5 Ekim 2018 Cuma

SA6928/KY1-CÇ546: Vicdan Azabı

"Arkasını döndü. İlerideki odun tezgâhına doğru yürüdü. Elindeki bıçağa tezgâha bıraktı. Tezgâhtan iki büyük paslı mıh ve bir çekiçle Veznedarın yanına geldi. Mıhları adama doğru uzattı."


Zorlukla gözlerini açtı Veznedar. Sırılsıklam olduğunu hisseder gibi oldu. Bir an kendisini işinin başında olduğunu sandı. Arada bir yaşadığı sıkıntılı günlerde yaşadığı bu histen bir türlü kurtulamazdı. Her halde o günlerden birini yaşıyor olmalıydı. Karşısında itirazından bir türlü vazgeçmeyen altmışlı yaşlarındaki adama keşide edilmemiş bir çekin ödenemeyeceğine ilişkin bilgiler verse de adam umursamıyormuş ve ister istemez ter kan içinde kalmış.

- Elimde tapu gibi çek var.. ödemek zorundasın? Sözlerini yineleyip duruyordu ihtiyar adam. 

Veznedar zaman zaman böyle tiplerle karşılaşırdı. Tatlılıkla, alttan alarak –ki bazı meslektaşları üstenci davranmayı seçerlerdi- sorunu çözmeye çalışır, çoğunlukla da başarırdı. Veznede olmadığını ayrımsaması uzun sürmedi. Kesinlikle burası çalıştığı banka değildi, kendisine ait veznede durmuyordu. Hayır. Karşısında keşide edilmemiş bir çekle kimse duruyor değildi. Yaşlı bir mudi yahut herhangi bir müşteri yerine bambaşka biri vardı. Demek ki rüya görmüştü. 

Sırılsıklam olmuş gibi hissetmesi sıkıntılı günlerden birinde değil de rüyada yaşadığı zorluk olmalıydı. Nerede olduğunu anlamaya çalıştı bir süre, sonra vazgeçti. Anlamsızdı. Hem çok anlamsız. Odun bir sandalyede elleri ayakları kayışla bağlı bir şekilde, loş bir mekânda –odayı aydınlatan sarı ışıklı lamba sinek pislikleriyle kararmıştı- buluvermişti kendini. Buraya nasıl geldiğini, getirildiğini bilmiyordu. Kendi ayaklarıyla gelmemişti kuşkusuz. Onu buraya getiren işte şu karşısında duran siyah kar maskeyle yüzünü saklayan adam olmalıydı. 

- Senden kaçarken uyluğuma bir şey çarpmış olmalı.. canım çok fena acıyor, dedi canının çok çok yandığını belli ederek Veznedarın karşısında duran yüzü kar maskeli adam.

- Anlamadım, dedi Veznedar.

- Uyluğum, dedi maskeli adam.

- Ha, anladım, dedi Veznedar. 

Gerçekteyse hiçbir şey anlamamıştı. Senden kaçarken demekle ne demek istemişti, ne demek istiyordu? Hadi uyluk sözcüğü neyse de..  Veznedar en çok da kendi sakinliğine şaşırıyordu. Tuhaftı. Durumu gerçekten tuhaftı. Korkmalı, debelenmeli, kalbi korkudan duracak gibi olmalıydı. Fakat hiç ummadığı kadar sakindi. Sanki her hangi bir tehdit altında değilmiş, sanki elleri, ayakları bağlanmamış, sanki karşısında elinde rambo bıçağı denen bir bıçakla yüzü kar maskeli bir adam durmuyormuş gibi. 

- Üzüldüm, dedi bir süre sonra, şaşkınlığından kurtulmuş gibiydi. Böyle demesi gerektiğine karar vermişti. Öyle ya maskeli adam yaşadığı bir acıdan söz etmişti. Üzülmedim demek olmazdı.  

- Üzüldün mü? Dedi maskeli adam öfkeyle, gerçekten üzüldün mü? Demek sadece üzüldün? 

