3 Ağustos 2018 Cuma

SA6596/KY27-ŞT74: Hans Fallada’nın İçten ve Sessiz Çığlığı: Herkes Yalnız Ölür

"Zorbalık karşısında insanlığını kaybeden insanın hallerini, zulme sessiz biçimde de olsa bir biçimde karşı çıkılabileceğini, kendini üst insan olarak görmeye başlayan ortalama Alman insanının nasıl bir büyülenmeyle toplum olarak yoldan çıkabildiğini anlatan kitapta dikkati çeken bir diğer başarı ise; bu eksende yazılan hemen tüm romanlarda kolaylıkla görülebilecek sulusepken Yahudi taraftarlığı ve Yahudi severliğe yer verilmemesi."



Greifswald Nüfus Birimi’nin kayıtlarına göre asıl adı Rudolf Willhelm Friedrich Ditzen olarak kaydedilen ve daha ilk yaşlarından itibaren uyumsuz bir çocuk olarak büyüyen Hans Fallada, 21 Temmuz 1893'te Almanya'nın Greifswald şehrinde doğmuş. İlk eğitiminden itibaren gittiği hiç bir okula uyum sağlayamayan Fallada’nın ilk romanı “Der Junge Goedeschal” (Genç Goedeschal) 1920'de yayınlanmış ve yazar bu ilk romanından başlayarak Hans Fallada müstearını da kullanmaya devam etmiştir.




Başta da söylediğimiz gibi Fallada, daha çocukluğu itibariyle sıkıntılı ve acılı bir hayatı yaşayacakmış gibi temelden uyumsuz bir genç olarak yetişmiş. 1899 yılında tüm ailenin Berlin'e taşınmasıyla Fallada’nın hayatı daha bir merkezi noktada şekillenmeye başlamış; ilk gençliğini ve çocukluğunu acar bir çocuk ve uyumsuz bir genç olarak tamamlamış.

Çocukluk yıllarına dair dikkate değer bir edebiyat ilişkisinden söz edemiyoruz, lakin 16 yaşındayken, 1909 yılında geçirmiş olduğu bir atlı kaza neticesinde ağır şekilde yaralanmış Fallada. Ertesi yıl ise tifoya yakalanarak ömrü boyunca bu dertle muzdarip yaşamış ki, Fallada'nın bu acılardan kurtulmak için aldığı ağrı kesicilerle tanışıklığı sebebiyle hayatı boyunca sürecek olan uyuşturucu alışkanlığı da böylece başlamış.

Fallada’nın kitaplarla ve edebiyatla kurduğu hastalıklı ilişki

Fallada’nın yazıyla, edebiyatla tanışıklığı da işte bu tedavi döneminde yatmış olduğu sanatoryumda başlamış. Burada okuduğu kitaplardan yola çıkan Fallada, bir yandan çektiği onca acı, öbür yandan bir yere sığmaz ve dinginleşmez varlığının aradığı bir sığınak bulma arzusuyla kitaplarla neredeyse hastalıklı bir ilişki kurmuş bu dönemde.

Oldukça uzun bir süre ve uzun aralıklarla süren bu tedavi zamanlarında kitaplardan aldığı notlarla ciddi biçimde bir yazma becerisi de kazanan Fallada, birçok kere de intihara teşebbüs etmiş. Bu ağır ve sancılı tedavi süreci tam bitmese de az çok kendini iyi hissettiği zaman toplumla ilişkiler kuran ve insan içine çıkan Fallada, böylece 1929 yılına kadar yarı hasta yarı sağlıklı biçimde bir hayatı sürdürerek aynı yıl uzak akraba çevresinden Suse Issel adlı genç kadınla evlenmiş ve evliliğinin ilk yıllarından itibaren sanki bir sağaltma aracı olarak hem bol bol yazılar yazmış hem de çeşitli dergi ve gazetelerde yazılarını yayınlamaya başlamış. Dönemin Almanya’sında oldukça önemli bir basın-yayın kurumu olan Rowohlt'la çalışmaya başlaması ise Fallada için sanat ve edebiyat alanına girmek adeta bir sıçrama tahtası olmuş.

