"Söylemek istediğim şurada yemek, az ileride uyumak şeklindeki bir hayat; bilinçli bir gayret, fikir, organize olma, felsefe, mantık, matematik, coğrafya kullanmaya lüzum görmez."
Medeniyet kavramı, bildiğimiz gibi ‘Medine/ şehir’ sözcüğünden türetilmiş. Şehirli, organize olmuş, sistemli bir yaşama işaret ediyor.
Erol Güngör, ‘Kültür Değişmesi ve Milliyetçilik’ adlı kitabında her iki kavrama değiniyor ve Ziya Gökalp’ten alıntı yapıyor, “Gökalp, bütün değiştirilmesi istenmeyen değerleri kültür adı altında topladı, değiştirilmesi istenenleri medeniyete dâhil şeyler olarak gösterdi. Birinci gruba giren değerler milletlerin öz malı olan şeylerdi; bunların değişmesi de gelişmesi de söz konusu değildi. İkinci, yani medeni değerler ise kültürün inkişafına imkân vermedikleri takdirde, değiştirilmesi gereken şeylerdi” diyor ve devam ediyor, “Kendi ifadesine göre ‘Medeniyet usulle yapılan ve taklit vasıtasıyla bir milletten diğer millete geçen mefhumların ve tekniklerin mecmuudur. Hars (Kültür) ise hem usulle yapılmayan hem de taklitle başka milletlerden alınamayan duygularıdır.’ Şu halde Gökalp, medeniyet denince bundan ilmin teknolojinin siyasi sosyal ve idari organizasyonun anlaşılması gerektiğini söylemektedir. Onun kültür dediği kavram ise sanatı dili ve edebiyatı içine alıyor.”
Güngör, İslamcılar için de; “Kültür ve medeniyet ayrımı yapıyorlar, kültürü muhafaza ederek medeniyet değiştirebileceğimizi düşünüyorlardı” diyor.
Mümtaz Turhan ise, Gökalp’ten bir nesil sonra yaşadığı ve o dönem batıda antropolojinin ayak sesleri gür çıktığı için kültür tarifinin içine bütün uzay sistemini koymuş. Turhan’a göre kültür: “Bir cemiyetin sahip olduğu maddî ve manevî kıymetlerden teşekkül eden öyle bir bütündür ki, cemiyet içinde mevcut her nevi bilgiyi, alakaları, itiyatları, kıymet ölçülerini, umumi tavır, görüş ve zihniyet ile her nevi davranış şekillerini içine alır. Bütün bunlar birlikte o cemiyet mensuplarının ekserisinde müşterek olan ve onu diğer cemiyetlerden ayırt eden hususî bir hayat tarzıdır.”
Bizler de çoğu zaman böyle kullandık, böyle öğrendik çünkü. Ancak bilim ve teknoloji geliştikçe, nasıl tıpta, matematikte, fizikte vs. kanunlar- kurallar değişiyorsa, aynı şekilde zamanın ruhu ve toplum yapılarının değişmesine bağlı olarak beşeri ve sosyal bilimlerde de bakış, anlam ve izahat tarzı değişiyor. Bizde, kültür ve medeniyet ayrımı, Batı’da yüksek kültür, alt kültür/ ilkel kültür şeklinde ifade ediliyor.
Kültür değil ‘medeniyet’, vurgusu biraz da Cemil Meriç’ten miras bize.
Kültür deyince Aborjinlerden de bahsedebilirsin, Moğollardan da, Romalılardan da. Ama medeniyet derken Aborjin medeniyeti diyemiyoruz mesela. Yani her toplumun, milletin kabilenin kültürü olur ancak medeniyet kurmak başka bir şey.
Çoğu zaman ‘uygarlık’la karıştırılır, ama ben ikisini ayırıp, uygarlığı; siyasi, kültürel ve askeri alanın güçlü birleşimiyle, devlet dediğimiz güçle bağdaştırıyorum. Medeniyet ise bana göre, dil, din, sanat hukuk, ilim gibi soyut kavramlara ve bunları tüm canlıların menfaati için kullanabilmeye isabet ediyor. Mehmet Akif’i çileden çıkaran, tek dişi kalmış canavara işaret etmiyor yani. Nurettin Topçu’nun ümit ettiği gibi, ‘yaşama keyfini değil, yaşatma keyfini,’ sanatını ve sorumluluğunu temerküz ediyor bünyesinde.
Medeniyet işlenmiş bir akıl ve örgütlenme istiyor da, kültür içgüdü ile hareket ediyor sanki. Yani, açsan karnını doyurmak için yiyecek arıyorsun, üşüyorsan kumaş üretip giyiyorsun ama bir adım öteye geçip moda diye bir şey ortaya çıkardığında medeniyet dairesine girmiş oluyorsun.
