Çoğu kişinin “Allah Sorar” eseriyle tanıdığı Aykut Kuşkaya, 30. sanat yılına yeni bir albüm ile girdi. Albümü dinlerken “hayatımın filmini anlatıyor gibi hissediyorum” diyen Kuşkaya, her şeyin dijitalleştiği çağda albüm çıkarmanın bir gereklilik olduğunu savunuyor. Müziğin hala helal mi haram mı diye tartışıldığını ifade eden Kuşkaya, gitar ile eser yaptığı için bir dönem “gavur” olarak yaftalanmış ve tehditler almış. Ezgi türünün kulvar bulma ihtiyacı ile ortaya çıktığını söyleyen Kuşkaya, türün devam etmemesini ise şöyle özetliyor:
“Eskisi gibi dertlerimiz yok çok şükür ama hala dertlerimiz var. Belki de dillendirmeyi doğru bulmadığımız için ezgi müziğin devamı gelmedi.” 7 yıl gibi uzunca bir aradan sonra çıkardığı “Rüyam” albümünü dinleyicisiyle buluşturan Aykut Kuşkaya ile yeni albümünü, dijitalleşen müzik sektörünü ve ezgi türünün sektör olamamasını konuştuk.
– 30. sanat yılınıza 10. albümünüz olan Rüyam ile girdiniz. Albüm için benim gerçekleşen rüyam diyorsunuz. Neydi rüyanız?
Barış Manço’nun söz yazmadığı nadir eserlerden birisidir Rüyam. Yanılmıyorsam 1992 ya da 1993 çıkışlı. Tamamen enstrümantal bir eser. Bu müziğe bir söz yazsak, hayat versek diye sürekli düşünüyordum. Sözleri Ömer Faruk Güney’e ait. Böylelikle Barış Manço’nun yeni bir şarkısını yapmış olduk. Bu sayede albümde bir ilki de gerçekleştirmiş oldum.
Barış Manço’nun yeri bende özeldir. Onu sadece çocukluk yıllarımda dinlemekle kalmadım hatta onun etkisiyle gitara başladım. Bu albüm benim için bu yüzden önemli. Diğer bir önemi ise 1993 yılından Sezen Aksu’nun Deli Kızın Türküsü kasetindeki Dua isimli eseri albüme almamız. Ara sıra çalar söylerdim ve bir gün gelse de okusam diye düşünüyordum. Sezen Hanımla görüştük, izin verdi. Bir rüyam da böyle gerçekleşmiş oldu. Yavuz Bülent Bakiler ağabeyimizin şiirleri hiç bestelenmemiş. Üniversite yıllarında kendi kendime okurken ezberlediğim Sen Sen Sen şiirini besteleyememiştim. Onun da zamanı gelmiş demek ki. Diğer bir rüyam da böyle gerçekleşmiş oldu.
2011 yılındaki Seranaat albümünden 7 yıl sonra albüm çıkartmış olmak da bir rüyanın gerçekleşmesi sayılır. Üstelik artık albümlerin tamamen dijital sektörde olduğu, oradan takip edildiği, satın alındığı bir dönemde albüm çıkardık. “Abi tebrik ediyoruz büyük cesaret, bu ekonomik zorlukta hem de CD çıkarıyorsun” diyenler oldu. Yapılması gereken bir şey olarak görüyorum.
Sözün altını çizmek önemli
-Şarkının zamanı nasıl gelir?
Bir sözü bestelemekle alakalı dediğim şey. Siparişle olacak iş değil. Bir şey besteleyebilmem için benim o eserde kendimi buluyor olmam lazım. Siparişle yapsam dediğim şeyler de oldu. Mesela üstadın Sakarya Türküsü. 11 ya da 12 tane beste yaptım. 4 yıl önce bıraktım artık. “Bu benim harcım değil” dedim ve pes ettim. Çünkü söz bestelemek ciddi bir iş, bir sorumluluk. O sözün altını çizerek müziğe döndürmeniz lazım ki, yaptığınız beste sözü ezmesin. Şair sözü besteliyorsunuz, sözün altını çizmek önemli. Albümdeki Sen Sen Sen’e, daha önce bir şeyler düşünmüştüm ama içime sinmemişti ve öyle bırakmıştım. Ama şimdi albümde. Zamanı geldi, demlendi derken bunu kastediyorum. Mesele şair sözü olduğu zaman, yani işin içinde söz olduğu zaman biraz daha üzerinde durmak gerekiyor. Müzik, dinleyenin içinde kendinden bir şeyler bulabileceği objektif olmayan bir tür.
