20 Temmuz 2018 Cuma

SA6520/KY1-C524: İnfaz

"Dönüp Lalasına baktı. Lala olduğu yerde duruyordu. Sanki Lalası ağlıyordu. Ya da ona öyle gelmişti. Otağa vardı. Atından indi. Çadırdan içeri girdi. Üzerine saldıranlara karşı en ufacık bir direnç göstermedi. Gözlerinden yaşlar geliyordu."


Haziran sıcağı çekilir gibi değildi. Hele de saatlerce bir kovalamacayı at üstünde sürdüren için. Dudaklar kurumuş, atlar ter içinde.. durup soluklanacak, gölgesine sığınılacak bir yer yoktu. Ve fakat neyse ki bu meşakkatli yolculuk bitmişti. Peşinden gitmeye değer bir güç kalmamıştı. Sırp ordusu Kosova ovasında olduğu gibi kaçanlar da bu sarp arazide telef olup gitmişlerdi. Geri dönüş başlamıştı.

Ve fakat Yakup Çelebi bir garip hal üzreydi. Bir tuhaflık çökmüştü omuzlarına. Anlaşılmaz garip birbirine zıt duygular içinde cirit atıyor, yorgunluğunu daha bir arttırıyordu. Kırk kişilik bir vurucu akıncı birliğinin önünde lalasıyla at başı gidiyor, derin düşüncelere dalıyordu. Bir anlam veremiyordu. Korku desen değil, yalnızlık, kimsesizlik, öksüzlük, yetimlik desen değil.. halini kaç kez sıcağa hamletse de olmuyordu, içinde kaynağı belirsiz bir ateş harlandıkça harlanıyordu.

- Lala, dedi Yakup Çelebi, kurumuş dudaklarını yalayarak, atının gemini çekip Lalasına iyice yaklaşarak, bir tuhaflık, bir keder, bir ağırlık çöktü üstüme.. içimde bir ateş yalazı var ki.. ciğerlerimi yakıyor.. sebebini anlamış değilim.

Lala, yavaşça başını kaldırıp atını dehleyerek Yakup Çelebi’ye yaklaştı;

- Sıcaktandır devletlum! Dedi. Dilersen biraz ilerde bir ağaçlık yer vardı orada dinlenelim!

Yakup Çelebi Lalasına baktı. Başını ileri doğru çevirdi.

- Değil Lala.. ne sıcaklarda ne saatler geçirdik ki, ne bu sıcaklara ne bu saatlere benzer.. değil.. yine de dediğin yerde durup soluklanalım.. alpler de soluklansın biraz..

- Emir devletlumündür! Dedi Lala.

Yakup Çelebi Lalasına sitemkâr bakışlar fırlattı. Atını hızla konaklayacakları mekâna doğru sürmeye başladı. Lala biraz geride kalıp alp komutanını bekledi, komutana birkaç kilometre ilerdeki ağaçlık yerde konaklayacaklarını söyleyip Yakup Çelebi’ye yetişmek için atını tırısa kaldırdı.

Yakup Çelebi atından inmiş, atını çayıra salmış, iri bir söğüt ağacının altına bağdaş kurup oturmuştu. Biraz sonra lalası da yetişti, o da atından inip Çelebi’nin hemen yanı başında ayakta durdu.

- Niye böyle yapıyorsun Lala, dedi Yakup Çelebi. Kızmıştı. Lalasının kendisine bir baba, bir arkadaş gibi olmasını ister, buna zorlardı. Ve fakat lala oldum olası arada hep bir mesafe olsun ister, karşısında el pençe divan dururdu.

- Bir kusur işlediysem affedin devletlum, dedi Lala.