Nitekim, 1931 yılında yayınlanan ‘Bauem, Bonzenund Bomben’le ciddi bir ün kazanan Fallada’nın kitapları ardı ardına çıkmaya başlamış. 1932'de ‘Kleiner Mann - WasNun’un yayınlanması ise onu artık her yerde tanınan bir yazar haline getirmiş. Gerçi ‘Kleiner Mann - WasNun’un kazandığı büyük başarıda zamanın Yahudi sermayesinin Fallada’ya sağladığı ciddi destek de etkili olmuş. Bu başarı onu kısa bir zaman Alman toplumuna da yabancılaştırmış ama Fallada’nın yazısına sirayet edecek kadar güçlü ve özgür edebiyat etkisi onu bu dar çemberden kısa sürede çıkarabilmiş.

‘Kleiner Mann - WasNun’un Yahudi yapımcılar tarafından filme çekilmesi ile az çok bir para da kazanan Fallada, 1935'te Nazi Partisi’nin sakıncalı yazarlar listesine konulmuş ve hayat onu hemen her anlamda ciddi bir darboğaza doğru sürüklemeye başlamış. Korkulan ve sakınılan bir yazar haline gelişiyle birlikte yazıları da yayınlanmayan Fallada, en basitinden gündelik maddi sıkıntılar da baş göstermeye başlayınca, zaten epeyce bir zamandan beri süregelen ağrı kesici ve uyuşturucu alışkanlığına bir de alkol ve yoksulluk eklenince daha büyük acılar içinde bir kriz aşamasına sürüklenmiş. O kadar ki böylesi bir kriz anında çok sevdiği eşine silah bile doğrultan, hatta tek el ateş eden bir adam haline gelerek kah hapis kah akıl hastanesi gibi seçenekler arasında bocalaya bocalaya acılı ve ağır bir hayatın odağında kalakalmış.

1944 yılında en son kaldığı Nazilere ait akıl hastanesinden serbest bırakılan Fallada, işte tam bu kriz ve kapatılma anlarında biri kendi hayatını anlatan bir kitapla (Ayyaş), diğeri de onu ölümünden sonra dünya çapında bir üne kavuşturacak olan, en çok okunan ve bilinen kitabı ‘Herkes Yalnız Ölür’ü yazmış. Bunlarla kısa bir süre daha hayata tutuna tutuna verdiği bir yaşama çabasıyla Herkes Yalnız Ölür’ü bitirdikten sonra, Şubat 1947'de hayata veda etmiş.

Neredeyse unutulmaya yüz tutmuş bir klasik

Modern klasik edebi eserler arasında sayılan ‘Herkes Yalnız Ölür’, yayınlandığı dönemde zaten dağılmaya yüz tutan Nazi iktidarına yönelik nefret ve bu dönemde aslında ne olup bittiğine yönelik yazınsal arayışlar dolayısıyla daha ilk baskısında muhteşem denilebilecek bir ilgi görmüş. Ama çok kısa süren bu ilgiden sonra özellikle Alman insanı başta olmak üzere Batı insanı gözünde neredeyse unutulmaya yüz tutmuş bir kitap haline gelerek, aslında gerek yazarı gerekse kitabın adı dolayısıyla hemen her zaman derin bir bilinirlikle anılmış olsa da hemen hiç gündemde olmamış ve uzunca süreler boyunca okunmamış bir kitap olarak kalmış.

Yayınlandığı ilk dönemi takiben başta Amerika olmak üzere İngiltere, Fransa, Almanya ve İsrail'de kısa süreli de olsa en çok okunan kitaplar arasında kaydedilen ve zamanla pek çok dile de çevrilen Herkes Yalnız Ölür, ‘Herkes Tek Başına Ölür’ adıyla bir süre önce de Everest Yayınları arasında yayınlanmıştı. Şimdilerde Hece Yayınları'nın dünya klasikleri dizisi kapsamında ikinci kez çevrilmiş durumda. Everest baskısı Ahmet Arpad çevirisi olan kitabın Hece baskısının iki çevirmeni var; Hasan Yılmaz ve Erdinç Yücel ki her iki baskının da ve her iki çevirinin de gerçekten kitabın hakkını verdiğini ekleyelim.

