30 Eylül 2018 Pazar

SA6904/KY71-ATANTİK38: Bilmenin Neliği…

"Her bilgi bir başka bilgi tarafından eleştiriye tabi tutulabilir, yanlışlayabilir veya doğrulayabilir. Bu da bizim nasıl yaklaştığımızla ilişkili olduğu aşikâr."


Bu aralar bilme üzerine düşünüyorum da...

Neyi biliyorum? Bu soru uykularımı kaçırıyor. Bakıyorum, bildiğimi sandığım birçok şeyi derinlemesine düşündüğümde bilmediğimi fark ediyorum. Kendini bilgiç zanneden kişilerin söylediklerine bakıyorum, kitapta okuduklarımı düşünüyorum. Bakıyorum, yine söylenen her söze, söyleme yönelik bir sürü şey söylenebilir ve tamlıktan, bütünlükten uzak şeyler. Ama insanoğlu, yine de doğru olduğunu düşündüğü şeyleri cesaretle söylemeye devam ediyor.

Bu noktada meselenin püf noktası fark etmektir. Farkında olduğumuzu anladığımız andan itibaren bazı şeylerin söylendiği ve bilindiği gibi olmadığı açığa çıkıyor. Evrensel kavramı, yerel kavramı, ulusal kavramı, birey, toplum, bilim vs… Üzerinde derinlemesine düşünmeye başladığınızda yapılan tanımların eksik, zaaf ve içerik konusunda ciddi boşluklar bıraktığını fark ediyorsunuz. Mesele bize yutturulmaya çalışılan zokayı yutmamak ve bize aktarıla gelen bilginin neliği konusunda kafa yormaya çalışarak aldanışa, gönüllü aldanışa dur demektir.

Akıl, deney ve tecrübe ile müşahede üzerinden bilmeyi gerçekleştirdiğimiz gibi içe doğan şey keşf ve ilham üzerinden de bir bilmeye tanıklık ederiz. Ancak her bilme çeşidi kendi içinde bir yöntemi içerir ve dışında kalan için bir şey söyleme imkânı bulamaz. Her bilme çeşidi, bir diğerini içermediği gibi kuşatıcı da değildir. Ama aynı zamanda bu bilme çeşitleri birbirinin muarızı da olmamalıdır. 

Farklı bilme türlerini değerlendirdiğimizde bir bilginin bilgi olarak varlığını benim bilmem mümkün mü?

Bu soru korkunç ve ürkütücü gerçekten...

Bir bilgiyi bilme konusu eylediğimizde onu kuşatan gerçeklik ile onun bağlı olduğu hakikatini bilme imkânımızı yoklamamız kaçınılmaz olmalıdır. İşte bu kaçınılmazlık bize bir olayı, olguyu veya nesneyi değerlendirirken geniş çaplı bir bakışa, soyutlama gücüne ve kuşatıcı bir sistematiğe ihtiyaç hissettirir. Hâlbuki benim bütün bu bakışlara ve o nesnenin neliği konusunda kesin bir kanıya sahip oluşa gücüm yetmiyor. Ancak o nesnenin gözlem, akletme ve tecrübeye konu edinilen kadar bilme imkânı doğar. Bu da o nesnenin hem gerçekliğini hem de hakikatini anladığım anlamına gelmeyecektir.

Diyelim ki; ben biliyorum, ama bu bilgimi bir başkasına aktarmam imkânsıza yakındır.

Aktarma bir tarafa, sahip olduğum bilginin alanının sınırlı oluşunu fark ettiğimde ise başka sorunlar yumağı ortaya çıkıyor. Çünkü her bilme türü kendi içinde bir bakışı içerir ve kendi akli yetisini harekete geçirir. Ama biliyoruz ki; bu bilme türleri diğer bilme türlerini dışarıda tuttuğu için eksik ve zaaf taşımaktadır. Hak, haklılık ve hakikat gibi kavramların içerikleri olmadan ne olduğu konusunda bir bakışa sahip olmanın kazandırdığı herhangi bir şey yoktur.

Anladım dediğimiz her şey anlamamızla sınırlı oluşunu genelde unuturuz ve hakikatin kendisi sanırız. Hâlbuki biraz düşünsek, anladığımız şey sonuç itibarı ile bizim sahip olduğumuz kültür, düşünce ve bakışla sınırlıdır.

Tartışma zeminlerine bakıldığında bu bakışın unutulduğu ve her insanın, kesimlerin, kurumların kendilerini hakikat kabul ettiklerini dikkate aldığımızda nasıl bir yanılgı içinde olduklarını anlayabiliriz. Bu da eksikliğimizi fark ettiğimizde tamamlanma ihtiyacımız üzerinden başka bakışların tamamlayıcılığını dikkate alarak yardım almayı kabul ettiğimizde sorunların ciddi bir yekûnunu çözmüş oluruz.

