"Eğer insan hakikatin temel ölçüsü ise bu şu demektir ki her insan sayısı kadar hakikat vardır. Bu yüzden kimse kimseyi hakikate çağırma hakkına da ve imtiyazına da sahip olamaz."
Hakikat bu anlamıyla mutlak ve salt Yaratıcı, Kudret sahibi ve İrade ile İlim sahibi bir Zat’a aittir… O zaman elimizde sadece yansımalar kalır… Ötesine sahip olduğunu söyleyen hokkabaz olduğunu deşifre etmiştir.
Saf bir düşünce yoktur, kendimizi kandırmaya da gerek. Kültürel etkileşim vardır. Tarih boyunca bu kültürel etkileşim üzerinden düşünceler oluşturulmuş ve yeni düşüncelerin izlekleri de bu etkileşime çok şey borçludur. Tabii ki bu kültürel etkileşime yönelik ağır suçlamalar yapıla geldiği için yeni bir düşünce ile insanlar karşılaşabiliyorlar. Ama yeni bir arayış saflığın bu kültürel etkileşim olmadığına dair düşüncenin billurlaşması sayesinde meydana geliyor. O zaman saf olan nedir sorusu gündeme geliyor ve yeni bir bakışın imkânları imgeler üzerinden yeniden kuruluyor.
Saf bir düşünce hakikatin yansımalarını kültürel bir koda dönüştürmeden önceki hali üzerine kurulabilecek bir zemini işaret eder. Bir de risalet yoluyla gönderilen bilginin nebi’nin ağzından döküldüğü haberlere istinat edilebilir. Hakikate ulaşma yolu akli, duyusal ve sezgisel melekeler olduğu gerçeği biliniyor. Tecrübe bu çerçeveyi inşa eder. Ama en yakın duran şey tabii ki sezgisel boyuttur. Ve bunu sadelik üzerinden ortaya koyan kişi de ‘Arif’ olandır.
Kuran, ilmel yakin, aynel yakin ve hakkel yakin ayrımları üzerinden bizi hakikat ile bağ kurmaya davet eder. Bu bilgi, gözlem ve dolaysız bilme diyebileceğimiz sezgisel bilme türleridir. Meseleyi açıklığa kavuşturmak için bilgi denizin var olduğu bilgisi, denize gidip seyredip yüzenleri izlemek aynel yakin, ama denize girip onu tecrübe etmek ise bizzat hakkel yakini işaret eder. Belki varlığı kendi sadeliği içinde kavrayabilirsek hakikate yakın düşeriz.
Sadelik ise derinlikten kaynaklanır. Bu derinliği sağlayan şey ise hakikate talip olanın tecrübesi ile oluşan şeydir. Sade konuşan ise ariftir. Arif sütün üzerindeki köpük gibi sade bir şekilde dile getirir ele aldığı konuyu... Köpüğün kahveyi temsili gibidir Arif’in hakikati dile getirmesi ve onu zihne düşürmesi…
Entelektüel, hakikatin neliği üzerine konuştuğu zaman anlaşılmaz olduğu dillendirilir. Bu entelektüelden kaynaklanmaz, konu edindiği şey ile ilgilidir. Hakikatin farklı boyutlarını kendi içinde tutarlı bir şekilde var eden olguyu dile getiren her bilgin imge dilini kullanmak zorundadır. İmge dili terk edildiğinde ise indirgenme sağlanır ki bu bizi hakikatten uzaklaştırır. Somutlaşan her şey hakikatinin uzağında kalmıştır. Açık ve kapalı konuşmak şundandır: sadece hakikatin yansımasını söylemek ve dile getirmektir. Kapalı konuşmak ise bizzat hakikate dair konuşmaya çalışmaktır. Demek ki hakikat kapalı, yansıması ise açıktır...
Hakikat kimsenin tekelinde değildir. Her insanın o kimselerden birisi olduğu unutulmamalı… Neredeyse yapılan her eleştiri nispi gerçeklik zemininden hareketle yapılıyor. Algı yönetimi buradan besleniyor. Başkasını eleştirmek yerine sen doğru olanı yap, hakikatin tanığı ol… Bu tutum birçok tartışmayı ve çatışmayı ortadan kaldıracaktır. Aldatma ve aldanmanın olmadığı bir dünya hakikatin yansımasına açık olan bir dünya olacaktır.
Eğer güzel, doğru ve hakikati istiyorsanız onun kurucu sistematiğini de bilmeniz lazım… Mutlak olanın ne olduğunu bilmeden güzeli, doğruyu ve hakikati bilmeye takat getiremez insan. Mutlak olan Allah ise bu mutlaklığın neye tekabül ettiğini de bir şekilde idrake sunmamız gerekir. İnsan, varlık ve hayat kombinasyonu üzerine çok yoğun bir tefekkür geliştirme sorumluluğu esas olmalıdır.