Veznedara doğru bir adım daha yaklaştı. Suratına vuracak gibi boş elini yumruk yapıp kaldırdı. Kendine hâkim olup vurma eyleminden vazgeçti.

- Aslında şey.. bak.. gerçekten.. dedi Veznedar.

- Ne? Aslında ne? Gerçekten ne? Dedi öfkeyle yüzü maskeli adam.

- Ben.. dedi Veznedar, ben.. bak.. ben uyluğun ne olduğunu bilmediğimi söylesem.. utanarak başını öne eğmişti.

- Ne saçmalıyorsun? Dedi maskeli adam..

- Bilmiyorum, dedi ürkek bir sesle Veznedar, uyluk sözcüğünün ne anlama geldiğini, neyin adı olduğunu gerçekten bilmiyorum.. 

- Yani şimdi sen kalçadan başlayıp dize kadar olan bölüme uyluk dendiğini bilmiyor musun? dedi avazı çıktığı kadar bağırarak..

Omuzlarını silkti Veznedar. Utanmıştı. Evet, ilk kez duymuş olamazdı bu sözcüğü ama yine de ilk duyduğunda merak edip öğrenmemişti demek ki? İnsan bedenindeki her noktanın adını bilmek, organların nerede olduğunu öğrenmek üstüne vazife olmamıştı ki! Olması mı gerekirdi? Nihayetinde o bir sağlıkçı değildi. Hani bir kasap olsa belki yine bilirdi kasap da değildi yahut biyolog.. bir bankada veznedardı. Finansla ilgili sözcükler olsa anında bir karşılık verirdi. 

Uyluk. Tamam, çok zor bir yer değildi örneğin apandisit gibi, tiroit bezi gibi değildi uyluk, dolayısıyla bilinmesi çabucak öğrenilmesi gerekebilirdi. Ve fakat şuan bu hiç de önemli değildi. Demek ki başlangıçta da önemli görmemiş olmalıydı ‘bacağımın arkası’ demek yeterli gelmiş olmalıydı. Bu ve benzeri bilgisizliğine ilişkin açıklamalar yapma konusunda ikircikliydi. Başka zaman olsa nice konularda bilgisi olmadığını gönül rahatlığıyla söylerdi de şuan ne anlamı vardı ki? 

Maskeli adamı çileden çıkartmaktan başka bir işe yarayıp yaramayacağına ilişkin bir işaret de görmüş değildi. Durum gerçekten tuhaftı. Cahillikten öte içinde bulunduğu duruma bir açıklık getirmesi gerekiyordu. Bunun sorgusunu yapmalıydı. Öncelik bu olmalıydı. Bu loş ışık altında, küf kokan, duvarları yer yer güherçile kaplı bu yerde.. elleri kolları bağlı ve ayaklarının hemen dibinde bir kan birikintisi. Kendi kanı olduğunu sezgisel olarak biliyordu, zira her iki topuğunun üst tarafında hafif bir sızı vardı. Tendonlarını kesmiş olmalıydı maskeli sapık. Bu gerçek bile kendisini dehşete düşürmüyordu, tuhaf olan buydu. Maskelinin bir sapık olduğu yargısını çoktan vermiş, başına gelecekleri –tendonları kesilmemiş bile olsa- az çok tahmin etmiş olmasına karşın öylesine sakindi ki. 

Bu sakinliğinin bir açıklaması olmalıydı. Bir film setinde olabilir miydi? Her şey bir oyun muydu? Hayır! Gerçi zaman zaman internette sörf yaparken bazı yeni yüzler, yeni aktörler arayan sitelere denk gelir, bir an başvuru hevesi duyar ve fakat başvurmazdı. Beni kim ne yapsın? Derdi kendi kendine. Bu toparlak beden, bu ablak surat, bu kel başı kim ekranda görmek ister ki? Ben bile kendi yüzüme tahammül edemezken, der gülerdi. Sakinliğinin altında kesinlikle kendisine verilen bir ilaç olmalıydı. Başka bir açıklaması yoktu.

