına vakıf olmadığı Srebrenitsa Olayı hakkında… Bir insanın hayatında karşılaşabileceği en aşağılayıcı, en zalim, en adi günlerin yaşandığı katliam… İnanın, o gün Srebrenitsa'da bulunan binlerce Boşnak kardeşimize Allah'ın Kitap'da bize anlattığı cehennemi tarif etseniz, onlar o cehenneme sığınmak için ne yapmaları gerekiyorsa mutlaka yaparlardı. Ama buna bile fırsatları olmadı.
Srebrenitsa, Sırbistan sınırına yakın olan bir şehrimizdi. Birleşmiş Milletler savaş devam ederken burayı Güvenli Bölge ilan etti ve Hollandalı bir askeri birliği şehrin beş kilometre yakınına, Potocari'deki kampa yerleştirdi. Şimdi dinleyeceklerinizi lütfen yüzlerce yıl önce yaşanıp bitmiş bir hadise olarak dinlemeyin. Henüz yirmi yıl önce yaşanmış ve etkileri hâlâ devam eden çok taze bir dramdır bu.
Güvenli Bölge ilan edilen bir yerde "Avrupa'nın ilkeleri” gereği insanlar silahsızlandırılır. Boşnak kardeşlerimiz de Avrupa'ya güvenerek ve artık NATO, BM gibi kurumların koruması altına girdiklerini düşünerek silahlarını teslim ettiler. Fakat 1995'in Temmuz'unda Sırplar, Radko Mladiç komutasında Srebrenitsa'yı abluka altına aldılar. Dağlardan sivil insanlara tanklarla, toplarla saldırmaya başladılar. Çevre kasaba ve köylerdeki vatandaşlarımız, büyük bir korkuyla güvenli yer bildikleri Srebrenitsa'ya sığındı. Şehrin nüfusu bir anda katbekat arttı. Artık bırakın evleri, sokaklarda bile yatacak yer, yiyecek gıda kalmamıştı. Mladiç, bir insanın asla yapamayacağı bir planla silahsız ve korunmasız bu insanların üzerine ateş kustu. Binlerce Boşnak, canını kurtarmak üzere Potocari'deki BM kampına sığındı. Şehir boşaltılmış, yirmibine yakın masum sivil halk, kampın etrafına kaçmıştı. Gücü yetenler ise ormanlara dalıp Tuzla tarafına doğru koşmaya ve kurtulmaya çalıştı.
Mladiç, askerleriyle birlikte Srebrenitsa'ya girdiğinde yakılmış evler, yıkılmış camiler ve okullarla karşılaştı. Sokaklarda tek bir insan bile yoktu. Büyük bir keyifle gezindiği caddelerde “Nihayet Türklerden intikamımızı alıyoruz, artık onları Avrupa'dan tamamen kovmanın zamanı geldi.” diye konuşuyor, askerlerini tebrik ediyordu.
Bugün Almanya'ya gitseniz, sokaklarda karşılaştığınız herhangi bir Alman vatandaşının yüzüne baksanız, Yahudi soykırımı sırasında yaşanan insanlık dışı olayları bu insanların yaptığına inanır mısınız? Ben inanamıyorum. Tıpkı sokakta karşılaştığım bir Sırp'ın o gün Srebrenitsa'da yaşananları yapacağına inanamadığım gibi. Fakat yaptılar. Maalesef yaptılar.
Miadiç, askerleriyle Potocari'deki kampa geldi. Kampa sığınan bütün sivillerin kendisine teslim edilmesini istedi. O gün, orada bulunmalarının tek sebebi, silahsız ve korunmasız hâlde kendilerine yalvaran halkı korumak olan birliğin komutanı, hiçbir direnç göstermeden bu isteği kabul etti. Şimdi gözlerinizi kapatın ve erkek, kadın, çocuk, yaşlı yirmibin kişinin aynı anda “Bizi teslim etmeyin, öldürecekler.” diye yalvardığını düşünün. Nasıl hüzünlü ve uğultulu bir ses, değil mi? Mahşer yeri denilen bu olsa gerek. Bu sesi umursamamak için ne kadar zalim olmanız gerekir, bir fikriniz var mı? Sizin yoksa da tarihin bir fikri var: BM Bosna Barış Gücü Komutanı, Fransız General Bernard Janvier veya Hollanda Askeri Birliği Komutanı General Tom Karremans olmanız yeterli!
Bombardıman altındaki Güvenli Bölge'yi korumak için bir tek adım bile atmayan bu beyler, yirmibin masum sivili o gün Radko Mladiç'e teslim ettiler. NATO'ya bağlı uçakların, karargâhtan havalandığını ama İtalya üzerindeyken yeni bir emirle geri döndüğünü artık hepimiz biliyoruz.
Peki, o gün orada neler oldu?
Size söylemiştim, bize yapılan herşeyi affedebiliriz ama kadınlarımıza ve çocuklarımıza yapılanları asla affetmeyeceğiz.
Dokuz yaşında henüz ergenliğe girmemiş bir erkek çocuğunu düşünün. Yanında annesi var. Sırp askerler, çocuğun kafasına silah dayıyorlar ve ondan çırılçıplak soydukları kadına yani annesine tecavüz etmesini istiyorlar. Sonunda askerlerin istediğini yapamayınca kafasına yediği tek kurşunla ölüyor. Bu sırada Hollandalı Barış Gücü askerleri kulaklarına takılı kulaklıkla müzik dinliyorlar.
Bir kadın, kucağında beş yaşında kız çocuğu. İki asker, kızı annesinin kucağından indirmeden kadının ellerini ve bacaklarını iki yana açıp üçüncü bir askerin tecavüzüne yardım ediyor. Bu sırada Birleşmiş Milletler komutanı, askerlerin önderi Mladiç'le aynı masada bira içiyor.
