"Dünya, perde gerisinde, kamuoyunun hayâl edemeyeceği kadar farklı kişiler tarafından yönetilmektedir."
Benjamin Disraeli, Britanya Victoria Dönemi Başbakanı, 1844, Yahudi, Mason
"Aşağıdaki analiz Eylül 2013'te planladığım ancak 17-25 Aralık 2013 masonik FETÖ Emniyet-Yargı darbesinden bugüne kadar tamamlayamadığım "Tarih’in Gözyaşları/ İslamcılık, Soyağacı ve Popülasyon Genetiği" başlıklı çalışmamın giriş kısmıdır... Bu analizi 06.09.2008 tarihli İslamcılık; Kara Büyü başlıklı kısa çalışmamla ve çevirisini Sonsuz Ark'ta yayınladığımız The Sufi Conspiracy-Sûfi Komplosu serisi ile birlikte okumanızı öneriyorum."
Seçkin Deniz, 07.10.2018
İslamcılık'la ilgili tartışmaların tekrar ısıtıldığı bir dönemde olgu/olaydaki neden-sonuç ilişkilerini sistematik bir formatta irdeleme zamanının geldiğini düşünüyorum. İslamcılık tartışmalarının tümünün İslamcılık'ın etimolojik (kökenine dair), ontolojik (varlığın mahiyetine dair) ya da morfolojik (kelime biçimlerinin yapısının incelenmesine dair) yapısındaki belirsizlikle malul olduğuna, tarafların bu belirsizliği aşamadıkları için de epistemolojik (bilginin niteliliğine, kaynaklarına, değerine, geçerliliğine dair) bir çözümleme yapamadıklarına şahit olduk. Olgu'nun ciddî bir analize tâbi tutulması gerekliliği, yaklaşık olarak 200 yıl önceki gibi (Kavalalı ve Mısır) Olay'a dönüştürülmesi riskini taşıdığı için önemini koruyor. (Nitekim FETÖ Olayı'nın 2012'den 2016'ya gidilen süreçte tam olarak aynı işlevi görmek üzere tasarlanmış olduğu anlaşılmıştır.)
İslamcılık felsefî altyapısı olan bir kavram olmadığı için, kavramsallaştırma süreci de teknik olarak gelişmiyor, gelişemiyor; ancak İslamcılık üzerinden medyatik ve siyasî mekanizmalar hareketlendiriliyor; çok büyük manipülasyonlar yapılarak stratejik hamleler tasarlanıyor.
İslamcılık bir ‘sorun’ olarak daha kayda değer görülmekle birlikte, bu sorunun kimler tarafından üretildiği ve bu sorunla ilgili hangi stratejik hamlelerin yapıldığı konusu çok daha büyük bir değer taşıyor. İslamcılık tartışmalarının güncel versiyonunu ve tarafların profilini irdelemeden önce, Olgu'nun özellikle siyaset sahnesine çıkarıldığı dönemlere ve öncesine bakmak gerekiyor.
Her şeyden önce kısa bir parağrafta sağlam bir tezle analizin asıl hedefini izah etmek mümkün; İslamcılık, 1789'la Fransa'da egemen hâle gelen masonların, yer küredeki bütün imparatorlukları yıkma girişimlerini içeren bütüncül bir organizasyonun Osmanlı İmparatorluğuna yönelik olan hamlesinin adıdır ve Sultan III. Selim’den itibaren güçlenerek II. Mahmut, Abdülmecid, Abdülaziz ve II. Abdülhamid liderliğindeki Osmanlı İmparatorluğu'nu, İstanbul, İzmir, Selanik, Manastır, Mısır, Şam, Beyrut gibi merkezlerde kurulan gizli mason localarında olgunlaştırılarak parçalayan ve yıkan bir hançerdir. Günümüz tartışmalarının amacı da yeniden güçlenen, bölgesel ve küresel bütünleşik bir strateji izleyerek masonların hakimiyet alanlarını daraltan Türkiye Cumhuriyeti'nin Recep Tayyip Erdoğan liderliğindeki yönetimini hedef hâline getirerek yeniden parçalamak ve etkisiz hâle getirmektir. (Bakınız Türkiye'nin Zaferi, Seçkin Deniz, 25.12.2009-05.01.2010)
Tartışmaya taraf olanların ( 2012'de The Economist, “Erdoğan’ın ters tepen hırsı” başlığıyla yayımlanan analizde, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın ‘Türkiye’nin yeni cumhurbaşkanı olmaya fazla odaklandığını’ ve ‘giderek daha çok otoriterleştiğini’ iddia ediyor, Erdoğan'ı İslamcı köklerine dönmekle suçluyordu. Bu suçlamaların kaynağında, kürtajı yasaklama önerisi, imam hatip ortaokullarının yeniden açılması, öğretim müfredatına Kurân ve Arapça derslerinin konulması yer alıyordu. Uluslararası yayınlar ve masonik organizasyon olduğu ortaya çıkan FETÖ'nün yayın organı olan Zaman Gazetesi'nde ardarda İslamcılıkla ilgili pas usülü yazılar yazan ve 15 Temmuz FETÖ-ABD_NATO darbesi sonrası yargılanarak mahkum olan Mümtaz'er Türköne, Ali Bulaç) teknik iki nedeni var; ilki Ak Parti iktidarını İslamcılıkla ilişkilendirmek ya da ilişkili olduğunu reddetmek, İslamafobi'ye neden üreten 'Küresel İslamcı Terör'le organik bağlı olduğu savını kürenin üst yönetim organlarında geçerli bir yapıya büründürerek Türkiye'yi pasifleştirmek ya da Türkiye'yi konudan uzakta tutmak; ikincisi İslam'ın özgün yapısının İslamcılık tartışmaları ile yeniden örtülerek yeni medeniyet tasavvuruna kaynaklık etmesinin önüne geçmek ya da İslamcılık tartışmaları ile İslam'ın yeniden ilgi alanına dâhil edilmesine çalışmak.
İki teknik neden de karşı reflekslerle ayrı alanlarda analiz edilmesi gerekirken, tartışmalar dar bir alanda ve İslamcılık'ın iğreti yapısında düğümlenmekten kurtulamadı. Başka türlü olması beklenemezdi de. Çünkü konu; köksüz/temelsiz bir ideolojinin temelsizliğinden kaynaklanan sorunlardan dolayı sorunluydu, gündemde olup olmaması ile değil. Geçmişte ikinci teknik neden, ilk teknik nedenin taşıyıcılarına hizmet etmek üzere tasarlanmıştı. Tasarlayanlar da masonlardı ve müslümanlar ikinci teknik nedenle İslamcılık tartışmalarında boğulmuş ve parçalanmışlardı. Bugün aynı masonik oyun değiştirilmeksizin tekrar sahneye kondu.
Bu analizimde ciddî iz sürüşlerle, masonik yapılanma tarafından bilhassa komplo teorisi diyerek yaftalanan bakış açılarının uğradığı/ uğrayacağı tazyife/tahkire mahkum olmadan, sağlamlığından kuşku duyulamayacak kanıtlarla tezimi kanıtlayacağım. Büyük bir iddia gibi gelebilir; ama bu analizin amacı köken sorunları giderilmiş İslamcılık'ı berraklaştırarak ilgili tartışmaları sonsuza dek tarihe gömmek; müslümanları sadece Kur'an'daki İslam'la düşünmeye sevk etmeye hizmet etmektir.
Amerikalı araştırmacı yazar Robert Howard, Amerika Birleşik Devletleri Başkanları ve İlluminati / Masonik Güç Yapısı, başlıklı çalışmasının girişinde şöyle der:
Bir Mason İskoç ayini 32 derecede geçer, paganist bir seronomidir; Pers, Yunan, Mısır, Hindistan, Babil tanrılarına ibadet edilerek bitirilir. 17. dereceye gelen masonlara masonik tanrı, evrenin büyük mimarı tarafından kıyamet günü kullanabileceği bir şifre verileceği iddia edilir. Bu gizli şifre çok ilginçtir: "Abaddon". Abaddon, İbranice bir isimdir ve Yunanca Apollon 'cehennem-melek' bileşiminden anlamını alır ve Baş Şeytan'ın adıdır.
Robert Howard, ABD'nin Kurucu Ataları'nı kötülemek istemediğini, ancak gerçeğin de bilinmesini istediğini söyleyerek Amerika'nın ilk Başkanı'ndan sonuncusuna kadar yaptığı incelemede, Başkan'ın ya da yardımcısının İnisiye edilmiş bir mason olduğunu ve hepsinin daha üst bir yapılanma olan İlluminati'nin kontrolü altında olduğunu iddia eder. Başkan mason değilse yardımcısı masondur ve başkan herhangi bir şekilde öldürülerek veya istifa ettirilerek yardımcısının başkan olmasının sağlandığını ısrarla tekrarlar.
Amerika Birleşik Devletleri’nin kolonizasyon sürecindeki Sir Francis Bacon gibi isimlerin, kurucu atalarının ve yönetici elitlerinin mason olduğunu biliyoruz. Batı dünyasında 1307 yılında Vatikan ve Fransa başta olmak üzere çoğu Avrupa krallığı tarafından açılan cadı suçlamaları ile başlatılan açık savaşın ardından İskoçya’ya kaçan (1314 yılında İskoçya'nın İngiltere'ye karşı kazandığı Bannockburn zaferinde mason Tapınak Şövalyeleri'nin kendi kıyafet ve kılıçları ile İskoç kralı Robert Bruce'un yanında savaştılar.) masonlar adada güçlendiler. Masonluğun en büyük kahramanlarından Jacques De Molay ve diğer Tapınak Şövalyeleri, 1314 yılında o devrin Fransa kralı IV. Philip tarafından Tapınakçıların hazinesini kendisine vermediği için yakılarak öldürüldüler. Fransız Devrimi Masonlar tarafından planlanmıştır. Devrim sonunda XVI. Louis giyotinle idam edildiği zaman, bir devrimcinin; “Molay, intikamın alındı.” diye haykırdığı bilinen bir gerçektir.
Kara Avrupasında Cadı avının devam ettiği erken modern dönemde, (1480-1750 arasında) 16. yüzyılın sonu ve 17. yüzyılın başlarında İskoçya’dan İngiltere’ye taşınan masonlar 24 Haziran 1717 tarihinde Londra'da bir araya gelen dört locanın girişimiyle Londra Büyük Locasını gizlice kurarlar. Cadılığın İngiltere'de 1736’da suç olmaktan çıkarılmasından sonra saklanma gereği duymazlar.
Masonların ürettiği İngiliz-Fransız 1756-1763 Yedi Yıl Savaşı'nın sonucundaki Paris Antlaşması, ekonomik hem de politik bakımdan Fransa’ya güç kaybettirirken İngiltere’ye dünya çapında deniz üstünlüğünü kazandırmış ve denizaşırı sömürgeciliği pekiştirerek masonlara 1789 Fransız Darbesi’nin güzergahını belirleme fırsatı vermiştir.
İngiliz ve İspanyol Kraliyet ailesine fikirlerini enjekte eden masonlar bu iki ülkenin üstün deniz gücünü kullanarak Amerika’yı ele geçirmeyi tasarladılar. Fransız Kraliyet ailesine de sızarak İngiliz-Fransız rekabetini kışkırtarak her iki devletin Amerikan topraklarındaki egemenliklerini zayıflattılar. Amerika istilalar, katliamlar, İngilizlere ve Fransızlara karşı yürütülen savaşlarla doğrudan yönetecekleri bir devlet olarak hizmet edene kadar sakinleşmemiştir.
18. yüzyılın ortalarında İngiltere'de aktif olan "Cehennem Ateşi Kulübü (Hell Fire Club)”nden notlar:
“İngiltere'de Kral III. George'un (George William Frederick 4 Haziran 1738 - 29 Ocak 1820) hükümdarlığı döneminde, mehtaplı gecelerde, pek güçlü hükümet üyelerinin, önde gelen aydınların ve etkili sanatçıların hep birlikte Thames nehrinin üzerinde bir tekne içinde West Wycombe civarında bulunan bir manastır yıkıntısına doğru yol aldıkları görülebilirdi. Orada, keşiş kıyafetlerine bürünen bu saygıdeğer kişiler, kutsallığını yitirmiş bu manastırın çanlarının çalmasıyla birlikte, her türlü ahlaksızlığa kendilerini kaptırırlardı. Gece, kendini sefahate adamış bir soylu kadının çıplak vücudu ile kutlanan bir Kara Ayin ile doruk noktasına ulaşır, şeytani tapınmalarını tamamlayan ele başları Britanya İmparatorluğu'nun gidişatı ile ilgili komplolar kurmak için cümbüşe ara verirlerdi.” Daniel Willens ,"The Hell-Fire Club: Sex, Politics, and Religion in Eighteenth-Century in England", Mason, yazar, thefreemason.com
Masonların Fransız Kraliyet ailesine karşı duyduğu kin sona ermemiştir. 1776’da Amerika Bağımsızlık Bildirisi ile başlayan ve bir devletin bütün erklerini elinde toplayarak Yeni Dünya’dan Eski Dünya’ya yönelen ve 1789’da Fransa’da patlak veren masonik güç, bütün imparatorlukları ve krallıkları yıkmayı, dogmatik yasalardan kurtularak özgürleşmeyi, eşitlik ve kardeşlik içerisinde yaşamayı vaat eden parlak bir pasta ile aydınlanma dedikleri sistematik saldırı düzeneğini kurmuş ve işletmiştir. Masonları cadı avıyla yakan Fransa, masonların dünyaya özellikle Osmanlı topraklarına yayılmalarında merkez olarak kullanılmıştır, (Bakınız: 1. Okuma parçası)
Masonların Edebi ve felsefi metinlerde baz aldıkları ilkeler, insanların tarih boyunca arzuladıkları, ancak krallara kaybettikleri, peygamberlerin getirdiği ilkelerle doğrudan örtüşen ilkelerdi; ancak konumlandıkları yer tam olarak bütün dinlerin karşısındaydı. Masonik düşünce meşru bir zeminde, meşru olmayan bir gizli ajanda ile yaymayı hedeflemişti. Perde bütün dinlere saygılı olan, fakat hiçbir dini aydınlanmanın esası saymayan bir görüntü veriyordu. Bu, sakıncasız ve cezbedici bir yoldu.
Kendileri bu yolu iki farklı şekilde anlatıyorlardı:
Yalan söyleyen ilk şekil: "Masonluk, kiliselerin dışında hakikati arayanların bir araya geldiği, toplandığı yer, melce oluyordu." Neşet Sirman, Masonluğun İlk Devirleri, Mimar Sinan, 1997, Sayı 104, s. 41
Doğru’yu yalanlarla beraber söyleyen ikinci şekil: “Farmasonluk siyasal bir parti olmamakla beraber, siyasal ve sosyal olayların akımına uygun olarak uluslararası birleşik ve sosyal bir kuruluş halinde örgütlenmesi 18. yüzyılın başlarına rastlar. Mezheplerin özgürlük kurallarını uygulamaya çalıştığı sırada, onlara yardım için, din adamları kurallarının (ruhban heyetlerinin) nüfuz ve iktidarlarına karşı savaş açmak durumuna giren farmasonluğun yıkmak istediği şey, Kilisenin hükümetler ve halk üzerindeki tahakkümü idi. Bundan dolayı 1738 ve 1751 yıllarında Papa tarafından dinsiz olarak ilan edilmiştir... Farmasonluk, mezhepler özgürlüğü ilkelerini amaç edinen ülkelerde yalnız ismen gizli ve esrarlı toplantıları olan bir dernek halinde kalmış ve bu gibi memleketlerde hem müsamaha ve hem de teşvik görerek, vakit ve hali uygun orta sınıf halk ile yüksek memurlardan taraftarlar bulmuş ve mason olan devlet erkanını kendi örgütlerinin başkanlık makamına geçirmiştir. Katolik mezhebinin herkes için mecburi olduğu güney memleketlerinde ise, gizli, yasak ve kanuni tekib ve izlenmeye maruz devrimci bir dernek niteliğini muhafaza etmiştir. Bu memleketlerde orta sınıftan hür düşünceli gençler ve hükümetlerinin yönetiminden memnun olmayan subaylar mason localarına girmeye ve böylece, İspanya, Portekiz ve İtalya'da ve özellikle Vatikan Kilise Hükümetinin tahakkümü altındaki rejimler aleyhine devrimci tertipler alınmaya başlanmıştır” Naki Cevad Akkerman, Politika ve Masonluk, Mimar Sinan, Eylül 1968, Sayı 7, s. 66-67
Masonların saklandıkları fare deliğinden, İskoçya’dan sonra sıçrama tahtası olarak kullandıkları, İngiltere ve ABD’den sonraki devlet Fransa’ydı. Fransa ve İngiltere, masonların Osmanlı, Avrupa’da Habsburg ve Rusya’da Romanov, Çin’de Manchu Qing, Japonya’da Şogun/İmparatorluk hanedanları ile Vatikan’ı içten içe deforme ederek, savaşlarla yıpratarak, bağımsızlık, milliyetçilik, dinde öze dönüş gibi üç metaforla parçalara ayırıp yok ederek, dünyanın geri kalanını yönetmek üzere kullandığı iki büyük devlet oldu. ABD daima üçüncü ve ana faktör olarak bazen arabulucu, bazen de ezici güç olarak devreye girdi. Rusya Napolyon dönemindeki savaşlarla kahramanlaşan masonların İngiltere’de Kraliyet ailesine olduğu gibi, Çarlığa hizmet etmesi karşılığında küresel iddialarını sürdürdü. (Bakınız: 2. Okuma Parçası)
Masonlar Avrupa’da örgütlenmelerini saray ve bakanlıklar düzeyinde tamamladıkları dönemlerde Osmanlı topraklarında, Rusya’da, Çin’de, Japonya’da (Japonya Büyük Mason Locası) ve Hindistan’da örgütlendiler. Masonlar İngiltere’nin sömürgeci deniz gücünün sırtında Doğu Hint Şirketi ile 1730’da Kalküta’da Fort William kalesinde, India 72. Loca olarak örgütlenmişlerdi.
Çin, Japonlarla girdiği Kore konulu, 1894 tarihli savaşta yenilmiş ve Japonya’ya ödün vermişti. Verdiği ödünleri İngiliz, Fransız ve Rus desteğiyle geri alan Çin aynı ülkelerin ödün kapma kavgası sonucunda işgale uğradı ve Çin parçalandı.
1870 yılında gizli olarak kurulmuş bulunan dinsel nitelikteki Boxer Cemiyeti Manchu Qing hanedanlığına karşı faaliyetlerde bulunurken, işgale karşı Sarayı destekledi ve 1899 yılının Kasım ayında ayaklanan Boxer'lar (Boxer Ayaklanması,1899-1901) Çin'deki yabancı temsilciliklere, misyonerlere ve yabancı devletlerce yapılmakta olan demiryollarına ve buradaki işçilere saldırdılar.
Batının buna cevabı sert oldu. İtalya, ABD, Fransa, Avusturya-Macaristan, Japonya, Almanya, Birleşik Krallık ve Rusya "Sekiz Devlet İttifakı"nı kurdular. 14 Temmuz 1900'de 54 bin kişilik birleşik bir orduyla Tianjin'deki ayaklanmayı bastırdılar ve masonlar Çin’deki Komünist çarkın tüm düzeneklerini kurdular. ‘Uzun Yürüyüş’ o zaman başlamıştı.
1854 yılında Matthew C. Perry komutasındaki ABD donanması silah zoruyla ülkeyi dünya ticaretine açınca ülkede hızlı bir dış ticaret ve batılılaşma meydana gelecektir. ABD ile imzalanan adil olmayan dış ticaret antlaşmaları yüzünden Şogun yönetimi iç muhalefetle karşı karşıya gelecektir. Bu muhalif hareket “sonnō jōi”( İmparatora boyun eğ, barbarları kov!) hareketinde cisimleşecektir.
İmparator Kōmei bu yönde muhalefete hak verecek, yüzyıllardan boyu gelen geleneği bozarak, devlet işlerinde aktif bir rol almaya başlayacaktır. Yapılan antlaşmalara açıkça karşı çıkacak ve şogun yönetimini eleştirecektir. Bu yoldaki çabaları 1863 yılında yayınladığı “Barbarların kovulması emri” ile zirveye çıkacaktır. Şogun yönetiminin bu emri uygulamaya yanaşmayacağı önceden belli olsa da bu emri sayesinde Şogun yönetimi eleştirilir hale gelmiş ve Japonya’da yabancılara karşı saldırılar başlamıştır. 1864 yılına gelindiğinde yabancılara karşı saldırılara şiddetli cevaplar verilmiştir.
Bu kapsamda İngiltere’nin Kagoşima’yı bombalaması ve yabancı kuvvetlerin ortak harekatla Şimonoseki’yi bombalaması öne çıkan örneklerdir. İngiliz desteğiyle donanma ve orduda modernizasyon sürmektedir. Bölgedeki İngiltere elçisi Harry Smith Parkes Fransa tarafından desteklenen Şogun yönetimine karşı kuvvetleri desteklemekte ve Japonya’nın birliğinin bir imparatorluk altında sağlanmasını savunmaktaydı .Boşin Savaşı Boşin Sensō (戊辰戦争?, Ejderha Yılı Savaşı) 1868 yılından 1869 yılına kadar Japonya’da iktidarda bulunan Tokugawa Şogunluğu ile iktidarın imparatorluk hanedanına dönmesini isteyenler arasında yaşanan iç savaştır. Bu dönemde öne çıkan Japon liderlerden Satsuma’dan Saigō Takamori ve Chōshū’dan Itō Hirobumi ve Inoue Kaoru'nun İngiliz diplomatlarla, özellikle de Ernest Mason Satow ile yakın ilişkiler geliştirdikleri görülür. İmparatorluk güçleri başarıya ulaşınca Meiji Restorasyonu başlar.
Özgür Masonlar Büyük Locası’nin internet sitesine göre Cizvit tarikatı ‘1534 yılında evrensel bir nitelik taşımak üzere kurulmuştu. Önceleri Katolik Kilisesi'nin tepkisiyle karşılaşmış, ancak sonra gösterdiği yararlı çalışmalar göz önünde tutularak desteklenmişti. Yıllarca, mason örgütlerini yıpratmak ve içten çökertmek için uğraştılar.’ dese de cizvit tarikatını kuranlar ve yönetenler masonlardır. İngiltere’de modern Masonluğun kurucusu kabul edilen Sir Francis Bacon “eğitim açısından Cizvit okullarına danışmak gerekir, çünkü uygulamada onlardan daha iyisi yoktur” demişti.
Cizvit Tarikatının lideri Ignatius “Kilise siyah diyorsa, beyaz gördüğüm şeyin siyah olduğunu inanacağım” diyerek dinde reform hareketlerine karşı çıkmış ve böylece Vatikan’ın onayını almıştı.
18 Kasım 1583 tarihinde Fransa Kralı III. Henri'nin isteği doğrultusunda Papa XIII. Gregorius, manastırı Benedikten tarikatından alıp Cizvit (Jésuites) rahiplerine vermiş ve Jules Mancinelli'nin yönetiminde ikisi Fransız ve ikisi İtalyan toplam dört Cizvit rahip, kurumu devralmıştır. Saint-Benoît'da ilk eğitim kurumu, manastıra bağlı olarak yine Cizvit rahiplerin girişimiyle 1583 senesinde kurulmuştur.