Bir gün darmadağın olan o tekinsiz huzur

Kitapta oldukça katmanlı, anlatım olarak girift ve bütünüyle usta işi bir kurgu dahilinde yazılmış uzunca sayfalar boyunca süren çok düşündürücü bir hikaye dikkat çekiyor. 1940'ların Almanya’sında- Berlin’de yaşayan, yaşlanmaya yüz tutmuş bir karı koca. Otto ve Anna Quangel çiftiyle tanışıyoruz ilkin… Oğulları cephede savaşta olan, kendileri de sessiz bir biçimde gündelik hayatlarını sürdüren bu çifti bekleyen garip bir kader ise adeta satır aralarında atıp duruyor.

Baba Quangel bir fabrikada işçi olarak çalışıyor ve sürekli ve kesintisiz biçimde düşünme halinde, disiplinli ve çalışkan bir adam olarak çıkıyor karşımıza. Karısını çok seviyor ve sırf o mutlu olsun diye Nazi Partisi kadın kollarında çalışmasına izin bile verebiliyor bay Quangel. Bu sevgi oldukça önemli bir metafor niteliğinde, zira kitap boyunca sessiz ve sakin biçimde süregelen, sırıtkan olmayan, belli belirsiz ama çok derin ve etkin sevgiyle gelen ve iki insanı sarıp sarmalayan bu büyük huzuru hissetmemek mümkün değil.

Nihayet hiç de karşılaşılmak istenmeyen bir sabah, baba Quangel’e gelen bir haberle bütün bu sessiz ve temkin içindeki tekinsiz huzur darmadağın oluyor. Savaştaki oğulun ölüm haberi bir anda Quangel çiftini sarsarak kahrediyor. Ancak bu sarsıntı ve kahroluşun bütün yalın haliyle beraber bir kabul edilmişliği de var ki, bu dönemin Almanya’sında sanki herkes gibi Otto ve Anna da her şeyi bekliyor olmanın serinliği içinde bir yandan acıyıp kahrolurken diğer yandan da her gün boş yere böyle nice can yakıcı kayıplara neden olan ve hiç kimsenin bunlar olmasın diye hiçbir şey yapmadığı böyle bir ülkede ve böyle bir zamanda muhakkak bir şeyler yapmaları gerektiğini düşünmeye başlıyorlar.

Nazi idaresine emek işi küçük kartlarla direniş

Hans Fallada’nın Herkes Yalnız Ölür’ü, gerçek bir hikâyeye dayalı, oldukça usta biçimde işlenerek kurgulanmış, tam bir dönem romanı özelliği de taşıyan bir başyapıt niteliğinde. Hikayeyi oluşturan asıl hikaye ise zaten başlı başına gerçek ve büyük bir hikayeye dayanıyor. Almanya- Berlin gettolarında yaşayan işçi çift Otto ve Elise Hampel’in gerçek hikayeleri bu.

1940’lı yılların Berlin’i… Elise’nin kardeşi Fransa’daki çarpışmada ölüyor ve bunun haberini alan Hampel çifti bütün bu acıya neden olan Nazi rejimine karşı sessiz, sakin, hesaplanmış bir direnişe hazırlanıyorlar.

Böylece Quangel çifti (gerçekte Hampel çifti) içlerine düşen derin acı ile tıpkı kendi sarsılışları gibi Alman toplumunu da sarsmak istiyorlar ve ilkin yaşadıkları zamanın anlamsızlığına ve Nazi zalimliğine dikkate çekerek; böylesi bir idareyi sürdürmekle asla huzurlu ve mutlu bir hayatın yaşanamayacağını, böylesi bir idarenin ancak ölüm ve savaş demek olacağını ve kendisini herkesten üstün sayan bu zalim Nazi algısı sürdükçe barışın ve huzurun asla gelmeyeceğini anlamaya çağıran küçücük not kağıtları- kartlar yazarak önce gizlice sonra da açık biçimde Berlin’de dağıtmaya başlıyorlar. Gerçekte de bu şekilde başlayan bir pasif direnişi anlatan kitapta iki yıldan fazla süren bu oldukça emek işi ve duygusal not- kart dağıtımının oldukça etkili biçimde anlatıldığını görüyoruz.