- Bana bir şey mi verdin, dedi Veznedar utana sıkıla, çekinerek. 

Çekinmesi kadar doğal ne olabilirdi ki? Birden bire parlıyordu eli bıçaklı kendisinden beş altı yaş küçük olduğunu tahmin ettiği maskeli adam.

- Anlamadım? Dedi maskeli adam.

- Şey, dedi Veznedar, hani sen de hak verirsin..

- Neye hak veririm? Dedi git gide kızdığı her halinden belli olan maskeli adam..

- Bak ben bir sandalyede eli kolu bağlıyım.. eski çağlardan kalma işkence aletleriyle kaplı bu zindan gibi yerde, karşımda elinde jilet kadar keskin olduğu belli bir bıçakla duran bir adam.. korkudan, dehşetten kendimi paralamam gerekmez mi? Ağlayıp sızlamam, canımı yakmaman için yalvarmam gerekmez mi? Ben de bir korku görüyor musun? Bu sükûnette bir tuhaflık yok mu şimdi? Korkmalıyım.. hem öyle bir korkmalıyım ki..

- Korku mu? Dedi maskeli adam, bir adım geri çekilip. Demek korku! Korkman gerek öyle mi? Ya ben ne haldeyim? Çığlık çığlığa sormuştu sorusunu maskeli adam ve altıma işemek üzereyim, pis sapık, diye sürdürmüştü konuşmasını.

Sandalyeye bağlı Veznedar hepten şaşırmıştı. Gerçekten tuhaf bir durumla karşı karşıyaydı. Bütün bu söylenenlere –ki ‘senden kaçarken uyluğuma bir şey çarpmış olmalı tümcesi de vardı- bir anlam veremiyordu.

- Ben, ben anlayamıyorum, dedi. Tendonları kesilmiş, eli kolu bağlanmış olan benim ve korkan sen öyle mi? Bu nasıl bir oyun?

- Oyun elbet.. kahretsin.. demek oyun, bütün bunları sen tezgahladın iblis.. şimdide oyun diye sayıklıyorsun. 

- İblis mi.. İnan anlamıyorum.. 

- Aklımı karıştırmaya çalışıyorsun.. evet, evet aklımı karıştıracaksın.. böyle demiştin.. aklımı karıştırıp verdiğin görevi yapmamı engelleyecek sonra da.. kahretsin.. sonrada.. ama.. ama yapamayacağım.. kahresin.. kahretsin.. hayır, hayır yapamayacağım.

Veznedar iyiden iyiye şaşırmıştı. Eli bıçaklı maskeli adam ağlıyor muydu? Rol mü yapıyordu?

- Kahretsin, ne demek bütün bunlar? Dedi Veznedar bütün cesaretini toplayarak.

- Ne bileyim? Dedi maskeli adam, senin hastalıklı zihninden neler geçiyor nasıl bilebilirim.. ama.. bak.. tüm dediklerinin yarısını yaptım.. bundan sonrasını yapmasam da..

- Ne yapmanı istedim, diye yalvardı Veznedar..

- Hayır, dedi maskeli adam, iki eliyle kafasını bastırdı.. yapamam..

- Tamam, dedi Veznedar, yapamayacaksın onu anladım.. ama yapmanı istediğim neydi? Ne istedim senden?

Maskeli adam ellerini başından uzaklaştırdı. Veznedara dik dik baktı..

- Böyle olacağını söylemiştin.. aklımı karıştıracağını.. oyununa gelmeyeceğim.. demek benden yapmamı istediğin şeyi anımsamıyorsun öyle mi? Peki.. kabul.. ama şunu bil.. aklımı karıştıramayacaksın.. 