Cizvitler sömürge döneminde Avrupa güçlerinin işgal ettikleri topraklara misyonerlik amacıyla gitmişler ve oralarda yerel halkın dilini öğrenip onlarla birlikte yaşadıkları misyonlar oluşturmuşlardır. Özellikle Amerika kıtasındaki yerli halkların katolikleşmesinde önemli rol oynamışlardır. Sao Paulo ve Rio de Janeiro dibi bazı önemli Güney Amerika şehirlerinin kuruluşunda Cizvitlerin büyük rolü olmuştur. Kolonyalizm döneminde Çin’e bile gidip yerleşik misyonlar oluşturmuşlardır. Çin ve Japonya'da, Cizvitler imparatorluk ve kabile siyasetiyle ilgilendiler ve "Çin'de yaptıkları ayinler sonrasında siyasete dahil olmakla suçlandılar ve Uzak Doğu'da faaliyetlerini azaltmak" zorunda kaldılar.
Protestan ülkelerde Masonlar hiç bir dönemde gizlenme ihtiyacını hissetmemişlerdir.
Osmanlı’daki masonik yapılanmaya geçmeden önce bir gazete haberine bakalım.
16 Mayıs 2008’de Vakit’te bir haber yayınlandı. Türkiye, Britanya Kraliçesi 2. Elizabeth’i ağırlarken, Osmanlı’da ilk defa İngiliz Büyükelçiliği'nde örgütlenen Masonlar da II. Abdulhamit Han'ın tahttan indirilişini kutlayacaktı. Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası, “Türk Masonları'nın zaferi” diye niteledikleri II. Abdulhamit’in tahttan indirilmesiyle sonuçlanan II. Meşrutiyet'in ilanının 100. yılı olan 2008 yılını “Hürriyet, Eşitlik ve Kardeşlik” yılı ilan etmelerinden sonra etkinliklerini Avrupa Mason Buluşması’na (EME 2008) taşıdılar.
Bu amaçla, 2008 Ekim ayında İngiltere ve Belçika’da yapılan Mason buluşmasında Türkiye Masonları etkinliklerde Abdulhamit’in tahttan indirilmesinde rol oynayan Mason ataları için bir anma töreni düzenlediler ve II. Meşrutiyet’in nasıl ilan ettirildiği, ardından Abdulhamit’in nasıl tahttan indirilerek 1909’da da Türk Masonluğu'nun yasal zemine kavuştuğu anlatıldı.. Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası, bütün bağlı kuruluşlarına II. Meşrutiyet'in 100. yıl kutlamalarının 2008 boyunca çeşitli etkinliklerle kutlanması talimatı vermesinden sonra, ülke çapında çeşitli localar tarafından kutlama programları düzenlenmeye başlandı. Bu doğrultuda “Meşrutiyet defileleri”, kitap tanıtımları, konferanslar ve benzer etkinlikler düzenlendi.
Bu durum, Masonların Türkiye'deki büyük siyasi çalkantılar sırasında oynadıkları rolün bizzat Masonlar tarafından itiraf edilmesinden başka bir şey değil. Loca, Türkiye’de askeri darbe geleneğinin ilk örnekleri olarak görülen I. ve II. Meşrutiyet’in başlı başına Mason kalkışmalar olduğunu ilan ediyordu. (Bakınız: 3. ve 4. Okuma parçaları)
Humbaracı Ahmet Paşa,( Comte de Bonneval), İbrahim Müteferrika ve Patrona Halil İsyanı’na karışan Yirmi sekiz Mehmet Çelebi’nin oğlu Yirmisekiz-zâde Mehmed Said Pasa, Tanzimat Fermanı olarak anılan ve İmparatorluğun çözülüşünü başlatan Hatt-ı Şerif-î 3 Kasım 1839 tarihinde Gülhane Parkı'nda okuyan Mustafa Reşit Paşa, Islâhat Fermâni'nı hazırlayarak 18 Şubat 1856 tarihinde Sultan Abdülmecid'in emriyle yürürlüğe koyan Mehmed Emin Âli Paşa, Keçeci-zâde Fuad Paşa, Mustafa Fazıl Paşa’nın ahbabı, Abdülaziz’in katili Mithat Paşa, Mısır’daki veraset hakkını kaybederek Paris’e yerleşen 7 Mart 1867’de “La Liberte” gazetesinde yayımladığı mektubunda Sultan Abdülaziz’e Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu durumu ve yapılması gereken reformları açıklayan ve laik bir idare kurulmasını öneren Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın torunu ilk İslamcılardan Mustafa Fazıl Paşa ve onun üç müridi Namık Kemal, Ziya Pasa, Dinde reform yapmak gerektiğini, hutbenin her milletin kendi dilinde okunmasını ısrarla savunan,fikirleri daha sonra müthiş İslamcı Cemaleddin Efgani tarafından geliştirilen Sarıklı İhtilalci Ali Suâvi ile birlikte İslamcılığın ardıl, bitişik üç ismi Cemalettin Efgani, Muhammed Abduh, Kavalalı sülalesinden prens Sait Halim Paşa ve Reşid Rıza hepsi birer masondu.
Mason Cemalettin Efgani, mason Muhammed Abduh ve bir tercümandan oluşan yayın ekibinin Paris'te kurduğu Pan Arap Urvet'ül Vuska dergisi hakkında şöyle der, Urvet'ül Vuska sitesi:
"Sayılarının azlığı ve yayın hayatının kısalığına rağmen El-Urvetu’l Vuska’nın çağdaş İslami basının doğmasında ve İslami Hareket üzerindeki hareket öylesine büyük olmuştur ki günümüze dek hiçbir basın organı onun yaptıklarını başaramamıştır. Uluslararası boyuta sahip tek İslami dergi olan El-Urvet’ul Vuska Irak’tan Mısır’a, Şam’dan İran’a, Arap yarımadasından Hindistan ve Afganistan’a kadar uzak-yakın tüm İslam ülkelerine gönderildi.
Gazetenin açılış makalesinde de belirtildiği gibi “El-Urvetu’l Vuska” teşkilatının üyeleri teşkilatlarının bir yayın organının olmasında fikir birliğine varmışlardı: “Üyeler, şu günlerde kendi dilleriyle -Arapça- yayınlanacak bir gazete çıkarmaya karar verdiler. Gazetenin yayın yeri Paris gibi hür bir şehir olmalıdır. Ancak bu şekilde görüşlerini diledikleri şekilde açıklar, seslerini uzak İslam ülkelerine ulaştırabilir ve gafilleri uyandırıp aklı başında olanları ikaz edebilirler.”
Kapakta şunlar yazılıydı:
Bismillahirrahmanirrahim. El-Urvetu’l Vuska, Siyasi Şef: Cemaleddin el-Hüseyni el-Afgani Başyazar: Muhammed Abduh. Gazete tüm Doğu ülkelerine gönderilir. Yayınlanması amacıyla yazı göndermek isteyen ya da önemli bir bilgiyi haber vermeyi arzulayanlar için adresimiz: 6 Rue Martel a Paris."
Paris 1789 sonrası masonluğun merkeziydi... Grand Orient-Büyük Doğu oluşturulması fikri liberal soyluların ve burjuvazinin aydınlatılmış Fransız masonluğunun kollarını inşa etmeye işaret eder. Onlar 1789 olaylarında doğal bir rol oynamışlardır. Masonlar tüm tartışmalarda ve Fransız Devrimi'nin tüm katmanlarında bulunmaktadır.
Grand Orient sonra emperyal Fransa'nın oluşturulması için kullanıldı. Napolyon'un Kahire seferi sonrasında Masonluk yoğun bir şekilde Mısır'a yerleşti.. Mısır "Masonluğun gerçek kökeninin" bulunduğu coğrafya idi. Alexandre Lenoir, "Ebedi inisiyasyon" mabedi Memphis gizemleri ışığında Fransız Riti'nin yedi ilkesini açıkladı ve 1813 yılında Mizraim veya Mısır Riti ortaya çıktı.
Kendi anlatımlarına göre; "Bugün masonluk insanlara hümanist bir şekilde ve kardeşçe inisiyasyon sunmaktadır. Gerçekten de, bireysel gelişim ve Masonik inisiyasyon yöntemi sağlayan Fransa Grand Orient Masonların dünya ve sosyal konularda sorunlarını yansıttıkları yerdir. Bu, diğer Mason bağlılığı ile karşılaştırıldığında onun önemli özelliklerinden biridir. Ne iyidir - entelektüel, ahlaki ya da ruhsal - bir adamın bir "öteki"ne ilgisi ve onun kaderi neden/nasıl olur?"
Fransa'da Grand Orient olarak örgütlenen ve köklerini antik Mısır'da Napolyon'la arayan masonların, kurdukları Grand Orient Arabi sitesi o dönemde aktif rol alan, bazen birbiriyle savaşır görünen Müslüman-Türk- Arap-Afgan Osmanlı teb'ası olan ve Farisi masonların listesini hiç çekinmeden ilan etmektedir.
Grand Orient sonra emperyal Fransa'nın oluşturulması için kullanıldı. Napolyon'un Kahire seferi sonrasında Masonluk yoğun bir şekilde Mısır'a yerleşti.. Mısır "Masonluğun gerçek kökeninin" bulunduğu coğrafya idi. Alexandre Lenoir, "Ebedi inisiyasyon" mabedi Memphis gizemleri ışığında Fransız Riti'nin yedi ilkesini açıkladı ve 1813 yılında Mizraim veya Mısır Riti ortaya çıktı.
Kendi anlatımlarına göre; "Bugün masonluk insanlara hümanist bir şekilde ve kardeşçe inisiyasyon sunmaktadır. Gerçekten de, bireysel gelişim ve Masonik inisiyasyon yöntemi sağlayan Fransa Grand Orient Masonların dünya ve sosyal konularda sorunlarını yansıttıkları yerdir. Bu, diğer Mason bağlılığı ile karşılaştırıldığında onun önemli özelliklerinden biridir. Ne iyidir - entelektüel, ahlaki ya da ruhsal - bir adamın bir "öteki"ne ilgisi ve onun kaderi neden/nasıl olur?"
Fransa'da Grand Orient olarak örgütlenen ve köklerini antik Mısır'da Napolyon'la arayan masonların, kurdukları Grand Orient Arabi sitesi o dönemde aktif rol alan, bazen birbiriyle savaşır görünen Müslüman-Türk- Arap-Afgan Osmanlı teb'ası olan ve Farisi masonların listesini hiç çekinmeden ilan etmektedir.
III. Selim'in Nizam-ı Cedit Ordusu Akka'da Napolyon ordularını yendikten sonra, III. Selim masonlarca tahttan indirilmiş ve sonrasında da öldürülmüştür ve Nizam-ı Cedit ordusu dağıtılmıştır. Osmanlı'nın kendini koruma refleksleri tamamen yok edilerek II. Mahmut döneminde Mason Kavalalı Mehmet Ali Paşa tarafından tamamen sıkıştırılan devlet masonların eline geçmiştir.
Mason Tanzimat paşalarıyla çatışan mason genç Osmanlılar ya da ilk jöntürkler ve daha sonra İslamcılık şemsiyesi altındaki ittihatçı masonlar, masonların Osmanlı Devletini parçalamalarına hizmet ettiler. (Lütfen 4, 5, 6. okuma parçalarına bakınız.) Mevleviler ve Bektaşiler de aynı yapıya entegre biçimde müslümanları sefalete sürüklediler.
Not: Analiz'de kastedilen İslamcılar, kurucu mason İslamcılardır; bu mason İslamcıların kurdukları yapılara entegre olarak samimiyet ve fedakarlıklarla inancını yaşamaya çalışan, ancak masonlukla ilişkisi bulunmayan müslümanlar kastedilmemektedir... Müslümanlara Sufizm ve İslamcılık dışında alan bırakmayan masonik gücün nüfuz etme gereği duymadığı tabaka, onlara göre avam olan, bir şey bilmesi gerekmeyen, namaz kılan, oruç tutan, zekat verme gücüne ulaşamayan, ölülerine Kur'an okuyan alt tabakadır.. Alt tabakadan üst tabakaya çıkmanın yolu yine masonluktur...İslamcı CHP Başbakanı Şemsettin Günaltay (bir islamcı; aynı zamanda İTC mebusu ve başkanı, aynı zamanda İTC'yi yargılayan Divan-ı Harp üyesi, CHP İstanbul kurucusu, CHP başbakanı, 1960 darbesinden sonra kurucu meclis üyesi ve senatör) ilahiyat fakültelerini kuran ve aynı zamanda irtica ile mücadele adı altında 163. maddeyi çıkaran adamdır. Timaş Yayınları'ndan çıkan "Dindar Bir Doktor Hanım" isimli eserde Cumhuriyet'in yakın tarihinde yaşanan olayların perde arkasına ilişkin çarpıcı anlatımlara yer veriliyor. Türkiye'nin ilk kadın doktorlarından Ayşe Hümeyra Ökten'le yapılan söyleşiyi konu alan eserde, Şemsettin Günaltay'ın İmam Hatip Liselerinin kurulmasında aktif rol alan babası müderris Celalettin Ökten'e mason olması karşılığında üniversite hocalığı teklif ettiği anlatılmaktadır. Ayşe Hümeyra Ökten: "Babam bir keresinde Beyazıt meydanında Şemsettin Günaltay'a rastlamış. 1940'lı senelerdi. O seneler mebustu. Babamın medreseden de ahbabıymış. Babama 'Hoca gel mason ol, seni üniversiteye alalım, liselerde, orta mekteplerde sürünme. Şimdi üniversitede Arapça dersi var ama müsteşrikler okutuyor.' Demiş. Babam mason olmayacağı için reddetmiş." 2002 sonrası köken olarak alt tabakaya ait müslümanların devlette hak ettikleri yerlere gelmeleri masonik gücün stratejik egemen kültürünü rahatsız etmiştir. 2002 sonrası yaşanan her şey bu gözle değerlendirilmelidir. Cumhuriyet dönemi masonik faaliyetler için lütfen bakınız: Türkiye'nin Zaferi, Seçkin Deniz, Sonsuz Ark
Not: Analiz'de kastedilen İslamcılar, kurucu mason İslamcılardır; bu mason İslamcıların kurdukları yapılara entegre olarak samimiyet ve fedakarlıklarla inancını yaşamaya çalışan, ancak masonlukla ilişkisi bulunmayan müslümanlar kastedilmemektedir... Müslümanlara Sufizm ve İslamcılık dışında alan bırakmayan masonik gücün nüfuz etme gereği duymadığı tabaka, onlara göre avam olan, bir şey bilmesi gerekmeyen, namaz kılan, oruç tutan, zekat verme gücüne ulaşamayan, ölülerine Kur'an okuyan alt tabakadır.. Alt tabakadan üst tabakaya çıkmanın yolu yine masonluktur...İslamcı CHP Başbakanı Şemsettin Günaltay (bir islamcı; aynı zamanda İTC mebusu ve başkanı, aynı zamanda İTC'yi yargılayan Divan-ı Harp üyesi, CHP İstanbul kurucusu, CHP başbakanı, 1960 darbesinden sonra kurucu meclis üyesi ve senatör) ilahiyat fakültelerini kuran ve aynı zamanda irtica ile mücadele adı altında 163. maddeyi çıkaran adamdır. Timaş Yayınları'ndan çıkan "Dindar Bir Doktor Hanım" isimli eserde Cumhuriyet'in yakın tarihinde yaşanan olayların perde arkasına ilişkin çarpıcı anlatımlara yer veriliyor. Türkiye'nin ilk kadın doktorlarından Ayşe Hümeyra Ökten'le yapılan söyleşiyi konu alan eserde, Şemsettin Günaltay'ın İmam Hatip Liselerinin kurulmasında aktif rol alan babası müderris Celalettin Ökten'e mason olması karşılığında üniversite hocalığı teklif ettiği anlatılmaktadır. Ayşe Hümeyra Ökten: "Babam bir keresinde Beyazıt meydanında Şemsettin Günaltay'a rastlamış. 1940'lı senelerdi. O seneler mebustu. Babamın medreseden de ahbabıymış. Babama 'Hoca gel mason ol, seni üniversiteye alalım, liselerde, orta mekteplerde sürünme. Şimdi üniversitede Arapça dersi var ama müsteşrikler okutuyor.' Demiş. Babam mason olmayacağı için reddetmiş." 2002 sonrası köken olarak alt tabakaya ait müslümanların devlette hak ettikleri yerlere gelmeleri masonik gücün stratejik egemen kültürünü rahatsız etmiştir. 2002 sonrası yaşanan her şey bu gözle değerlendirilmelidir. Cumhuriyet dönemi masonik faaliyetler için lütfen bakınız: Türkiye'nin Zaferi, Seçkin Deniz, Sonsuz Ark
Güncel Not:
Yukarıdaki analizin yayınlanması sonrası bu gün( 10.10.2018), Voltaire Net'te "Seyyid Kutub masondu" başlıklı 29 Mayıs 2018 tarihli bir haber gördüm. Buraya aktarmayı uygun gördüm:
"Mısırlı tarihçi Hilmi Nimnim, Müslüman Kardeşler’in cihat teorisyeni Seyyid Kutub’a (1906-66) ait yeni bir biyografi kitabı yayınladı. Kitapta üstadın el-Tac el-Mısri (« Mısır’ın Tacı ») Dergisinde 23 Nisan 1943 tarihli « Masonluğu neden seçtim? » başlıklı bir makalesi yer alıyor. Makale Kutub’un Amerika’ya yolculuğu ve Müslüman Kardeşler’e katılması öncesinde yayınlandı. Geçmişte birçok yazar iki cemaatin (Müslüman Kardeşler ve Masonlar) üyeliğe kabul törenleri arasındaki benzerlikleri ortaya koymuştu, ama Seyyid Kutub’un Mason oluşuna ilişkin ilk kez kanıt sunulmaktadır. O dönem Mısır Locaları doğrudan İngiliz gizli servisleri tarafından kontrol ediliyordu. Kral Faruk da Mason idi. Kutub’un CİA mensubu olma olasılığı konusu ise şimdilik halen belirsizliğini korumaktadır."
Bir başka kaynak da:
Seyyid Kutub 23 Nisan 1943'te "Al Taj Al Masri" dergisinde ("The Crown of Egypt-Mısır'ın Tacı), "Zamanın Mason Dergisi"nde yayınladığı "Neden bir mason oldum?" başlıklı makalede, şöyle diyor:
“... Çünkü masonluğun içinde, insanlığın yaraları için bir çare olduğunu hissettim, felsefenin ve bilgeliğin ruhunu beslemek için Masonluğun kapısını çaldım.. Mücahitlerin yanında Mücahid (Savaşçı) olmak için onlarla beraber çalışıyorum"
Yukarıdaki haber ve bilgi, Seyyid Kutub'un masonlar tarafından yönetilen Mısır'da neden idam edildiğini izah etmemektedir; ancak Seyyid Kutub'un masonluktan ayrıldığı için öldürüldüğü iddiamı desteklemektedir. Sonsuz Ark'ta yayınladığım 29 Temmuz 2009 tarihli "SA406/SD61: Eleştirel Bir Analiz; Bir Portre-Bir Kitap/ Prof. Seyyid Kutub - İslam'da Sosyal Adalet" başlıklı incelememi şu cümlelerle tamamladığımı belirtmek istiyorum:
Prof. Seyyid Kutub'un İslam'da Sosyal Adalet" kitabı edebiyat, tarih gibi alanlarda da benzer öneri ve yaklaşımlarla sosyal adaletin tesisine dair kanunları sıraladıktan sonra 'Yolların ayrışımında; İslâm' spotuyla sona erer. Bu spot Kutub'un ısrarla verdiği önemli mesajların bileşimidir. Hatalarına ve çelişkilerine rağmen, Prof. Seyyid Kutub rahmetle yâdedilecek olan samimi bir mütefekkirdir. Hataları ve çelişkileri bazı samimi müslüman çağdaşları gibi onun da bir geçiş dönemi insanı olmasından kaynaklanmaktadır. Fakat o bir şehiddir, şehit olduğu için de eksik sözlerimiz onun hatırâsına zarar veremez:
"Eğer Allah kanunu ile mahkum edilmişsem ben Hakk'ın hükmüne razıyım. Eğer batıl kanunlarla mahkum olmuşsam ondan çok daha üstün bir düşünceye sahip olduğum için batıldan ve münafıklardan merhamet dilemem. Allah'a şükürler olsun ki on beş sene cihad ettikten sonra bu mertebeye ulaştım. Ben Allah yolunda yaptığım iş için asla özür dilemem. Namazda Allah'ın birliğine şehadet eden parmağım asla bir tağutun hükmünü onaylayan tek bir harf bile yazmayacaktır. " Kendisini idama mahkûm eden heyete hitâben, Prof.Seyyid Kutub, 22 Ağustos 1966
Seçkin Deniz, 07.10.2018, Sonsuz Ark, Ağacın Çürümüş Yaprakları-40, Sorgulamalar
Takip et: @Seckin_Deniz
Okuma Parçaları
1.Okuma Parçası;
Mason-Cizvit İlişkileri, Illüminati, ABD Bağımsızlık Savaşı ve Fransız Devrimi’nde Masonlar
Kronoloji:
11534, Jesus Kilisesi. Malta Şövalyeleri merkezi de (İsa aka Derneği, Masonluk arkasındaki güç Cizvitler).
1534, Ignatius Loyola, dinde reform ve Lucifer inançlarını yaymak için İlluminati’yi kurmuştur
1590, Sir Francis Bacon, Gül Haç Derneği üstadı, erken 1590 yılında, Kuzey Amerika kolonize planlarını yapmaya başladı.
1733 - Amerika Birleşik Devletleri'nde, ilk mason çevrelerin görünmeye başladığı tarih; Amerikan Devrimi yaklaşık 150 boyunca kolonilerde var.
1761, daha sıkı Kuzey Amerika'da ticaret ve vergi konularında İngiltere’ye karşı çıkan Mass doğumlu James Otis, "Temsil olmadan vergi zulümdür.” demiştir.
1764, Boston doğumlu Samuel Adams, kolonilerde İngiliz karşıtı büyük bir propaganda yaptı ve 1773 yılında Boston Çay Partisi planlamalarına katıldı. Adams da 1776 yılında Bağımsızlık Bildirgesi’ni imzaladı
1773, Masonlar, Fransız Devrimi’nde ve Napolyon Savaşları’nda, Napolyon ve Jakobenler yaptıkları her şeyde, tamamen Cizvit Tarikatından yararlanmışlardır.
1775, Joseph Warren, Roxbury doğumlu, Amerikan Devrim lideri
1775, Boston doğumlu Paul Revere, Amerikan Devrimi kahramanı.
1776, Mass doğumlu John Hancock, ilk Bağımsızlık Bildirgesini imzalamadı ve Mass. Valisi olarak dokuz dönem görev yaptı.
1776, Boston doğumlu Benjamin Franklin, İngiltere ile barış müzakere seçilmiş ve Bağımsızlık Bildirgesini imzalayan 56 kişiden biridir. ABD Anayasası kabulünde çok etkili oldu. Pennsylvania Büyük Locası'nın Büyük Üstadıdır ve Amerika'da ilk masonik kitabı yayınlamıştır. Collins ailesi ve Sir Francis Dashwood ile birlikte Hell Fire Club üyesi oldu. Franklin ve Thomas Jefferson cinsel gizli ritüeller uygulayan tamamen şeytani grubun üyeleriydi.
1776, Illuminati İncil İmha Grubu adlı bir komite kurdu. Bu komite 50 yıl sonra dağıldı.