Bir bebek. Kampın etrafındaki binlerce insan gibi ağlıyor. Sesi, askerleri rahatsız etmiş. Annesine “Kes şunun sesini!” diye bağırıyorlar. Kadın bebeğini sarıp sarmalıyor, susturmaya çalışıyor ama başaramıyor. Asker “Sen susturamazsan ben sustururum.” deyip elindeki çakıyla bebeğin dilini kesip yere atıyor.
Türk'ün evladı…
Unutma.
Ben Aliya,
Boşnakların içinde herhangi biriyim. O gün bütün Avrupa bizi yapayalnız bıraktı. Üç gün içinde sekiz bin vatandaşımızı katlettiler ve toplu mezarlara gömdüler. Binlerce kadınımıza tecavüz ettiler. Binlerce çocuğumuzu yetim bıraktılar. Henüz mezarlarını bulamadığımız kaç kardeşimiz daha var, bilmiyoruz. Önce, hepsini sıraya dizip tek tek öldürmeye başlamışlar. Elinize kazma kürek verildiğini, bir çukur kazdırıldığını, sonra kafanıza bir kurşun sıkıldığını düşünün. Biraz zaman geçince işin çok uzun süreceğini anlıyorlar. Bu kez yirmili, otuzlu, kırklı gruplar hâlinde daha büyük çukurlar kazdırıyorlar. Vatandaşlarımızı bu kuyuların içine atıp üstlerine kurşun yağdırıyorlar. Bu kez de çok fazla mermi harcandığını anlayıp başka bir yola başvuruyorlar. Çukurlara doldurulan kardeşlerimizin üstüne bomba atıp onları paramparça ediyorlar. Onların mezarını biz bulmadık. Kelebekler buldu. Mavi kelebekler. Sadece toplu mezarların olduğu yerde biten bir çeşit bitkiyle beslendikleri için bazı bölgelere kümelendiklerini anladık. Nerede mavi kelebek gördüysek orayı kazdık. Binlerce şehidimizi çıkarıp Potocari'deki şehitliğe defnettik.
Biz “Bosna'da kendi devletimiz olsun.” demedik, onlar dediler. Biz “Bosna'da sadece bizim dinimiz olsun.” demedik, onlar dediler. Biz “Bosna'da sadece bizim kimliğimiz olsun.” demedik, onlar dediler. Bizim Bosna'da savunduğumuz şey, Batı'nın tüm dünyaya göğsünü gererek anlattığı Helsinki Nihai Senedi'ydi, Paris Şartı'ydı, demokrasi ve hürriyet ilkeleriydi. İki yüz bin canımızı kaybettiğimizde, binlerce kadınımız karınlarında kocalarını öldüren askerlerin bebekleriyle terk edildiğinde, yirmi dokuz günlük bebeklerimiz öldürülüp toprağa düştüğünde Avrupa'nın anlattığı şeylerin koca bir yalan olduğunu anladık. Amerikan Başkanı George Bush'a toplama kamplarını, tecavüzleri, ambargoyu delilleriyle gösterdiğimde verdiği tepki dünyanın nasıl yönetildiğini öğretti bana. Petrol için Irak'a bir gecede savaş açan ama buna demokrasi kılıfı uyduran, yıllarca Afganistan'da, Pakistan'da, Afrika'da, Filistin'de, Hindistan'da askeri operasyon yapan Amerikan Başkanı, anlattıklarımı dinledikten sonra tek bir cümle söyledi bana: “Bosna bizim meselemiz olamaz, o, Avrupa'nın bir iç meselesi.”
Ben Aliya,
Aliya İzzetbegoviç.
Unutma, Türk'ün evladı!
Sömürgeciler, bütün ilkeleri kendi menfaatleri için koyuyorlar ve kendi çıkarlarını korumak için denklem kuruyorlar. Onların demokrasi dedikleri, hürriyet dedikleri, aidiyet dedikleri, barış ve hoşgörü dedikleri ilkeler, Saraybosna'da, Srebrenitsa'da, Mostar'da toprağın altına gömüldü. Hem de çok acı hatıralarla… Biz, kendi çocuklarımız en azından tebessüm edebilsinler diye yaşadıklarımızı yeni nesillere anlatmıyoruz, anlatmayacağız.
Ama sen bizim yaşadıklarımızi sakın unutma!
Onlar askerleriyle, basın ve medyasıyla, kurumlarıyla çok güçlüler. Onların güçlerinden değil, ikiyüzlü olmalarından kork.
Biz, senin kardeşin olduğumuz için öldürüldük, boğazlandık, tecavüze uğradık.
Senin hafızana sahip olduğumuz için toplu mezarlara gömüldük, yok edildik.
Türk'ün Evladı,
Bizim korumaya çalıştığımız sancak, Yemen'de, Çanakkale'de, Filistin'de, Kırım'da, Açe'de, Türkistan'da korunmak istenen sancaktı. O, ne bir dinin, ne bir ırkın, ne bir dilin, ne bir mezhebin sancağıydı. insanlığın, tek başına insan olmanın temsiliydi.
Sömürgecilerin karşısında sakın yere düşme. Biz, Çanakkale'den sonra direnişi devam ettiren nesiliz. Sen, direnişin değil, dirilişin nesli olacaksın. Korumak için değil, düzen kurmak için çalışacaksın. Sen varsan biz olacağız. Sen ayaktaysan biz yaşayacağız.
Ama unutma!
Sömürgeciler, seni tamamen Asya'ya sürmek için planlarını adım adım işletecekler. Bir gün sıra sana da gelecek. Seni yok etmek için bin yıldır hazırlananlar, bir gün bile durmadan çalışıyorlar.
Sen Türk'sün. Bir ırk, bir din, bir mezhep değilsin, olamazsın.
