"Her şey olduğu haliyle, haksızlıklara yol açan sebep ve sonuçlarıyla makulleştirildiğinde, genç kuşaklara ne tür örnekler üzerinden erdemli olmanın farkını anlatabiliriz acaba?"
Betonlaşma eleştirisi özellikle edebiyat alanında ağırlıklı bir yer tutuyor. Sezai Karakoç’un “Balkon”, “Köşe” gibi sayısız şiiri var. Nuri Pakdil “Putyapımevleri”ni yazdı; çok sözü edilse de az okunan kitabını. Ali Haydar Haksal’ın öykü, Osman Sarı’nın şiir, Ersin Gürdoğan’ın deneme alanındaki metinlerinde beton labirentlerin oluşturduğu yalnızlık hissi güçlü bir itirazla konu edilir.
Tarihin ironisi olmalı, Şule Yüksel Şenler’in Huzur Sokağı’nı okuyarak bir şehir, bir mahalle hassasiyeti edinen kesimlerin büyük şehirlerimizdeki betonlaşmayı tabii karşılar bir yaklaşımla izlemesi, hatta teşvik etmesi.
Beton bloklar ise hızlı ve kolay bir şekilde yayılıyor ve bu bir tür kara büyü etkisi oluşturuyor. Geçtiğimiz yaz İstanbul yaşanması bir önceki yaza göre daha da ağırlaşan bir şehirdi, rüzgâr kesen projeler yüzünden. İmar affı haberi işte böyle bunaltıcı bir hava ortamında ne çok şeyi düşündürüyor! Kemal Tahir’in Devlet Ana’da açmaya çalıştığı Kerim Devlet anlayışı, vara yoğa dağıtan, vara yoğa bağışlayan bir devlet niteliği sergiliyor olmasa gerek. Bağışlar ne çok çiğnenen hakkı sümen altı ediyor, ne büyük istismarlar bir bağış çatısı altında adalet hissini incitecek şekilde yerleşiyor toplumsal hafızaya…
İnşaat tozunun kara büyüsünden “Şehir Tutulması” kitabında da söz etmiştim. Bu kara büyü küreselleşmenin imgelerinden beslenerek nüfuz ediyor hayatımızın her alanına. Yapılamayan her şeyin yerini tuttuğu var sayılıyor, hiç kesilmeyen inşaat seslerinin. Aç mı kalalım açıkta mı kalalım?
Oda oda gelişiyor hayaller, ihtiyaçlar küresel çapta genişleyip çeşitleniyor. Peki, gerçekten o arazide ve işte o şekilde olması mı gerekirdi? Bir adım öncesini, bir metre ilerisini, bir kat aşağısını, komşunun manzara hakkını düşünmek önemli görünmüyor. Var gücümüzle bina üstüne bina kondurarak asla tamamlanmayacakmış gibi görünen bir yurtlanmayı gerçekleştirebilir miyiz sahiden, Osmanlı’nın şehirlerde bir bina yapılacağı sırada koyduğu onca hassas ölçünün hatıraları henüz tamamen silinmemişken… Birçok toplantıda bu konudaki sorunlar ciddi bir dille eleştiriliyor. Ancak yine de büyünün etkisi azalmıyor, artıyor. İnşaat seslerinin her şeyin yolunda olduğu hissine sebep olacağı düşünülüyor olmalı. Görkemli yapılar, olmayan ve olamayan birçok açıklamanın yerini tutabilir sanki… Kendimize yeterli olma konusunda göstermemiz gereken ciddi bir çaba, inşaat seslerinin açıklamalarında eritiliyor.
Ekonomik krizle birlikte SEKA’nın kağıt üretimi kapasitesi geldi gündeme. Kaliteli kağıt üretmemize izin vermeyen şartlar üzerine düşünmeyi ne zamana kadar erteleyecektik? Öyle ya, hayat normal akışında görünüyor buldozerler çalışırken… Bu konuda düşünürken aklıma her zaman Konrad Kastner’in “Katedral” isimli belgeseli geliyor. Çin Moğolistanı’nda, piyasa verileri aksamasın hatta artsın diye inşa edilmesi süren insansız şehirdir “Katedral.” İki milyon kişi için inşa ediliyor, ancak insansız.