1776, Adam Weishaupt, gizli bir toplum içinde gizli bir örgüt geliştirmişti. Ingolstadt Cizvit Koleji’nin kurucusuydu. Hıristiyanlığın ortadan kaldırılması ve tüm sivil hükümetleri devirmek, gibi hedefleri vardı. Weishaupt "Yavaşça ve sessizlik içinde devletlerin hükümetlerine sahip olunacak ve bu amaçla bu araçların kullanımı sağlanacak" diyordu.
1777 Magdeburg, Prusya doğumlu Baron Von Steuben, Devrimci Ordusunu disiplinli bir savaş gücü haline dönüştürerek ABD bağımsızlık davasına vazgeçilmez katkıları olan bir alman subay.
1777, Lafayette. İngiliz sömürgecilere karşı Amerikalılarla birlikte savaşan Fransız asil.
1779, John Paul Jones, ABD'nin Bağımsızlık Savaşı'nda İskoç asıllı kahraman (23 Eylül 1779).
1782, 16 Temmuz günü, İngiliz Amerikalılara teslim yıl sonra, dünyanın en gizli toplumların temsilcileri Avrupa'da Wilhelmsbad Kongresi toplandı ve resmen Masonluk ve Illuminati katıldı. Önümüzdeki dört yıl içinde Sipariş gizlice Amerika'da birçok zâviye kurmayı başardı. 1785 yılında, örneğin, İlluminati Sipariş Kolomb Lodge New York'ta kuruldu. Üyeleri Vali DeWitt Clinton, Clinton Roosevelt ... dahil ( Gizli Derneklerin Antik Planı, William T. Yine de, 1990 s.92 Yeni Dünya Düzeni)
2. Okuma Parçası:
Rus Devrimine Giden Yol
Rusya’da meydana getirilen ihtilal çok önceden Siyonist liderler tarafından tasarlanmış, Japon-Rus Savaşının çıkartılmasıyla da uygulama aşaması başlatılmıştır. Enternasyonel bankacı Yahudi Jacob Schiff’in ihtilaldeki rolü büyüktür. Jacob Schiff’in önderliğindeki ihtilalin parasal yönünü halleden Yahudi finans-kapital şebekesinin içinde, Paul Warburg’lardan Rothschildlere, Parvus’lardan Ascherg’lere kadar pek çok Yahudi aileleri vardır. Schiff, Philip Coven’e gönderdiği mesajında "..Amacımız, elimize fırsat geçtikçe Rusya’ya vurabileceğimiz en ağır darbeleri vurmaktır. ”Schiff çok önceden hazırlanan komünist ihtilalin yıllarca önce temelini bu şekilde atıyordu. (Eminent American News, C.A.Madison Frederich Ungar Publishing Co. S.64-78, New York 1970)
“Ludendorff’a göre Rusya'da iç savaşı düzenlemek için 70 milyon mark harcanmıştı. Bu batı cephesinde yapılacak birkaç saatlik bir saldırının karşılığı demektir. New York bankerleri büyük bir iş başarmışlardı. Göçmen Ruş devrimcilerine verilen 12 Milyon dolar sonraki 4 yıldan 600 milyon altın ruble getirecekti” Başlangıçtan Bugüne Kadar Dünya Casuslar Tarihi Artel yİ. İst, 1974, c.!, s. “Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz: Bolşevik ihtilalinin sonradan ortaya çıkarılan belgelerle, ihtilalin daha başka beynelmilel Schiff-Warburg ailesi Rockefeller’lar ve MORGAN"ların desteğiyle gerçekleştirildiği anlaşılmıştır. Belgeler Morgan kuruluşlarının da kızıl ihtilal için en az 1 milyon dolar harcamış olabileceğini göstermektedir. ” (Herman Hagedorn The Magnate John Day Washington Post 2 Eylül 1918).
3.Okuma Parçası:
Osmanlı’da/Türkiye’de Masonluk
Türkiye'de ilk mason locasının 1738'de İstanbul Karaköy semtinde bugün Perşembe Pazarı olarak bilinen ticaret merkezinde kurulduğu belirtilmektedir. 1789 yılındaki Fransız İhtilalinden sonra bu loca bilinmeyen bir nedenle faaliyetlerine son vermiştir. Yine tarih kaynaklarında aynı dönem içerisinde İstanbul'un çeşitli semtlerinde, İzmir'de, Halep'te ve Selanik'te mason localarının açıldığı aktarılmaktadır.
Türkiye'deki masonluğun kaynağı her ne kadar Ahiliğe, Esnaf Loncalarına ya da Bektaşiliğe bağlanmaya çalışılsa da masonluk kökü dışarıda olan bir örgüttür. Türkiye'de masonluk tarihi konusunda yapılan ciddi çalışmalar ve masonik kaynaklar genellikle 3 bölümden söz etmektedir.
TÜRKİYE MASONLUĞUNDA 3 DÖNEM
1-Meşrutiyet öncesi dönem
2-1909 yılından mason localarının Atatürk tarafından kapatıldığı 1935 yılına kadarki dönem
3-1948'de locaların uyku döneminden çıkarak yeniden faaliyete geçtiği dönemden günümüze kadar...
Bu üç dönemin birincisi yani 2. Meşrutiyet öncesi dönem hakkında yeterli belge ve bilgi mevcut değildir. Bu dönem Osmanlı İmparatorluğu'nun gerileme ve çöküş dönemini kapsar. Bu tarihlerde kurulmuş olan locaların hemen hepsi yabancı obediyanslara bağlıdır. Türkiye'de masonluğun tarih sahnesine çıkışı Avrupa'dan 20 yıl sonra gerçekleşir.
TÜRKİYE'DE İLK MASON LOCASI
Clavel'in ünlü "Historie Pittoresque de la Franc-Maçonerie" adlı eserde Türkiye'de ilk mason locasının 1738'de İstanbul Karaköy semtinde bugün Perşembe Pazarı olarak bilinen ticaret merkezinde kurulduğu belirtilmektedir. 1789 yılındaki Fransız İhtilalinden sonra bu loca bilinmeyen bir nedenle faaliyetlerine son vermiştir. Yine tarih kaynaklarında aynı dönem içerisinde İstanbul'un çeşitli semtlerinde, İzmir'de, Halep'te ve Selanik'te mason localarının açıldığı aktarılmaktadır. Ancak padişahın özel emri ile bu localara sadece yabancı uyruklu ya da gayrımüslim insanlar kabul edilmektedir. Nitekim bu kuralın 16. yüzyılın sonlarında delindiği ve artık Müslümanların da rahatlıkla localardaki toplantılara katılabildiği o tarihlerde yaşayan ünlü mason isimlerinden anlaşılmaktadır. Osmanlı İmpatorluğu'nda bilinen ilk Müslüman mason Çelebi Mehmet Efendi'nin oğlu Sait Çelebi'dir.
Osmanlı İmparatorluğu'nda İngiltere Büyük Locası'na bağlı olarak kurulan ilk loca "Oriental Lodge"dur. İstanbul'da Hollanda Konsolosluğu'nun karşısında kurulduğu anlaşılan bu locanın kuruluş tarihi belli değilse de 1856 yılına kadar faaliyette kaldığı anlaşılmaktadır.
1738'te başlayan Türkiye'deki masonik faaliyetler yaklaşık 100 yıl çok sessiz ve yavaş faaliyet göstermiştir.
Türkiye masonluğunun bu birinci döneminde Masonlukla ilgili gelişmelerin belirgin hal almasının, Kırım Savaşı yıllarında olduğu kabul edilmektedir. 1853 yılında başlayan Kırım Savaşı'nda Osmanlı topraklarının çeşitli bölgelerinde bulunan Fransızlar, İngilizler ve Sardunya Krallığı emrindeki İtalyanlar birçok loca açmışlardır. Yasaklanmış olmasına rağmen birçok Müslüman asıllı Osmanlı vatandaşının bu localarda toplantılara düzenli olarak katılmışlardır.
SULTAN ABDULAZİZ DÖNEMİNDE MASONLUK
İngiliz Obediyansının dışında kurulan ilk yabancı büyük loca 1857 yılında İzmir'de kurulan Grand Lodge de Turquie'dir. Bu büyük locaya bağlı olarak her biri ayrı dilde faaliyet gösteren altı loca bulunuyordu. Türkçe olarak çalışan locanın adı "Orhaniye Locası"ydı. Türkiye'deki masonik yayınlar bu locayı ilk milli(!) Mason locası olarak kabul ederler. Sultan Abdulaziz'in tahta çıkması ile başlayan Avrupa ülkeleri ile iyi ilişkiler, masonlar için de rahat faaliyet gösterebilme döneminin de başlangıcı olmuştu.
Bu dönemde masonluğun Türkiye'deki tarihi açısında en kayda değer gelişme "Ser Locası"nın açılması olmuştur. Ser Locası'nın üyeleri arasında Sultan 5. Murad, Şehzade Nurettin Efendi, Şehzade Selahattin Efendi, Sadrazam Keçecizade Fuat Paşa, Sadrazam Tunuslu Hayrettin Paşa, Sadrazam İbrahim Hakkı Paşa, Berlin Büyükelçisi Sadullah Paşa, o dönemin ünlü gazetecisi ve edebiyatçı Şinasi Bey gibi bir çok yazar, devlet adamı, gazeteci ve zengin Osmanlı tüccarları bu locanın aktif üyesiydi. Artık masonluk Osmanlı topraklarında adını ciddi şekilde duyurmaktaydı. O dönemde en etkili mason devlet adamı ise Sadrazam Mustafa Reşit Paşa idi. Türkiye Masonlarının yayın organı Mimar Sinan Dergisi'ne göre Türkiye tarihinin en büyük Başbakanı Mustafa Reşit Paşa, ilerleyen yıllarda Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküşünün öncüsü olacaktı.
MASONLAR ABDULHAMİD HAN'A KARŞI
Masonlar 19. yüzyılın sonlarında Osmanlı İmparatorluğu'nun yönetimindeki etkilerini artırdılar. Ancak Sultan Abdulhamid Han'ın tahta çıkması, yönetimin en üst kademelerine kadar sızan masonlar için zor bir dönemin başlangıcı anlamına geliyordu.
Başta İstanbul olmak üzere tüm Osmanlı topraklarında İmparatorluğun sonunu hazırlama planları içerisinde olan masonlara karşı amansız bir mücadele başlatıldı.
Abdulhamid'e karşı en büyük muhalefet ise İstanbul Beyoğlu'nda Hocopulos Pasajı'nda faaliyet gösteren Prodos Locası'ndan geliyordu.
33 yıllık padişahlığı boyunca Osmanlı'yı başarıyla ayakta tutan ve masonik faaliyetleri frenleyen Sultan Abdulhamid Han, bir mason komplosu olan 31 Mart ayaklanmasının ardından gerçekleştirilen saray darbesi ile tahttan indirildi. Bu darbede Balkanlarda İttihat Terakki Cemiyeti ile birlikte hareket eden Veritas ve Rizorta Locaları'nın büyük etkisi oldu.
Araştırmacı Yazar İlhami Soysal "Dünyada ve Türkiye'de Masonluk ve Masonlar" adlı eserinde, Sultan Abdulhamid'in tahttan indirilişinde masonların etkisini şu şekilde anlatır:
"Abdulhamid'in bütün korkusu tahttan indirilmek ve yerine masonlarca Sultan Murad'ın yeniden tahta çıkarılmasıdır. Ne var ki Abdulhamid'in korktuğu sonunda başına gelmiştir. 1908 Meşrutiyetinin Abdulhamid'e zorla kabul ettirilmesinde ve 1909'da tahttan indirilip Murad gibi hapsedilmesinde masonlar son derece önemli roller oynamışlardır. İttihat Terakki Cemiyeti'nin bütün önde gelenleri birer masondur." İlhami Soysal, Türkiye'de ve Dünya'da Masonluk ve Masonlar, Sf. 208)
Sultan Abdulhamid'in tahttan indirilmesi ile birlikte ülke yönetimini ele geçiren masonlar 1909 yılında uzun yıllardır hayalini kurdukları Osmanlı Yüksek Şurası'nı kurdular. Osmanlı Yüksek Mason Şurası'nın başına ise İttihat Terakki'nin önde gelen isimlerinden, Meclis-i Mebusan Başkan Vekili Mahmut Talat Sai getirildi. Yardımcısı ise Galip Paşa'ydı. Önce Trablusgarb'ın İtalyanlar tarafından işgali ve daha sonra patlak veren Balkan Savaşı'nda bozguna uğrayan Mason İttihatçılar, İmparatorluğun sonunu hazırlıyorlardı.
Uyguladığı yanlış politikalarla Osmanlı İmparatorluğu'nu uçurumun eşiğine getiren Masonik yönetimin halk tarafından büyük tepki toplaması nedeniyle Masonluk örgütü bu tarihten itibaren gerileme sürecine girdi. Vakit, 30.07.2008
4.Okuma Parçası:
Masonlar ve II.Abdulhamit
Selçuk Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Caner Arabacı, II. Abdulhamit’e karşı darbe yapan İttihat Terakki’nin masonik bir örgütlenme olduğuna dikkat çekerek, “İttihatçıların kökenleri Jöntürkler'dir ki; bunların ilk örgütlenmeye başladığı yer İngiliz sefaretidir. Talat Paşa ve Ahmet Rıza gibi önde gelen isimler Mason'du. Abdulhamit’e karşı gerçekleştirilen darbe İttihatçı-Mason-İngiliz işbirliğinin ürünüdür. Rıza Tevfik, hatıratında anlattıklarına göre darbeden sonra İngiliz sefaretinde teşekkür ziyaretinde bulunulmasını önerir” dedi. Arabacı, Abdulhamit’in Balkanlarda isyan başlatan ordu içindeki ittihatçı oluşumun darbe hazırlığında olduğunu fark ettiğini ve buna karşı 1876 Anayasası'nı yeniden yürürlüğe koyduğunu kaydederek, “Ancak darbecilerin asıl hedefleri bu değildi. İttihatçılar iktidarı ele geçirmek, İngilizler de tehdit İslâm birliği politikasıyla sömürgelerini sürekli tehdit eden Halife Abdulhamit Han’dan kurtulmak istiyorlardı. Bu amaçla tarihe 31 Mart Vakıası diye bilinen oyun sahnelenerek darbe gerçekleştirildi ve Abdulhamit Han başka yer kalmamış gibi Selanik’e götürülerek bir Yahudi’nin evine hapsedildi. Böylece Filistin’e karşı Osmanlı'nın tüm borçlarını ödeme teklifi yapan Siyonist Lider Theodor Hertzel’e ‘Vatan parayla satılmaz’ cevabının adeta intikamı alınıyordu” diye konuştu.
Doç. Arabacı, Abdulhamit’in nasıl bir Siyonist-Emperyalist darbenin kurbanı olduğunun 1917’de Theodor Hertzel ile İngiliz Dışişleri Bakanı Althur Balfour tarafından Filistin’de Siyonist İsrail devletinin kurulacağının deklare edilmesiyle ortaya çıktığını dile getirerek, “Abdulhamit Han’ın haliyle, ittihatçıların elinde devlet hızla dağılma sürecine girdi. Masonlar, elbette bunu kutlar. Bunların kutladıkları, Osmanlı’nın yıkılışı, bugün 60. yılını kutlayan Siyonist İsrail hançerinin saplanışı, Anadolu’nun çöküşü ve Osmanlı’nın çocuklarının borç batağında Batı'ya el açar duruma düşürülüşüdür” dedi.
Doç. Dr. Caner Arabacı’nın tespitlerine, Masonların 1908-2008 100. Yıl kutlamalarına ek olarak kesin kanıt niteliğinde bir itiraf daha var. Türkiye Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Locası Üstadı ve locanın resmi yayın organı Tesviye Dergisi’nin editörü Celil Layiktez, dünya masonlarına ‘İslam Ülkelerinde Masonluk’ başlıklı İngilizce bir makale yayınladı. “Rising Point” adlı Uluslararası Masonluk dergisinde de yayınlanan makalesinde, masonların Abdülhamid’in devrilmesi ve İkinci Meşrutiyet’te oynadığı rolü açıklayarak, “Hareket Ordusu’nu da masonlar yönetti” dedi.
Mason üstadı Layiktez, 1908′de 2. Meşrutiyet’in ilanından sonra ‘İslamcıların’ İstanbul’da ayaklanma çıkardığını ve bu ayaklanmanın Hareket Ordusu tarafından bastırılarak Sultan Abdülhamid’in tahttan indirildiğini söyledi. “Hareket Ordusu, masonlar tarafından örgütlendi ve yönetildi. Sultan Abdulhamid’e tahttan indirildiğini tebliğ eden 5 milletvekilinden oluşan heyettekilerin tamamı masondu, Elimizde yeterli belgeler var. Bu 5 kişinin mason olduğuna eminiz” dedi. Vakit, 30.07.2008
5. Okuma Parçası: BEKTAŞİLİK ve MASONLUK Doç. Dr. Bedri NOYAN ( Dedebaba) 1970
Strazburg’da yapılan Türkiyat Kongresi için hazırlanmış Bildiri metni
Bildiri metni, Bedri Noyan tararfından, 15.12.1971 tarihinde Turgut Koca Baba Erenler vasıtasıyla İstanbul Topkapı Sarayı Müzesi Emekli Müdürü ve Türkiye Büyük Locası Üstad-ı Muhteremi, 33 . En Muhterem Üstad Hayrullah Örs’e özel olarak gönderilmiştir.
Bektaşiliğin Masonlukla hiç ilgisi yoktur. Konuyu ele alışımın nedeni, yayımlanmış kitaplardan okuduğum ve Mason-Bektaşi tanıdıklarımdan edindiğim bilgi sonucunun ‘’ Masonik düşünce ve – Ritüel bazı hususların Bektaşilikten alınmışcasına uygunluğu ‘’ dur.
Masonlar da Hacı Bayram-ı Veli’nin bir şiirini ele alarak ve Mevlana’nın bazı beyitlerdeki teşbihlerine dayanarak onların da Masonik bir düşünce olduğu yolundaki bazı mülahazalar öne sürüyorlar. Bu ancak bir yakıştırmadır. Güzel ve doğru olan, iyi ve insanca olan her düşünce çeşitli din ve mezheplerde, çeşitli derneklerde elbet benzerlik gösterecektir. Müslüman dininde olan birçok noktalar Hıristiyanlıkta da vardır. Bunlar değişmez ve zamanla değişmeyecek gibi esaslı noktalardır.
İlk zamanlarda ameli olan Masonluk ( yani: Gerçek duvarcı ve inşaatçıların bir derneği olan masonluk) sonradan meslek dışı kişilerin derneğe kabulü ile ( kabul edilmiş Masonluk ), fikri masonluk ( spekülatif masonluk ) haline gelmiştir. Başlangıçta yabancı meslek dışı kişiler az sayıda iken, zamanla bu bölümdekiler çoğalmış, hakim duruma geçmişlerdir. Böylece (inşa sanatı) yerini (düşünce sanatı’na) bıraktı.deki Masonik hareketlerin tarihini bir kitap halinde yayımlamış bulunan Muhterem Kemalettin Apak Erenlerimizin verdiği bilgiler dikkate şayandır ( s. 226-228 ).
Buna göre: Masonluk tek insan olarak ve toplum olarak toplumun ilerlemesine hizmet eden bir kurumdur. Fikri ve sosyal yükselişini sağlar. Tolerans kendi nefsine ve karşısındakine saygı ile ve tam bir vicdan özgürlüğü düsturudur.
Her çeşit taassup ile savaşmak amaçlarıdır. Maddi varlıklar üzerine bir de insanlık mefhumuna yaraşır bir manevi varlık yapısı yükseltmek ve nefsi öğrenmek vazifedir. ‘’ Aile’ye saygı, yursa sevgi ve gerektiğinde vatan için ölmek vazifedir. Masonluk Evren’in yapıcısı yüce mi’mar ( Sani’-i a’zam kâinat ) bulunduğuna ve bunun vahdetine inanır.
Sayın Kemalettin Apak’tan bunları okuyunca , Hacı Bektaş-ı Veli Hazretlerinin her hususu daha çok öncede bir insani ve ahlaki şekilde kurulmuş yolunu gözümün önüne getirdim.
Tamamen Batı Avrupa’ya dayanan bir meslek olan masonluk karşısında papazlar, bizde Bektaşiliğe cephe alan softalar gibi davranmışlardır. Hoş burada ististraden söyleyebilirim ki, bizim eski fütüvvet teşkilatımız Batı’nın Masonluğuna pek benzer idi. Örnek olmuş ve fikir vermiş olmaları bir ihtimaldir. Nitekim bugün bir din olarak kuruluşunu tamamlamış birkaç milyon olan Quaker’ler de bizim Bektaşilik esasatından çok mülhem olmuşlardır.
Masonluk hakkında en eski belgeler yaklaşık olarak 1427-1445 yılları arasında yazılmış olanlardır ki British Museum’da Krallar Kitaplığındadır. 1723 Anayasası masonluğu ırk, din, sınıf farkını kaldırarak ve onu üniversel bir hale getirerek, yeni bir şekil vermiştir. 33 dereceli Skoç Ritüeli 1876 yılında II.Friedrich tarafından öne sürülmüş ve konu yıllarca tartışılmış, nihayet 1880 yılında ilk defa Amerikan Charleston şehrinde 33 dereceli İskoç Ritüeli meydana gelmiştir.
1730’da Fransa’da kurulan masonluk, nihayet 1773’de kemale ermiş, Amerika’ya da geçmiştir. Amerikan İstiklal Beyannamesini, Fransız ihtilalini hazırlayanların çoğu mason idiler. Fransız ihtilalinin Hürriyet=Özgürlük, Musavvat =Eşitlik, Uhuvvet=Kardeşlik formülü de 1746 da masonlar tarafından ortaya atılmıştır. Bizim Meşrutiyet inkılabımızda bu formüle bir de Adalet sözü eklenmiştir.
Fransız İhtilalinin dünyaya saldığı liberalizm ve özgür düşünce doktrinleri Avrupa Masonluğunun Yayılmasını sağlamıştır. Böylece İsveç, Norveç, İspanya, Portekiz, İtalya, Almanya’da masonluk kurulmuştur. Rusya’da XVIII. Yüzyıl sonlarına doğru kurulmuş, 1825’de kapatılmış, ondan sonra gizli olarak devam etmiş ve hala etmektedir .
Masonluk genel olarak politika ile uğraşmaz.ve Kâinatın Ulu Yaratıcısı adı altında üstün ve yaratıcı kuvvetin varlığını, din kabul eder . 1877 Fransız Grand Orient’i Allah mefhumunu reddetmiş ve dinsizliği masonluğun şartı olarak kabul etmiştir. Bunu dünyadaki diğer mason locaları kabul etmemiştir. Fransa’da siyasetle uğraşmamak konusu bir yana bırakılmış, hatta aksine siyasetle uğraşmak kaide haline getirilmiş ve Fransız Masonları lâik bir devlet sistemi kurmak için çalışmışlardır. Fakat sonunda 1910 yılında, Fransa’da dini inancı şart koşan İskoç Ritine bağlı Fransa Büyük Locası kurulmuştur.