Batı, Haçlı Seferlerini düzenlerken Araplara Arap demiyordu, Türk diyordu. Çanakkale'de Kürtleri boğazlarken onlara Kürt demiyordu, Türk diyordu. Ne zaman ki onların çıkarı için yeni devletlere ihtiyaç duydu, Arap'a Arap demeye başladı. Seni ondan, onu senden ayırdı. Bugün de Kürt'ü senden, seni Kürt'ten ayırmak için gece ve gündüz çalışıyor.
Türk'ün Evladı,
Biz Boşnak'ız ama Türk'üz de. Sen de kalbimde taşıdığım acıyı taşıdığın kadar Boşnak'sın. Utanacak tarihimiz, saklayacak hafızamız yok. Sırp'a karşı sorumlu olduğumuz için değil, yasayla zorunlu kılındığı için değil, kimimiz dinimiz, kimimiz milletimiz, kimimiz Kitabımız, kimimiz ahlakımız sebebiyle vicdan sahibi olduk. Birileri öyle istediği için değil, vicdan bunu tarif ettiği için hiçbir milletin diline, dinine, mezhebine karışmadık. Mezarlarını çiğnemedik, ibadethanelerini yıkmadık, kadınlarına tecavüz etmedik, bebeklerini boğazlamadık.
Sen var olmak zorundasın.
Bu yüzden bir ve beraber olmak zorundasın.
Sömürgecilerin tezgâhıyla saflara ayrışmamalısın.
Türk'ün Evladı,
Bizi, onların bize yaptıklarını ve sorumluluğunu sakın unutma."
Aliya İzzetbegoviç
Not: Lütfen Sırpların ve BM'nin yaptığı Müslüman Boşnaklara yönelik soykırımın kanıtlarının sergilendiği SREBRENICA; BM-Hollanda-Sırp Soykırım Müzesi 'ni online olarak geziniz...
Seçkin Deniz, 13.07.2018, Sonsuz Ark, Düşünce Dünyası'ndan,
Düşünce Dünyası'ndan
Srebrenitsa katliamı nedir?
Dünyada Soğuk Savaş döneminin sona ermesinin ardından yaşanan gelişmeler altı federe cumhuriyetten oluşan Yugoslavya’nın da dağılmasına neden oldu. Yugoslavya’yı meydana getiren cumhuriyetlerden biri olan Bosna, 1992 yılının Şubat ayında yapılan bir referandumun ardından bağımsızlığını ilan etti. Ancak Bosna’nın bağımsızlık kararını tanımayan Sırplar, Saraybosna’yı kuşatma altına alarak üç buçuk yıl süren Bosna Savaşı’nı başlattılar. Sırp saldırılarından kaçan binlerce Boşnak, BM tarafından “güvenli bölge” ilan edilen ve 400 Hollandalı barış gücü askeri tarafından korunan Srebrenitsa’ya sığındı. Sığınmacılardan yaklaşık 25.000’i, barış gücü askerlerince Srebrenitsa’ya birkaç kilometre mesafedeki Potaçari’de bulunan bir akü fabrikasına yerleştirildi. Fabrikadaki savunmasız binlerce Boşnak, Hollandalı askerlerce 11 Temmuz 1995’te Ratko Miladiç, nam-ı diğer “Sırp Kasabı”, komutasındaki Sırp askerlerine teslim edildi. Askerler 12 yaş üstü tüm erkekleri bir yana, kadınları da diğer yana ayırdılar. Kadınlara tecavüz edildi, erkekler ise kamyon ve otobüslere doldurularak ölüme götürüldü. Srebrenitsa’daki kıyımdan Tuzla’ya kaçmaya çalışan 12.000’i aşkın Boşnak, dağlık güzergâh üzerinde pusu kuran keskin nişancı Sırp askerleri tarafından âdeta tek tek avlandı.
1995 yılının Temmuz ayında Sırp güçleri sistematik olarak yürüttükleri katliamlarda sadece Srebrenitsa’da beş gün içinde 8.372 Boşnak’ı öldürdü, yüzlerce kadın ve küçük yaştaki kız çocuğuna tecavüz etti. Bir gün içerisinde 20.000’in üzerinde mülteci Srebrenitsa’dan zorla çıkarıldı. Temmuz 1995'de Yugoslavya iç savaşı sırasında Sırp ordusu, "Krivaya 95 Harekatı"nın bir parçası olarak Srebrenitsa'yı işgal etmiştir. Yaşanan bu olay bir işgal olarak kalmamış bir katliama dönüşmüştür. Çünkü Bosna – Hersek'in Srebrenitsa kentinde en az 8.372 kişi "Ratko Miladiç" komutasındaki ağır silahlı Sırp ordusu tarafından öldürülmüştür. Yapılan katliamda genç yaşlı demeden binlerce insan yaşamını yitirmiştir. Yapılan katliama Sırp ordusunun yanı sıra, Bosna-Sırp ordusunun "Akrepler" olarak bilinen özel birlikleri de katılmıştır. Ne Birleşmiş Milletler'in Srebrenitsa'yı güvenli bölge ilan etmesi ne de kentte bulunan 600 Hollanda Barış Gücü askeri katliama mani olamamıştır. Srebrenitsa olayı, II. Dünya Savaşından sonra Avrupa'da yapılan en büyük insan katliamı ve etnik soykırım olarak Dünya tarihine kazınmıştır. Yugoslavya'nın düşmesinin ardından, 1992 yılında Sırplar Yugoslav halklarına katliam uygulamaya başlamışlardır. Olaya müdahil olmak isteyen Birleşmiş Milletler 6 bölgeyi güvenli ilan etmiştir ve bu bölgelerden biri de Srebrenitsa'dır. Merak edilenlere haberimiz içerisinden ulaşabilirsiniz.