-Dinleyince film müziğini andırıyor birçok müzik. Size ne hissettiriyor albümü dinlemek?
Hayatımın filmini anlatmak gibi hissettiriyor. Daha önce çıkardığım albümler için de bu geçerli. Albümü çıkarttığım dönemde ne yaşıyorsam, kaçınılmaz olarak onu yansıtıyorum eserlerime. Bu albüm, diğer 9 albüme göre biraz daha alaturka oldu. Mevsimi mi denk geldi, yaş itibariyle benim ruh halim mi buna müsait bilmiyorum. Bir sonraki albüm ne olacak onu da bilmiyorum.
-Dinlerken etkilendiğiniz, ilham aldığınız yabancı ya da yerli sanatçılar var mı?
Neyi söylesem bir diğeri eksik kalır. Ama özellikle 1970 ve 1980’lerdeki Türk pop müziğinin evrildiği dönemler. Bir yandan tamamen batı bestelerinin alınıp, üzerine Türkçe sözlerin yazıldığı aranjman dönemi ve 80’ler çok önemli. Köyden kente göç olgusu, tam tutunamamış ve yerleşememiş bir kesim. Diğer taraftan şehir hayatı… Barış Manço, Cem Karaca, Fikret Kızılok, Bülent Ortaçgil bu sıkıntıları anlatan isimler. Anadolu folk müziği de böyle türemiş. “Bırakalım artık şu aranjman dönemini. Fransız bestelerine söz yazmaktan vazgeçelim, kendi değerlerimizi üretelim” diye yola çıkmış çok dertli insanlar bunlar.
Gitar çaldığım için “gavur” dediler
– 70’ler ve 80’leri, 90’larda ezgi türünün ortaya çıkışı takip ediyor değil mi? Ezgi türünün diğer türlerden ayrılan noktasını ne olarak görüyorsunuz?
Ayrılan nokta, İslami ve dini hassasiyetlerin eserlerde yer bulması. Tek ayrımı bu. Aslında bu türün ezgi olarak adlandırılması zamanla olan bir şey. Bizim kendi aramızda çalıp söylediğimiz, bir kısmı marşlardan oluşan, inanan gençleri ifade ettiğini düşündüğümüz bir müzikti. Melodisi olan her şey ezgidir. Müzikte kulvar işi çok karmaşık. Sinemada İslami sinema diye bir şey yok. Bir zamanlar varmış… Yaftalamak çok doğru değil. Bir şeyin adına İslami dediğiniz zaman boyunuzdan çok büyük bir iş yapmış oluyorsunuz. İslami değil, şu kişinin müziği demek lazım. O yılların bir farkı da şuydu, müzik bizde çok sakıncalı bir şeydi. Hala bunu helal mi haram mı diye tartışanlar var. Örneğin gitar kullanmamdan dolayı çok kez “gavur” olmuşluğum var. Övenler olduğu gibi beni ölümle tehdit edenler de oldu. İslami camiadan geldi bu tehditler. Müslüman kesim binlerce yıldır Ezan sesi, Kur’an kıraati ya da buna yakın melodileri ezgi kabul ederek helal saymış. Bunun dışındaki melodiler, her devirde tartışılan şeyler olmuş.
Adına ezgi denmesi, bir kulvar bulma ihtiyacından kaynaklandı. Hatta Hakan Albayrak o dönem bir yazı yazmış, yeşil pop demişti. O tabir epey bir süre üzerimize yapıştı. 90’larda ilk özel radyolar yayına başladı. Dini içerikli yayın yapan radyolar da kendilerini besleyecek müziklere ihtiyaç duydu. Diğer radyolardan ve başka müziklerden ayrılmak için adına ezgi dediler ve böylece kaldı.
