11 Ağustos 2018 Cumartesi

SA6642/KY26-CA201: Bir Çayır Daha Ne Kadar Ağlayabilir ki…

"Ağlayan Çayır; her an yeniden göç edebilirmiş gibi azalan yüklerle bir sınırdan diğerine akan kafileler. İşte sınırdasın, yine göç edeceksin, yağmur hiç dinmiyor, o kadar çok yürümen ve koşman gerekir ki daha…"


Bir söyleşisinde Derviş Zaim, “Felsefenin yapmaya çalıştığı şeyi şu an sinemanın yapması gerektiğini düşünüyorum” diyordu. 1935’te Atina’da dünyaya gelen Theo Angelopoulos’un filmleri şiirselliğinin yanı sıra bu üstlenişe karşılık gelmenin de arayışını yansıtıyor. “Başka bir dünya mümkün” sloganının peşindeyken gösterdiği çabada, sosyalist ideolojiyi benimsemiş kuşağının umutları ve hayal kırıklıkları okunur Angelopoulos’un. Daha ötesine geçen cümleleri elbette vardır usta yönetmenin. Kim, nerede yanıldı ve daha az acı çekilebilir miydi? Daha az utanabilir miydi insan kendisinden… Esasında geriye kalan sadece haysiyetli bir zeminin, dürüst soru ve cevapların inşası değil midir?

Önce solcu Demokratik Değişim dergisinde sinema eleştirmenliği yaptı, ardından 1960’larda ilk film olarak çektiği Forminx Hikâyesi ve kısa bir radyo şovları hicvi olan Broadcast (Yayın)’ı çekti; 1970’te ise Anaparastasi (Tatbikat) filmiyle bir yönetmen olarak kendini kabul ettirmeyi başardı.  Çünkü bu film, “çürüyen bir ülkeye ağıttır”. Zaman, mekân, dolayısıyla tarihsel itki, göç, yurtsuzluk ve yurtlanma temalarıyla temayüz etti sineması. Kendisine sürekli olarak, tekrar tekrar Ulysses’in Bakışı’nda sorduğu “Hâlâ görebiliyor muyum?” sorusunu yöneltti.

Hareketli kamerası geniş plan çekimiyle bazen dışarıdan izler kahramanı bazen de onun gözleriyle bakar. Planın akışında görüntü üzerine tekrar tekrar yoğunlaşması, kesintilerle ilerleyen kurgu yerine sürekliliği yeğleyişi, Cezanne resimlerinin felsefesini hatırlatıyor. “Dünyanın üzerinden bir an geçer.”  Kadrajın içindeki elementler izleyiciye bir şeyler hissettiriyor, düşündürüyor olmalı. Uzanıp da çimlere dokunduğumuz ve sonra elimizi kaldırdığımızda birkaç damla aşağı yuvarlanır ve gözyaşı gibi toprağa düşer. Bazen kendi gözyaşımız karışır aynı toprağa… Hızlıca temizlenip inşaata açılan bir orman parçasının hatta bir çalı altının bile toprağa düşürdüğü gözyaşları var. Bunları görmek için ne çok sevmek, ne çok özlemek gerekir… Ne karmaşa ne şatafat; minimal anlatımın özenli akışında her sahnenin titizlikle çalışıldığı bir film Ağlayan Çayır; hem çekim aşaması hem de hüznüyle.

Yunanistan yangın felaketi yaşadı geçen hafta. Başa gelebilecek en ağır imtihanlardan biri, geniş bir ormanın derinliklerinde ateşle kuşatılmak. Komşuya büyük geçmiş olsun. Ağlayan Çayır’ın yönetmeninin bütün ömrünce biriktirdiği belgeleri de kül etti yangın.

Çok büyük sevinçler gibi trajediler de kelimelerle ifadesi zor his ve düşüncelere yol açıyor. Angelopoulos’un sineması insanı zorlu değişimlere hazırlayan olayları bütün konforların ertelendiği yol hali içinde vermenin de sinemasıdır. Epos, mitos, logos, incelik, renk ve alan derinliği… Aklıma El Greco’ya Mektuplar’ın, Yeniden Dirilen İsa’sının yazarını getirmiştir hep, Ağlayan Çayır’ın yönetmeninin insanın iyiliği ve doğruluğu konusundaki arayışı. Felaket ve acıların hemen ötesinde derinleşebilen veya azalabilen bir boşluğu görmeye sevk ediyor sinema dili. Oraya ne bırakabilirim, oradan ne düştü payıma… Ah, kim kıymetini biliyor ki emanet kelimesinin ve temellük üzerine yürekten yükselen bir sorgulamanın cümleleri, hangi kelimelerle olursa olsun sadeliği aptallık olarak öğreten ekranların baskısı karşısında kaç beğeni alır ki… Felsefe, şimdi açılan bu yarayla veya yeniden kanatılan yarayla ilgilenmiyorsa, retorikten öte geçebilir mi? İnsan iyilerin iyileri olma ile kötülüğe dalma arasındaki baş döndürücü uçurum ölçüsünde zorlu bir arayışla kendisini var veya yok kılıyor bu âlemde. İnsan olmak konusunda olmuş bitmiş bir şey yok; kendimizi o kadar beğenmeyelim, ama umudumuzu da kesmeyelim.

Sürekli bir kayıp, daima bir arayış ve yüzleşme ihtiyacı… Ken Loach’dan farklı olarak siyasete inanmaz oldu Angelopoulos, ancak mitolojiye de yeteri kadar inanamıyor ki… Türk sinemasının önemli isimlerinden Metin Erksan’ın her iki ismi de önemsemesi sebepsiz değil.