BOSNA SREBRENİTSA KATLİAMI NEDİR? KİM YAPMIŞTIR?
Temmuz 1995'de Yugoslavya iç savaşı sırasında Sırp ordusu, "Krivaya 95 Harekatı"nın bir parçası olarak Srebrenitsa'yı işgal etmiştir. Yaşanan bu olay bir işgal olarak kalmamış bir katliama dönüşmüştür. Çünkü Bosna – Hersek'in Srebrenitsa kentinde en az 8.372 kişi "Ratko Miladiç" komutasındaki ağır silahlı Sırp ordusu tarafından öldürülmüştür. Yapılan katliamda genç yaşlı demeden binlerce insan yaşamını yitirmiştir. Yapılan katliama Sırp ordusunun yanı sıra, Bosna-Sırp ordusunun "Akrepler" olarak bilinen özel birlikleri de katılmıştır. Ne Birleşmiş Milletler'in Srebrenitsa'yı güvenli bölge ilan etmesi ne de kentte bulunan 600 Hollanda Barış Gücü askeri katliama mani olamamıştır. Srebrenitsa olayı, II. Dünya Savaşından sonra Avrupa'da yapılan en büyük insan katliamı ve etnik soykırım olarak Dünya tarihine kazınmıştır.
Yugoslavya'nın düşmesinin ardından, 1992 yılında Sırplar Yugoslav halklarına katliam uygulamaya başlamışlardır. Olaya müdahil olmak isteyen Birleşmiş Milletler 6 bölgeyi güvenli ilan etmiştir ve bu bölgelerden biri de Srebrenitsa'dır. Savaştan önce 24.000 nüfusu olan bu kent mülteciler ve dışardan kente sığınan insanlarla birlikte 60.000 nüfusa ulaşmıştır. Nüfusun artmasıyla bu kent artık hastalıklarla, açlıkla mücadele etmeye çalışan bir toplama kampına dönüşmüştür. Kenttekilerin kendilerini korumak için edindikleri silahlar da BM (Birleşmiş Milletler) güçleri tarafından güvenlik gerekçesiyle toplanmıştır. Sırp devlet Başkanı Radovan Karadziç'in emriyle, Ratko Mladiç komutasındaki Sırp askerlerinin kente olan tacizleri sıklaşınca kamptaki insanlar silahlarının geri verilmesi için başvuruda bulunmuş; fakat kampın Hollandalı komutanı Thom Karremans bu isteği geri çevirmiştir. BM güçleri ise sadece kent üzerinde iki tane F16 uçurarak tepki vermişlerdir. Hollandalı askerler Bosna'daki BM Barış Gücü Komutanı Fransız generalden aldıkları emirle bir gece yarısı kenti boşaltmış ve bulundukları kampı içindeki 25.000 mülteci ile birlikte Sırplara teslim etmişlerdir. Hollandalı komutan tarafından Sırplara satılan (bu olay video kasetle kanıtlanmıştır) kent bir hafta süren katliamla Sırplara yenik düşmüştür.
KATLİAMI YAPAN HOLLANDALI ASKERLER TEDAVİ GÖRDÜ
1995 Temmuzu'nun sonlarına doğru yapılan katliamda, kenti Sırp askerlere teslim eden Hollanda askerlerinin çoğu daha sonra ülkelerine döndüklerinde psikolojik tedavi görmek zorunda kalmıştır. Hollanda hükümeti hiçbir sorumluluk kabul etmezken, kenti bırakarak Sırpların katliamına göz yuman 600 hafif silahlı Hollanda askerinin büyük bir bölümü pişmanlıklarını her fırsatta dile getirmişlerdir. Srebrenitsa kentinde yaşadıkları anları kitaplaştıran askerlerden biri olaydan dolayı yaşadığı pişmanlığı şu sözlerle ifade etmiştir "Ölmek istiyordum, masum insanları koruma sözü verdiğimiz halde bize sığınan insanları koruyamadığımız için kendimi affetmiyorum" İşte bu sözler, kentte uygulanan etnik kıyımın en büyük belgesidir. Srebrenitsa kentinde kurulan BM kampında tercümanlık yapan Hasan Nuhanoviç anılarında şunları paylaşmıştır; "Hollandalı askerlerin bulunduğu kampa gelerek, kampa sığınan insanların teslim edilmesini isteyen Sırp komutan, aksi takdirde kampın bombalanacağını açıklamıştır." Hollanda askerlerinin kendi canlarını kurtarmak için insanları tek sıra halinde teslim ettiğini aktaran Hasan Nuhanoviç kamp etrafında boğazlanan insanların çığlıklarını ve yalvarmalarını unutamadığını söylemiştir. Ne acıdır ki kampa sığınan ve Sırp askerlerine teslim edilen insanların arasında Nuhanoviç'in 18 yaşındaki erkek kardeşi Muhammed, annesi ve babası da vardır. Yaşadığı o günleri gözyaşları içinde anlatan Hasan Nuhanoviç katliamcılardan birçoğunu teşhis etmesine rağmen cezalandırılmadıklarını, hatta annesinin katili olan kişinin devlet dairesinde memur olarak görev yapmaya devam ettiğini belirtmiştir. Halen Saraybosna'da yaşamaya devam eden Hasan Nuhanoviç, yaşadığı bu üzücü ve kan donduran anıları 2007 yılında yazdığı " Birleşmiş Milletler Bayrağı Altında-Srebrenitsa Katliamı" adlı kitabında paylaşmıştır.
SREBRENİTSA SOYKIRIMINI YAPAN KARACİÇ YAKALANDI
Srebrenitsa Katliam'nın baş sorumlusu olan Karaciç yakalandıktan sonra yargılandı.İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra görülen en önemli savaş suçları yargılamalarından biri olarak görülen davada mahkeme, Karaciç'in Srebrenitsa'daki Boşnak erkeklerin yok edilmesini istediğine hükmetti.