- İşte şimdi kusur işliyorsun Lala.. arkadaşım, babam, yoldaşım, sırdaşım olasın beni sarıp sarmalayasın isterim.. ve fakat sen kendini sakınır, uzak durur, yabanlar gibi el pençe divan durursun.. ben senin elinde büyüdüm lala.. ne öğrendiysem senden öğrendim.. bir yabancı gibi durmamanı kaç kez istedim.. kaç kez tamam dedin sen de.. ve fakat her defasında unuttun.. şimdi yine unutmuş, başımda bir yabancı, bir el gibi duruyorsun..

- Sen devleti temsil edersin şahzedem.. milleti temsil edersin.. halim bu yüzden öyledir.. ben de bunu kaç kez sana söyledim.. ve fakat öğretememişim demek ki.. sen de bunu unutuyorsun..

- Otur Lala.. geç yanıma otur.. unutmuş değilim.. mecliste, kalabalıklar içinde dediğin gibi davranmanı kabul ediyorum.. baş başayken buna mahal olmadığını kabul etmelisin.. ki kabul ettiğini hatırlıyorum..

Lala, Yakup Çelebi’nin yanına, dizinin dibine oturdu. Bir süre birbirlerine baktılar.

- Üzerimde öyle bir ağırlık var ki lala.. hiç böyle olmamıştım.. hani ilk vuruşmam olsa kan tuttu diyeceğim.. bir tarafta heyecan, bir tarafta korku.. ürperiyorum.. içimde yanardağlar ateş püskürtüyor..  dedi Çelebi

- Havaya, yorgunluğa hamletmek gerek diye düşünürüm, diye karşılık verdi Lala..

- Değil Lala.. değil.. karındaşım Savcı gelir aklıma.. aklı çelinen, hevesinin esiri olup nadanın, eşkıyanın, hainin oyuncağı olmanın bedelini canıyla ödeyen karındaşım Savcı aklıma düşer.. hatta..

- Hatta, dedi Lala, buraya kadar konuşup burada susmak olmaz devletlum.. hatta..

- Hatta hiç aklımdan çıkmaz.. Lala.. çıkmaz.. başını kaldırıp gözlerini Lalasının gözlerine dikip, Lala emri haktan kimse beri değildir.. kimin önce öleceği bilinmez.. Lala ağaların beylerin ibresi kimi gösterir?

Lala derin bir nefes aldı.. yanıtlaması gereken bir soru mu? Ağzını mı yokluyordu elinde büyüyen Şehzade? Hemen birden yanıt vermek yerine soruyla karşılık vermek daha akıllıca geldi Lala’ya ve;

- Ağaların, beylerin, başkalarının ibresi değil de siz devletlumün ibresi kimi gösterir? Budur önemli olan.. sizin ibreniz.. dedi.

Yakup Çelebi derin bir nefes çekti. Bakışlarını Lala’dan öteye çevirip bir süre sustu.. yutkundu.

- Benim ibrem.. benim ibremden kuşkun var mı Lala? Herkes bilir.. herkes sezer.. Lalam bundan bihaber midir? İbremin karındaşım Yıldırım’dan yana olduğunu sen herkesten önce bilirsin, sezersin, sanıyordum. Devlet Yıldırımla büyür.. devlet Yıldırımla devlet olur.. ben bunu sezdiremedim mi?

