"Elim kolum bağlı. Sokağa çıkmaktan ürküyorum. Çoğu kez yataktan çıkmaya korkuyorum. Sanki hareket edersem başım bedenimden düşecek, kalbime bir kurşun saplanacak."
Dengemi kaybediyorum. Sağlıklı kararlar vermede zorlanıyorum. Ürküyorum. Korkuyorum. Korkularım – aslında tek bir korku- iyiden iyiye etkisi altına aldı. Korkuma en uygun ad rüyada olma korkusu diyebilirim.
Evet, kendimi bir rüyada sanıyorum. Şuan, şu zaman bir rüyadaymışım uyanacakmışım gerçekle yüz yüze gelecekmişim. Uyanınca kendimi doğmadığım bir zaman diliminde bulacakmışım gibime geliyor. Hali hazırda yaşadığım zaman diliminin bir rüya olduğu sanısıyla kıvranıyorum. Bildik tarzda bir rüya değil bu birincisi.
Ölüm anında görülen –Ölüler, ölmeden önce ya da ölüm anın da bir şeyler görebilir mi?- Görüyorlar mı? Yanıtsız bir soru. Ama nedense birileri, bir insanın ölümle yüz yüze geldiklerinde yaşamlarının bir film şeridi gibi gözlerinin önünde belirdiğini söyler. Geçmiş yaşantı bir rüya gibi gerçekten beliriyor mudur? Böyle bir şeyin bir şehir efsanesi olma olasılığına karşın, yanıt verilmiş bir soru olmasa da yanıtı verilmiş gibi kabul ettiğimin ayırdındayım ve ben de böyle bir rüya gördüğümü sanıyorum. Ve fakat benim bu rüya da geleceğe ilişkin bir rüya –aslında geçmişte yaşıyormuşum da-.Şu an rüyadaymışım. Güya gerçekte bir çölde bir kervanla yolculuk yapmaktaymışım, içinde bulunduğumuz kervan pusuya düşürülmüş, herkes kılıçtan geçirilmiş, ben bir hecin devesinde bu kıyımdan kaçarken boynuma vurulan kılıçla geçmişe dönük değil de geleceğe dönük doğmadığım bir zaman –yani bugün- gözlerimin önünde beliriyormuş. Bir süre sonra bu görüntüler de kaybolacakmış.
Beyin ölümü gerçekleşinceye kadar görülen bir rüyadaymışım. Saçma sapan bir durum. Hiçbir anlamı olmayan, olmayacak bir durum. Ben hiç çöl görmedim, soyum sopum çölde yaşamış değil. Hele milattan önceki bir zaman dilimi.. şu telefonu, şu pc’yi, şu tv.yi milattan önce birinin –kafası bedeninden kılıçla ayrılan birinin- gözlerinin önünde belirmesinin anlamsızlığı üzerine ne söylenebilir ki?
Sağlıksız bir zihnin abuk sabukluğu dense de kâr etmeyecektir. Ki etmiyor. Etmese de –çöldeki olay- bir süre sonra yine de rüya gördüğüm düşüncesi tüm benliğimi taptaze bir halmiş gibi sarıyor. Yeni uyanacağım mekân ve zaman yine bilmediğim, yaşamadığım bir zaman diliminde. Diğerinden –çöl- tek farkı tarihin 1940’lı yıllar oluşu –oysa nüfus kâğıdımda doğum tarihimin bin dokuz yüz altmış iki.. böyle olduğunu çok iyi biliyorum-, şuan rüyadaymışım sonra uyanıyormuşum 1940’lı yıllarda bilmediğim bir mekânda, bir tarlada kara sabanla çift sürüyormuşum. Yorulmuşum da çift sürerken uyumuşum. Sonra birden uyanmışım.