Mahkeme ayrıca, Radovan Karaciç'i, Bosna savaşı sırasında 'insanlığa karşı suç işlemekten' de suçlu buldu ve toplamda 40 yıl hapis cezasına çarptırdı.
Dava, İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana savaş suçlarının yargılandığı en önemli dava olarak görülüyor.
11 suçtan yargılanan Karaciç, 10 suçlamada suçlu bulundu, birinden aklandı.
70 yaşındaki Sırp liderin suçlu bulunmadığı iddia, Bosna'da işlendiği öne sürülen bir başka soykırım suçlamasını içeriyor.
Karaciç'in avukatı, kararı temyize götüreceklerini söyledi. Temyiz sürecinin de yıllar sürebileceği belirtiliyor.
Bosna-Hersek'te 1992-1995 yılları arasında yaşanan ve 100 binden fazla insanın öldüğü iç savaşın en önemli isimlerinden olan Sırp lider Radovan Karaciç, 21 yıl sonra cezalandırılmış oluyor.
BM'nin soykırım olarak nitelediği 1995'teki Srebrenitsa katliamı sırasında aralarında çocukların da bulunduğu sekiz bin Boşnak erkek, Bosnalı Sırp gruplar tarafından öldürülmüştü.
SREBRENİTSA SOYKIRIMINI YAPAN KARACİÇ 13 YIL KAÇTI
Bosna-Hersek'teki iç savaş nedeniyle uluslararası mahkeme tarafından hakkında arama kararı çıkartılan Karaciç, uzun süre saklandı.
Sırp lider, 13 yıl sonra, 2008 yılında Belgrad'da bir otobüste yakalandı ve Lahey'de eski Yugoslavya için kurulan Uluslararası Ceza Mahkemesi'nde yargılanmak üzere Hollanda'ya gönderildi.
SOYKIRIMI YAPAN RADOVAN KARACİÇ KİMDİR?
Karadağ'a bağlı bir köyde, 1945 yılında bir ayakkabıcının oğlu olarak dünyaya gelen Karaciç, üniversite eğitiminin ardından psikiyatrist olarak çalışmaya başladı.
Aynı zamanda şiirle de ilgilenen Karaciç'in bir kaç şiir kitabı yayımlandı. Şiir yarışmalarında ödül aldı.
1980'lerin sonlarından itibaren aktif olarak politika ile ilgilenen Radovan Karaciç, Sırp Demokrat Partisi'nde hızla yükseldi.
Nisan 1992'de Bosna-Hersek'teki Sırp Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı seçilen Karaciç, Sırbistan ile yakın bağları korumak için çabaladı.
Bu çabaların sonucu olarak da, iç savaşta Boşnaklara yönelik bir etnik temizlik başladı.
Sırp topraklarında yaşayan Boşnak ve Hırvatlar bölgeyi terk etmek zorunda kaldı.
Cinayet, sürgün, tecavüz ve rehin alma gibi çok sayıda saldırıyla birlikte yürütülen etnik temizlik sonucu, on binlerce insan hayatını kaybetti.
HOLLANDALI ASKERLERİN DENETİMİNDE SOYKIRIM
BM, 11 Temmuz 1995'de BM tarafından güvenli bölge ilan edilen ve Hollandalı askerlerin denetimine verilen Srebrenitsa kentinde işlenen katliamı 'soykırım' olarak niteliyor.
Savaş ve insanlığa karşı suçun yanı sıra soykırımla da suçlanan Karadziç'in davası 8 yıl sürdü.
Karaciç bu sürede, "dünyanın en insancıl hapishanesi" olarak bilinen Lahey yakınlarındaki Scheveningen gözaltı merkezinde kaldı.
ALİYA İZZETBEGOVİÇ’İN TARİHE GEÇEN SÖZLERİ
“Her şeye kadir olan Allah’a andolsun ki köle olmayacağız.”
“Ölmeye hazır olan insanlar, ölmeye hazır olmayanlara karşı galip gelirler.”
“Savaşta büyük zulme uğradınız. Zalimleri affedip affetmemekte serbestsiniz. Ne yaparsanız yapın, ama soykırımı unutmayın. Çünkü unutulan soykırım tekrarlanır.”
“Bir kelimeyi hiç aklınızdan çıkarmayın: Devlet. Devletin ne kadar önemli olduğunu hepimiz idrak etmeliyiz. Devletsiz bir millet boşluğa düşer, rüzgârda savrulup gider.”
“Kabile ve ulusun dar sınırlarından kurtulmak için kendinizi Müslüman olarak düşünmeye başlayın.”
“Nefrete nefretle cevap vermeyin. Bosna için nefret çıkmaz sokaktır. Nefret sadece bizim ruhlarımızı zedelemiyor, Bosna’nın özünü de zedeliyor.”
“Hukuk benim için sadece meslek değil inancım, yaşam tercihim ve hayat felsefem.”
“Din hurafeleri yok etmezse, hurafeler dini yok eder.”
“Kur’an edebiyat değil, hayattır; dolayısıyla O’na bir düşünce tarzı değil, bir yaşama tarzı olarak bakılmalıdır.”
“Geleceğimizi geçmişimizde aramayacağız. Kin ve intikam peşinde koşmayacağız.”
“Ey teslimiyet, senin adın İslam’dır!”
“Hayat kısa sözüne hiç itibar etmedim. Çünkü yeterince uzun yaşadığımı düşünüyorum.”
“Ben Avrupa’ya giderken kafam önümde eğik gitmiyorum. Çünkü çocuk, kadın ve ihtiyar öldürmedik. Çünkü hiçbir kutsal yere saldırmadık. Oysa onlar bunların tamamını yaptılar. Hem de Batı’nın gözü önünde; Batı medeniyeti adına.”
