"Norveçli düşünür, gözümüzün içine baka baka yalnızlıkla ilgili gerçeklere, hatırı sayılı sosyologların, psikologların gözlemlerine ve düşüncelerine bir reddiye yazıyor. İskandinavya’nın, modern batının halini temize çıkarmaya uğraşıyor. Sadece bununla kalsa iyi, kapitalist liberal anlayış da liberal birey de masum ona göre… "
Norveçli filozof Lars Svendsen, yalnızlık üzerine bugüne kadar söylenenlere yüksek sesle karşı çıkan bir kitap yazdı.
Şunları söyledi: “Yalnızlık hakkında bildiğimi düşündüğüm neredeyse her şey yanlış çıktı. Erkeklerin kadınlardan daha yalnız olduğunu ve yalnız insanların diğerlerinden daha yalıtılmış, bir başına olduğunu düşünürdüm. Tek başına yaşayanların sayısındaki kayda değer artışın yalnız bireylerin sayısını hayli etkilediğini farz ediyordum. Sosyal medyanın sıradan sosyalliği yerinden ederek daha fazla yalnızlık doğurduğunu düşünüyordum. Yine, öznel bir fenomen olmasına karşın yalnızlığın bireysel yatkınlıktan ziyade sosyal çevre bağlamında daha iyi anlaşılabileceğine inanıyordum. İskandinav ülkelerinde yalnızlık düzeyinin daha yüksek olduğu ve sayının giderek arttığı gibi bir inancım vardı. Dahası bu artışın geç dönem modern bireycilikle bağlantılı olduğunu ve bireyci toplumların kolektif toplumlara nazaran daha yüksek bir yalnızlık oranına sahip olduğunu varsayıyordum.”
Düşünürün “Yalnızlığın Felsefesi” (Redingot yayınları, Çev. M. Erşen, 2018) kitabının girişinde bunları okuyunca, merakla incelemeye koyuldum. Hemen söyleyeyim, yok öyle yepyeni bir tespit, durum değerlendirmesi ve düşünce şekli. Bildiğimiz tüm verileri, fikirleri pek güzel bir şekilde derlemiş Svendsen, bizim de yazılarımızda hep vurguladığımız her “tek başınalık”, her sosyal düşkünlük halinin “yalnızlık” sayılmaması ve yalnızlığın kültürel ve tarihsel çeşitlilik gösterdiğinden, tespiti zor ve kaygan bir içsel hissediş olduğundan bahisle bu sonuçlara ulaşmış. Ona göre, yalnızlık salgını falan olmadığı gibi yalnızlıkta bir artış da yok. Artan tek şey, yalnızlıkla ilgili araştırmalar…
Bu devirde bireyciliğin her yerde galebe çaldığı, bu nedenle topluluk anlayışının altının oyulduğu, hazcı ve bencil yalnızlara dönüştüğümüz de doğru değil diye düşünüyor, yalnızlığın özellikle modern bireye musallat olduğunu kabul etmiyor. Her ne kadar Avrupa’nın üçte biri, Kuzey ülkelerinin yarıya yakını, evlerinde tek başına yaşasalar da insanlar buna maruz kalmadılar, tam tersine tercih ettiler. Üstelik “bu sadece Batı’ya has bir fenomen değil. Tek başına yaşayanların oranında en hızlı artışı Çin, Hindistan ve Brezilya’da görüyoruz. Küresel ölçekte, bu gelişme son derece hızlı bir artış oranıyla karşılaşmış gibi görünüyor: tahmini artışla, 1996’da tek başına yaşayanların sayısı 153 milyonken 2006’da 202 milyona yükselmiş” (s.133)…
Böyle olacağını daha 1943’te Joseph Schumpeter tahmin etmiş, modern, kapitalist toplumda aile yaşamının ve ebeveyn rollerinin öneminin kalmayacağını, giderek artan sayıda insanın aile içinde yaşamak için büyük fedakârlıklara katlanmayacağını yazmış.
Batı’yı ve modernliği savunmaya ahdetmiş Svendsen için bunlar hiç de anormal değil, zira ona göre yalnız yaşamayı seçen kişinin diğer insanlardan koptuğu ve başkalarıyla birlikte yaşayanlardan daha yalnız olduğu anlamına gelmiyor. Artan bireyciliğin de kendi başına daha yüksek düzeyde yalnızlığa neden olacağını söyleyemeyiz. Hatta tam tersini düşünmek mümkündür. Tek başına yaşayanlar, evlilere göre arkadaşları ve akrabalarıyla daha çok görüşürler. Zaten anketler de yalnız yaşama oranındaki artışa rağmen yalnızlık hissiyatında bir artış olmamasını gösteriyor.
Aynı şekilde anketler yalnızlığın Güney ve Doğu Avrupa gibi nispeten kolektivist toplumlarda Kuzey ve Batı Avrupa gibi bireyci toplumlara göre daha yüksek olduğunu söylüyor. Svendsen herkesin aksine “sosyal medya bizi daha asosyal değil daha sosyal yapıyor” (s.142) diyor. Daha ileri gidiyor: “Liberal birey, iyi idare ediyormuş gibi görünmektedir… modern bireyciliğin daha büyük yalnızlık yarattığı iddiası pek fazla deneysel dayanak bulamaz” (s.140). Hatta “liberal bireyin yalnızlık sorunu aşırı yalnızlık değil, belki de birey bu denli sosyalleşebilir olduğundan yalnızlığın çok nadir hale gelmesidir” (s.143)…
Svendsen’in reddiyesi iddialı mı iddialı ama basit akıl oyunları ve asla derin gerçekleri ortaya çıkarma yeteneği olmayan “yalnızlık anketleri” dışında dişe dokunur bir manevrası yok. Biraz uğraşalım bakalım muhterem ile…
Erol Göka, Prof. Dr, 29.09.2018, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Uzaklardaki İnsan,
Erol Göka Yazıları
Takip et: @erolgoka
Sonsuz Ark'ın Notu: Erol Göka Beyefendi'ye, birey ve toplum sağlığı açısından çağın sorunlarına 'iyi' geleceğini düşündüğümüz değerli yazılarını bizimle paylaştığı için teşekkür ediyoruz. Seçkin Deniz, 05.06.2017
İlk Yayınlandığı Yer; Yeni Şafak
Sonsuz Ark'tan
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark Manifestosu'na aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.