Lala başını önüne eğmiş, çimenleri okşuyordu. Doğru diyordu Çelebi. Savcı’nın ihanetinden önce, daha at binmeden, kılıç kuşanmadan kendisine teslim edilen bu çocuk hep Yıldırım’ı işaret ederdi. Üç kardeş bir arada oyun oynarlarken Yakup Çelebi büyük olmanın kendisine kazandırdığı yetkiyle oyunlarında tahta ortanca kardeşi Yıldırım’ı oturtur, onu padişah ilan eder, Yıldırım’da ordusunu ikiye böler, bir ordunun başına Yakup Çelebi’yi bir ordunun başına Savcı’yı serdar yapardı.. üzerinden uzun upuzun yıllar geçmişti. Kimse o oyunları hatırlamıyordu artık. Yakup hariç. İlk unutan da Savcı olmuş babasına, devlete isyan etmişti. Ya Yıldırım? Yıldırım’da en ufacık bir işaret okunmuyordu. Babasına tutkun, verilen emirleri gözünü kırpmadan yerine getiren, hem de adına yaraşır biçimde yıldırım hızıyla yerine getiren Yıldırım’dan sezilen en ufacık bir şey yoktu. Öylesine ketum, öylesine sakınımlı, ser verip sır vermeyen, en ufacık bir yalpalamasına kimsenin tanık olmadığı Yıldırım ne düşünür, ne kurar, bilinmezdi ve bütün bu özellikler onu ağaların, beylerin ve babasının gözünde çoktan tahta çıkarmıştı bile. Babadan, devlet ileri gelenlerinden çok çok önce Yıldırım’ı keşfeden Yakup Çelebi’ydi. Onun devletin başında olması gerektiğini daha çocukken belleyendi ve davranışlarını buna göre sergileyendi. Hal böyleydi ve kimsenin korkmasına, kötümser olmasına gerek yoktu.

- Korkum Lala, dedi kendini toplayarak Yakup Çelebi, korkum ağaların beylerin, büyük olmamdan ötürü babama emr-i hak vaki olunca beni tahta çıkarmaya kalkışmaları.. küçük bir kenti yönetmek, küçük bir kente valilik başka devlet yönetmek başkadır.. kişi haddini bilmeli.. ben de haddimi bilirim..

- Bundan Yıldırım’a hiç söz ettiniz mi devletlum? Dedi Lala..

- Hayır.. dedi üzüntüyle Yakup Çelebi.. fırsat bulamadım desem doğru olmaz.. çekindim.. ola ki ‘bak.. bak.. ağabeyim babamızın ölümünü arzular da benim ağzımı yoklar! Bunun da ağabeyim Savcı gibi aklı bulanmış, gözü kararmış!’ diye düşünür.. dedi ve sustu Yakup Çelebi..

- Yıldırım babanıza hepinizden düşkündür.. doğru düşünmüşsün devletlum.. eğer hoş görürseniz şunu da söyleyeyim ki Yıldırım biraz haristir de.. tez celallenir.. tez öfkelenir.. sözlerinizi yanlış anlayıp, yanlış davranışlara kalkışabilir..

- Bilirim Lala.. bilirim.. ama öfkesine gem vurandır.. hem hepimizden daha güçlü gem vurandır Yıldırım.. haris olması olandan daha fazla olması da gerekir.. bunlar kusur değil..

- Kusur olarak söylemedim devletlum.. dedi Lala..

- Ben de öyle anlamadım Lala, dedi Yakup Çelebi..

- Devlet ileri gelenleri sizi tahta çıkarsa bile.. siz feragat eder, kendi elinizle Yıldırım’ı tahta oturtursunuz.. bundan zerre kuşkum yoktur, devletlum..

- Benim de yoktur Lala, dedi Yakup Çelebi.. yine de.. hiç bilinmez.. insan öyle imtihanlarla karşılaşır ki, cevabını bildiği soruya en verilmez cevabı verir.. hem de hiç kimsenin, kendinin bile beklemediği.. yanlış mıyım?

Lala durumu anlamıştı.. otuz yaşındaki Şehzade doğru söylüyordu. Toy değildi Yakup Çelebi. Yiğitti.. sözünün eriydi, adaletliydi. Yönettiği Kayseri kentinde ondan razı olmayan bir tek kişi bile yoktu. Yine de neyin ne olduğunun başa gelmeden önce bilinmeyeceğini bilen biriydi. Ergene karı boşamak kolaydı..