“İnsan şahsiyetini alçaltan, onu eşyayla bir tutan her şey gayri insanidir.”
“Ben dindarlığımı annemin dindarlığına borçluyum.”
“Balığın suda yaşaması gibi dünyanın içinde yaşadığı çevre Kur’an ve İslâm’dır.”
“Müslümanların hızla artan büyük nüfusuyla övünmemiz, bana şişmanlığıyla övünen ve aldığı yeni kilolardan haz duyan bir adamı hatırlatıyor. Ruhumuza, akılımıza ve başarılarımıza vurgu yapmaya ne zaman başlayacağız? Küçük ve kırılgan bir insanda bile insanlığa katkıda bulunabilecek büyük bir ruh bulunabilir. Gücümüz, bilimimiz, edebiyatımız nerede? Nerede buluşlarımız, küllî iyiliğe katkılarımız?”, Akşam
Srebrenitsa katliamı nedir?
Dünyada Soğuk Savaş döneminin sona ermesinin ardından yaşanan gelişmeler altı federe cumhuriyetten oluşan Yugoslavya’nın da dağılmasına neden oldu. Yugoslavya’yı meydana getiren cumhuriyetlerden biri olan Bosna, 1992 yılının Şubat ayında yapılan bir referandumun ardından bağımsızlığını ilan etti. Ancak Bosna’nın bağımsızlık kararını tanımayan Sırplar, Saraybosna’yı kuşatma altına alarak üç buçuk yıl süren Bosna Savaşı’nı başlattılar. Sırp saldırılarından kaçan binlerce Boşnak, BM tarafından “güvenli bölge” ilan edilen ve 400 Hollandalı barış gücü askeri tarafından korunan Srebrenitsa’ya sığındı. Sığınmacılardan yaklaşık 25.000’i, barış gücü askerlerince Srebrenitsa’ya birkaç kilometre mesafedeki Potaçari’de bulunan bir akü fabrikasına yerleştirildi. Fabrikadaki savunmasız binlerce Boşnak, Hollandalı askerlerce 11 Temmuz 1995’te Ratko Miladiç, nam-ı diğer “Sırp Kasabı”, komutasındaki Sırp askerlerine teslim edildi. Askerler 12 yaş üstü tüm erkekleri bir yana, kadınları da diğer yana ayırdılar. Kadınlara tecavüz edildi, erkekler ise kamyon ve otobüslere doldurularak ölüme götürüldü. Srebrenitsa’daki kıyımdan Tuzla’ya kaçmaya çalışan 12.000’i aşkın Boşnak, dağlık güzergâh üzerinde pusu kuran keskin nişancı Sırp askerleri tarafından âdeta tek tek avlandı.
1995 yılının Temmuz ayında Sırp güçleri sistematik olarak yürüttükleri katliamlarda sadece Srebrenitsa’da beş gün içinde 8.372 Boşnak’ı öldürdü, yüzlerce kadın ve küçük yaştaki kız çocuğuna tecavüz etti. Bir gün içerisinde 20.000’in üzerinde mülteci Srebrenitsa’dan zorla çıkarıldı. Temmuz 1995'de Yugoslavya iç savaşı sırasında Sırp ordusu, "Krivaya 95 Harekatı"nın bir parçası olarak Srebrenitsa'yı işgal etmiştir. Yaşanan bu olay bir işgal olarak kalmamış bir katliama dönüşmüştür. Çünkü Bosna – Hersek'in Srebrenitsa kentinde en az 8.372 kişi "Ratko Miladiç" komutasındaki ağır silahlı Sırp ordusu tarafından öldürülmüştür. Yapılan katliamda genç yaşlı demeden binlerce insan yaşamını yitirmiştir. Yapılan katliama Sırp ordusunun yanı sıra, Bosna-Sırp ordusunun "Akrepler" olarak bilinen özel birlikleri de katılmıştır. Ne Birleşmiş Milletler'in Srebrenitsa'yı güvenli bölge ilan etmesi ne de kentte bulunan 600 Hollanda Barış Gücü askeri katliama mani olamamıştır. Srebrenitsa olayı, II. Dünya Savaşından sonra Avrupa'da yapılan en büyük insan katliamı ve etnik soykırım olarak Dünya tarihine kazınmıştır. Yugoslavya'nın düşmesinin ardından, 1992 yılında Sırplar Yugoslav halklarına katliam uygulamaya başlamışlardır. Olaya müdahil olmak isteyen Birleşmiş Milletler 6 bölgeyi güvenli ilan etmiştir ve bu bölgelerden biri de Srebrenitsa'dır. Merak edilenlere haberimiz içerisinden ulaşabilirsiniz.
BOSNA SREBRENİTSA KATLİAMI NEDİR? KİM YAPMIŞTIR?
Temmuz 1995'de Yugoslavya iç savaşı sırasında Sırp ordusu, "Krivaya 95 Harekatı"nın bir parçası olarak Srebrenitsa'yı işgal etmiştir. Yaşanan bu olay bir işgal olarak kalmamış bir katliama dönüşmüştür. Çünkü Bosna – Hersek'in Srebrenitsa kentinde en az 8.372 kişi "Ratko Miladiç" komutasındaki ağır silahlı Sırp ordusu tarafından öldürülmüştür. Yapılan katliamda genç yaşlı demeden binlerce insan yaşamını yitirmiştir. Yapılan katliama Sırp ordusunun yanı sıra, Bosna-Sırp ordusunun "Akrepler" olarak bilinen özel birlikleri de katılmıştır. Ne Birleşmiş Milletler'in Srebrenitsa'yı güvenli bölge ilan etmesi ne de kentte bulunan 600 Hollanda Barış Gücü askeri katliama mani olamamıştır. Srebrenitsa olayı, II. Dünya Savaşından sonra Avrupa'da yapılan en büyük insan katliamı ve etnik soykırım olarak Dünya tarihine kazınmıştır.