Arkasını döndü. İlerideki odun tezgâhına doğru yürüdü. Elindeki bıçağa tezgâha bıraktı. Tezgâhtan iki büyük paslı mıh ve bir çekiçle Veznedarın yanına geldi. Mıhları adama doğru uzattı.

- İşte bunları, dedi, bu iki mıhı gözlerine çakmamı istedin. 

Veznedar kendisine uzatılan paslı mıhlara tuhaf bir ilgisizlikle bakmıştı, söylenenleri ise duymamış gibi sakindi, irkilmemişti, zerre kadar ürpermemişti bile. Büsbütün şaşırdı bu haline.  Kesin bu sapık maskeli ona bir şeyler vermiş olmalıydı. İnsan herhangi bir filmde böyle bir sahne görse dudağı uçuklar, ödü patlardı. Oysa sıradan şeylermiş gibi geliyordu kendisine, olacak şey miydi? Çoktan ödü patlayıp son nefesini vermeliydi.

Maskeli adam tekrar tezgâha gitti. Elinde iri bir kerpetenle geri geldi. Kerpeteni adama uzattı.

- Bununla da dilini koparmamı.. ama yapamam..

- Bütün bunları benim istediğimi mi söylüyorsun? Dedi gayet sakin bir sesle.

- Evet, dedi maskeli adam içini çekerek. Koskoca adam içini çeke çeke ağlıyordu. Bir tutarsızlık, bir uyumsuzluk vardı. Anlaşılır gibi değildi.

- Niye böyle bir şey isteyeyim ki? Dedi Veznedar sakınarak, bir an kendini kusurlu çek tahsiline çalışan söz anlamaz her hangi yaşlı bir adam karşısında hissetmişti.

- Bilmiyorum, senin hastalıklı zihninin nasıl çalıştığını bilemem ki..

Veznedarın içini bir an sevinç kapladı. Belki bu durumdan daha büyük zarar görmeden kurtulabilirdi. Böyle bir olasılık belirmişti. Her zamanki sakinliğini koruyarak bu sapığı alt edebilirdi. Oldukça yumuşak, oldukça içten bir sesle konuşmaya başladı.

- Tamam, diyelim ki ben istedim.. kabul.. o zaman öyle istemişim.. şimdi vazgeçtim.. hemen beni çözmeni rica ediyorum, belki inanmayacaksın ama hem kollarıma, hem ayaklarıma kramplar girdi ve canım çok yanıyor, çok da kan kaybetmiş olmalıyım.. bir ambulans çağır beni hastaneye götürsünler..

- Ahha.. dedi kar maskeli adam.. işte işte yine aklımı karıştırıp yapmamı istediğin şeyi yapmamamı sağlayacak sonra da tüm ailemi cezalandıracaksın? 

- Yanılıyorsun, dedi Veznedar iyiden iyiye şaşırarak.

- Yanılmak mı? öyle söylemiştin, nasıl cezalandıracağına ilişkin filmler izleterek.. bana izlettiğin o filmler.. o tecavüz edip katlettiğin çocukların görüntüleri? Bunlar da birer yanılgı, birer illüzyon mu? Bunlar da birer oyun mu? Dedi maskeli adam Veznedara iyice yaklaşıp.

Veznedar adamın söyledikleri karşısında donup kalmıştı. Neler saçmalıyordu bu hasta ruhlu adam? Kesin şizofren olmalıydı. Bu hasta ruh kendine ait bir dünya yaratmış olmalıydı ve kendisi de bu dünyada bir canavar olmalıydı. İşi zordu zor olmasına karşın ancak yine de bir umut vardı. Şizofren adam bu yapıp ettiklerini kendisinin söylediğine inanıyordu. Kendisinin emirlerini yerine getiriyordu. Öyle ise..

- Neden söz ettiğini inan bilmiyorum? Dedi Veznedar.

- Bilmezsin tabi.. 

- Hadi diyelim ki dediğin gibi.. madem benim istediklerimi yapıyorsun.. şimdi de beni serbest bırakmanı istiyorum..