Masonluk Teşkilatı dünyada milli bir maiyet taşır, ülke hakimiyeti esastır. Büyük Localar, milletlerarası hiçbir otoriteye bağlı değildir. Sadece masonik dostluk münasebetleri vardır. Masonların eski tarihi belgelerinde: dostluğa, yaşa ve servete bakarak seçmeyiniz, denilirken sonraları, ehliyet ve yeterlilik bir yana bırakılmıştır.. York Anayasasında Allah’ı tanımak, Nuh’un koyduğu mukaddes babalık, insanlık, kardeşlik, ruhun ölümsüzlüğü prensiplerine inanmak, krala ve mesleğe sadakat, loca mensupları arasında yardımlaşma, loca kararlarına itaat, haksızlık etmemek, borca başvurulmaması gibi prensipleri vardır. S. 19
Kendi belgelerine göre masonluğun menşei Mısır’dadır Sonraları İslamlığın dan masonluğa etkisi olmuştur ve böylece Orta Çağdan günümüze gelen düşünce ve etkilerle gelişmiştir. Başta mesleki bir kuruluş karakterinde olan masonluk (operatif masonluk ), sonradan fikri masonluk haline gelmiştir. Gerçek yapıcılarla, asılzade ve feodal yetki sahipleri bir araya gelmişlerdir. Ahlak Prensipleri yine devam etmiştir. Yenilik XVIII. Yüzyıl başlarında olmuştur..
Masonluk bilgi, san’at ve ahlaka mücerret ve müsbet ilme dayanır. Gaye değil olgunluğa götürücü yoldur, vasıtadır. Bunda tefekkür ve zekanın, bunlarla elde edilen yaratıcı kudretin; tek insanı olduğu kadar, toplumları da yükseltici ve mutluluğa ulaştırıcı dimağı, ruhi, fikri çabaların rolü ve önemi vardır.
Rahmetli meslektaş Dr. Sadrettin Hattuza ile, kollarımızda Hakk’a ana kadar süren görüşmelerimizde bu konularda çok konuşmuş idik. Fakir’e masonluk konusunda Fransızca birkaç eser de lütfetmişlerdi. Kendileri 33 dereceli bir mason, aynı zamanda Bektaşi idiler. Masonluk müsbet bilgiyi, Bektaşilik karakteri yükseltir. Yani birincisinde bilim, Bektaşilikte de irfan elde edilir. Her birisi ayrı ayrı iyidir, derlerdi.
Bu O’nun fikridir. Bazı Bektaşiler ‘’ayrıca masonluğa girmenin gereği yoktur ‘’ diye düşünürler. Buna karşılık bu derneğe girmiş Bektaşi kardeşlerimiz de vardır. Bu bir gönül ve istek işidir. Bektaşilikte insan ve düşünce ve özgürlüğüne büyük bir yer verilmiş olduğuna göre isteyen girer, isteyen girmez. Fakat, Fakir’in bildiğim, daha ziyade mason olduktan sonra Bektaşiliğe gelmiş olanlardır. Bektaşilikte gönüllerini daha iyi doyurmakta olduklarındandır.
Lantoine, La Franc-maçonnerie Ecossainse en France, La Rite Ecossais Ancien et acccepte adlı masonluğa dair büyük kitabında ( s.172 ve devamında ) şöyle diyor:
“Art Royal adı altında tanınan masonluk, faydalı olmak bakımından birleşmiş insanların cem’iyetleridir. Gayesi münhasıran felsefe, tetebbu’a , ahlak yayımı, ve iyilik yapmaktır. Her mason bilmecburiye mu’tekid, büyüğüne sadık, vatanına bağlı, kanunlara uyar olacaktır. Loca’da dini ve siyasi tartışmaları körüklemek veya açmak yasaktır, bunlar prensiplere de aykırıdır.”
İngiltere’de hükümdarı devirmek amacıyla gizli bir teşekkül halinde kurulan masonluk, sonradan bazı değişikliklerle devam etmiştir. 1801’de Birleşik Amerika’da çalışmaya başlayan masonlar, Türkiye’de 1909 yılında teşkilat kurdular. Yine Albert Lantoine’ın kitabında ( s. 273 ), çeşitli prensipler sayılırken şunlar yazılmış :
“Masonluk universal biraderlik müessesi olup menşe’ini insan cemiyetinin beşiğinden almıştır. Bütün gerçek masonlar, vatanını ne olursa olsun, arz üzerindeki bir ailenin kardeşlerinden başka bir şey değildir. Buradaki maddelerin altıncısında da ‘’gerçek masonun birinci görevi vatanına sadakattır ‘’ deniliyor. 274. sayfada ise; Masonluk her millet, ırk ve akidete insanlara açıktır. Her şekilde cehaletle mücadeleyi hedef tutmuştur. Burası bir mekteptir ve program şöylece hulasa edileblir. Kendi memleketinin kanunlarına uymak, şerefle yaşamak, dalaletle hareket etmek, hemcinslerini sevmek ( Aimer son semblable), durmaksızın insanlığın mutluluğuna ve rahatlığına çalışmak. Bunlardan başka: Birlik halinde kalmak ve istiklali sağlamak gerektir.
276. sayfada tam bir ahenkle yegane ve kafi olan filozıfik, ahlaki ve insaniyetpervarane ahkama erişmek amacıyla calışmak, cümlesi var. Bütün bunların, uygulamada böyle olup-olmadığı üzerinde duracak değilim. Şu cümleleri dikkatlice okuyunca üzerinde müsbet veya menfi bir düşünce ile durulacak noktalar vardır.
Süleyman Külçe’nin Türkiye’de Masonluk adlı ufak kitabında, masonluğun Türkiye’de 1717 ‘de Üçüncü Sultan Ahmet zamanında kurulduğu, ilk locanın Galata’da Perşembe Pazarı’nda Arap Camii civarında açıldığı, kaydı vardır.Bu Loca 1800’de kapatılmış, Kırım Muharebesi münasebetiyle 1855’de tekrar açılmış, bundan az önce 1852’de Koca Reşid Paşa buraya intisap etmişti. 1856’da Fransızlar da bir loca açmışlar, Sultan II. Abdğülhamid bunları kapattırmış, 1909 da tekrar açılmışlardır ver Türkiye Meşrık-ı Azamlığı kurulmuş, Talat Paşa, Doktor Besim Ömer Paşa,, Meşrutiyet Devrinde de Bektaşi babalarından Mehmet Ali baba Üstad-ı Azamlığa seçilmişlerdir. Daha sonra da Prof. Dr. Mim Kemal (Öke) olmuştur.
Masonlukta 33 derece, Bektaşilikte de daha az olmakla beraber dereceler vardır . Talip, Muhib, Derviş, Baba, Halife Baba, Dedebaba gibi… Her ikisinde de derece ve mertebe alınışlarında bir merasim vardır. Masonlar toplantı yerlerine Loca, mahfil, mabet isimlerini verirler; Bektaşiler merasim yerlerine meydan derler. Masonlar mensuplarını derecelerine göre doğu, batı, kuzey ve güney taraflarına oturturlar. Bektaşilikte, her derece arasında kıdem sırasıyla oturulur.
Giriş töreni her ikisinde de vardır. Masonluğa alınana ‘’ Nur ve ziya verme’’ törenine karşılık, Bektaşilikte aynı düşünce ‘Çerağ Uyarma ’ ile başlar ve ‘Can uyandırma’ ikrar töreni ile devam eder.
Masonların Üstad, Birinci Nazır, İkinci Nazır denilen üç amirleri ile merasim yaptıkları gibi, Bektaşiler de Mürşid, Rehber, Kefil vardır. Ayrıca Allah, Muhammed, Ali diye bir üçleme remzi vardır. Masonlar kendilerinden olmayana harici, Bektaşiler ise zahir veya harici derler. Masonlar birbirlerine birader, Bektaşiler ise Can kardeş derler. Fakirin bunlara ekleyecek bir cümlesi var. Bektaşilik kökü tamamen Türk olan bir kuruluştur. Muhib, olgunlaştıkça din ve millet farkını siler, çok geniş bir toleransla hümanist karakter alır. Bektaşilik yüzyıllarca bu yönden fonksiyonunu mükemmelen icra etmiştir. Arap ve Acem’in Türk halkına din ve dil yoluyla baskı yapmağa yeltenmesine karşı direniş bunu da başarmıştır.
Bir de bu yolun, menfaat ile hiçbir ilişiği olmadığıdır. Merasim ve sairelerde benzerliklerin bir bölümü rastlantıdır. Aslında bunların doğudan aktarılmış olmasının da rolü vardır. Bektaşilikte talip, bir hükümdar bile olsa önce muhib olur ve her derecenin hizmetlerini görerek mertebe alır. Her derecede kalış süresi kişisel yaraşırlık ( şahsi liyakat) iledir. Uzun veya kısa da olabilir. Derece seçimle ve toplumun isteğiyle verilir. Masonlukta ise; bir insana servet ve mevkiine göre doğrudan doğruya üst dereceler verildiği görülmektedir.
Bektaşilikte kadına da yer verilmiştir. Masonlarda ise kadınlar Localara alınmazlar. Amerika’da yayımlanan Life Dergisindeki bir makalede yine kocaları mason kadınlara ait bazı faaliyetlerin varlığı gösteriliyordu . Bunların Rainbow Girls Job’s Daughhters, Order of the Eastern, Daughters of Nile adları altında toplandıkları görülüyor. Demek masonlar da bu eksiklerini bu şekilde düzeltme çalışmaları başlamıştır.
Rahmetli Haydar Rifat Bey’in masonluk adındaki kitabı da okunmağa değer. Bu konu hakkında lehte-alayhte çok kitaplar çıkmıştır. İsteyenlerin bunlardan daha fazla bilgi edinmeleri mümkündür. Son yıllarda Dünyada ve Türkiye’de Masonluk, 1965 de basılmıştır. Masonluk bu Meçhul adlı kitap Matilda Sakar tarafından dilimize çevrilerek yayınlanmıştır. Cevad Rif’at Atılhan’ın ise alehte bir çok kitapları vardır. 1950’de yayımlanmış olan M. Raif Oğan’ın Bütün Gizli Talimatlara Göre Türkiye’de Masonluk, kitabı vardır. 1968 Nisan’ında Tarihte ve Günümüzde Masonluk adı ile Paul …Neudan’dan Semih Tiryakioğlu’nun çevrisi bir ….
8 Mart 1962 tarihinde Yeni İstiklal adlı haftalık bir dergide masonluğun mahiyeti hakkında Selamet Locası mensubu İ.N. adlı bir zatın yazısı yayımlanmıştır Bu yazıda şöyle deniliyordu :
Müessesenin hissiyatına hitabeden merasimi ve bir nev’i esrar perdesiyle muhat bulunması da en mühim cazibelerden birini teşkil eylemiştir. Filhakika masonluk muhtelif içtimai müesseselerin haiz olduğu cazibeleri nefsinde toplamakla beraber o müesseselerin noksanlarından da mümkün mertebe kurtulmaya çalışmış bir teşkilattır. Bir çok merasimle muhat olması itibarıyla dinlerin, esrarengizliği ve derecelere inkisamı ile tarikatların; din, mezhep, ırk, cins, tabiyet, fikir, meslek farklarına bakılmaması itibarıyla da insaniyetperver cemiyetlerin cazibelerini toplamış olan masonluk, diğer taraftan dinin tahakkümünden, tarkatın ihmal eden ilhamperverliğinden ve milli duyguyu körleten mezhebliliğinden de kendini koruyabilmiştir ki, masonluk teşkilatının asıl kuvveti de bu vasıflarıdır.
Burada hatalı bir düşünce vardır. Gizliliğin çekiciliği doğrudur; fakat her gizliliğin altında kötülük, bir habaset arayanların saldırısını üzerine çektirir.
Masonluğun her taftan bir özellik alarak bunları bir arada yoğurması, onların iyi taraflarını alıp eksik taraflarını almamış olması fikri genel olarak söylenilemez. Bir de tarikatın aklı ihmal eden ilham-perverliğinden ve milli duyguyu körleten geniş mezhepliliğinden de kendisini koruyabilmiştir, sözü yanlıştır. Eski tarikatlar akla, bilakis çok değer vermişlerdir; fakat onu çıkarlarını düşünen akıl ve sonunu ve aslını düşünen akıl diye ikiye ayrılmış ve çıkarlarını düşünen aklı makbul saymamıştır. (Akl-ımiaş ve akl-ı miad ).
Hele milli duyguyu körleten tabiri sadece yanlış değil, büyük bir bilgisizlik örneğidir. Zira, mesela Bektaşilik, milli duyguyu körletmez. Körletme bir yana, aksine milli duyguyu yaratma, onu ayakta tutma, Türk kitlenin mili benliği korumayı gaye edinmiş, ibadete kadar milli dili sokmuş bir müessese idi. Türkiye’de en yaygın bir tasavvuf teşkilatı olması dolayısyla yazının yazarı İ.N. Bey’in bunu bilmemesine imkan yoktur. Böyle yazmasına bir sebep aramak gerekir.
Mukayese yapmak gerekirse: Kökü dışarıda olmaması, islami bir yol olup ilim sahibi olmayı başta sayan bir inanç ve düşünüşün mümessili bulunması, uydurmalara yer vermeyip realiteye dayanması gibi yönleri göz önünde tutularak Bektaşilik ve Masonluğu karşılaştırmak akla uygun olur.
Masonlar çalışmalarını bir zaman da Bektaşi babaları üzerinde toplamışlar, onları içlerine almışlardı. Mason Localarına girmiş bazı Baba’ların fotoğrafları da vardır. Sayın Kemalettin Apak’ın Ana Çizgileriyle Türkiye’de Masonluk Tarihi kitabında 114.sayfada Ankara’da 48 nolu Cumhuriyet Mahfili’nin 15 Kasım 1925 senesinde kuruluşundan bahsedilirken, kurucuları arasında Ahmet Rıza Baba adı geçiyor. Sayfa 115’de ‘’gecesini ve gündüzünü mahfilin hizmetlerine vakfetmiş olan Cemil Hamdi Baba biraderimizin tebessümü eksilmeyen nurlu yüzü hala hatırımdan çıkmaz’’ , deniliyor. Sayfa 171 de ise : 33 derece verilenler arasında Baba Kurbangil’in adı geçmektedir. Sayfa 187’de Ankara’da 1951 yılında kurulmuş bulunan Kurtuluş Tekâmül Yüksek Mahfili Reisleri arasında Sayın Veteriner Cevat Akkerman Bey Dostumun adı geçmektedir. Sayfa 201’de aynı zatın Ankara Büyük Locası 9 Temmuz 1955’de ki seçimlerinde Büyük Birinci nazır seçildiğini, sayfa 203 de Türkiye Büyük Locasının Daimi Büyük Heyeti arasında yine Büyük Birinci Nazır olarak adı geçer. Bu zat da tanınmış Bektaşilerdendir.
Yine aynı kitapta, s.69’da Temmuz 1909’da yapılan Büyük Maşrık seçimi sonucunu verrken, vazifedarlar arasında, Büyük Birinci Nazırlığa Doktor Miralay Mehmed Ali Baba’nın adını kaydediyor. Aynı isim, kitabın 84. sayfasında iki defa geçmektedir. Şöyle ki; İki numaralı Muhibban-ı Hürriyet Mahfilinin 28 haziran 1909’da İstanbul’da kuruluşu anlatılırken, bu mahfilin ilk Üstadı Doktor Mehmed Ali Baba birader idi, deniliyor. Bu zatın masonluğa girişi 1872 yılında olmuştur ve 33 dereceye kadar yükselmiştir. Cevat Rif’at Atılhan, mason üniformalı bir fotoğrafı yayımlanmıştır. Cevat Rif’at Atılhan 1958’de baskısını yaptığı ‘’ İğneli Fıçı ‘’ adlı kitabında, Nizamettin Nazif Tepedelenlioğlu’ndan naklen bir yazı almış. Bu yazıda Masonluktan söz ediliyor.
Bu ara şöyle deniliyor :
… Osmanlı memleketinde öteden beri hilafet düşmanlığı ile şöhret salmış ve müsamaha, eşitlik, hürriyet aramış bazı eski kurulların ileri gelenleri ile temasa girdiler. Yani Bektaşiler, Melamiler, Mevlevilerle kaynaştılar. Kısa bir zamanda Mevlevi, Melami ve Bektaşi olan bir çok vezirler, iki müşir ( mareşal ), elçilerden üç-beşi, sayısız hakim, avukat, muharrir, sair ve muallim masonluğu kabul ettiler. Mesela; Selanik’teki Vatan ve Hürriyet Cemiyetlerinin ilk üyelerinden olan Bursalı Tahir Melami idi. Şeyhülislam Hayri ( Ürgüplü ), Şeyhülislam Musa Kazım Efendi, Filizof Rıza Tevfik , Kazım Nami Beyler hem mason hem Bektaşi idiler. Talat Paşa masondu ve bal gibi de Bektaşi idi. Süleyman Askeri, Vehip Paşa, Mülazım Atıf ( Şemsi Paşa’yı vuran ), Resneli Kolağası Niyazi, Binbaşı Eyyup Sabri ( Ohri ), Üsküp’te Albay Galip ( sonradan Paşa ), Köprülü’nün meşhur Süleyman Ağası ve daha diğerleri, Avni Bey (Paşa), Gevgili’de Ömer Fevzi Mardin hem Bektaşi hem de masondular.
Drama ve Kavala teşkilatını kuranlardan Hüseyin Paşazade Nazif Süleyman, Agah, Rıza, Tahir Paşazade Mehmed Beyler masondular. Talat ( Paşa ) Bey’i Bektaşiliğe ve masonluğa sokan Nazif Süleyman Bey’dir. Edirne Teşkilatını kuranlar da İsmet ( İnönü ), Kazım Karabekir (Paşa), Seyfi Bey ( Paşa ), ve Hüseyin Kadri oldular. Seyfi Paşa ile Kazım Karabekir hem mason hem Bektaşi idiler ( s.126).
Yukarıda arz etmiştim, çalışmalarını Bektaşi Babaları üzerine toplamışlardı. Bir Bektaşi Babasının Masonluktan alacağı veya onun masonluğa vereceği nedir ? Burada bunu münakaşa edecek değilim. Yalnız genel olarak bir tek noktayı işaret etmekle yetineceğim. Masonluk-esası ideal öyle olmamakla beraber- herkesin bir menfaat umarak girdiği bir teşekkül haline gelmiştir. Bugün kendileriyle görüştüğüm samimi birkaç mason zevat bu hususu itiraf etmekte ve bundan hiç memnun olmadıklarını açıkça söylemektedirler.
Bu, yola girenler için böyle olduğu gibi, bizatihi müessese içinde de aynı şekil almıştır. Onlar da kendilerine menfaati, yardım alacak kimseleri aralarına almak gayretine düşmüşlerdir. Haydi bu da hoş görülsün. Lakin içlerinde yeni aldıkları bu kimselere kendilerine sağlayacağı menfaatin büyüklüğüne göre dereceler vererek almaları zayıf noktalarıdır. Faraza zengin bir tüccar, bir vali, bir kral hemen ilk girişte yukarı derecelerde, hatta en üst derece ile alınabilir. Bunun bir çok örnekleri vardır. Bektaşilerde ise istekli, ister halktan biri olsun ister devrin hükümdarı olsun ilk mertebeye alınır, Muhib olur. Muhtelif hizmetler görür. Ondan sonra sırasıyla ve töreniyle dervişlik ve diğer mertebelere yücelebilir. Yani birden bire bir üst dereceye atlamak yoktur. Yalnız kişiler arasında kabiliyet, istidat bakımından bu dereceleri alma zamanları farklı olabilir. Layık olan kısa bir sürede derece alabilir. Bir başkası da uzun süre aynı mertebede kalabilir. Daha sonraları yola giren bir kimse, çok önceleri girmiş bir kardeşinden evvel Derviş, baba olabilir ve bu konuda ne talip, ne de intisap ettiği müessese tarafından bir menfaat düşüncesi asla yoktur. İşte bir tek noktada Masonluk ve Bektaşilik arasında yapılacak bir mukayesede ibreyi Bektaşilik lehine çevirir. Zaten gönüllerini orada doyuramayıp sonradan Bektaşiliğe ikrar veren Masonların sayısı da küçümsenmeyecek derecededir.
İlave etmek isterim ki; Bektaşilikten nasip almış birkaç Padişahtan hiç birisine Babalık derecesi bile verilmemiştir. Ahi olan Orhan Gazi ve Sultan Murat Şeyhlik makamında olmuşlardır. Fakat Bektaşi olmuşları içinde irşad makamına getirilmiş Osmanlı Padişahı yoktur.
IX. derece törenlerinde şöyle konuşulur: Sizi biz çağırmadık, siz kendiliğinizden geldiniz. Çalışmalarımızın ifa ve tamamlanması için kemiyet sayı çokluğu önemizdir. Bize sebatlı ve sözünün eri insanlar lazımdır. Bu husus, Bektaşiliğe birinci derecesi olan Muhiblik töreninde Talibe isteğiyle gelip-gelmediğini sormaya benzer ve ‘’ gelme geleme, dönme dönme ‘’ denilişinin anlamını taşıyor. Dünyada ve Türkiye’de Masonluk adında 1965 de yayımlanmış olan kitapta, Türkiye’de Masonluk bölümünde ( s. 294 ) aynen şöyle denilmektedir:
Masonluğa esas teşkil eden şark efsaneleri ile gelişiminin ortasında bulunan Anadolu çeşitli görüşlerin beşiği olmuş, her türlü akım, kendi tesirini Anadolu’da göstermiştir. Bu sebepledir ki, mesela Mevlana’da, Hacı Bayram-ı Veli de mason umdelerine uygun deyişler bulanlar vardır. Masonik bünyeler içinde biçimlenmiş Ahiler, kemankeşler belki de Türkiye’deki masonluğun ilk temelleri kabul edilir .
Aynı yazıda Hazreti Mevlana’nın,
Gene gel ! gene gel !
Her ne isen gene gel !
İster Kâfir ol,
İster Mecusi,
İster puta tapan ol, gene gel ,
Bizim dergâhımız umutsuzluk dergâhı değildir.
Yüz kere tövbeni bozmuş olsan da, yine gel!, diye başlayan dörtlüğü ile Hacı Bayram-ı Veli’nin,
Şakirtler taş yonarlar,
Yonup üstada sunarlar,
Çalabın adını anarlar,
O taşın her paresinde, diyen şiirini masonik irşat örnekleri saymaktadırlar.
Eskiden beri Anadolu’da çeşitli kuruluşlar içinde, çeşitli adlar altında masonlarla müşterek düşünceler, inanışlardan birçoğu bulunmuş olabilir. Yukarıda arz etmiştim. İyi esaslar birbirlerine zıt inanışlarda bile müşterek olabilir. Bu arada Doğu yollarının bazı umdeleri masonlukta da görülebilir. Zaten bunu Doğu’dan aldıkları söylenirse de pek yanlış olmaz.
Masonların XXII. Derece çalışma rehberinde hatip şöyle konuşur: Kimisi der ki, Allah bir nurdur; kimisi der ki Allah bir ruhtur. Bazıları da Allah’ın bir hakikat veya adalet olduğunu, bazıları da Allah’ın Aşk olduğunu söylerler. Biz burada Allah sa’y (çalışma)’dır diyoruz. Zira kâinattaki muvazeneyi ve ahengi temine çalışan hudutsuz kuvvete O’nun tesirini görmekteyiz.