Yugoslavya'nın düşmesinin ardından, 1992 yılında Sırplar Yugoslav halklarına katliam uygulamaya başlamışlardır. Olaya müdahil olmak isteyen Birleşmiş Milletler 6 bölgeyi güvenli ilan etmiştir ve bu bölgelerden biri de Srebrenitsa'dır. Savaştan önce 24.000 nüfusu olan bu kent mülteciler ve dışardan kente sığınan insanlarla birlikte 60.000 nüfusa ulaşmıştır. Nüfusun artmasıyla bu kent artık hastalıklarla, açlıkla mücadele etmeye çalışan bir toplama kampına dönüşmüştür. Kenttekilerin kendilerini korumak için edindikleri silahlar da BM (Birleşmiş Milletler) güçleri tarafından güvenlik gerekçesiyle toplanmıştır. Sırp devlet Başkanı Radovan Karadziç'in emriyle, Ratko Mladiç komutasındaki Sırp askerlerinin kente olan tacizleri sıklaşınca kamptaki insanlar silahlarının geri verilmesi için başvuruda bulunmuş; fakat kampın Hollandalı komutanı Thom Karremans bu isteği geri çevirmiştir. BM güçleri ise sadece kent üzerinde iki tane F16 uçurarak tepki vermişlerdir. Hollandalı askerler Bosna'daki BM Barış Gücü Komutanı Fransız generalden aldıkları emirle bir gece yarısı kenti boşaltmış ve bulundukları kampı içindeki 25.000 mülteci ile birlikte Sırplara teslim etmişlerdir. Hollandalı komutan tarafından Sırplara satılan (bu olay video kasetle kanıtlanmıştır) kent bir hafta süren katliamla Sırplara yenik düşmüştür.
KATLİAMI YAPAN HOLLANDALI ASKERLER TEDAVİ GÖRDÜ
1995 Temmuzu'nun sonlarına doğru yapılan katliamda, kenti Sırp askerlere teslim eden Hollanda askerlerinin çoğu daha sonra ülkelerine döndüklerinde psikolojik tedavi görmek zorunda kalmıştır. Hollanda hükümeti hiçbir sorumluluk kabul etmezken, kenti bırakarak Sırpların katliamına göz yuman 600 hafif silahlı Hollanda askerinin büyük bir bölümü pişmanlıklarını her fırsatta dile getirmişlerdir. Srebrenitsa kentinde yaşadıkları anları kitaplaştıran askerlerden biri olaydan dolayı yaşadığı pişmanlığı şu sözlerle ifade etmiştir "Ölmek istiyordum, masum insanları koruma sözü verdiğimiz halde bize sığınan insanları koruyamadığımız için kendimi affetmiyorum" İşte bu sözler, kentte uygulanan etnik kıyımın en büyük belgesidir. Srebrenitsa kentinde kurulan BM kampında tercümanlık yapan Hasan Nuhanoviç anılarında şunları paylaşmıştır; "Hollandalı askerlerin bulunduğu kampa gelerek, kampa sığınan insanların teslim edilmesini isteyen Sırp komutan, aksi takdirde kampın bombalanacağını açıklamıştır." Hollanda askerlerinin kendi canlarını kurtarmak için insanları tek sıra halinde teslim ettiğini aktaran Hasan Nuhanoviç kamp etrafında boğazlanan insanların çığlıklarını ve yalvarmalarını unutamadığını söylemiştir. Ne acıdır ki kampa sığınan ve Sırp askerlerine teslim edilen insanların arasında Nuhanoviç'in 18 yaşındaki erkek kardeşi Muhammed, annesi ve babası da vardır. Yaşadığı o günleri gözyaşları içinde anlatan Hasan Nuhanoviç katliamcılardan birçoğunu teşhis etmesine rağmen cezalandırılmadıklarını, hatta annesinin katili olan kişinin devlet dairesinde memur olarak görev yapmaya devam ettiğini belirtmiştir. Halen Saraybosna'da yaşamaya devam eden Hasan Nuhanoviç, yaşadığı bu üzücü ve kan donduran anıları 2007 yılında yazdığı " Birleşmiş Milletler Bayrağı Altında-Srebrenitsa Katliamı" adlı kitabında paylaşmıştır.
SREBRENİTSA SOYKIRIMINI YAPAN KARACİÇ YAKALANDI
Srebrenitsa Katliam'nın baş sorumlusu olan Karaciç yakalandıktan sonra yargılandı.İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra görülen en önemli savaş suçları yargılamalarından biri olarak görülen davada mahkeme, Karaciç'in Srebrenitsa'daki Boşnak erkeklerin yok edilmesini istediğine hükmetti.
Mahkeme ayrıca, Radovan Karaciç'i, Bosna savaşı sırasında 'insanlığa karşı suç işlemekten' de suçlu buldu ve toplamda 40 yıl hapis cezasına çarptırdı.
Dava, İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana savaş suçlarının yargılandığı en önemli dava olarak görülüyor.
11 suçtan yargılanan Karaciç, 10 suçlamada suçlu bulundu, birinden aklandı.
70 yaşındaki Sırp liderin suçlu bulunmadığı iddia, Bosna'da işlendiği öne sürülen bir başka soykırım suçlamasını içeriyor.
Karaciç'in avukatı, kararı temyize götüreceklerini söyledi. Temyiz sürecinin de yıllar sürebileceği belirtiliyor.
Bosna-Hersek'te 1992-1995 yılları arasında yaşanan ve 100 binden fazla insanın öldüğü iç savaşın en önemli isimlerinden olan Sırp lider Radovan Karaciç, 21 yıl sonra cezalandırılmış oluyor.