Kimliği toparlamak, kimliğin alaborası… Beşinci filmi Voyage to Cythera (Kitara’ya Yolculuk, 1983)’da ütopya bağlamında muhasebe içindedir kahramanlar… Angelopoulos sineması, varlığını mitolojik ögelerde bulan Yunan toplumuna bu ögelerin güncel karşılıklarını gösterme amacını güden bir kavramsal çerçeve sunmanın da sinemasıdır. Odysseus miti ve yolculuk giderek, fasit bir dairenin nasıl aşılabileceğine dair bir kaygıyla belirler hikâyeleri. Mademki kahramanın sonsuz yolculuğu yine tekrarlanacaktır, özel bir anlatının kişisi olarak senin o yolculuğa kattığın nasıl bir iyilik, hangi soylu hareket…

Angelopoulos (anti)kahramanı bazen kumpanya oyuncusudur bazen ütopya sahibi bir sürgün. Sınırlar, sınırlar; yurtsuzluk. Dönüş yolunda baştan belirlenmiş gibidir hayal kırıklığı, gölgelidir ifadeler, gridir gökyüzü de; öyle ki yakınlaşma anlarında kavuşma adımlarının uzaklaşmaya seyrettiği izlenimi edinir izleyici. Bakışının hâlâ ilk kez bir kamera vizöründen, kamera merceğinden baktığı andaki gibi masum mu, diye sorması sebepsiz değil.

Yağmur dinseydi azalır mıydı kaygılar? Bu bir arınma yolculuğu değil ancak, sıla/sükûnet arayışı. Bir rahatça nefes alınabilse, bir ayağı sıkı sıkı yere bassa insanın…

Ağlayan Çayır; her an yeniden göç edebilirmiş gibi azalan yüklerle bir sınırdan diğerine akan kafileler. İşte sınırdasın, yine göç edeceksin, yağmur hiç dinmiyor, o kadar çok yürümen ve koşman gerekir ki daha…

Kuzey ikliminin puslu havalarını yansıtıyor Angelopoulos filmleri, ama evet, kor gibi bir düşünce bırakıyor bakışımıza göç yorgunluğunun melankolisi. Yorgun yolcu döndüğünde bıraktığı gibi bulamayacağını bildiği sılayı da yeniden kurgulamalı zihninde. Orası niye yurt olamasın, niye sığdırmasın bir odasına kaçar adımlarla gelenin…

Ağlayan Çayır, bir yara, bir hesap, bir tutku, bir aidiyet yüzünden imkânsız hale gelen sükûnetin de metaforudur. Akıtamadığın gözyaşını çimenlerde bulursun. “Seher vakti burada kimler ağlamış, çimenler üstünde gözyaşları var” diye söyleyen türkü, ayrılıkların, gurbetin, hemen orada bile olsa ulaşamamanın sızısından bir haber olabilir mi?

“Size yönetmenlerden değil sadece filmlerden söz edebilirim” diyen Angelopoulos dünyayı değiştirme hayali adına halkına ölü taşların yerine geçecek bir şey vermek, mitolojiyi tazelemek, güncellemek istemişti. -Kendi deyişiyle- sinemasının üç döneminin ilkinde tarihi kurcaladı, ikincisinde karakterleri ve üçüncü olarak da  “kayıp bir merkez arayışı gibi, uzun, büyük ve acılı bir ağıtın parçaları gibi ortaya çıkıp duran temalar”ı. Bir zamanlar onu heyecanlandıran toplumculuğunu, toplumsalın derinliklerindeki ihmal edilmiş, gölgeli yüzler üzerine bir ışık düşürme çabasıyla sürdürmüştür… Öğretilen büyük öteki rüya,  çamur okyanuslarına terk edilen bedenlere karışmayı göze almayı da gerektirirdi. Keşke başka türlü yaşanabilse tutku ve umut kolayca tükenen, hayal kolayca kırılan azıklar olmayabilse…

Sokak düğünleri, sirtaki, kapılara yığılan göçmenler, göçmenler… Devinim, devinim ve geçmişlerin tecrübelerinin ışığı; ola ki varılabilir menzile. Ah, arayış! Bahtsız Eleni (ya da Truvalı Helen) daha kaç sınırdan geri çevrilecek?

Sade halktan, çok çekmiş halktan, göçmenlerden alınabilir sanki çarenin kelimeleri; Sonsuzluk ve Bir Gün öyle düşündürür.  Sürekli aramak kaynağı ihtiyaç duyan sabi için, Hacer misali, bahtsızlık üzerine düşünmeden, nasıl bir tutku, nasıl bir adanma ve saflık gerektiriyor…  Mitolojinin ötesine geçen bir arayışın yolculuğuna dair bitmemiş bir söz yahut “eksiksiz bir deneyim” gibi gelir Angelopoulos filmleri.

Cihan Aktaş, 11.08.2018, Sonsuz Ark, Konuk Yazar,  Perspektif Yazıları, 



Sonsuz Ark'ın Notu: Cihan Aktaş Hanımefendi'den yazıları için yayın onayı alınmıştır.  Seçkin Deniz, 09.05.2015

Yazının ilk yayınlandığı yer: Gerçek Hayat





Sonsuz Ark'tan


  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark Manifestosu'na aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.

Seçkin Deniz Twitter Akışı