Buna Muhterem Reis de şunu katar: Bizim bugün Allah adına kurmak istediğimiz ma’bed şudur : Labore est orare- çalışmak ibadettir. Bektaşilikte de yolun esasları arasında en başta gelen koşul ’’ ilim’’ ve bundan sonra ’’hilim ‘’= yumuşak huyluluk, hoşgörürlülük , alçakgönüllülük gelmektedir. Bilim ile çalışkanlık beraber giden hususlardır. Çalışmak görevini ifa etmek ibadet sayılmaktadır. Bu noktada da benzerlik vardır.
Bir noktaya dokunmak isterim. Bektaşilerin renkler ve kokular, sayılar üzerinde bazı inançları vardır. Bu konuda da masonlarda bazı inançları vardır. Bunlara göz atalım:
Evrenin iki bölümünün özel renkleri var: Ak ve Kara. Gök Tanrı Ak ve mavi, yağız yer kara’dır. Merkezi ise hemen her zaman kırmızıdır. Türkmenlerde halk kara çadırda, eşraf ak çadırda, beyler kızıl çadırda otururlardı. Dede Korkut kitabında okuduğumuz bir öykü bize, oğlu olanların ak, kızı olanların kara, oğlu ve kızı olanların kızıl çadıra alındıklarını yazıyor.
Ak ve kara, Türkmen için eksik renktir, bunların bir ölçü içinde kaynaşıp olgunlaşmasından kemâl halinde olan renk, yani kırmızı doğar. Kırmızı renk Türkmen’e göre ideal renktir. Ülküdeki Alma’nın kızı olması bu kökten geliyor. Karakeçili, Kızılkeçili, Akkoyunlu, Karakoyunlu gibi kabile ve aşiret adları vardır. Bir de Gök Baba, Yer Ana sayılırdı . Vatana Anavatan denmesi, denizin kaplamadığı toprak bölüme Kara adının verilmesi de bu eski düşünceye uymaktadır.
Türk Medeniyyeti Tarihi’nde (s.32) Ziya Gökalp şöyle der:
Dört cihetin timsallerinden biri de dört renktir. Şarkın rengi gök, cenubun kızıl, garbın ak, şimalin karadır. Şemanın dört manevi hakanı bu renklerle ifade olunmuştur. Şarkta Gökhan, cenupta Kızılhan, garta Akhan, Şimalde Karahan… İslamlıktan sonra da bu gelenek sürmüştür. Eski yazmalarda ‘’ Elvan-ı pençe-i Al-i aba ‘’ diye kayıt vardır. Buna göre beyaz renk Hz. Muhammed’e, siyah Hz.Fatıma’ya, koyu yeşil ve koyu kırmızı Hz. Ali’ye, pek hafif yeşil ve hafif sarı Hz. Hasan’a ve açık yeşil ile pembe renkler İmam Hüseyin’e ait sayılırlar.
Hz. Muhammed Cuma günleri yeşil; savaşta siyah; öteki günlerde beyaz sarık taşırdı. Hz. Ali savaşta kırmızı, bunun dışında beyaz sarık taşırdı. Kâbe örtüsü Selçuklular zamanında beyaz, sonra yeşil olmuştur. Abbasoğulları zamanında siyah olmuştur. Bektaşi ve Alevi kadınların özellikle köylerde- başlarında, alınlarındaki çeki’lerin renkleri bazı anlamlara gelir: Yeşil çekiler Alevilerde Ocakzâde kadınlarından olduğunu, Bektaşilerde Mürşit Bacısı olduğunu; yeşil ve kırmızı ise Ocakzâde veya Mürşit bacısı ve evli olduğunu; beyaz çekiler bâkire olduğunu, beyaz ve yeşil Ocakzâde veya Mürşit kızı ve bakire olduğunu gösterir. Şiyah çekiler, matem rengi olup, kemâl ifadesidir.
Bunlardan başka pembe renk Hz. Hüseyin sevgisi, açık sarı kız sembolü olarak kullanılır ( Sarı kız efsanesi apayrı bir konudur ) Kadın şehre yalnız inerse kıvraklarını tersine giyer. Bu yanında erkeği olmadığını gösterir. Görenler yardıma ihtiyacı olursa hemen koşarlar.
Masonlarda da sayı ve renkler üzerinde durulmuştur. 3,5,7 gibi sayılar var. Üç mason basit bir loca, beş mason tam bir loca, yedi mason ise mükemmel bir loca teşkil ederler. Üstad, Birinci ve İkinci Nazırlara ‘’ Üçler ‘’ denilir. Kâtip ve Hatip ile beşler olurlar, bu beş kişiye ‘’ Envâr=Işıklar ‘’ denilir. Üçler, beşler, yediler… sözcükleri Bektaşi gülbanklarında daima geçer. Bektaşilere de ‘’ ışıklar ‘’, ‘’ ışık taifesi ‘’ denildiği bilinmektedir. Bu isimde Anadolu’da çok köy vardır.
İskoç Riti dört büyük gruba bölünmüştür. Mavi kordonlular, Kırmızı, siyah ve beyaz kordonlular. Maviler 1-3 dereceli sembolik Localardır. Mavi renk gökün ve masonun maharet sahibi olmak istediğini niteleyecek, ilk üç derecedeki durumunu şartlandıracak toleransın rengidir.
Kırmızılar 4-18 dereceye kadar olanların rengidir. Rose Croix’ları teşvik eden fedâkârlığın sembolü bir renktir . Siyahlar; Törenle yola gelmiş kimse, çabaların boşa gittiğini fedakârlık ve şevkinin faydasız olduğunu zannedince, ona çöken hüzün sembolüdür. Bu renk 19-30 dereceye kadar mason gruplarının Aeropajlar veya Kolejliler- Konseylilerdir.
Beyazlar; İnitation’un doruğuna erişen masonun rahatlığını, huzurunu temsil eder. Bunların işi 31 derece için Yüksek Haysiyet Divânı, 32 derece için Konsistvar , 33 derece için Yüksek Şûra’dır.
Bektaşiler; mavi rengi giymezler. Bu renk Muaviye ve Yezit kullanmış. Kezâ boza içmezlermiş, bunu da Muaviye yapmış ve içermiş diye… Bu âdetler özellikle Arnavutluk taraflarında vardır. Anadolu’da pek duymadım.
Sayılara gelince; hepsi üzerindeki Bektaşi düşünüşünü yazsam söz uzar. Üç sayısını ele alıyorum. Bektaşilikte Allah- Muhammed- Ali üçlemesi var. Bir de eline- diline-beline formülü var. Bu üç nesneye hâkim ol demektir ( Bu üç söz Arap harfleriyle yazılışında baş harfleri ‘Edep’ sözcüğünü meydana getirir ki, bu iç nesneye hâkim olan kişi edepli kişidir). Keza; Mürid-Rehber-Mürşid, üçlüsü var.
Bir de insan terbiyesinde ( evde aile terbiyesi- okulda öğretmen terbiyesi- işinde Amir terbiyesi ) var. Eskiler bu sonuncuya değer verirlerdi. Bir çırağın iyi bir usta elinde, bir memurun iyi bir amir elinde iyileşeceğini söylerdi. Masonlar da bu sayıya değer verirler. Toplantılarına başlarken, bitirirken, vuruşta, alkışta, yürüyüşte üç sayısını kullanırlar. Eskiler bunu, yaratılış-hayat-ölüm olarak ele almışlarsa da yeniler; geçmiş zaman- şimdiki hâl- gelecek zaman olarak ele alırlar.
3-5-7-9-12-72 gibi sayılar masonluk törenlerinde de yer alıyor. Birinci derece çalışma rehberinde şöyle bir cümle var: Bir Locanın tam ve mükemmel olabilmesi için onu üçlerin sevk ve idare, beşlerin tenvir ve yedilerin ikmal etmesi lâzımdır. Bektaşilerde üçler, Allah-Muhammed-Ali; Muhammed-Ali- Fatıma; Ali, Hasan, Hüseyin’dir.
Masonlarda XXXI.derece üyelerinin meydana getirdiği Yüksek Haysiyet Divanı yetmiş iki kişiyi aşamaz. Bu sayı Bektaşilikten çok önemlidir. Bektaşiliğin esaslı noktalarından biri olan Kerbelâ faciası şehitleri olarak adları sayılan yetmiş iki kişidir. Bütün gülbanklarda bu yetmiş iki Kerbelâ şehidine dûa edilir, adları anılır.
Masonlarda beş sayısının önemi eski duvarcılık, mimarlıktan gelmedir. Eski büyük mabed, katedral gibi yapıların inşasında bu yapıları beş esaslı temel noktası üzerine kurulmuşlardır. Bu beş noktaya ‘’ Landmarks’’ denirdi. Bektaşilikte yedi sayısı üzerinde duruluş nedenleri çoktur. Hz. Muhammed’in Hz. Ali’ye:
- Ya Ali !.. Sende bulunan yedi sıfat toplu olarak başkasında bulunamaz. Kimse sana bizde vardı diyemez, demesi bu sayıya verilen önemlerin nedenidir. Gök kuşağının ( Fatma Ana Kuşağı ) yedi renkli olması, renklerin genel olarak yedi tane olması, Kur’an’ın özü sayılan Fatiha Suresi’nin yedi âyet olması ( bu sureye Seb-al-mesani de derler ), haftanın yedi gün olması, kutsal kitaplara göre yerler ve göklerin yedi kat olması, ve yedi iklim yaratılması, yıldızların yedi olması, insan boynunda 7 kemik bulunması, tasavvufta insan-ı kâmil sembolü olan ‘ Nay’ın yedi deliği bulunması ve insan başında yedi delik bulunması (yedi delikli tokmak.) bu konuya örneklerdir.
Yedi Terkeli ( dilimli ) tâc ve çıkıntılı Palheng Taşı kullanılması da burada kaydedilebilir.
Masonlarda da 23. derecesinin ( Chef du Tabernacle) erkânında Pek Muhterem Amir Şövalye’nin konuşmasında şöyle bir cümle vardır: Yedi sayısı bütün esatiri theogonie – İlâhiyat ta bütün sembolizmalarda mukaddes bir rakamdır. Yedi seyyare gerçek masonu tanıtan yedi fazileti tasvir eder. İman, yani sonsuzluğa karşı duyulan incizab ( güneş ) ile, ümit ( ay ) ile şefkât ( Zühre ) ile, bütün engellere karşı gelen irade kuvveti ( Merih ) ile tedbir ve ihtiyat ( Utrait ) ile, iffet ve namus ( Zuhal) ile, adalet ( müşteri ) ile temsil olunur .
Keza yedi renk musikinin yedi sesine uyar. Renk, masonlarda 27. derecede görülüyor. Bu derecede üç önemli renk vardır. Beyaz, kırmızı, siyah, Bunlar sırasıyla iffet, itaat, fakirliği temsil eder.
On iki sayısına gelince ; on iki imam gibi Bektaşiliğin esas ve büyük inanç ve sevgisi üzerinde toplanmış olan Hz. Muhammed ve Hz.Ali’nin soyundan gelenler var. Bu sayıya altın zincir denilir. Başa giyilen tac (Hüseyni Tac) da on iki dilimlidir.Teslim taşı olarak boyunda taşınan taş da on iki çıkıntılıdır. Aylar on ikidir, burçlar on iki ( Lâ İlâh-e İllâllâh ‘’ Tanrıdan başka tapacak yoktur’’- Muhammed Resulullah ‘’ Muhammed Tanrı elçisidir ‘’ Ali bin Ebu Talib ‘’ Ebu Talibin oğlu Ali’’ Emir-el mü’minin ‘’ inanmışların başbuğu ‘’ Şah-ı velâyet-penâh ‘’ dayanağımız Tanrı ermişlerinin başı ‘’, anlamlarındaki Arapça cümleler on iki harflidir. Hâl-i i’tidâlde iken gece ve gündüz on ikişer saattir, Hz. Muhammed’e Akabe’de ensardan ( yani Medinelilerden on iki kişi bi’at etti ve peygamber bu on iki kişiyi nakipliğe atadı). İnsanın sırt bölümündeki on iki vertebra vardır. 12 post, 12 hizmet vardır.
Masonlara göre 12 sayısı 3, 4 ve 5 sayılarının toplamı olarak meydana geldiğinden önemlidir. Bir de onikigen denilen şekil de Fisagor’a göre geometri bilgisinin en önemli şekillerden biridir.
Bektaşilik ve masonluk konusunda bir etüt hazırlamış olan dostum Dr. Avni Karabece, bu yazısında Hz. Peygamber zamanında da kapalı çalışan dernekler bulunduğunu, güven ve doğruluk prensiplerini korumak amacında çalıştıklarını kaydediyorlar. Sonradan Hz. Muhammed’in birinci ve ikinci Akabe bey’atlarinde, Medineliler’den güvenilir kimseleri bir çeşit tahlif töreni ile yemin ettirerek bu yola aldıklarını söylüyorlar. Hz. Ali’nin de, Hz. Muhammed’den en yüce mertebeyi aldığını, vefatlarına yakın günlerde ‘Ashab-ı Sûffe ’ meclis toplantılarına Hz. Ali’yi vekil atadığını söyleyen Dr. Karabece, mescitte imamet yapan Ebubekr’e karşılık Hz. Ali’nin kapalı Ashâb-ı Sûffe toplantılarına başkanlık ettiğini ve Ebubekr dahil Ömer, Osman ve diğerlerinin onun irşadına nail olmayı yadırgamadıklarını da yazmaktadır.
Bu kapalı derneğe dahil olmayanlardan başta Muaviye mel’un olmak üzere Peygamber soyunu çekemeyenlerin birleşmesiyle İslâm’da ilk ikilik ortaya konmuştu. Yani şeri’atcılar ile kapalı yol erbabı arasında bir ayrılık olmuştu.
İhvan-üs-suffe denilen bu kapalı dernek mensuplarına, sonradan İhvân-üs-safâ denildiğini yazan Dr. Karabece zamanla Müslüman Türkler arsında bulunan ‘Ahi’ adı ile devam ettiğini, bunların da çırak, kalfa, ustalık gibi zümrelerle ameli=operatif bir bölüm ve bunlar arasından yetenek gösterenlerin de işin felsefesi ile uğraşarak afaki=spekülatif dereceleri kazandıklarını söylüyorlar.
Dr. Karacebe yazısına devamla şöyle demektedir: Bir süre sonra Horasan Erenleri adı altında yine bunları görüyoruz. Zamanla Hallac, Cüneyd, Şibli, Bayezıd Bistami gibi olgun insanlar yetiştirmiştir. Hatta Farabi, İbn-i Sina, İbn-i Bacc gibi büyük kişiler de bunlar arasından yetişmiştir. XIII.yüzyıl ortalarında Anadolu’ya göç eden Hacı Bektaş Veli de bunlardan idi. Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman Bey de Ahi idi. Ahi Şeyhi Şeyh Edebali’nin kızı ile evli idi. Oğlu Orhan Gazi ve onu oğlu Murad da ahi idiler. Daimi bir ordu teşkili fikrini Hacı Bektaş Veli hazretlerinden aldılar. Yeniçeri Ağası deyimi ‘’ Yeniçeri Ahisi ‘’ sözünden çevrilmedir. Murad Gazi, Ahi Şeyhi olup, bunu padişahlığına üstün tutmuştur. Mağrur ve içkiye düşkün Bayezıt I, Ahiliğe alınmamıştır. Ahi olan kardeşi Yakup Çelebi’yi boğdurması da onu Osmanlılarda ilk kardeş katili diye tanıtmıştır.
Bu etütten de anlaşılan şudur ki; doğunun insanı olgunlaştırıcı dernekleri zamanla Batıyı etkilemiş; uygarlık konusunda bunların rolü görülerek Batılılar tarafından benimsenmiştir. İslam’ın kapalı İhvan-üs-safa, Ahilik ve sonradan Ahiliği eriterek onun yerin tutan ve ondan daha geniş bir… Bektaşilik, Batıda çeşitli adlar altında uygulanmıştır. Düşünüş, inanış, törenlerindeki davranışları ile birlikte…
Ek olarak kaydetmek istediğim iki nokta daha vardır. Bahai diye bir din var ki, bunlar İran’da Babi adıyla başlayan bir hareketin sonu meydana … takibata uğrayınca Suriye …. Nihayet Amerika’ya gittiler. Bunlar ortaya yeni bir şey getirmemişler, inanış ve düşünüşlerinde de hemen hemen Bektaşilikte ne varsa hepsini almışlardır.
Bir de Qoaker’ler var ‘’ Trembleures ‘’ İngiltere ve Amerika’da başlayan bu (secte religieuse) XVII. Yüzyılda kurulmuştu. Bugün Amerika’da üç milyondan fazlaca mensubu bulunan bir dindir. Kardeşlik havası içinde sade yaşamayı, ibadet ve diğer bütün hususlarda sadeliği, doğruluğu ele almışlardır. İnsan öldürmeyi ve bunun sonucu harbi sevmezler.
Bugünki Amerikan başkanı Nixon da – hepiniz bilirsiniz ki – Kızılderili- yani Asyalı kökten gelme bir Quaker’dir. Bunların ahlak ve erkanı da hemen hemen bizim Bektaşiliğimizde alınmıştır.
Bu iki noktaya bu kadarcık dokunmakla yetiniyorum. Dr. Bedri Noyan
6. Okuma Parçası
Masonluk ve Mevlevilik
Masonların, Sabetayistlerin, misyonerlerin etkisiyle imanın, namazın şartları gibi, zaman içinde öteki Mevleviliğin ibadet şartları (!) masonlar tarafından icat edilmiştir. Bu semaya ne Kur'an'da ne sünnette ne de herhangi bir mezhep imamının içtihadında rastlayabilirsiniz. Hazreti Mevlana'nın(k.s) eserlerinde, öğretilerinde de asla böyle bir ayin usulüne rastlanılmaz. Bu algılama şekli tamamen mason üstatlara aittir.
Mevleviler ve semazenler yüzyıllar boyu devlet koruması altında kalarak ney, kudüm ve benzeri musiki aletleri önünde ayinlerini serbestçe icra etmişlerdir. Tekke ve zaviyelerin kapanmış olmasına rağmen Mevlevilerin kollanması, faaliyetlerine kol kanat gerilmesi oldukça düşündürücüdür. Yerli ve yabancı masonlar, sol gruplar, yabancı misyonerler, içi boşaltılmış Mevleviliği ve semayı yüzyıllar boyunca hep el üstünde tutmuşlardır. İlginçtir ki diğer tarikatların zikir meclislerini irtica yaftalarıyla karalayanlar, iş Mevlana'yı anma etkinliklerine geldiğinde suspus kesilmişlerdir. Devlet erkânından kimilerinin Mevlana'yı anma gününde hazır oluşları, mason çevreleri hiç rahatsız etmemiş; aksine oldukça mutlu kılmıştır.
Misyonerler 14 Temmuz 23 Ağustos 2007 tarihinde "Kırk Gün Kırk Gece Sema" etkinliği için Yalova'da toplanmışlardır. Bu etkinlik, öteki Mevlevilik, masonik ibadet algısını ( ! ) toplumda yaygınlaştırmak planına uygun şekilde, yurtdışındaki mason misyonerlerce desteklenmiştir. Bu ayinle yepyeni bir ibadet şekli ortaya çıkarılmıştır. Kadın erkek semazenler müzik eşliğinde dans ederek ilahi aşkla (!) kendilerinden geçmişlerdir. Öteki Mevlevilik algısıyla ortaya konan yeni ibadet şeklinde kadın erkek iç içe olabilecektir, burada önemli olanın niyet olduğu düşüncesini vermek asıl amaçtır. Bir adım ötede de sema etmek yeterli, namaza gerek yoktur felsefesi durur.
Kız erkek karışık olarak da icra edilebilir. Öteki Mevlevilik, bir bakıma masonik ayinlerinin İslami sürümü olarak da görülebilir. Mevleviliğin on üçüncü yüzyıldan sonraki görselliği içler acısıdır. Masonlar, Zaman içinde Mevlevilik öğretisini asıl özünden uzaklaştırmış, içini boşaltarak kendi emellerine uygun bir şekilde yeniden yapılandırmışlardır. Burada asıl amaç Müslümanları yoldan çıkarmak, İslami zühd hayatını (tasavvufu) sığlaştırıp yozlaştırmak, Efendimiz Aleyhi selama (sav) duyulan büyük sevginin önüne geçmek, mevcut potansiyeli kendi amaçlarına uygun bir yapıya dönüştürmektir. Burada en büyük destekçileri de çaldıkları neyin önünde ilahi aşka yanan(!) saf Müslüman Mevlevi semazenlerdir. Öteki Mevlevilerin evrensel sembollü incelendiğinde kol resminin baltaya benzediği görülecektir. Balta ise masonların bir remzidir. "Mason (Fransızcası da Maçon), eski çağlardan beri inşaatlarda çalışan balta, çekiç ve keski kullanan duvarcı, taşçı anlamına gelir."
Mevlevilik, aynı şekilde Bektaşilik de masonlukla pek çok yönden benzeşiyor. Simgecilik, gizlilik, giyim-kuşam, felsefe, dereceli sistem, selamlaşma ve tanışma, toplantı yer ve yöntemleri olarak, oldukça uzun ve yukarıda değindiğim gibi başlı başına bir kitap konusu.
Sabetaycılar, Mevlevi tarikatına sızmışlardır. Bu tarikata yön veren de onlardır. Sabetaylar'ın büyük bir kısmı da Mevlevi dedesi olarak (!) yıllarca semazen (!) yetiştirmişlerdir. Mevlevi dedelerinin çoğu mason üstadıdır. Sabetaycılar, masonlar, misyoner güçler Mevleviliği İslama alternatif yeni bir din gibi sunmak istiyorlar.
Mason çevreler, Mevlevi sufilerini yüzyıllardır kendi amaçları etrafında sema etmelerini sağlamışlardır. Müslüman aydınlarsa "Hazreti Mevlana'dan ayıp olur mu acaba?" düşüncesiyle ilginç Mevlevi ayinleri, semazenlerin boş boş dönüp durmaları karşısında suspus kalmayı yeğlemişlerdir. Hâlihazırdaki Mevlevilik ve semazenlik tamamen masonik felsefenin etkisi altındadır. Öteki Mevlevileri, Sabetaycılar, mason üstatlar, misyoner idare etmektedirler.
Okuma Parçaları
1.Okuma Parçası;
Mason-Cizvit İlişkileri, Illüminati, ABD Bağımsızlık Savaşı ve Fransız Devrimi’nde Masonlar
Kronoloji:
11534, Jesus Kilisesi. Malta Şövalyeleri merkezi de (İsa aka Derneği, Masonluk arkasındaki güç Cizvitler).
1534, Ignatius Loyola, dinde reform ve Lucifer inançlarını yaymak için İlluminati’yi kurmuştur
1590, Sir Francis Bacon, Gül Haç Derneği üstadı, erken 1590 yılında, Kuzey Amerika kolonize planlarını yapmaya başladı.
1733 - Amerika Birleşik Devletleri'nde, ilk mason çevrelerin görünmeye başladığı tarih; Amerikan Devrimi yaklaşık 150 boyunca kolonilerde var.
1761, daha sıkı Kuzey Amerika'da ticaret ve vergi konularında İngiltere’ye karşı çıkan Mass doğumlu James Otis, "Temsil olmadan vergi zulümdür.” demiştir.
1764, Boston doğumlu Samuel Adams, kolonilerde İngiliz karşıtı büyük bir propaganda yaptı ve 1773 yılında Boston Çay Partisi planlamalarına katıldı. Adams da 1776 yılında Bağımsızlık Bildirgesi’ni imzaladı
1773, Masonlar, Fransız Devrimi’nde ve Napolyon Savaşları’nda, Napolyon ve Jakobenler yaptıkları her şeyde, tamamen Cizvit Tarikatından yararlanmışlardır.