BM'nin soykırım olarak nitelediği 1995'teki Srebrenitsa katliamı sırasında aralarında çocukların da bulunduğu sekiz bin Boşnak erkek, Bosnalı Sırp gruplar tarafından öldürülmüştü.
SREBRENİTSA SOYKIRIMINI YAPAN KARACİÇ 13 YIL KAÇTI
Bosna-Hersek'teki iç savaş nedeniyle uluslararası mahkeme tarafından hakkında arama kararı çıkartılan Karaciç, uzun süre saklandı.
Sırp lider, 13 yıl sonra, 2008 yılında Belgrad'da bir otobüste yakalandı ve Lahey'de eski Yugoslavya için kurulan Uluslararası Ceza Mahkemesi'nde yargılanmak üzere Hollanda'ya gönderildi.
SOYKIRIMI YAPAN RADOVAN KARACİÇ KİMDİR?
Karadağ'a bağlı bir köyde, 1945 yılında bir ayakkabıcının oğlu olarak dünyaya gelen Karaciç, üniversite eğitiminin ardından psikiyatrist olarak çalışmaya başladı.
Aynı zamanda şiirle de ilgilenen Karaciç'in bir kaç şiir kitabı yayımlandı. Şiir yarışmalarında ödül aldı.
1980'lerin sonlarından itibaren aktif olarak politika ile ilgilenen Radovan Karaciç, Sırp Demokrat Partisi'nde hızla yükseldi.
Nisan 1992'de Bosna-Hersek'teki Sırp Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı seçilen Karaciç, Sırbistan ile yakın bağları korumak için çabaladı.
Bu çabaların sonucu olarak da, iç savaşta Boşnaklara yönelik bir etnik temizlik başladı.
Sırp topraklarında yaşayan Boşnak ve Hırvatlar bölgeyi terk etmek zorunda kaldı.
Cinayet, sürgün, tecavüz ve rehin alma gibi çok sayıda saldırıyla birlikte yürütülen etnik temizlik sonucu, on binlerce insan hayatını kaybetti.
HOLLANDALI ASKERLERİN DENETİMİNDE SOYKIRIM
BM, 11 Temmuz 1995'de BM tarafından güvenli bölge ilan edilen ve Hollandalı askerlerin denetimine verilen Srebrenitsa kentinde işlenen katliamı 'soykırım' olarak niteliyor.
Savaş ve insanlığa karşı suçun yanı sıra soykırımla da suçlanan Karadziç'in davası 8 yıl sürdü.
Karaciç bu sürede, "dünyanın en insancıl hapishanesi" olarak bilinen Lahey yakınlarındaki Scheveningen gözaltı merkezinde kaldı.
ALİYA İZZETBEGOVİÇ’İN TARİHE GEÇEN SÖZLERİ
“Her şeye kadir olan Allah’a andolsun ki köle olmayacağız.”
“Ölmeye hazır olan insanlar, ölmeye hazır olmayanlara karşı galip gelirler.”
“Savaşta büyük zulme uğradınız. Zalimleri affedip affetmemekte serbestsiniz. Ne yaparsanız yapın, ama soykırımı unutmayın. Çünkü unutulan soykırım tekrarlanır.”
“Bir kelimeyi hiç aklınızdan çıkarmayın: Devlet. Devletin ne kadar önemli olduğunu hepimiz idrak etmeliyiz. Devletsiz bir millet boşluğa düşer, rüzgârda savrulup gider.”
“Kabile ve ulusun dar sınırlarından kurtulmak için kendinizi Müslüman olarak düşünmeye başlayın.”
“Nefrete nefretle cevap vermeyin. Bosna için nefret çıkmaz sokaktır. Nefret sadece bizim ruhlarımızı zedelemiyor, Bosna’nın özünü de zedeliyor.”
“Hukuk benim için sadece meslek değil inancım, yaşam tercihim ve hayat felsefem.”
“Din hurafeleri yok etmezse, hurafeler dini yok eder.”
“Kur’an edebiyat değil, hayattır; dolayısıyla O’na bir düşünce tarzı değil, bir yaşama tarzı olarak bakılmalıdır.”
“Geleceğimizi geçmişimizde aramayacağız. Kin ve intikam peşinde koşmayacağız.”
“Ey teslimiyet, senin adın İslam’dır!”
“Hayat kısa sözüne hiç itibar etmedim. Çünkü yeterince uzun yaşadığımı düşünüyorum.”
“Ben Avrupa’ya giderken kafam önümde eğik gitmiyorum. Çünkü çocuk, kadın ve ihtiyar öldürmedik. Çünkü hiçbir kutsal yere saldırmadık. Oysa onlar bunların tamamını yaptılar. Hem de Batı’nın gözü önünde; Batı medeniyeti adına.”
“İnsan şahsiyetini alçaltan, onu eşyayla bir tutan her şey gayri insanidir.”
“Ben dindarlığımı annemin dindarlığına borçluyum.”
“Balığın suda yaşaması gibi dünyanın içinde yaşadığı çevre Kur’an ve İslâm’dır.”
“Müslümanların hızla artan büyük nüfusuyla övünmemiz, bana şişmanlığıyla övünen ve aldığı yeni kilolardan haz duyan bir adamı hatırlatıyor. Ruhumuza, akılımıza ve başarılarımıza vurgu yapmaya ne zaman başlayacağız? Küçük ve kırılgan bir insanda bile insanlığa katkıda bulunabilecek büyük bir ruh bulunabilir. Gücümüz, bilimimiz, edebiyatımız nerede? Nerede buluşlarımız, küllî iyiliğe katkılarımız?”, Akşam
Sonsuz Ark'tan
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.