Nitekim eylemi başlatan Hampel çifti bu iki yıldan fazla süren dağıtımın sonunda 1942 yılının Eylül ayında tutuklanıyorlar ve Halk Mahkemesi’ne çıkarılarak yargılanıp idam ediliyorlar.

Bir biçimde mahkumu olduğu bir hayatı çeke sürükleye yaşayan “çaresiz insan”ı yazdı

Romanını böylesi bir gerçeğe dayandırarak yazan Fallada, kurgunun çoğalıp gerçeği yok etmemesi için oldukça büyük çaba sarfederek yazmış ‘Herkes Yalnız Ölür’ü. Savaştan sonra aldığı izinle Gestapo arşivini de inceleme fırsatı bulmuş ve döneme ilişkin tüm dava belgelerini, sorgulama kayıtlarını ve kartpostalları incelemiş.

Fallada bu kitapta esasen çaresiz insanı anlatmış. Çaresiz, evinde ve sokakta bir biçimde mahkumu olduğu bir hayatı çeke sürükleye yaşayan zamanının insanını ve onun çok değerli çabasını anlatmış. Bu anlatıyı bir pasif direnişle birleştirerek verişi ise oldukça anlamlı, zira bu anlatı bu haliyle bir yandan da Fallada ile aynı dönemi sosyalist devrim algısıyla işleyen Peter Weis’in ‘Direnmenin Estetiği’ adlı başyapıtına eşdeğer bir nitelik kazanmış.

Zorbalık karşısında insanlığını kaybeden insanın hallerini, zulme sessiz biçimde de olsa bir biçimde karşı çıkılabileceğini, kendini üst insan olarak görmeye başlayan ortalama Alman insanının nasıl bir büyülenmeyle toplum olarak yoldan çıkabildiğini anlatan kitapta dikkati çeken bir diğer başarı ise; bu eksende yazılan hemen tüm romanlarda kolaylıkla görülebilecek sulusepken Yahudi taraftarlığı ve Yahudi severliğe yer verilmemesi.

Fallada’nın özellikle dikkat ettiği bu detay, kitabı bir yandan Yahudi okurun da ilgi alanına yerleştirirken bir yandan da kitapta aradığını bulamayan Semitik şımarıklığın düşmanı haline getirmiş ve kısa bir süre sonra ‘Herkes Yalnız Ölür’ adeta kendi kaderine terkedilen bir kitap haline gelmiş.

Gündelik dilin edebiyata aktarımı

Hans Fallada, böylece hem düşünsel hem de sanatsal düzeyde belki de ona kadar yapılmamış olanı başardığı bu devasa kitapta öncelikle kolayca dokunulamayacak gündelik hayat içindeki olağanüstü bir hali görüp bunu hiç de yapıntı olmayan bir dille anlatabilme başarısını da göstererek (bir ölçüde L. Ferdinand Celine’in Gecenin Sonuna Yolculuk’unda başardığı türden muhteşem bir yazma becerisi göstererek) gündelik dili edebiyata aktarabilmiş nitekim.

Bu kitapta halkı hem de o anda konuştuğu dille konuşturan Fallada, işte belki de bu yüzden ilk baskısında 60 yıl sonra yeniden yayınlanacak ve halen okunacak kıymetli bir eser kazandırmış dünyaya.


[Herkes Yalnız Ölür, Hans Fallada (Çeviri: Erdinç Yücel, Hasan Yılmaz), Roman, Hece Yayınları, 1. Baskı, 2017,  İstanbul, ISBN: 978-605-955-63-47]



Şahin Torun, 03.08.2018, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Eleştiri, Kitap Notları, Kitapların Ruhu
Şahin Torun Yazıları




Sonsuz Ark'ın Notu:  Şahin Torun Beyefendi'nin çalışmalarının yayınlanması için onayı alınmıştır.  Seçkin Deniz, 18.06.2016

İlk yayınlandığı yer: Dünya Bizim





Sonsuz Ark'tan
  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.

Seçkin Deniz Twitter Akışı