1775, Joseph Warren, Roxbury doğumlu, Amerikan Devrim lideri
1775, Boston doğumlu Paul Revere, Amerikan Devrimi kahramanı.
1776, Mass doğumlu John Hancock, ilk Bağımsızlık Bildirgesini imzalamadı ve Mass. Valisi olarak dokuz dönem görev yaptı.
1776, Boston doğumlu Benjamin Franklin, İngiltere ile barış müzakere seçilmiş ve Bağımsızlık Bildirgesini imzalayan 56 kişiden biridir. ABD Anayasası kabulünde çok etkili oldu. Pennsylvania Büyük Locası'nın Büyük Üstadıdır ve Amerika'da ilk masonik kitabı yayınlamıştır. Collins ailesi ve Sir Francis Dashwood ile birlikte Hell Fire Club üyesi oldu. Franklin ve Thomas Jefferson cinsel gizli ritüeller uygulayan tamamen şeytani grubun üyeleriydi.
1776, Illuminati İncil İmha Grubu adlı bir komite kurdu. Bu komite 50 yıl sonra dağıldı.
1776, Adam Weishaupt, gizli bir toplum içinde gizli bir örgüt geliştirmişti. Ingolstadt Cizvit Koleji’nin kurucusuydu. Hıristiyanlığın ortadan kaldırılması ve tüm sivil hükümetleri devirmek, gibi hedefleri vardı. Weishaupt "Yavaşça ve sessizlik içinde devletlerin hükümetlerine sahip olunacak ve bu amaçla bu araçların kullanımı sağlanacak" diyordu.
1777 Magdeburg, Prusya doğumlu Baron Von Steuben, Devrimci Ordusunu disiplinli bir savaş gücü haline dönüştürerek ABD bağımsızlık davasına vazgeçilmez katkıları olan bir alman subay.
1777, Lafayette. İngiliz sömürgecilere karşı Amerikalılarla birlikte savaşan Fransız asil.
1779, John Paul Jones, ABD'nin Bağımsızlık Savaşı'nda İskoç asıllı kahraman (23 Eylül 1779).
1782, 16 Temmuz günü, İngiliz Amerikalılara teslim yıl sonra, dünyanın en gizli toplumların temsilcileri Avrupa'da Wilhelmsbad Kongresi toplandı ve resmen Masonluk ve Illuminati katıldı. Önümüzdeki dört yıl içinde Sipariş gizlice Amerika'da birçok zâviye kurmayı başardı. 1785 yılında, örneğin, İlluminati Sipariş Kolomb Lodge New York'ta kuruldu. Üyeleri Vali DeWitt Clinton, Clinton Roosevelt ... dahil ( Gizli Derneklerin Antik Planı, William T. Yine de, 1990 s.92 Yeni Dünya Düzeni)
2. Okuma Parçası:
Rus Devrimine Giden Yol
Rusya’da meydana getirilen ihtilal çok önceden Siyonist liderler tarafından tasarlanmış, Japon-Rus Savaşının çıkartılmasıyla da uygulama aşaması başlatılmıştır. Enternasyonel bankacı Yahudi Jacob Schiff’in ihtilaldeki rolü büyüktür. Jacob Schiff’in önderliğindeki ihtilalin parasal yönünü halleden Yahudi finans-kapital şebekesinin içinde, Paul Warburg’lardan Rothschildlere, Parvus’lardan Ascherg’lere kadar pek çok Yahudi aileleri vardır. Schiff, Philip Coven’e gönderdiği mesajında "..Amacımız, elimize fırsat geçtikçe Rusya’ya vurabileceğimiz en ağır darbeleri vurmaktır. ”Schiff çok önceden hazırlanan komünist ihtilalin yıllarca önce temelini bu şekilde atıyordu. (Eminent American News, C.A.Madison Frederich Ungar Publishing Co. S.64-78, New York 1970)
“Ludendorff’a göre Rusya'da iç savaşı düzenlemek için 70 milyon mark harcanmıştı. Bu batı cephesinde yapılacak birkaç saatlik bir saldırının karşılığı demektir. New York bankerleri büyük bir iş başarmışlardı. Göçmen Ruş devrimcilerine verilen 12 Milyon dolar sonraki 4 yıldan 600 milyon altın ruble getirecekti” Başlangıçtan Bugüne Kadar Dünya Casuslar Tarihi Artel yİ. İst, 1974, c.!, s. “Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz: Bolşevik ihtilalinin sonradan ortaya çıkarılan belgelerle, ihtilalin daha başka beynelmilel Schiff-Warburg ailesi Rockefeller’lar ve MORGAN"ların desteğiyle gerçekleştirildiği anlaşılmıştır. Belgeler Morgan kuruluşlarının da kızıl ihtilal için en az 1 milyon dolar harcamış olabileceğini göstermektedir. ” (Herman Hagedorn The Magnate John Day Washington Post 2 Eylül 1918).
3.Okuma Parçası:
Osmanlı’da/Türkiye’de Masonluk
Türkiye'de ilk mason locasının 1738'de İstanbul Karaköy semtinde bugün Perşembe Pazarı olarak bilinen ticaret merkezinde kurulduğu belirtilmektedir. 1789 yılındaki Fransız İhtilalinden sonra bu loca bilinmeyen bir nedenle faaliyetlerine son vermiştir. Yine tarih kaynaklarında aynı dönem içerisinde İstanbul'un çeşitli semtlerinde, İzmir'de, Halep'te ve Selanik'te mason localarının açıldığı aktarılmaktadır.
Türkiye'deki masonluğun kaynağı her ne kadar Ahiliğe, Esnaf Loncalarına ya da Bektaşiliğe bağlanmaya çalışılsa da masonluk kökü dışarıda olan bir örgüttür. Türkiye'de masonluk tarihi konusunda yapılan ciddi çalışmalar ve masonik kaynaklar genellikle 3 bölümden söz etmektedir.
TÜRKİYE MASONLUĞUNDA 3 DÖNEM
1-Meşrutiyet öncesi dönem
2-1909 yılından mason localarının Atatürk tarafından kapatıldığı 1935 yılına kadarki dönem
3-1948'de locaların uyku döneminden çıkarak yeniden faaliyete geçtiği dönemden günümüze kadar...
Bu üç dönemin birincisi yani 2. Meşrutiyet öncesi dönem hakkında yeterli belge ve bilgi mevcut değildir. Bu dönem Osmanlı İmparatorluğu'nun gerileme ve çöküş dönemini kapsar. Bu tarihlerde kurulmuş olan locaların hemen hepsi yabancı obediyanslara bağlıdır. Türkiye'de masonluğun tarih sahnesine çıkışı Avrupa'dan 20 yıl sonra gerçekleşir.
TÜRKİYE'DE İLK MASON LOCASI
Clavel'in ünlü "Historie Pittoresque de la Franc-Maçonerie" adlı eserde Türkiye'de ilk mason locasının 1738'de İstanbul Karaköy semtinde bugün Perşembe Pazarı olarak bilinen ticaret merkezinde kurulduğu belirtilmektedir. 1789 yılındaki Fransız İhtilalinden sonra bu loca bilinmeyen bir nedenle faaliyetlerine son vermiştir. Yine tarih kaynaklarında aynı dönem içerisinde İstanbul'un çeşitli semtlerinde, İzmir'de, Halep'te ve Selanik'te mason localarının açıldığı aktarılmaktadır. Ancak padişahın özel emri ile bu localara sadece yabancı uyruklu ya da gayrımüslim insanlar kabul edilmektedir. Nitekim bu kuralın 16. yüzyılın sonlarında delindiği ve artık Müslümanların da rahatlıkla localardaki toplantılara katılabildiği o tarihlerde yaşayan ünlü mason isimlerinden anlaşılmaktadır. Osmanlı İmpatorluğu'nda bilinen ilk Müslüman mason Çelebi Mehmet Efendi'nin oğlu Sait Çelebi'dir.
Osmanlı İmparatorluğu'nda İngiltere Büyük Locası'na bağlı olarak kurulan ilk loca "Oriental Lodge"dur. İstanbul'da Hollanda Konsolosluğu'nun karşısında kurulduğu anlaşılan bu locanın kuruluş tarihi belli değilse de 1856 yılına kadar faaliyette kaldığı anlaşılmaktadır.
1738'te başlayan Türkiye'deki masonik faaliyetler yaklaşık 100 yıl çok sessiz ve yavaş faaliyet göstermiştir.
Türkiye masonluğunun bu birinci döneminde Masonlukla ilgili gelişmelerin belirgin hal almasının, Kırım Savaşı yıllarında olduğu kabul edilmektedir. 1853 yılında başlayan Kırım Savaşı'nda Osmanlı topraklarının çeşitli bölgelerinde bulunan Fransızlar, İngilizler ve Sardunya Krallığı emrindeki İtalyanlar birçok loca açmışlardır. Yasaklanmış olmasına rağmen birçok Müslüman asıllı Osmanlı vatandaşının bu localarda toplantılara düzenli olarak katılmışlardır.
SULTAN ABDULAZİZ DÖNEMİNDE MASONLUK
İngiliz Obediyansının dışında kurulan ilk yabancı büyük loca 1857 yılında İzmir'de kurulan Grand Lodge de Turquie'dir. Bu büyük locaya bağlı olarak her biri ayrı dilde faaliyet gösteren altı loca bulunuyordu. Türkçe olarak çalışan locanın adı "Orhaniye Locası"ydı. Türkiye'deki masonik yayınlar bu locayı ilk milli(!) Mason locası olarak kabul ederler. Sultan Abdulaziz'in tahta çıkması ile başlayan Avrupa ülkeleri ile iyi ilişkiler, masonlar için de rahat faaliyet gösterebilme döneminin de başlangıcı olmuştu.
Bu dönemde masonluğun Türkiye'deki tarihi açısında en kayda değer gelişme "Ser Locası"nın açılması olmuştur. Ser Locası'nın üyeleri arasında Sultan 5. Murad, Şehzade Nurettin Efendi, Şehzade Selahattin Efendi, Sadrazam Keçecizade Fuat Paşa, Sadrazam Tunuslu Hayrettin Paşa, Sadrazam İbrahim Hakkı Paşa, Berlin Büyükelçisi Sadullah Paşa, o dönemin ünlü gazetecisi ve edebiyatçı Şinasi Bey gibi bir çok yazar, devlet adamı, gazeteci ve zengin Osmanlı tüccarları bu locanın aktif üyesiydi. Artık masonluk Osmanlı topraklarında adını ciddi şekilde duyurmaktaydı. O dönemde en etkili mason devlet adamı ise Sadrazam Mustafa Reşit Paşa idi. Türkiye Masonlarının yayın organı Mimar Sinan Dergisi'ne göre Türkiye tarihinin en büyük Başbakanı Mustafa Reşit Paşa, ilerleyen yıllarda Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküşünün öncüsü olacaktı.
MASONLAR ABDULHAMİD HAN'A KARŞI
Masonlar 19. yüzyılın sonlarında Osmanlı İmparatorluğu'nun yönetimindeki etkilerini artırdılar. Ancak Sultan Abdulhamid Han'ın tahta çıkması, yönetimin en üst kademelerine kadar sızan masonlar için zor bir dönemin başlangıcı anlamına geliyordu.
Başta İstanbul olmak üzere tüm Osmanlı topraklarında İmparatorluğun sonunu hazırlama planları içerisinde olan masonlara karşı amansız bir mücadele başlatıldı.
Abdulhamid'e karşı en büyük muhalefet ise İstanbul Beyoğlu'nda Hocopulos Pasajı'nda faaliyet gösteren Prodos Locası'ndan geliyordu.
33 yıllık padişahlığı boyunca Osmanlı'yı başarıyla ayakta tutan ve masonik faaliyetleri frenleyen Sultan Abdulhamid Han, bir mason komplosu olan 31 Mart ayaklanmasının ardından gerçekleştirilen saray darbesi ile tahttan indirildi. Bu darbede Balkanlarda İttihat Terakki Cemiyeti ile birlikte hareket eden Veritas ve Rizorta Locaları'nın büyük etkisi oldu.
Araştırmacı Yazar İlhami Soysal "Dünyada ve Türkiye'de Masonluk ve Masonlar" adlı eserinde, Sultan Abdulhamid'in tahttan indirilişinde masonların etkisini şu şekilde anlatır:
"Abdulhamid'in bütün korkusu tahttan indirilmek ve yerine masonlarca Sultan Murad'ın yeniden tahta çıkarılmasıdır. Ne var ki Abdulhamid'in korktuğu sonunda başına gelmiştir. 1908 Meşrutiyetinin Abdulhamid'e zorla kabul ettirilmesinde ve 1909'da tahttan indirilip Murad gibi hapsedilmesinde masonlar son derece önemli roller oynamışlardır. İttihat Terakki Cemiyeti'nin bütün önde gelenleri birer masondur." İlhami Soysal, Türkiye'de ve Dünya'da Masonluk ve Masonlar, Sf. 208)
Sultan Abdulhamid'in tahttan indirilmesi ile birlikte ülke yönetimini ele geçiren masonlar 1909 yılında uzun yıllardır hayalini kurdukları Osmanlı Yüksek Şurası'nı kurdular. Osmanlı Yüksek Mason Şurası'nın başına ise İttihat Terakki'nin önde gelen isimlerinden, Meclis-i Mebusan Başkan Vekili Mahmut Talat Sai getirildi. Yardımcısı ise Galip Paşa'ydı. Önce Trablusgarb'ın İtalyanlar tarafından işgali ve daha sonra patlak veren Balkan Savaşı'nda bozguna uğrayan Mason İttihatçılar, İmparatorluğun sonunu hazırlıyorlardı.
Uyguladığı yanlış politikalarla Osmanlı İmparatorluğu'nu uçurumun eşiğine getiren Masonik yönetimin halk tarafından büyük tepki toplaması nedeniyle Masonluk örgütü bu tarihten itibaren gerileme sürecine girdi. Vakit, 30.07.2008
4.Okuma Parçası:
Masonlar ve II.Abdulhamit
Selçuk Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Caner Arabacı, II. Abdulhamit’e karşı darbe yapan İttihat Terakki’nin masonik bir örgütlenme olduğuna dikkat çekerek, “İttihatçıların kökenleri Jöntürkler'dir ki; bunların ilk örgütlenmeye başladığı yer İngiliz sefaretidir. Talat Paşa ve Ahmet Rıza gibi önde gelen isimler Mason'du. Abdulhamit’e karşı gerçekleştirilen darbe İttihatçı-Mason-İngiliz işbirliğinin ürünüdür. Rıza Tevfik, hatıratında anlattıklarına göre darbeden sonra İngiliz sefaretinde teşekkür ziyaretinde bulunulmasını önerir” dedi. Arabacı, Abdulhamit’in Balkanlarda isyan başlatan ordu içindeki ittihatçı oluşumun darbe hazırlığında olduğunu fark ettiğini ve buna karşı 1876 Anayasası'nı yeniden yürürlüğe koyduğunu kaydederek, “Ancak darbecilerin asıl hedefleri bu değildi. İttihatçılar iktidarı ele geçirmek, İngilizler de tehdit İslâm birliği politikasıyla sömürgelerini sürekli tehdit eden Halife Abdulhamit Han’dan kurtulmak istiyorlardı. Bu amaçla tarihe 31 Mart Vakıası diye bilinen oyun sahnelenerek darbe gerçekleştirildi ve Abdulhamit Han başka yer kalmamış gibi Selanik’e götürülerek bir Yahudi’nin evine hapsedildi. Böylece Filistin’e karşı Osmanlı'nın tüm borçlarını ödeme teklifi yapan Siyonist Lider Theodor Hertzel’e ‘Vatan parayla satılmaz’ cevabının adeta intikamı alınıyordu” diye konuştu.
Doç. Arabacı, Abdulhamit’in nasıl bir Siyonist-Emperyalist darbenin kurbanı olduğunun 1917’de Theodor Hertzel ile İngiliz Dışişleri Bakanı Althur Balfour tarafından Filistin’de Siyonist İsrail devletinin kurulacağının deklare edilmesiyle ortaya çıktığını dile getirerek, “Abdulhamit Han’ın haliyle, ittihatçıların elinde devlet hızla dağılma sürecine girdi. Masonlar, elbette bunu kutlar. Bunların kutladıkları, Osmanlı’nın yıkılışı, bugün 60. yılını kutlayan Siyonist İsrail hançerinin saplanışı, Anadolu’nun çöküşü ve Osmanlı’nın çocuklarının borç batağında Batı'ya el açar duruma düşürülüşüdür” dedi.
Doç. Dr. Caner Arabacı’nın tespitlerine, Masonların 1908-2008 100. Yıl kutlamalarına ek olarak kesin kanıt niteliğinde bir itiraf daha var. Türkiye Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Locası Üstadı ve locanın resmi yayın organı Tesviye Dergisi’nin editörü Celil Layiktez, dünya masonlarına ‘İslam Ülkelerinde Masonluk’ başlıklı İngilizce bir makale yayınladı. “Rising Point” adlı Uluslararası Masonluk dergisinde de yayınlanan makalesinde, masonların Abdülhamid’in devrilmesi ve İkinci Meşrutiyet’te oynadığı rolü açıklayarak, “Hareket Ordusu’nu da masonlar yönetti” dedi.
Mason üstadı Layiktez, 1908′de 2. Meşrutiyet’in ilanından sonra ‘İslamcıların’ İstanbul’da ayaklanma çıkardığını ve bu ayaklanmanın Hareket Ordusu tarafından bastırılarak Sultan Abdülhamid’in tahttan indirildiğini söyledi. “Hareket Ordusu, masonlar tarafından örgütlendi ve yönetildi. Sultan Abdulhamid’e tahttan indirildiğini tebliğ eden 5 milletvekilinden oluşan heyettekilerin tamamı masondu, Elimizde yeterli belgeler var. Bu 5 kişinin mason olduğuna eminiz” dedi. Vakit, 30.07.2008
5. Okuma Parçası: BEKTAŞİLİK ve MASONLUK Doç. Dr. Bedri NOYAN ( Dedebaba) 1970
Strazburg’da yapılan Türkiyat Kongresi için hazırlanmış Bildiri metni
Bildiri metni, Bedri Noyan tararfından, 15.12.1971 tarihinde Turgut Koca Baba Erenler vasıtasıyla İstanbul Topkapı Sarayı Müzesi Emekli Müdürü ve Türkiye Büyük Locası Üstad-ı Muhteremi, 33 . En Muhterem Üstad Hayrullah Örs’e özel olarak gönderilmiştir.
Bektaşiliğin Masonlukla hiç ilgisi yoktur. Konuyu ele alışımın nedeni, yayımlanmış kitaplardan okuduğum ve Mason-Bektaşi tanıdıklarımdan edindiğim bilgi sonucunun ‘’ Masonik düşünce ve – Ritüel bazı hususların Bektaşilikten alınmışcasına uygunluğu ‘’ dur.
Masonlar da Hacı Bayram-ı Veli’nin bir şiirini ele alarak ve Mevlana’nın bazı beyitlerdeki teşbihlerine dayanarak onların da Masonik bir düşünce olduğu yolundaki bazı mülahazalar öne sürüyorlar. Bu ancak bir yakıştırmadır. Güzel ve doğru olan, iyi ve insanca olan her düşünce çeşitli din ve mezheplerde, çeşitli derneklerde elbet benzerlik gösterecektir. Müslüman dininde olan birçok noktalar Hıristiyanlıkta da vardır. Bunlar değişmez ve zamanla değişmeyecek gibi esaslı noktalardır.
İlk zamanlarda ameli olan Masonluk ( yani: Gerçek duvarcı ve inşaatçıların bir derneği olan masonluk) sonradan meslek dışı kişilerin derneğe kabulü ile ( kabul edilmiş Masonluk ), fikri masonluk ( spekülatif masonluk ) haline gelmiştir. Başlangıçta yabancı meslek dışı kişiler az sayıda iken, zamanla bu bölümdekiler çoğalmış, hakim duruma geçmişlerdir. Böylece (inşa sanatı) yerini (düşünce sanatı’na) bıraktı.deki Masonik hareketlerin tarihini bir kitap halinde yayımlamış bulunan Muhterem Kemalettin Apak Erenlerimizin verdiği bilgiler dikkate şayandır ( s. 226-228 ).
Buna göre: Masonluk tek insan olarak ve toplum olarak toplumun ilerlemesine hizmet eden bir kurumdur. Fikri ve sosyal yükselişini sağlar. Tolerans kendi nefsine ve karşısındakine saygı ile ve tam bir vicdan özgürlüğü düsturudur.
Her çeşit taassup ile savaşmak amaçlarıdır. Maddi varlıklar üzerine bir de insanlık mefhumuna yaraşır bir manevi varlık yapısı yükseltmek ve nefsi öğrenmek vazifedir. ‘’ Aile’ye saygı, yursa sevgi ve gerektiğinde vatan için ölmek vazifedir. Masonluk Evren’in yapıcısı yüce mi’mar ( Sani’-i a’zam kâinat ) bulunduğuna ve bunun vahdetine inanır.
Sayın Kemalettin Apak’tan bunları okuyunca , Hacı Bektaş-ı Veli Hazretlerinin her hususu daha çok öncede bir insani ve ahlaki şekilde kurulmuş yolunu gözümün önüne getirdim.
Tamamen Batı Avrupa’ya dayanan bir meslek olan masonluk karşısında papazlar, bizde Bektaşiliğe cephe alan softalar gibi davranmışlardır. Hoş burada ististraden söyleyebilirim ki, bizim eski fütüvvet teşkilatımız Batı’nın Masonluğuna pek benzer idi. Örnek olmuş ve fikir vermiş olmaları bir ihtimaldir. Nitekim bugün bir din olarak kuruluşunu tamamlamış birkaç milyon olan Quaker’ler de bizim Bektaşilik esasatından çok mülhem olmuşlardır.
Masonluk hakkında en eski belgeler yaklaşık olarak 1427-1445 yılları arasında yazılmış olanlardır ki British Museum’da Krallar Kitaplığındadır. 1723 Anayasası masonluğu ırk, din, sınıf farkını kaldırarak ve onu üniversel bir hale getirerek, yeni bir şekil vermiştir. 33 dereceli Skoç Ritüeli 1876 yılında II.Friedrich tarafından öne sürülmüş ve konu yıllarca tartışılmış, nihayet 1880 yılında ilk defa Amerikan Charleston şehrinde 33 dereceli İskoç Ritüeli meydana gelmiştir.
1730’da Fransa’da kurulan masonluk, nihayet 1773’de kemale ermiş, Amerika’ya da geçmiştir. Amerikan İstiklal Beyannamesini, Fransız ihtilalini hazırlayanların çoğu mason idiler. Fransız ihtilalinin Hürriyet=Özgürlük, Musavvat =Eşitlik, Uhuvvet=Kardeşlik formülü de 1746 da masonlar tarafından ortaya atılmıştır. Bizim Meşrutiyet inkılabımızda bu formüle bir de Adalet sözü eklenmiştir.
Fransız İhtilalinin dünyaya saldığı liberalizm ve özgür düşünce doktrinleri Avrupa Masonluğunun Yayılmasını sağlamıştır. Böylece İsveç, Norveç, İspanya, Portekiz, İtalya, Almanya’da masonluk kurulmuştur. Rusya’da XVIII. Yüzyıl sonlarına doğru kurulmuş, 1825’de kapatılmış, ondan sonra gizli olarak devam etmiş ve hala etmektedir .