Kuşatıcı bir bakışı ortaya koymak ve bunu insanın kabulüne sunmak neredeyse imkânsızdır. İnsan cahil ve bencilliği yüzünden bu kuşatıcı bakışa sahip çıkmaz. Aynı zamanda istisnai bir durum olarak düşünüldüğünde ise insanın kapasitesinin de buna yetmeyeceğini dile getirmekle yükümlüyüz. Bir çıkış yolu olarak sadece zaafımızı, eksiğimizi kabullenerek yol almaya çalışır ve irade beyanında bulunur isek sorunu giderme noktasında güçleniriz.

Her bilgi bir başka bilgi tarafından eleştiriye tabi tutulabilir, yanlışlayabilir veya doğrulayabilir. Bu da bizim nasıl yaklaştığımızla ilişkili olduğu aşikâr.

O zaman hangi cesaretle sahip olduğumuz bilgiye doğru muamelesi yapıyoruz? Bu cür'eti bize sağlayan şey nedir?

İnsanın bilme arzusu ve kesinliği bize bu cesareti veriyor olabilir. Hâkim olma duygusu ve nüfuz etme dirayeti bize bu cesareti verir. Tabii ki cehalet ve kibir duygusunun da katkısını hesaba katmalıyız…

Unutmamamız gereken bir şey var: insan etkileşime açıktır. Yani insan, doğal olarak etrafında olup bitene, kendisinden önce oluşan kültüre ve geleneğe bağlı kalır. Duygularının belirleyiciliğine tabi olur. Böylece bilme duyumuzu da nasıl belirlediğimizi anlayabilmenin yolunu konuşabiliriz…

Bir şeyin doğruluğunu ve yanlışlığını genelin kabulü ve reddi üzerinden kabul ettiğimizi genelde inkâr ederiz. Hâlbuki birey olmayı ve bireysel davranmayı olumlarız modern kültür ve bilgi sayesinde... Ama üzerinde yeterli düzeyde düşündüğümüzde aslında birey olmanın ne olduğu konusunda bir fikir bulamayız. Bireysellik dediğimiz şey ise bize yapılan propaganda üzerinden kabul etmişiz. Yani birey ve bireyselleşme başkaları tarafından olumlu görüldüğü için bizde o şartlanma ile kabulünü olumluyoruz...

Demokrasi ve dinler de öyle...

Herhangi bir kavramı doğrulamak ve yanlışlamak sahip olduğumuz kültür ve düşünce geleneğimizle ilişkilidir. Çok az insan bir kültürün içinde olmasına rağmen nesnel davranarak o kültürün neliğini anlayabilir. Ama temelde bir kültürden bir başka kültüre geçiş neredeyse yok derecesindedir. Ve istisnaidir.

Bir düşüncenin doğruluğunu ancak düşüncenin bakışını ve sistematiğini kabul ettiğimizde doğru olduğunu kabulleniriz. Herhangi bir felsefi sistem içinde bu böyle... Felsefi sistemleri o sistemi oluşturan yöntemi kabul ettiğimizde anlamlandırabilir ve kabul edebiliriz.

O zaman can yakıcı soru şu: doğrunun sınırlı ve sorunlu olduğu bilinmesine rağmen bu doğruya güvenimizi sağlayan şey nedir ve ne olmalıdır?

Cehalet, cesaretimizin temelini oluşturuyor. Eksiklik ve tamamlanmamışlık hissini olumsuzlamamız da destekleyici bir özellik katıyor. Mesele ben varım olgusuna dayanır. Benlik kaygısı bilmenin zaafını örtüyor ve bilginin varlığına olan güveni artırıyor. Birde olayın iktidar boyutunu da hesaba katmalıyız. Bilginin güç olduğunu biliyoruz. Bu gücü kullanma adına bilginin kesinliğine dikkatimizi çekerek gücü temerküz edebiliyorlar. İşte bu yüzden bilmeyi kesinleyerek bir üstünlük aracına dönüştürüyoruz… 

Düşünmeye devam...

Allah sözün en doğrusunu bilendir…



Abdülaziz Tantik, 30.09.2018, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Düşlemek


Sonsuz Ark'ın Notu: Abdülaziz Tantik  Beyefendi'ye, bütün samimiyetiyle yazdığı yazıları bizimle paylaştığı için teşekkür ederiz... Seçkin Deniz, 31.03.2018







Sonsuz Ark'tan
  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.

Seçkin Deniz Twitter Akışı