İnşaat seslerini korumak için göz yumulan haksızlıkların affı, betonlaşma alanındaki yanlışlıkları mantıki sonucuna taşıyor. Akıntıya kürek çeken bir kalkınmanın imar inşa işleri dağınık oluyor. Onca yıl sonra çıkarılan bir koruma kanunu hele ki imar affıyla birlikte vahim yanlışları ve bu yanlışlıkların eseri olan istismarları nasıl görünmez kılabilir ki…
İmar Affı, suçluları, istismarcıları ve muhterisleri mutlu ederken kimi aileler için de bir ömrün birikimi konusunda yaşadıkları üzüntünün canlanması anlamına geldi. Haksızlık sebebi affa uğrarken mağdurun yaşama alanını küçültüyor, göz yumulmuş ruhsatsız faaliyetler. Mimar bir arkadaşımın ailesinin başına gelen, bu konuda bir hayli açıklayıcı bir örnek:
“Annemlerin 1990’dan beri oturduğu ev için bir komşu statik raporu hazırlattı. Rapora göre binanın standartlara uymadığı ve yıkılması gerektiği sonucu çıktı. Bina için hiçbir zaman iskan alınmadığından geç haberdar olmuştuk. Bu süreçle beraber binanın bodrum katı ve giriş katının vaktiyle ‘fazla fazla’ inşa edildiğini öğrendik. Bina ‘yukarı kaldırılmış’ bodrum giriş katı olmuş, giriş katı 1. kat olmuş. Annemler dairelerini 1. katta ve 4 odalı bir ev olduğu düşüncesiyle almışlar. Çıkmaları olduğu için geniş bir daireydi. Oysa imar durumuna göre aldıkları daire giriş katında ve 3 odalı, yani çıkma yapma izni yok. Şikayet üzerine yıkılıp yeniden inşa edilirken, müteahhitin kaçak olarak yaptığı ama annemlere durumu dürüstçe söylemediği için bizim bilmediğimiz kaçak alanlar iptal edildi. Annemlerin dairesi şimdi daracık. Yıkılıp yeniden yapıldığı ve artık mevzuata uygun hale geldiği için imar affı kapsamına da alınmadı bu dairenin durumu hem.”
Bu durumda bina yıkılıp da yine kaçak yapılsaydı affa tabi olacaktı, ancak arkadaşımın ailesi kaçak iş yapılmasına razı olmadıklarından, çok da geniş olmayan dairelerinden kırk metrekareyi kaybetmeyi göze aldılar.
Beri taraftan kanunlara saygılı insanlar bu sebeple kayba uğradığını görürken, kimileri ise kanunlara saygı göstermenin çok da gerekli olmadığı sonucunu çıkarıyor af üzerinden.
Geçmişte bütün iktidarlar yapmıştı, doğru. Ancak bizim muhitimizde okunan şiirler ve öyküler ağırlıklı olarak betonlaşmaya karşı bir sorgulama içeriyordu.
Depremlerde yaşanan can acılarının başlıca sebebi imar affı çuvalında kaybolan çerik çürük binalar. Sahte diplomayla doktorluk yapmak suç iken her sermaye sahibi müteahhitlik payesi edinebiliyor. Daha dokunaklı olan ise bu müteahhitlerin isimlerinin devasa binaların cephelerine kocaman harflerle kondurulması. Mimarını tanımıyoruz, ama müteahhit adı ufkumuzu ele geçiriyor. Büyük şehirlerimizde deprem toplanma alanları da birçok yerde inşaata açılmış durumda. Rüzgâr kesen siteler de ne denli sağlam olurlarsa olsunlar vaziyet planlarındaki ihlaller nedeniyle, afet yaşanırken birer tehdit.
Şehirde de yaylada da bütün inşaat işlemleri aynı ölçülerle yürümeli aslında. Biri çarpılırken diğeri nasıl saflığını koruyabilir?
Her şeyin tam olarak işte böyle olması gerektiği noktasında kalacaksa sözümüz, akletmek niye var?
Her şey olduğu haliyle, haksızlıklara yol açan sebep ve sonuçlarıyla makulleştirildiğinde, genç kuşaklara ne tür örnekler üzerinden erdemli olmanın farkını anlatabiliriz acaba?
Cihan Aktaş, 22.09.2018, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Perspektif Yazıları,
Sonsuz Ark'ın Notu: Cihan Aktaş Hanımefendi'den yazıları için yayın onayı alınmıştır. Seçkin Deniz, 09.05.2015
Yazının ilk yayınlandığı yer: Gerçek Hayat
Sonsuz Ark'tan
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark Manifestosu'na aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.