Masonluk genel olarak politika ile uğraşmaz.ve Kâinatın Ulu Yaratıcısı adı altında üstün ve yaratıcı kuvvetin varlığını, din kabul eder . 1877 Fransız Grand Orient’i Allah mefhumunu reddetmiş ve dinsizliği masonluğun şartı olarak kabul etmiştir. Bunu dünyadaki diğer mason locaları kabul etmemiştir. Fransa’da siyasetle uğraşmamak konusu bir yana bırakılmış, hatta aksine siyasetle uğraşmak kaide haline getirilmiş ve Fransız Masonları lâik bir devlet sistemi kurmak için çalışmışlardır. Fakat sonunda 1910 yılında, Fransa’da dini inancı şart koşan İskoç Ritine bağlı Fransa Büyük Locası kurulmuştur.
Masonluk Teşkilatı dünyada milli bir maiyet taşır, ülke hakimiyeti esastır. Büyük Localar, milletlerarası hiçbir otoriteye bağlı değildir. Sadece masonik dostluk münasebetleri vardır. Masonların eski tarihi belgelerinde: dostluğa, yaşa ve servete bakarak seçmeyiniz, denilirken sonraları, ehliyet ve yeterlilik bir yana bırakılmıştır.. York Anayasasında Allah’ı tanımak, Nuh’un koyduğu mukaddes babalık, insanlık, kardeşlik, ruhun ölümsüzlüğü prensiplerine inanmak, krala ve mesleğe sadakat, loca mensupları arasında yardımlaşma, loca kararlarına itaat, haksızlık etmemek, borca başvurulmaması gibi prensipleri vardır. S. 19
Kendi belgelerine göre masonluğun menşei Mısır’dadır Sonraları İslamlığın dan masonluğa etkisi olmuştur ve böylece Orta Çağdan günümüze gelen düşünce ve etkilerle gelişmiştir. Başta mesleki bir kuruluş karakterinde olan masonluk (operatif masonluk ), sonradan fikri masonluk haline gelmiştir. Gerçek yapıcılarla, asılzade ve feodal yetki sahipleri bir araya gelmişlerdir. Ahlak Prensipleri yine devam etmiştir. Yenilik XVIII. Yüzyıl başlarında olmuştur..
Masonluk bilgi, san’at ve ahlaka mücerret ve müsbet ilme dayanır. Gaye değil olgunluğa götürücü yoldur, vasıtadır. Bunda tefekkür ve zekanın, bunlarla elde edilen yaratıcı kudretin; tek insanı olduğu kadar, toplumları da yükseltici ve mutluluğa ulaştırıcı dimağı, ruhi, fikri çabaların rolü ve önemi vardır.
Rahmetli meslektaş Dr. Sadrettin Hattuza ile, kollarımızda Hakk’a ana kadar süren görüşmelerimizde bu konularda çok konuşmuş idik. Fakir’e masonluk konusunda Fransızca birkaç eser de lütfetmişlerdi. Kendileri 33 dereceli bir mason, aynı zamanda Bektaşi idiler. Masonluk müsbet bilgiyi, Bektaşilik karakteri yükseltir. Yani birincisinde bilim, Bektaşilikte de irfan elde edilir. Her birisi ayrı ayrı iyidir, derlerdi.
Bu O’nun fikridir. Bazı Bektaşiler ‘’ayrıca masonluğa girmenin gereği yoktur ‘’ diye düşünürler. Buna karşılık bu derneğe girmiş Bektaşi kardeşlerimiz de vardır. Bu bir gönül ve istek işidir. Bektaşilikte insan ve düşünce ve özgürlüğüne büyük bir yer verilmiş olduğuna göre isteyen girer, isteyen girmez. Fakat, Fakir’in bildiğim, daha ziyade mason olduktan sonra Bektaşiliğe gelmiş olanlardır. Bektaşilikte gönüllerini daha iyi doyurmakta olduklarındandır.
Lantoine, La Franc-maçonnerie Ecossainse en France, La Rite Ecossais Ancien et acccepte adlı masonluğa dair büyük kitabında ( s.172 ve devamında ) şöyle diyor:
“Art Royal adı altında tanınan masonluk, faydalı olmak bakımından birleşmiş insanların cem’iyetleridir. Gayesi münhasıran felsefe, tetebbu’a , ahlak yayımı, ve iyilik yapmaktır. Her mason bilmecburiye mu’tekid, büyüğüne sadık, vatanına bağlı, kanunlara uyar olacaktır. Loca’da dini ve siyasi tartışmaları körüklemek veya açmak yasaktır, bunlar prensiplere de aykırıdır.”
İngiltere’de hükümdarı devirmek amacıyla gizli bir teşekkül halinde kurulan masonluk, sonradan bazı değişikliklerle devam etmiştir. 1801’de Birleşik Amerika’da çalışmaya başlayan masonlar, Türkiye’de 1909 yılında teşkilat kurdular. Yine Albert Lantoine’ın kitabında ( s. 273 ), çeşitli prensipler sayılırken şunlar yazılmış :
“Masonluk universal biraderlik müessesi olup menşe’ini insan cemiyetinin beşiğinden almıştır. Bütün gerçek masonlar, vatanını ne olursa olsun, arz üzerindeki bir ailenin kardeşlerinden başka bir şey değildir. Buradaki maddelerin altıncısında da ‘’gerçek masonun birinci görevi vatanına sadakattır ‘’ deniliyor. 274. sayfada ise; Masonluk her millet, ırk ve akidete insanlara açıktır. Her şekilde cehaletle mücadeleyi hedef tutmuştur. Burası bir mekteptir ve program şöylece hulasa edileblir. Kendi memleketinin kanunlarına uymak, şerefle yaşamak, dalaletle hareket etmek, hemcinslerini sevmek ( Aimer son semblable), durmaksızın insanlığın mutluluğuna ve rahatlığına çalışmak. Bunlardan başka: Birlik halinde kalmak ve istiklali sağlamak gerektir.
276. sayfada tam bir ahenkle yegane ve kafi olan filozıfik, ahlaki ve insaniyetpervarane ahkama erişmek amacıyla calışmak, cümlesi var. Bütün bunların, uygulamada böyle olup-olmadığı üzerinde duracak değilim. Şu cümleleri dikkatlice okuyunca üzerinde müsbet veya menfi bir düşünce ile durulacak noktalar vardır.
Süleyman Külçe’nin Türkiye’de Masonluk adlı ufak kitabında, masonluğun Türkiye’de 1717 ‘de Üçüncü Sultan Ahmet zamanında kurulduğu, ilk locanın Galata’da Perşembe Pazarı’nda Arap Camii civarında açıldığı, kaydı vardır.Bu Loca 1800’de kapatılmış, Kırım Muharebesi münasebetiyle 1855’de tekrar açılmış, bundan az önce 1852’de Koca Reşid Paşa buraya intisap etmişti. 1856’da Fransızlar da bir loca açmışlar, Sultan II. Abdğülhamid bunları kapattırmış, 1909 da tekrar açılmışlardır ver Türkiye Meşrık-ı Azamlığı kurulmuş, Talat Paşa, Doktor Besim Ömer Paşa,, Meşrutiyet Devrinde de Bektaşi babalarından Mehmet Ali baba Üstad-ı Azamlığa seçilmişlerdir. Daha sonra da Prof. Dr. Mim Kemal (Öke) olmuştur.
Masonlukta 33 derece, Bektaşilikte de daha az olmakla beraber dereceler vardır . Talip, Muhib, Derviş, Baba, Halife Baba, Dedebaba gibi… Her ikisinde de derece ve mertebe alınışlarında bir merasim vardır. Masonlar toplantı yerlerine Loca, mahfil, mabet isimlerini verirler; Bektaşiler merasim yerlerine meydan derler. Masonlar mensuplarını derecelerine göre doğu, batı, kuzey ve güney taraflarına oturturlar. Bektaşilikte, her derece arasında kıdem sırasıyla oturulur.
Giriş töreni her ikisinde de vardır. Masonluğa alınana ‘’ Nur ve ziya verme’’ törenine karşılık, Bektaşilikte aynı düşünce ‘Çerağ Uyarma ’ ile başlar ve ‘Can uyandırma’ ikrar töreni ile devam eder.
Masonların Üstad, Birinci Nazır, İkinci Nazır denilen üç amirleri ile merasim yaptıkları gibi, Bektaşiler de Mürşid, Rehber, Kefil vardır. Ayrıca Allah, Muhammed, Ali diye bir üçleme remzi vardır. Masonlar kendilerinden olmayana harici, Bektaşiler ise zahir veya harici derler. Masonlar birbirlerine birader, Bektaşiler ise Can kardeş derler. Fakirin bunlara ekleyecek bir cümlesi var. Bektaşilik kökü tamamen Türk olan bir kuruluştur. Muhib, olgunlaştıkça din ve millet farkını siler, çok geniş bir toleransla hümanist karakter alır. Bektaşilik yüzyıllarca bu yönden fonksiyonunu mükemmelen icra etmiştir. Arap ve Acem’in Türk halkına din ve dil yoluyla baskı yapmağa yeltenmesine karşı direniş bunu da başarmıştır.
Bir de bu yolun, menfaat ile hiçbir ilişiği olmadığıdır. Merasim ve sairelerde benzerliklerin bir bölümü rastlantıdır. Aslında bunların doğudan aktarılmış olmasının da rolü vardır. Bektaşilikte talip, bir hükümdar bile olsa önce muhib olur ve her derecenin hizmetlerini görerek mertebe alır. Her derecede kalış süresi kişisel yaraşırlık ( şahsi liyakat) iledir. Uzun veya kısa da olabilir. Derece seçimle ve toplumun isteğiyle verilir. Masonlukta ise; bir insana servet ve mevkiine göre doğrudan doğruya üst dereceler verildiği görülmektedir.
Bektaşilikte kadına da yer verilmiştir. Masonlarda ise kadınlar Localara alınmazlar. Amerika’da yayımlanan Life Dergisindeki bir makalede yine kocaları mason kadınlara ait bazı faaliyetlerin varlığı gösteriliyordu . Bunların Rainbow Girls Job’s Daughhters, Order of the Eastern, Daughters of Nile adları altında toplandıkları görülüyor. Demek masonlar da bu eksiklerini bu şekilde düzeltme çalışmaları başlamıştır.
Rahmetli Haydar Rifat Bey’in masonluk adındaki kitabı da okunmağa değer. Bu konu hakkında lehte-alayhte çok kitaplar çıkmıştır. İsteyenlerin bunlardan daha fazla bilgi edinmeleri mümkündür. Son yıllarda Dünyada ve Türkiye’de Masonluk, 1965 de basılmıştır. Masonluk bu Meçhul adlı kitap Matilda Sakar tarafından dilimize çevrilerek yayınlanmıştır. Cevad Rif’at Atılhan’ın ise alehte bir çok kitapları vardır. 1950’de yayımlanmış olan M. Raif Oğan’ın Bütün Gizli Talimatlara Göre Türkiye’de Masonluk, kitabı vardır. 1968 Nisan’ında Tarihte ve Günümüzde Masonluk adı ile Paul …Neudan’dan Semih Tiryakioğlu’nun çevrisi bir ….
8 Mart 1962 tarihinde Yeni İstiklal adlı haftalık bir dergide masonluğun mahiyeti hakkında Selamet Locası mensubu İ.N. adlı bir zatın yazısı yayımlanmıştır Bu yazıda şöyle deniliyordu :
Müessesenin hissiyatına hitabeden merasimi ve bir nev’i esrar perdesiyle muhat bulunması da en mühim cazibelerden birini teşkil eylemiştir. Filhakika masonluk muhtelif içtimai müesseselerin haiz olduğu cazibeleri nefsinde toplamakla beraber o müesseselerin noksanlarından da mümkün mertebe kurtulmaya çalışmış bir teşkilattır. Bir çok merasimle muhat olması itibarıyla dinlerin, esrarengizliği ve derecelere inkisamı ile tarikatların; din, mezhep, ırk, cins, tabiyet, fikir, meslek farklarına bakılmaması itibarıyla da insaniyetperver cemiyetlerin cazibelerini toplamış olan masonluk, diğer taraftan dinin tahakkümünden, tarkatın ihmal eden ilhamperverliğinden ve milli duyguyu körleten mezhebliliğinden de kendini koruyabilmiştir ki, masonluk teşkilatının asıl kuvveti de bu vasıflarıdır.
Burada hatalı bir düşünce vardır. Gizliliğin çekiciliği doğrudur; fakat her gizliliğin altında kötülük, bir habaset arayanların saldırısını üzerine çektirir.
Masonluğun her taftan bir özellik alarak bunları bir arada yoğurması, onların iyi taraflarını alıp eksik taraflarını almamış olması fikri genel olarak söylenilemez. Bir de tarikatın aklı ihmal eden ilham-perverliğinden ve milli duyguyu körleten geniş mezhepliliğinden de kendisini koruyabilmiştir, sözü yanlıştır. Eski tarikatlar akla, bilakis çok değer vermişlerdir; fakat onu çıkarlarını düşünen akıl ve sonunu ve aslını düşünen akıl diye ikiye ayrılmış ve çıkarlarını düşünen aklı makbul saymamıştır. (Akl-ımiaş ve akl-ı miad ).
Hele milli duyguyu körleten tabiri sadece yanlış değil, büyük bir bilgisizlik örneğidir. Zira, mesela Bektaşilik, milli duyguyu körletmez. Körletme bir yana, aksine milli duyguyu yaratma, onu ayakta tutma, Türk kitlenin mili benliği korumayı gaye edinmiş, ibadete kadar milli dili sokmuş bir müessese idi. Türkiye’de en yaygın bir tasavvuf teşkilatı olması dolayısyla yazının yazarı İ.N. Bey’in bunu bilmemesine imkan yoktur. Böyle yazmasına bir sebep aramak gerekir.
Mukayese yapmak gerekirse: Kökü dışarıda olmaması, islami bir yol olup ilim sahibi olmayı başta sayan bir inanç ve düşünüşün mümessili bulunması, uydurmalara yer vermeyip realiteye dayanması gibi yönleri göz önünde tutularak Bektaşilik ve Masonluğu karşılaştırmak akla uygun olur.
Masonlar çalışmalarını bir zaman da Bektaşi babaları üzerinde toplamışlar, onları içlerine almışlardı. Mason Localarına girmiş bazı Baba’ların fotoğrafları da vardır. Sayın Kemalettin Apak’ın Ana Çizgileriyle Türkiye’de Masonluk Tarihi kitabında 114.sayfada Ankara’da 48 nolu Cumhuriyet Mahfili’nin 15 Kasım 1925 senesinde kuruluşundan bahsedilirken, kurucuları arasında Ahmet Rıza Baba adı geçiyor. Sayfa 115’de ‘’gecesini ve gündüzünü mahfilin hizmetlerine vakfetmiş olan Cemil Hamdi Baba biraderimizin tebessümü eksilmeyen nurlu yüzü hala hatırımdan çıkmaz’’ , deniliyor. Sayfa 171 de ise : 33 derece verilenler arasında Baba Kurbangil’in adı geçmektedir. Sayfa 187’de Ankara’da 1951 yılında kurulmuş bulunan Kurtuluş Tekâmül Yüksek Mahfili Reisleri arasında Sayın Veteriner Cevat Akkerman Bey Dostumun adı geçmektedir. Sayfa 201’de aynı zatın Ankara Büyük Locası 9 Temmuz 1955’de ki seçimlerinde Büyük Birinci nazır seçildiğini, sayfa 203 de Türkiye Büyük Locasının Daimi Büyük Heyeti arasında yine Büyük Birinci Nazır olarak adı geçer. Bu zat da tanınmış Bektaşilerdendir.
Yine aynı kitapta, s.69’da Temmuz 1909’da yapılan Büyük Maşrık seçimi sonucunu verrken, vazifedarlar arasında, Büyük Birinci Nazırlığa Doktor Miralay Mehmed Ali Baba’nın adını kaydediyor. Aynı isim, kitabın 84. sayfasında iki defa geçmektedir. Şöyle ki; İki numaralı Muhibban-ı Hürriyet Mahfilinin 28 haziran 1909’da İstanbul’da kuruluşu anlatılırken, bu mahfilin ilk Üstadı Doktor Mehmed Ali Baba birader idi, deniliyor. Bu zatın masonluğa girişi 1872 yılında olmuştur ve 33 dereceye kadar yükselmiştir. Cevat Rif’at Atılhan, mason üniformalı bir fotoğrafı yayımlanmıştır. Cevat Rif’at Atılhan 1958’de baskısını yaptığı ‘’ İğneli Fıçı ‘’ adlı kitabında, Nizamettin Nazif Tepedelenlioğlu’ndan naklen bir yazı almış. Bu yazıda Masonluktan söz ediliyor.
Bu ara şöyle deniliyor :
… Osmanlı memleketinde öteden beri hilafet düşmanlığı ile şöhret salmış ve müsamaha, eşitlik, hürriyet aramış bazı eski kurulların ileri gelenleri ile temasa girdiler. Yani Bektaşiler, Melamiler, Mevlevilerle kaynaştılar. Kısa bir zamanda Mevlevi, Melami ve Bektaşi olan bir çok vezirler, iki müşir ( mareşal ), elçilerden üç-beşi, sayısız hakim, avukat, muharrir, sair ve muallim masonluğu kabul ettiler. Mesela; Selanik’teki Vatan ve Hürriyet Cemiyetlerinin ilk üyelerinden olan Bursalı Tahir Melami idi. Şeyhülislam Hayri ( Ürgüplü ), Şeyhülislam Musa Kazım Efendi, Filizof Rıza Tevfik , Kazım Nami Beyler hem mason hem Bektaşi idiler. Talat Paşa masondu ve bal gibi de Bektaşi idi. Süleyman Askeri, Vehip Paşa, Mülazım Atıf ( Şemsi Paşa’yı vuran ), Resneli Kolağası Niyazi, Binbaşı Eyyup Sabri ( Ohri ), Üsküp’te Albay Galip ( sonradan Paşa ), Köprülü’nün meşhur Süleyman Ağası ve daha diğerleri, Avni Bey (Paşa), Gevgili’de Ömer Fevzi Mardin hem Bektaşi hem de masondular.
Drama ve Kavala teşkilatını kuranlardan Hüseyin Paşazade Nazif Süleyman, Agah, Rıza, Tahir Paşazade Mehmed Beyler masondular. Talat ( Paşa ) Bey’i Bektaşiliğe ve masonluğa sokan Nazif Süleyman Bey’dir. Edirne Teşkilatını kuranlar da İsmet ( İnönü ), Kazım Karabekir (Paşa), Seyfi Bey ( Paşa ), ve Hüseyin Kadri oldular. Seyfi Paşa ile Kazım Karabekir hem mason hem Bektaşi idiler ( s.126).
Yukarıda arz etmiştim, çalışmalarını Bektaşi Babaları üzerine toplamışlardı. Bir Bektaşi Babasının Masonluktan alacağı veya onun masonluğa vereceği nedir ? Burada bunu münakaşa edecek değilim. Yalnız genel olarak bir tek noktayı işaret etmekle yetineceğim. Masonluk-esası ideal öyle olmamakla beraber- herkesin bir menfaat umarak girdiği bir teşekkül haline gelmiştir. Bugün kendileriyle görüştüğüm samimi birkaç mason zevat bu hususu itiraf etmekte ve bundan hiç memnun olmadıklarını açıkça söylemektedirler.
Bu, yola girenler için böyle olduğu gibi, bizatihi müessese içinde de aynı şekil almıştır. Onlar da kendilerine menfaati, yardım alacak kimseleri aralarına almak gayretine düşmüşlerdir. Haydi bu da hoş görülsün. Lakin içlerinde yeni aldıkları bu kimselere kendilerine sağlayacağı menfaatin büyüklüğüne göre dereceler vererek almaları zayıf noktalarıdır. Faraza zengin bir tüccar, bir vali, bir kral hemen ilk girişte yukarı derecelerde, hatta en üst derece ile alınabilir. Bunun bir çok örnekleri vardır. Bektaşilerde ise istekli, ister halktan biri olsun ister devrin hükümdarı olsun ilk mertebeye alınır, Muhib olur. Muhtelif hizmetler görür. Ondan sonra sırasıyla ve töreniyle dervişlik ve diğer mertebelere yücelebilir. Yani birden bire bir üst dereceye atlamak yoktur. Yalnız kişiler arasında kabiliyet, istidat bakımından bu dereceleri alma zamanları farklı olabilir. Layık olan kısa bir sürede derece alabilir. Bir başkası da uzun süre aynı mertebede kalabilir. Daha sonraları yola giren bir kimse, çok önceleri girmiş bir kardeşinden evvel Derviş, baba olabilir ve bu konuda ne talip, ne de intisap ettiği müessese tarafından bir menfaat düşüncesi asla yoktur. İşte bir tek noktada Masonluk ve Bektaşilik arasında yapılacak bir mukayesede ibreyi Bektaşilik lehine çevirir. Zaten gönüllerini orada doyuramayıp sonradan Bektaşiliğe ikrar veren Masonların sayısı da küçümsenmeyecek derecededir.
İlave etmek isterim ki; Bektaşilikten nasip almış birkaç Padişahtan hiç birisine Babalık derecesi bile verilmemiştir. Ahi olan Orhan Gazi ve Sultan Murat Şeyhlik makamında olmuşlardır. Fakat Bektaşi olmuşları içinde irşad makamına getirilmiş Osmanlı Padişahı yoktur.
IX. derece törenlerinde şöyle konuşulur: Sizi biz çağırmadık, siz kendiliğinizden geldiniz. Çalışmalarımızın ifa ve tamamlanması için kemiyet sayı çokluğu önemizdir. Bize sebatlı ve sözünün eri insanlar lazımdır. Bu husus, Bektaşiliğe birinci derecesi olan Muhiblik töreninde Talibe isteğiyle gelip-gelmediğini sormaya benzer ve ‘’ gelme geleme, dönme dönme ‘’ denilişinin anlamını taşıyor. Dünyada ve Türkiye’de Masonluk adında 1965 de yayımlanmış olan kitapta, Türkiye’de Masonluk bölümünde ( s. 294 ) aynen şöyle denilmektedir:
Masonluğa esas teşkil eden şark efsaneleri ile gelişiminin ortasında bulunan Anadolu çeşitli görüşlerin beşiği olmuş, her türlü akım, kendi tesirini Anadolu’da göstermiştir. Bu sebepledir ki, mesela Mevlana’da, Hacı Bayram-ı Veli de mason umdelerine uygun deyişler bulanlar vardır. Masonik bünyeler içinde biçimlenmiş Ahiler, kemankeşler belki de Türkiye’deki masonluğun ilk temelleri kabul edilir .
Aynı yazıda Hazreti Mevlana’nın,
Gene gel ! gene gel !
Her ne isen gene gel !
İster Kâfir ol,
İster Mecusi,
İster puta tapan ol, gene gel ,
Bizim dergâhımız umutsuzluk dergâhı değildir.
Yüz kere tövbeni bozmuş olsan da, yine gel!, diye başlayan dörtlüğü ile Hacı Bayram-ı Veli’nin,
Şakirtler taş yonarlar,
Yonup üstada sunarlar,
Çalabın adını anarlar,
O taşın her paresinde, diyen şiirini masonik irşat örnekleri saymaktadırlar.