Hakikatin ölçüsü nedir sorusu da bu çerçevede dile getirilmesi gereken temel bir sorudur. Hakikatin ölçüsünü Allah olarak koyabilirsiniz, buna göre bir varlık ve bilgi felsefesi gelişir. Hakikatin ölçüsünü Doğa olarak koyarsanız, ona göre bir varlık ve bilgi felsefesi geliştirilir. Hakikatin ölçüsünü insan olarak koyarsanız yine buna uygun bir varlık ve bilgi felsefesi inşa edersiniz. Tarihte bu ölçülerin varlığını ve buna uygun felsefi disiplinleri biliyoruz…
Eğer insan hakikatin temel ölçüsü ise bu şu demektir ki her insan sayısı kadar hakikat vardır. Bu yüzden kimse kimseyi hakikate çağırma hakkına da ve imtiyazına da sahip olamaz... Hâlbuki hakikat insanın dışında gerçekleşmeli ki nesnel bir karaktere sahip olsun ve böylece insanların davet edilebilecek bir zemini oluşsun. Yoksa estetik, güzellik, iyilik ve kötülük gibi birçok konu muğlâk ve öznel kalır ki bu da o kavramların içinin boş olduğunu gösterir. İşte bu yüzden o zaman kim neyi dilerse yapma hakkına da sahip olur.
Hakikati doğa olarak kabul ettiğimizde verili bir bilgiye sahip olacağız… Ancak doğa dediğimiz şey bir bilinç ile hareket etmediğini biliyoruz, yaratılışı ve varlığı tesadüfe bırakacağız ki bu neredeyse imkânsız bir durumu ihtiva eder. Elimizdeki bilgilerde bunu işaret etmiyor. Varlığın tamamen kendi kendisine yaratılmış olduğu tezi kendi başına çürütülecek bir konumu ihtiva ediyor. Çünkü gözümüzün önünde cereyan eden hayat kendi başına yürümüyor. Her şeyi bir neden üzerinden açıklayabiliyoruz. Öncesi için ise nedeni ortadan kaldırmanın imkânsızlığını görebiliriz. Aslında o zaman her şeyin bir mucize eseri olması gerekir ki bu da çok uzun bir zaman aralığını işaret eder…
Gerçi kuantum fiziği bize atom altı yapının nedensiz olduğunu ve göreli olduğunu belirtiyor. Eğer gerçekten yönetici bir akıl yoksa tamamen işi tesadüfe bırakırsak o zaman yaşadığımız dünyadaki nedenselliği izah etmekte zorlanacağız. Bu yüzden insanlık tarihi boyunca insan aklı hep bir Yaratıcı varlığı zorunlu kabul etmiştir.
Hakikat verilidir. Hakikatin algılanması ile idrak edilmesi arasında bir mahiyet farkı olacaktır. Verili bir hakikat üzerinden her insan kendi müktesebatınca istifade eder. İnsanların bakışının neliği bu verili hakikat üzerinden yargılanır. Ki böylece sağlıklı ve nesnel bir zeminin oluşumu sağlanmış olsun.
Hakikatin bir boyutu gayba taalluk eder ki bu insanın idrakinin dışında kalan alana tekabül eder. Ancak bir boyutu da insani tecrübeye konu edinilir. İster ilahi mazhariyet ister gaybi yardım işte o zaman hakikat insani tecrübeye konu edildiği zaman idrake ve bilgiye de konu olur... Bu temel gerçekliği kavramak esasa taalluk eder. Ayrıca her tecrübeye konu edilen hakikatin bilgiye yönelimi bir indirgeme ve şartlara dâhil olmayı içerdiği için de sınırlı bir gerçekliğe tekabül eder... Yani insanın bilgisi sınırlı olmaktan kurtulamıyor...
Bir bilginin doğru kabulü mutabakat üzerinden gerçekleşir. Tarihsel olarak bu durum hem dinler için hem de felsefe için de geçerlidir. En geniş mutabakat en doğru olmaya liyakat kesbeder. Din’de böyledir. Vahyin varlığı ve peygamberin nübüvvet sahibi oluşu da bu mutabakat üzere olduğu içindir ki iman mevzuu olabiliyor.
Ayrıca dinin ne olduğu emir ve nehiyleri ile mükellefe yüklediği sorumluluk da bu mutabakat üzerinden temellenir. Hemen şu itiraz gelmesin, iyi de kısmi mutabakatlar da var. Bu önemli değil, bir grup kendi bakışını mutabakat olarak betimlemiş olabilir. Bunlar demek ki biliniyor. Bizim için asıl olan şey hakkında aleyhte bir şey bulunmayan ve bilinmeyen emir, nehiy ve eylemlerdir. Müslüman da bu mutabakat üzerinden dinini yaşar. Eğer bir konu hakkında Müslümanlar kendi aralarında bir farklılık yaşıyorsa bu şu demektir: kişi dilediğini seçer veya kendisi yeni bir yorum yapabilir...
Allah en iyisini bilendir.
Vesselam...
Abdülaziz Tantik, 19.08.2018, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Düşlemek
Sonsuz Ark'tan
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.