İnsan yavrusu, elini topraktan yaptığı çukur bir kaba daldırıp yemeğini yiyebilir veya ineğin danasından gördüğü kadarıyla, memeye yapışıp süt içebilir. Sütü sağıp pişirmek, ondan çeşitli ürünler elde etmek ve bunları günün değişik saatlerinde değişik yemeklerde bir usule göre tüketmek deyince aklımıza yine medeniyet geliyor.
Amacım kültür kavramını basitleştirmek ve küçümsemek değil. Kültür dokuma tezgâhı ise, medeniyet o tezgâhta dokunan ipek halıdır. Haddi zatında kavramlara istediğimiz anlamları yükleyenler biziz.
Yani, şurada yemek, az ileride uyumak amaçlı bir hayat; bilinçli bir gayrete, organize olmaya, istikbal gayesi gütmeye, fikir, felsefe, mantık, matematik, coğrafya kullanmaya lüzum görmez.
Kuşkusuz bir Gökalp, Güngör veya Turhan değil, bu konularda eski çağlardan beri filozoflar, âlimler düşünüyor yazıyor, yazmaya da devam edecek. Günlük hayatımıza değinirken küçük bir altyapı oluşturmak istedim, fakat sözü biraz uzattım. Bir Hocam, “Biri sizinle konuşurken lafı uzatıp dolandırıyorsa, bilin ki sonunda hoşunuza gitmeyecek şeyler söyleyecektir” derdi. Hakikaten öyledir de; eleştiri yapacağımız zaman, karşımızdakini kırmamak için lafı dolandırır dururuz.
Geri dönüp, daha sarih bir şekilde ifade edersek;
İnsan hayvan gibi de yaşayabilir. Ama İnsan daha iyiyi bulmaya programlanmış, hayatını geliştirmeye yatkın tek varlıktır. Protokol kuralları bir günde olmamıştır, saray adabı, filan derken, bunların zamanlardan, kişilerden, kitaplardan, tecrübelerden, çağlardan süzülerek geldiğini unutmayalım. Ekâbirden dediğimiz kimseler doğuştan öyle olmazlar. Eğitimle, görgüyle oluşur bütün bunlar. Bütün bunları ‘aile terbiyesi’ dediğimiz kavramdan da ayrı tutmayız.
Medeniyet, insanın ve doğanın varlığına ve bütünlüğüne saygı, canlıların yaratılışlarındaki amacı kavrayış ve birlikte yaşama sanatıdır aslında. Sen varsan ve huzurluysan, ben de varım ve huzurluyum bilincidir. Burada ‘irfan’ da devreye giriyor ama o bahsi diğer.
Medeniyet tuvalet kullanma terbiyesidir mesela.
Toplumların gelişmişlik seviyesini, sokaktaki tuvaletlerinin temizliğine bağlayanlar var. Kitaplardaki tanımlamayı kenara koyup, gerçek hayattaki kullanımımızı ciddiye alıyorum ben.
Birisi ayağımıza bastığı zaman ne deriz ya da demek isteriz; biraz medenî ol!
Medenînin tersi medeniyetsiz!
Bağırarak konuşan, sırayı bozan, yerlere tüküren, çöpünü doğaya bırakan, trafikte diğer sürücülere saygısızlık yapan, evini komşusunun penceresinin kapatacak şekilde yapan, tarihine kültürüne sahip çıkmayan, ilerlemeyen, gelişmeyen, ilkel ve medeniyetsiz kişilerdir.
Uzaya füze göndermeyle medeniyet seviyesi arasında doğru bir bağlantı yok aslında. Buna ülkenin yarısında tuvalet olmayan veya nüfusunun üçte biri sokakta yaşayan ama tek roketle uzaya 104 uydu gönderebilen Hindistan örneğini verebilirim. (Bu arada sokakta yaşama tarzına da bir kültür olarak bakabiliyoruz.)
Ancak, yüksek kültür/medeniyet de, elini sıcak sudan soğuk suya sokmadan yaşama sekli de değil bana göre.
İnsanları son teknoloji ile donatılmış, nefes alması dahi kurmalı makinelere devredilmiş, akıllı binalara mahkûm etmekle, tavuk çiftliklerinde yumurtası için canı gasp edilen tavukların durumu arasında çok fark yok çünkü. Aynı şekilde Batı uygarlığının bir parçası olan, dilde, sanatta, mimaride, teknolojide oldukça ileride olan İspanya’nın ‘San Fermin Festivali’ diye bir vahşiliği ısrarla sürdürmesini de medeniyet çerçevesine sokamıyoruz.
Başka örnekler de vermek mümkün, ama neticeye gelirsek; insanoğlu “Yaşama keyfini değil, yaşatma keyfini, sanatını ve sorumluluğunu” hisseden bir medeniyet kuramadığı sürece bu örneklerin kartopu gibi büyüyüp çoğalarak dünyayı cehenneme çevireceğini anlamak için kâhin olmak gerekmiyor.
Peri Han, 21.09.2018, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Güneşin Altındaki Her Şey
Sonsuz Ark'tan
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.