Çölle ilişkin itirazların tümünü burada da kendi kendime yineliyorum. Her hangi bir köyle bağlantım yok. Hiçbir köyde yaşamışlığım yok. Hele çift nasıl sürülür, bir tarla nasıl ekilir biçilir hiçbir bilgim yok. İşin korkutucu tarafı bir de bir çiftenin sırtımda oluşu. Tedirginlikle uyanıyormuşum, sırtımdaki çifteyi kontrol ediyormuşum. Arkamdan ummadığım bir ses duymuşum da.. zihnim, belleğim niçin böyle bir oyun oynuyor bilmiyorum.
Korkumun nedeni bir çiftemin oluşu. Yirmi otuz adım – tarlanın hemen başlangıcı- bir incir ağacı var. ve onun altında Füsun öğle yemeği hazırlıyor. Füsun da eşimmiş. O da tedirgin. Susamışım. Korku dolu gözlerle Füsuna bakıyorum. Tedirgin olmaması için tüfeği gösteriyor, sonra da tüm çevremi dönerek kontrol ediyorum. Az ötedeki koruluktan bir vaşağın hızla geçtiğine tanık oluyorum.
Bir vaşak. Daha önce hiç görmediğim sadece adını bildiğim bir hayvan. Yırtıcı bir hayvan. Korkuyla bir kaçışması da abartı. Bir vaşağın burada yaşaması olası mı? bilmiyorum. Neden vaşak dediğimi de bilmiyorum. Aptalca. Belki de iri bir kedi. Gerçekte olmadığına göre ha vaşak he kedi. Ne fark eder? Hiç!
Füsun niye tedirgin? Madem sırtımda çifte ile tarla sürüyorum kadının tedirgin olmasında ne gibi bir anormallik olabilir ki? Belki düşmanlarımız var. hasımlarımız. Belki su yüzünden –izlediğim köy filmlerinin neredeyse tamamında sırıtan konu- birbirimizle düşman olduğumuz birileri vardır.
Uyanıyormuşum. Tarla sürüyormuşum. Füsun öğle yemeği hazırlıyormuş. Sakinleşmesi için silahı gösteriyormuşum. Sonra yeniden tarlayı sürmeye başlıyormuşum. Derken aşırı bir su ihtiyacı duyuyormuşum. Füsun’a testiyi işaret ediyormuşum. Füsun elindeki işi bırakıp gölgede duran su testisini alıyormuş. Kalkıp bana doğru gelirken korkunç bir sesle birlikte kafasının parçalandığını, bir karpuz gibi yarısının uçtuğunu şaşkınlıkla görüyormuşum. Ses arkamdan gelmiş. kendimi hızla yere atıyormuşum.. yere yaklaşırken çifte çoktan elimde ve elli altmış metre ötede elindeki mavzerle bana bakan canavarın göğsüne çiftedeki fişekleri boşaltıyormuşum.
Canavar şaşkın. Dizleri bükülüyor. Ve sonra elindeki mavzeri ateşliyor kurşun kalbime çarpıyor. Ve geleceğim gözlerimin önünden bir film şeridi gibi geçiyormuş. Şuan yaşadığımı sandığım şey buymuş. Beklentilerim. Özlemlerim. Heveslerim. Böyle saçmalık olur mu? Böyle saçma sapan bir şey olabilir mi?
Dengemi kaybediyorum. Niçin olduğunu anlayamadan. Sağlıklı kararlar veremeyişimde nelerin etmen olduğunu bilemiyorum. Elim kolum bağlı. Sokağa çıkmaktan ürküyorum. Çoğu kez yataktan çıkmaya korkuyorum. Sanki hareket edersem başım bedenimden düşecek, kalbime bir kurşun saplanacak.
Cemal Çalık, 28.09.2018, Konuk Yazar, Sonsuz Ark, Öykü
Cemal Çalık Yazıları
Sonsuz Ark'ın notu: Ev arkadaşları tarafından öldürülenlerin arttığı bir döneme tepkimizdir... Lütfen ilgili haberler için tıklayınız.
Sonsuz Ark'tan
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark Manifestosu'na aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.