Eskiden beri Anadolu’da çeşitli kuruluşlar içinde, çeşitli adlar altında masonlarla müşterek düşünceler, inanışlardan birçoğu bulunmuş olabilir. Yukarıda arz etmiştim. İyi esaslar birbirlerine zıt inanışlarda bile müşterek olabilir. Bu arada Doğu yollarının bazı umdeleri masonlukta da görülebilir. Zaten bunu Doğu’dan aldıkları söylenirse de pek yanlış olmaz.
Masonların XXII. Derece çalışma rehberinde hatip şöyle konuşur: Kimisi der ki, Allah bir nurdur; kimisi der ki Allah bir ruhtur. Bazıları da Allah’ın bir hakikat veya adalet olduğunu, bazıları da Allah’ın Aşk olduğunu söylerler. Biz burada Allah sa’y (çalışma)’dır diyoruz. Zira kâinattaki muvazeneyi ve ahengi temine çalışan hudutsuz kuvvete O’nun tesirini görmekteyiz.
Buna Muhterem Reis de şunu katar: Bizim bugün Allah adına kurmak istediğimiz ma’bed şudur : Labore est orare- çalışmak ibadettir. Bektaşilikte de yolun esasları arasında en başta gelen koşul ’’ ilim’’ ve bundan sonra ’’hilim ‘’= yumuşak huyluluk, hoşgörürlülük , alçakgönüllülük gelmektedir. Bilim ile çalışkanlık beraber giden hususlardır. Çalışmak görevini ifa etmek ibadet sayılmaktadır. Bu noktada da benzerlik vardır.
Bir noktaya dokunmak isterim. Bektaşilerin renkler ve kokular, sayılar üzerinde bazı inançları vardır. Bu konuda da masonlarda bazı inançları vardır. Bunlara göz atalım:
Evrenin iki bölümünün özel renkleri var: Ak ve Kara. Gök Tanrı Ak ve mavi, yağız yer kara’dır. Merkezi ise hemen her zaman kırmızıdır. Türkmenlerde halk kara çadırda, eşraf ak çadırda, beyler kızıl çadırda otururlardı. Dede Korkut kitabında okuduğumuz bir öykü bize, oğlu olanların ak, kızı olanların kara, oğlu ve kızı olanların kızıl çadıra alındıklarını yazıyor.
Ak ve kara, Türkmen için eksik renktir, bunların bir ölçü içinde kaynaşıp olgunlaşmasından kemâl halinde olan renk, yani kırmızı doğar. Kırmızı renk Türkmen’e göre ideal renktir. Ülküdeki Alma’nın kızı olması bu kökten geliyor. Karakeçili, Kızılkeçili, Akkoyunlu, Karakoyunlu gibi kabile ve aşiret adları vardır. Bir de Gök Baba, Yer Ana sayılırdı . Vatana Anavatan denmesi, denizin kaplamadığı toprak bölüme Kara adının verilmesi de bu eski düşünceye uymaktadır.
Türk Medeniyyeti Tarihi’nde (s.32) Ziya Gökalp şöyle der:
Dört cihetin timsallerinden biri de dört renktir. Şarkın rengi gök, cenubun kızıl, garbın ak, şimalin karadır. Şemanın dört manevi hakanı bu renklerle ifade olunmuştur. Şarkta Gökhan, cenupta Kızılhan, garta Akhan, Şimalde Karahan… İslamlıktan sonra da bu gelenek sürmüştür. Eski yazmalarda ‘’ Elvan-ı pençe-i Al-i aba ‘’ diye kayıt vardır. Buna göre beyaz renk Hz. Muhammed’e, siyah Hz.Fatıma’ya, koyu yeşil ve koyu kırmızı Hz. Ali’ye, pek hafif yeşil ve hafif sarı Hz. Hasan’a ve açık yeşil ile pembe renkler İmam Hüseyin’e ait sayılırlar.
Hz. Muhammed Cuma günleri yeşil; savaşta siyah; öteki günlerde beyaz sarık taşırdı. Hz. Ali savaşta kırmızı, bunun dışında beyaz sarık taşırdı. Kâbe örtüsü Selçuklular zamanında beyaz, sonra yeşil olmuştur. Abbasoğulları zamanında siyah olmuştur. Bektaşi ve Alevi kadınların özellikle köylerde- başlarında, alınlarındaki çeki’lerin renkleri bazı anlamlara gelir: Yeşil çekiler Alevilerde Ocakzâde kadınlarından olduğunu, Bektaşilerde Mürşit Bacısı olduğunu; yeşil ve kırmızı ise Ocakzâde veya Mürşit bacısı ve evli olduğunu; beyaz çekiler bâkire olduğunu, beyaz ve yeşil Ocakzâde veya Mürşit kızı ve bakire olduğunu gösterir. Şiyah çekiler, matem rengi olup, kemâl ifadesidir.
Bunlardan başka pembe renk Hz. Hüseyin sevgisi, açık sarı kız sembolü olarak kullanılır ( Sarı kız efsanesi apayrı bir konudur ) Kadın şehre yalnız inerse kıvraklarını tersine giyer. Bu yanında erkeği olmadığını gösterir. Görenler yardıma ihtiyacı olursa hemen koşarlar.
Masonlarda da sayı ve renkler üzerinde durulmuştur. 3,5,7 gibi sayılar var. Üç mason basit bir loca, beş mason tam bir loca, yedi mason ise mükemmel bir loca teşkil ederler. Üstad, Birinci ve İkinci Nazırlara ‘’ Üçler ‘’ denilir. Kâtip ve Hatip ile beşler olurlar, bu beş kişiye ‘’ Envâr=Işıklar ‘’ denilir. Üçler, beşler, yediler… sözcükleri Bektaşi gülbanklarında daima geçer. Bektaşilere de ‘’ ışıklar ‘’, ‘’ ışık taifesi ‘’ denildiği bilinmektedir. Bu isimde Anadolu’da çok köy vardır.
İskoç Riti dört büyük gruba bölünmüştür. Mavi kordonlular, Kırmızı, siyah ve beyaz kordonlular. Maviler 1-3 dereceli sembolik Localardır. Mavi renk gökün ve masonun maharet sahibi olmak istediğini niteleyecek, ilk üç derecedeki durumunu şartlandıracak toleransın rengidir.
Kırmızılar 4-18 dereceye kadar olanların rengidir. Rose Croix’ları teşvik eden fedâkârlığın sembolü bir renktir . Siyahlar; Törenle yola gelmiş kimse, çabaların boşa gittiğini fedakârlık ve şevkinin faydasız olduğunu zannedince, ona çöken hüzün sembolüdür. Bu renk 19-30 dereceye kadar mason gruplarının Aeropajlar veya Kolejliler- Konseylilerdir.
Beyazlar; İnitation’un doruğuna erişen masonun rahatlığını, huzurunu temsil eder. Bunların işi 31 derece için Yüksek Haysiyet Divânı, 32 derece için Konsistvar , 33 derece için Yüksek Şûra’dır.
Bektaşiler; mavi rengi giymezler. Bu renk Muaviye ve Yezit kullanmış. Kezâ boza içmezlermiş, bunu da Muaviye yapmış ve içermiş diye… Bu âdetler özellikle Arnavutluk taraflarında vardır. Anadolu’da pek duymadım.
Sayılara gelince; hepsi üzerindeki Bektaşi düşünüşünü yazsam söz uzar. Üç sayısını ele alıyorum. Bektaşilikte Allah- Muhammed- Ali üçlemesi var. Bir de eline- diline-beline formülü var. Bu üç nesneye hâkim ol demektir ( Bu üç söz Arap harfleriyle yazılışında baş harfleri ‘Edep’ sözcüğünü meydana getirir ki, bu iç nesneye hâkim olan kişi edepli kişidir). Keza; Mürid-Rehber-Mürşid, üçlüsü var.
Bir de insan terbiyesinde ( evde aile terbiyesi- okulda öğretmen terbiyesi- işinde Amir terbiyesi ) var. Eskiler bu sonuncuya değer verirlerdi. Bir çırağın iyi bir usta elinde, bir memurun iyi bir amir elinde iyileşeceğini söylerdi. Masonlar da bu sayıya değer verirler. Toplantılarına başlarken, bitirirken, vuruşta, alkışta, yürüyüşte üç sayısını kullanırlar. Eskiler bunu, yaratılış-hayat-ölüm olarak ele almışlarsa da yeniler; geçmiş zaman- şimdiki hâl- gelecek zaman olarak ele alırlar.
3-5-7-9-12-72 gibi sayılar masonluk törenlerinde de yer alıyor. Birinci derece çalışma rehberinde şöyle bir cümle var: Bir Locanın tam ve mükemmel olabilmesi için onu üçlerin sevk ve idare, beşlerin tenvir ve yedilerin ikmal etmesi lâzımdır. Bektaşilerde üçler, Allah-Muhammed-Ali; Muhammed-Ali- Fatıma; Ali, Hasan, Hüseyin’dir.
Masonlarda XXXI.derece üyelerinin meydana getirdiği Yüksek Haysiyet Divanı yetmiş iki kişiyi aşamaz. Bu sayı Bektaşilikten çok önemlidir. Bektaşiliğin esaslı noktalarından biri olan Kerbelâ faciası şehitleri olarak adları sayılan yetmiş iki kişidir. Bütün gülbanklarda bu yetmiş iki Kerbelâ şehidine dûa edilir, adları anılır.
Masonlarda beş sayısının önemi eski duvarcılık, mimarlıktan gelmedir. Eski büyük mabed, katedral gibi yapıların inşasında bu yapıları beş esaslı temel noktası üzerine kurulmuşlardır. Bu beş noktaya ‘’ Landmarks’’ denirdi. Bektaşilikte yedi sayısı üzerinde duruluş nedenleri çoktur. Hz. Muhammed’in Hz. Ali’ye:
- Ya Ali !.. Sende bulunan yedi sıfat toplu olarak başkasında bulunamaz. Kimse sana bizde vardı diyemez, demesi bu sayıya verilen önemlerin nedenidir. Gök kuşağının ( Fatma Ana Kuşağı ) yedi renkli olması, renklerin genel olarak yedi tane olması, Kur’an’ın özü sayılan Fatiha Suresi’nin yedi âyet olması ( bu sureye Seb-al-mesani de derler ), haftanın yedi gün olması, kutsal kitaplara göre yerler ve göklerin yedi kat olması, ve yedi iklim yaratılması, yıldızların yedi olması, insan boynunda 7 kemik bulunması, tasavvufta insan-ı kâmil sembolü olan ‘ Nay’ın yedi deliği bulunması ve insan başında yedi delik bulunması (yedi delikli tokmak.) bu konuya örneklerdir.
Yedi Terkeli ( dilimli ) tâc ve çıkıntılı Palheng Taşı kullanılması da burada kaydedilebilir.
Masonlarda da 23. derecesinin ( Chef du Tabernacle) erkânında Pek Muhterem Amir Şövalye’nin konuşmasında şöyle bir cümle vardır: Yedi sayısı bütün esatiri theogonie – İlâhiyat ta bütün sembolizmalarda mukaddes bir rakamdır. Yedi seyyare gerçek masonu tanıtan yedi fazileti tasvir eder. İman, yani sonsuzluğa karşı duyulan incizab ( güneş ) ile, ümit ( ay ) ile şefkât ( Zühre ) ile, bütün engellere karşı gelen irade kuvveti ( Merih ) ile tedbir ve ihtiyat ( Utrait ) ile, iffet ve namus ( Zuhal) ile, adalet ( müşteri ) ile temsil olunur .
Keza yedi renk musikinin yedi sesine uyar. Renk, masonlarda 27. derecede görülüyor. Bu derecede üç önemli renk vardır. Beyaz, kırmızı, siyah, Bunlar sırasıyla iffet, itaat, fakirliği temsil eder.
On iki sayısına gelince ; on iki imam gibi Bektaşiliğin esas ve büyük inanç ve sevgisi üzerinde toplanmış olan Hz. Muhammed ve Hz.Ali’nin soyundan gelenler var. Bu sayıya altın zincir denilir. Başa giyilen tac (Hüseyni Tac) da on iki dilimlidir.Teslim taşı olarak boyunda taşınan taş da on iki çıkıntılıdır. Aylar on ikidir, burçlar on iki ( Lâ İlâh-e İllâllâh ‘’ Tanrıdan başka tapacak yoktur’’- Muhammed Resulullah ‘’ Muhammed Tanrı elçisidir ‘’ Ali bin Ebu Talib ‘’ Ebu Talibin oğlu Ali’’ Emir-el mü’minin ‘’ inanmışların başbuğu ‘’ Şah-ı velâyet-penâh ‘’ dayanağımız Tanrı ermişlerinin başı ‘’, anlamlarındaki Arapça cümleler on iki harflidir. Hâl-i i’tidâlde iken gece ve gündüz on ikişer saattir, Hz. Muhammed’e Akabe’de ensardan ( yani Medinelilerden on iki kişi bi’at etti ve peygamber bu on iki kişiyi nakipliğe atadı). İnsanın sırt bölümündeki on iki vertebra vardır. 12 post, 12 hizmet vardır.
Masonlara göre 12 sayısı 3, 4 ve 5 sayılarının toplamı olarak meydana geldiğinden önemlidir. Bir de onikigen denilen şekil de Fisagor’a göre geometri bilgisinin en önemli şekillerden biridir.
Bektaşilik ve masonluk konusunda bir etüt hazırlamış olan dostum Dr. Avni Karabece, bu yazısında Hz. Peygamber zamanında da kapalı çalışan dernekler bulunduğunu, güven ve doğruluk prensiplerini korumak amacında çalıştıklarını kaydediyorlar. Sonradan Hz. Muhammed’in birinci ve ikinci Akabe bey’atlarinde, Medineliler’den güvenilir kimseleri bir çeşit tahlif töreni ile yemin ettirerek bu yola aldıklarını söylüyorlar. Hz. Ali’nin de, Hz. Muhammed’den en yüce mertebeyi aldığını, vefatlarına yakın günlerde ‘Ashab-ı Sûffe ’ meclis toplantılarına Hz. Ali’yi vekil atadığını söyleyen Dr. Karabece, mescitte imamet yapan Ebubekr’e karşılık Hz. Ali’nin kapalı Ashâb-ı Sûffe toplantılarına başkanlık ettiğini ve Ebubekr dahil Ömer, Osman ve diğerlerinin onun irşadına nail olmayı yadırgamadıklarını da yazmaktadır.
Bu kapalı derneğe dahil olmayanlardan başta Muaviye mel’un olmak üzere Peygamber soyunu çekemeyenlerin birleşmesiyle İslâm’da ilk ikilik ortaya konmuştu. Yani şeri’atcılar ile kapalı yol erbabı arasında bir ayrılık olmuştu.
İhvan-üs-suffe denilen bu kapalı dernek mensuplarına, sonradan İhvân-üs-safâ denildiğini yazan Dr. Karabece zamanla Müslüman Türkler arsında bulunan ‘Ahi’ adı ile devam ettiğini, bunların da çırak, kalfa, ustalık gibi zümrelerle ameli=operatif bir bölüm ve bunlar arasından yetenek gösterenlerin de işin felsefesi ile uğraşarak afaki=spekülatif dereceleri kazandıklarını söylüyorlar.
Dr. Karacebe yazısına devamla şöyle demektedir: Bir süre sonra Horasan Erenleri adı altında yine bunları görüyoruz. Zamanla Hallac, Cüneyd, Şibli, Bayezıd Bistami gibi olgun insanlar yetiştirmiştir. Hatta Farabi, İbn-i Sina, İbn-i Bacc gibi büyük kişiler de bunlar arasından yetişmiştir. XIII.yüzyıl ortalarında Anadolu’ya göç eden Hacı Bektaş Veli de bunlardan idi. Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman Bey de Ahi idi. Ahi Şeyhi Şeyh Edebali’nin kızı ile evli idi. Oğlu Orhan Gazi ve onu oğlu Murad da ahi idiler. Daimi bir ordu teşkili fikrini Hacı Bektaş Veli hazretlerinden aldılar. Yeniçeri Ağası deyimi ‘’ Yeniçeri Ahisi ‘’ sözünden çevrilmedir. Murad Gazi, Ahi Şeyhi olup, bunu padişahlığına üstün tutmuştur. Mağrur ve içkiye düşkün Bayezıt I, Ahiliğe alınmamıştır. Ahi olan kardeşi Yakup Çelebi’yi boğdurması da onu Osmanlılarda ilk kardeş katili diye tanıtmıştır.
Bu etütten de anlaşılan şudur ki; doğunun insanı olgunlaştırıcı dernekleri zamanla Batıyı etkilemiş; uygarlık konusunda bunların rolü görülerek Batılılar tarafından benimsenmiştir. İslam’ın kapalı İhvan-üs-safa, Ahilik ve sonradan Ahiliği eriterek onun yerin tutan ve ondan daha geniş bir… Bektaşilik, Batıda çeşitli adlar altında uygulanmıştır. Düşünüş, inanış, törenlerindeki davranışları ile birlikte…
Ek olarak kaydetmek istediğim iki nokta daha vardır. Bahai diye bir din var ki, bunlar İran’da Babi adıyla başlayan bir hareketin sonu meydana … takibata uğrayınca Suriye …. Nihayet Amerika’ya gittiler. Bunlar ortaya yeni bir şey getirmemişler, inanış ve düşünüşlerinde de hemen hemen Bektaşilikte ne varsa hepsini almışlardır.
Bir de Qoaker’ler var ‘’ Trembleures ‘’ İngiltere ve Amerika’da başlayan bu (secte religieuse) XVII. Yüzyılda kurulmuştu. Bugün Amerika’da üç milyondan fazlaca mensubu bulunan bir dindir. Kardeşlik havası içinde sade yaşamayı, ibadet ve diğer bütün hususlarda sadeliği, doğruluğu ele almışlardır. İnsan öldürmeyi ve bunun sonucu harbi sevmezler.
Bugünki Amerikan başkanı Nixon da – hepiniz bilirsiniz ki – Kızılderili- yani Asyalı kökten gelme bir Quaker’dir. Bunların ahlak ve erkanı da hemen hemen bizim Bektaşiliğimizde alınmıştır.
Bu iki noktaya bu kadarcık dokunmakla yetiniyorum. Dr. Bedri Noyan
6. Okuma Parçası
Masonluk ve Mevlevilik
Masonların, Sabetayistlerin, misyonerlerin etkisiyle imanın, namazın şartları gibi, zaman içinde öteki Mevleviliğin ibadet şartları (!) masonlar tarafından icat edilmiştir. Bu semaya ne Kur'an'da ne sünnette ne de herhangi bir mezhep imamının içtihadında rastlayabilirsiniz. Hazreti Mevlana'nın(k.s) eserlerinde, öğretilerinde de asla böyle bir ayin usulüne rastlanılmaz. Bu algılama şekli tamamen mason üstatlara aittir.
Mevleviler ve semazenler yüzyıllar boyu devlet koruması altında kalarak ney, kudüm ve benzeri musiki aletleri önünde ayinlerini serbestçe icra etmişlerdir. Tekke ve zaviyelerin kapanmış olmasına rağmen Mevlevilerin kollanması, faaliyetlerine kol kanat gerilmesi oldukça düşündürücüdür. Yerli ve yabancı masonlar, sol gruplar, yabancı misyonerler, içi boşaltılmış Mevleviliği ve semayı yüzyıllar boyunca hep el üstünde tutmuşlardır. İlginçtir ki diğer tarikatların zikir meclislerini irtica yaftalarıyla karalayanlar, iş Mevlana'yı anma etkinliklerine geldiğinde suspus kesilmişlerdir. Devlet erkânından kimilerinin Mevlana'yı anma gününde hazır oluşları, mason çevreleri hiç rahatsız etmemiş; aksine oldukça mutlu kılmıştır.
Misyonerler 14 Temmuz 23 Ağustos 2007 tarihinde "Kırk Gün Kırk Gece Sema" etkinliği için Yalova'da toplanmışlardır. Bu etkinlik, öteki Mevlevilik, masonik ibadet algısını ( ! ) toplumda yaygınlaştırmak planına uygun şekilde, yurtdışındaki mason misyonerlerce desteklenmiştir. Bu ayinle yepyeni bir ibadet şekli ortaya çıkarılmıştır. Kadın erkek semazenler müzik eşliğinde dans ederek ilahi aşkla (!) kendilerinden geçmişlerdir. Öteki Mevlevilik algısıyla ortaya konan yeni ibadet şeklinde kadın erkek iç içe olabilecektir, burada önemli olanın niyet olduğu düşüncesini vermek asıl amaçtır. Bir adım ötede de sema etmek yeterli, namaza gerek yoktur felsefesi durur.
Kız erkek karışık olarak da icra edilebilir. Öteki Mevlevilik, bir bakıma masonik ayinlerinin İslami sürümü olarak da görülebilir. Mevleviliğin on üçüncü yüzyıldan sonraki görselliği içler acısıdır. Masonlar, Zaman içinde Mevlevilik öğretisini asıl özünden uzaklaştırmış, içini boşaltarak kendi emellerine uygun bir şekilde yeniden yapılandırmışlardır. Burada asıl amaç Müslümanları yoldan çıkarmak, İslami zühd hayatını (tasavvufu) sığlaştırıp yozlaştırmak, Efendimiz Aleyhi selama (sav) duyulan büyük sevginin önüne geçmek, mevcut potansiyeli kendi amaçlarına uygun bir yapıya dönüştürmektir. Burada en büyük destekçileri de çaldıkları neyin önünde ilahi aşka yanan(!) saf Müslüman Mevlevi semazenlerdir. Öteki Mevlevilerin evrensel sembollü incelendiğinde kol resminin baltaya benzediği görülecektir. Balta ise masonların bir remzidir. "Mason (Fransızcası da Maçon), eski çağlardan beri inşaatlarda çalışan balta, çekiç ve keski kullanan duvarcı, taşçı anlamına gelir."
Mevlevilik, aynı şekilde Bektaşilik de masonlukla pek çok yönden benzeşiyor. Simgecilik, gizlilik, giyim-kuşam, felsefe, dereceli sistem, selamlaşma ve tanışma, toplantı yer ve yöntemleri olarak, oldukça uzun ve yukarıda değindiğim gibi başlı başına bir kitap konusu.
Sabetaycılar, Mevlevi tarikatına sızmışlardır. Bu tarikata yön veren de onlardır. Sabetaylar'ın büyük bir kısmı da Mevlevi dedesi olarak (!) yıllarca semazen (!) yetiştirmişlerdir. Mevlevi dedelerinin çoğu mason üstadıdır. Sabetaycılar, masonlar, misyoner güçler Mevleviliği İslama alternatif yeni bir din gibi sunmak istiyorlar.
Mason çevreler, Mevlevi sufilerini yüzyıllardır kendi amaçları etrafında sema etmelerini sağlamışlardır. Müslüman aydınlarsa "Hazreti Mevlana'dan ayıp olur mu acaba?" düşüncesiyle ilginç Mevlevi ayinleri, semazenlerin boş boş dönüp durmaları karşısında suspus kalmayı yeğlemişlerdir. Hâlihazırdaki Mevlevilik ve semazenlik tamamen masonik felsefenin etkisi altındadır. Öteki Mevlevileri, Sabetaycılar, mason üstatlar, misyoner idare etmektedirler.
Sonsuz Ark'tan
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark Manifestosu'na aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.