-Ezgi türü niye devam etmedi?
Devam etmedi çünkü bir sektör olamadı. Olmak da istemiyordu zaten. Ben de dâhil olmak üzere bu işi yapan arkadaşlar çoğu zaman başka mesleklerle uğraşmak zorunda kaldık. Çünkü bu işten geçinemedik. Müzik yaparak geçinebilmek için, düzenli ve sürekli bir yerde sahne alıyor olmanız lazım. Ya da telif sisteminin gelişmesi lazım ki, siz para kazanabilesiniz. Ve o parayı yine sanatınıza aktarabilesiniz. Ezgi müziği olarak biz bir sektör olamadık. Üretici, yapımcı, dinleyici ya da izleyiciyle üçlü bir sacayağı. Her zaman bunlardan birisi eksik kaldı. Hele 2000’li yıllardan itibaren bütün sektörün dijitale yönelmesiyle beraber bizim arkamızdan gelecek pek kimse kalmadı.
-Söz ustalarının eksilmesinin ezgi türünün kaybolmasına neden olduğu yönünde bir önerme var. Bu etkili oldu diyebilir misiniz?
Bizde ne söz ustası bitti çok şükür, ne de maalesef etrafımızda olay bitiyor. Benim 23 yıl önce “Ölümsüz Karanfiller” ismindeki bir filme yaptığım şarkı hala geçerliliğini koruyor. Sözleri şu: “Ey Filistin, ey Kudüs! Biz seninle öyle bir kardeşiz ki, kanlar içinde yere düşmeni izliyoruz.” Söz ustasının eksikliği değil de ben tam olarak sektör olamayışlarına bağlıyorum. İyi yapımcılar türemedi, özgün eserler üretilemedi ve bu sadece şiirle ilgili bir durum değil. Öncelikle ne iş yapıyorsanız yapın, evet onu severek yapmanız çok önemli bir şeydir ama aynı zamanda bunun sürdürülebilir olması da lazım. İnsanlar bununla geçinemiyorlardı bu yüzden uzaklaştılar. Ve bu tamamen içsellik gerektiren bir şey. Öncelikle bunun varlığını, acısını, derdini sancısını siz hissedeceksiniz. Sanat lüks şartlarda da olacak bir şey değil. Sokağa inmeyen, metrobüse binmeyen birisinin sokaklar hakkında yazabileceği hiçbir sözü yoktur.
Başörtüsü meselesi vardı, 28 Şubat vardı inanan insanlar gerçekten zulüm altındaydı ve biz bunu haykırıyorduk. “Haydi, başörtüsü meselesine şunu yazalım” ya da “Evet, 28 Şubat’ta çok üstümüze geldiler kalkıp yazalım” diye yola çıkmadık. Bir şeyler hissettik ve yazdık ya da dillendirdik. 2000’li yıllarda hem sektör dijitale kaydı, hem de artık inanan insanların böyle problemleri kalmayınca bizim de dillendirecek bir şeyimiz kalmadı. Günümüzde eleştiriyle yaklaşacağımız bir durum olduğu zaman biz bunu ancak kendi içimizde dillendiriyoruz. Eskisi gibi dertlerimiz yok çok şükür ama hala dertlerimiz var. Belki de dillendirmeyi doğru bulmadığımız için ezgi müziğin devamı gelmedi.
-Dijitalleşme neleri değiştirdi?