- O öyle kolay değil, aklımı karıştıracağını, ikirciklere sokacağını söylemiştin. Verdiğin işi yapmamı engellemek için çırpınacağını ve fakat bu oyuna gelirsem başıma neler geleceğine ilişkin bir sürü şey söylemiştin.. izlettiğin o örnekler.. ah örnekler.. sen ne iğrenç bir canavarsın.

Kurtuluş umudu yavaş yavaş tükeniyordu Veznedarın. Ne izlettiğimi sanıyor, dedi kendi kendine sonra da adama sordu.

- Ne izlettim sana? 

- Ne izlettin ha.. peki, dedi maskeli adam.

Kar maskeli adam çıkış kapısına doğru yürüdü. Dışarı çıktı. Veznedar etrafını doğal bakışlarla izledi. Tanıdık gelen bir şeyler aradı. Bu sapığın elinden nasıl kurtulacaktı? Bu kahrolası yerde bu sapık tarafından gözlerine mıhlar çakılarak, dili koparılarak öldürülecekti, bu kesindi. Buradan nasıl kurtulabilirdi? Ayaklarının dibindeki kan birikintisine baktı. Belki de kan kaybından çabucak ölürdü. Şansı varsa acı çekmeden, kan kaybından ölürdü. 

- Tanrım! Tanrım! Dedi, canımı al.. şuan canımı al.. acı çekmek istemiyorum.

Ya korku? Ya dehşet? Bu duygular neredeydi? Bu hal acı çekmekten daha korkunç değil miydi? Kesin bir ilaç vermiş olmalıydı. Onu sakinleştiren güçlü bir sakinleştirici. 

Kar maskeli adam elinde bir laptopla odadan içeri girdi. Adamın karşısına geçti. Laptopun ekranını adamın gözlerinin önüne getirdi.

- Bak.. işte eserin.. işte eserlerin.. ben bakamıyorum.. ben bakamadım. Gözlerimi yumdum. Sen zorla izlettirirken ben gözlerimi yumdum, dedi ağlayarak.

Veznedar laptopta kendisini izliyordu. Kameraya bir gazete tutuyordu. Gazetede kaybolan on on bir yaşlarında iki erkek çocuğun gülen fotoğrafları görüldü. Gazete yavaşça kameranın görüş açısından kaydı. İki küçücük, savunmasız, ürkmüş, korkudan gözleri yuvalarından fırlamış çocuk. Ağızları bantlanmış. Bir yatağa bağlı iki çocuk. İkisinin de gözyaşları yanaklarından aşağı akıyor. Başlarını sallıyorlar. Her ikisi de çıplak. Yatak görüntüden çıkıyor Veznedar beliriyor filmde. O da çırılçıplak. Kendi pis pis sırıtan yüzüne iğrenerek bakıyor elleri, ayakları odun sandalyeye bağlı adam.

- Kapat şunu, diyor dişleri arasından bir yılan gibi tıslayarak, kafasını sağa sola hızla sallıyor, gözlerini yumuyor.. kapat şunu, kahrolasıca pislik kapat şunu.. diyor. Yüzü maskeli adam laptopu başının üzerine yavaş yavaş kaldırıyor hızla yere fırlatıyor. Laptop zeminde paramparça oluyor.

- Yapamam, diyor yüzü maskeli adam.. yapamam.. ağır ağır dizleri üstüne çöküyor. Hıçkıra hıçkıra ağlıyor.

- Yapacaksın, diyor, Veznedar.. yapacaksın.. yoksa senin çocuklar, diyor, senin çocuklar ve başka çocuklar.. onlar için yapacaksın!





Cemal Çalık, 05.10.2018,  Konuk Yazar, Sonsuz Ark, Öykü

Cemal Çalık Yazıları










Sonsuz Ark'tan
  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark Manifestosu'na aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.

Seçkin Deniz Twitter Akışı