- Bence bugün bir şekilde Yıldırım’la konuş.. içindekileri söyle.. aklındakileri bir bir say.. seni yiyip bitiren şey karındaşın rahmetli Savcı’nın içine düştüğü tuzaktır.. bu tuzaktan beri olduğunu karındaşına iyice bir anlat.. öyle sanırım ki herkes bu kuşku içinde.. Allah geçinden versin.. babanız vefat ettiğinde kimin nasıl davranacağı bilinmez.. sizden yana herkesin emin olması iktiza eder.. bunu izhar etmelisin.. evvela Yıldırım’a.. devlet ileri gelenlerine bir şekilde ihsas ettirilmeli.. karmaşa anlarında sağın düşünce kendine yer bulamaz.. korkular baskın çıkar, en olmadık kararlar verdirtir, en olmadık davranışlara itekler insanı.. bir an önce karındaşınız Yıldırım ile konuşmanız iktiza ediyor devletlum..

Yakup Çelebi derin bir iç çekti. Gözleri doldu. Sesi boğuklaştı. Ağlamaklı bir hal aldı. Kendini tutarak;

- Nedendir bilinmez karındaşım, bana karşı son günlerde pek bir soğuktur.. dedi, hani yakıştıramazsam da sanki biraz biraz kıskanır gibi.. kıskançlık da insanı pek yorar, pek derin acılara boğar, gözünü kör eder.. yanlış mı düşünürüm Lala?

- Değil devletlum.. kıskançlık buyurduğun gibi insanı derin acılara boğar, gözünü kör eder insanın.. her türlü melanete sokar insanı.. sağın düşüncenin elini ayağını budar kıskançlık.. ve buyurduğun gibi Yıldırım..

- Yıldırım.. Lala… bir fırsatını bulup konuşmalı.. lanet olası Savcı.. lanet oldu ya! Kahretsin! O da hırsının, kıskançlığının ahmaklığının kurbanı oldu.. o lanetlice işe kalkışmasaydı bu düşüncelerin binde biri bile yaklaşamazdı, içimde yer bulamazdı. Yıldırım’ı kurban etmeyeceğim.. ne olursa olsun! Konuşacağım! Artık gidelim mi Lalal? Merak ederler.. Yıldırım etmese de.. babam, babam kesin meraklanır!

Lala ayağa kalktı. Yakup Çelebi’nin elinden tutup onu da kaldırdı. Gölgeliklerde dinlenen Alplere işaret verildi. Atlara bindiler. Savaş meydanına doğru dolu dizgin atlarını sürdüler.

Yakup Çelebi’nin içindeki ateş ordugâha doğru yaklaştıkça büyüdü, büyüdü. Alev alev yanıyordu. Bütün ihtişamıyla Osmanlı ordusu görüldü. Zafer kazanan ordunun sevinci bir başka olurdu ya.. orduda bir hüzün var gibiydi, bir anlam veremedi bu hale, ne çalınan köslerin sesi yankılanıyordu, ne ara sıra askerlerin aşka gelip çektikleri ‘Hurra!’ naraları işitiliyordu. Lala’ya baktı. Lala’da aynı duygular içinde olmalıydı. Yakup Çelebi babasının otağını aradı bakışlarıyla.. alametlerden otağı tanıdı. Atını oraya doğru sürdü. 

Dönüp Lalasına baktı. Lala olduğu yerde duruyordu. Sanki Lalası ağlıyordu. Ya da ona öyle gelmişti. Otağa vardı. Atından indi. Çadırdan içeri girdi. Üzerine saldıranlara karşı en ufacık bir direnç göstermedi. Gözlerinden yaşlar geliyordu.

- Yıldırım! Diye inledi. Yıldırım.. ben Savcı değilim.. sen de Yakup değilmişsin! Dedi. Ruhunu teslim etti.


Cemal Çalık, 20.07.2018,  Konuk Yazar, Sonsuz Ark, Öykü

Cemal Çalık Yazıları









Sonsuz Ark'tan
  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark Manifestosu'na aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.

Seçkin Deniz Twitter Akışı