İlk kayıtları yaptığımız dönem, kanal kaydı bile yapamıyorduk. Şu anda yapılan bütün eserler tek tek kanal kaydı yapılarak söyleniyor. Mesela siz şimdi Rüyam’ı dinliyorsunuz orada klavye, piyano, klarnet ve vokal var. Bunların hepsi ayrı ayrı zamanlarda kaydediliyor ve birbirinin üzerine geçiriliyor. Uyum sağlanıyor ya da bir daha okuyoruz. Bu sistem yokken, stüdyoya klarnetçi, klavyeci, bağlamacı ve vokali yapacak olan giriyordu, o anda kayıt yapılıyordu. Yeni sistem avantaj sağlıyor ama eskisinin de tadı başkaydı. Daha sıcak, daha insani ve daha doğaldır. Çünkü gerçekten doğaçlama çalınır, tamam oldu denilip kayıt sona erer. Şimdi öyle değil. Tek tek uğraşılıyor, düzenleniyor, yanlış sesler bilgisayar ortamında düzeltiliyor. Biraz da sanatı öldüren bir şey. Bugün bir albüm çıkartmak için ya da bir şarkı söylemek için iyi sese çok sahip olmanız gerekmiyor. Birazcık kulağınız olsun, notaları doğru basın, gerisi bilgisayardan halloluyor.
***
TEHDİT YOKMUŞ GİBİ STOK YAPIYORLARDI
-Nurullah Genç’in sözlerini yazdığı 15 Temmuz Marşı nasıl bestelendi? O gece olayları birebir yaşadınız mı?
Nurullah abi de ben de 15 Temmuz gecesini İstanbul’un farklı meydanlarında geçirdik. Darbe girişimi tamamen engellenip, biz kendimize gelince bu günü unutturmamak adına ne yapabiliriz dedik. Nurullah abi bana çalışma taslaklarını gösterdi, tamam dedik. Bir eser haline getirdi Nurullah abi. Ben de besteledim. O gece eşimle evdeydim. İlk anda biz de ne olduğunu çok fazla anlamadık. Köprüde bir terör hadisesi mi var, kontrol mü, tatbikat mı derken TRT yayınıyla anladık olayları. Eşim doğum yapmak üzereydi ama havalimanına gitmek için yola çıktık. Markete su almaya girdik, market sahibi dükkânda hiçbir şeyin kalmadığını her şeyin yağma edildiğini söyledi. ATM’lerdeki sıraları, benzin istasyonlarındaki kuyrukları gördük. Sanki vatan tehdit altında değilmiş gibi stok yapıyorlardı. Daha sonra Cumhurbaşkanımız ve başbakanımız halkı sokak ve meydanlara davet etti. Havalimanına giden yollar kapanmıştı. O gece sokağımıza mahallemize sahip çıkmamız gereken bir gündü.
***
MOBİL KONSERE DAVETLİSİNİZ
-GZT’de yeni bir programa da başladınız…
İsmail Halis’in önerisiyle başladık. Aslında tvnet için bir program olarak düşünmüştük. Her telden eser seslendirelim, konuk alalım mı almayalım mı derken İsmail dijital yayınlardan bahsetti, bir deneyelim dedi. Öylelikle başladık. Benim için bayağı heyecanlı bir durum oldu. Ben konser vermeye alışkın bir adamım. O duruma alışabilmiş değilim. Yıllarca televizyon programı, radyo programı yaptım ama hepsinde farklı bir format var. Mesela radyo programında söylüyorsunuz, bitiyor, oradan çalma listesinden bir şeyler giriyor. Ya da bir dinleyici bağlanıyor. Sürekli bir şey oluyor ve ben tek başıma değilim. Tabi ki GZT’deki bu konser deneyimi bambaşka. İsmail’in tabiriyle mobil konser veriyoruz ama tek başımayım. Sürekli oradasınız ve siz varsınız. Ve karşı tarafta çok şey olup bitiyor.Aşk Olsun mobil konserlerini her Pazartesi 21.00’de Yenisafak.com ve GZT’nin tüm sosyal medya hesaplarından canlı olarak takip edebilirsiniz.
Halime Kirazlı, 10.10.2018, Sonsuz Ark, Çırak Yazar, Özel Dosyalar
Özel Dosyalar
Halime Kirazlı Yazıları
Takip et: @hlmkrzl
Sonsuz Ark'ın Notu: Halime Kirazlı Hanımefendi'ye çalışmalarını bizimle paylaştığı için teşekkür ederiz. Seçkin Deniz, 20.08.2018
İlk yayınlandığı yer: Gerçek Hayat
Sonsuz Ark'tan
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.