"Allah’tan Batı’da Giddensvari saçmalıklara boyun eğmeyen bir sağduyulu tefekkür de var. Modernliğin ortaya çıkardığı sonuçları endişeyle karşılayanlar, başta Zygmunt Bauman olmak üzere bu tezlere hep mesafeli durdular, eleştirdiler."
Batı toplumundaki aşk olgusunu “romantik” ve “birlikte” aşk olmak üzere ikiye ayırarak inceleyen Giddens, “tutkulu aşk”ın evrensel olduğu fikrindedir ama ona göre “romantik aşk” evrensel değil kültüreldir, Batı kültürüne özgüdür. Romantik aşk, çekirdek ailenin ve çocukluğun, anneliğin sosyolojik birer kategori olarak ortaya çıkmasıyla, evin merkezinin babanın otoritesinden annenin sevgisine kayması ve kadının evdeki tabii ve dış dünyadan kopmuş konumuyla bağlantılıdır; eksikliğin ötekinin fantezideki varlığıyla giderilmesidir.
Bu özellikleri nedeniyle romantik aşk, Giddens’a göre hastalıklıdır. Ancak modernlikle, kadının çalışma hayatına, kamusal alana çıkmasıyla birlikte, aşkın doğası değişmeye örneğin “ilişki” terimi ortaya çıkmaya başlamıştır. Kadınlar, modernliğin harekete geçirdiği mahremiyetin dönüşümü sürecini yönetmeyi bilfiil üstlenmişler, hem geleneğin baskıcı yanlarını hem romantik aşk ideallerini parçalamışlardır.
Kadınların bayraktarlığını yaptığı modern dünyada, artık hastalıklı romantik aşkın yerine, “birlikte aşk” modeli ortaya çıkmıştır. Ötekine açılmaya dayanan, kişiyi değil de ilişkiyi özelleştiren, bu yüzden romantik aşkın “sonsuza dek” ve “sadece ve sadece” gibi bağımlı nitelikleriyle uyuşmayan, saf ilişkiyi esas aldığından heteroseksüelliğe dayanmayan, romantik aşkın paranteze aldığı “ars erotica”yı ilişkinin çekirdeğine sokan “birlikte aşk” modeli… Aile içi şiddetin nedeni de erkeklerin bu eşitlikçi saf ilişki modeline gösterdikleri tepkiden başka bir şey değildir.
Bakmayın teorik cafcafına, Giddens’ın ne demek istediği pek açık aslında... Onun bu tuhaf analizine biraz daha tahammül rica edeceğim çünkü devamı daha da beter. Giddens, böyle resmettiği modern dünyada ikili ilişkilerde yaşanan sorunlara “cinsel özgürlük” merkezli bir arayış içinde ve gay ilişkilerinin bu konuda bir örnek sunduğu kanaatinde. Ona göre pekâlâ “cinsel ilişkilerin ve diğer kişisel alanların bir ‘birlikte aşk modeli’ne uydukları demokratik bir kişisel düzen için etik bir çerçeve” tasarlanabilir. Bu sayede cinsel demokrasiden tüm ilişkilere ve aileye yayılan demokratik yaşama doğru bir adım daha atılacaktır. Böylece kendisini ekonomik büyümeye ve teknik kontrole adamış olan modern uygarlığın duygusal doyum ve tinsel olgunluk alanındaki başarısızlığı giderilmiş olacaktır…
Böyle şeyler yazıyor, bu şekilde tuhaf çözüm önerilerinde bulunuyor Antony Giddens, üstelik epey zaman önce, ta 1992’de. Söyledikleri içinde savunulabilir olan tek şey, modernliğin duygusal ve manevi tatmin alanında başarısız olduğunu kabul etmesi. Diğer tüm tespitleri modernlik yanlısı bir akademisyenin insan ilişkilerinin geleceği hakkında marjinal fantastik görüşlerinden ibaret. Ama ne ki geçen zaman, Giddens’ın boş konuşmadığını gösterdi. Modernlik savunucuları, insan ilişkilerinde Giddens’ın tezlerini ve önerilerini esas alan siyasetler geliştirdiler.
Allah’tan Batı’da Giddensvari saçmalıklara boyun eğmeyen bir sağduyulu tefekkür de var. Modernliğin ortaya çıkardığı sonuçları endişeyle karşılayanlar, başta Zygmunt Bauman olmak üzere bu tezlere hep mesafeli durdular, eleştirdiler.
Geçen yazımızda değindiğimiz Belçikalı psikanalist Paul Verhaeghe gibi düşünürler, Giddens’ın resmettiği dünya tablosundan bambaşka bir tablo gördüklerini, felakete doğru yol aldığımızı anlatmaya çalıştılar. Modernlikteki mahremiyet dönüşümüne bakışta tam karşıt kutupta bulunan Bauman’ın “Akışkan Aşk: İnsan İlişkilerinin Kırılganlığına Dair” (Versus Yayınları, Çeviren: I. Ergüden) kitabındaki eleştirisinden daha önce bahsetmiş, bu mühim tartışmadan mutlaka haberdar olmamız gerektiğini söylemiştik. Çünkü insan ilişkileri alanında kıyamet tam da burada kopuyor. Giddens’ın hayalini kurduğu yere doğru gidilecek mi gidilmeyecek mi? Bauman’ın ve diğerlerinin bu gidişe karşı çıkmaları boşuna mı?
Modernlik bizim de üzerimize gelirken bu sorulardan kaçamayız ya da başımızı kuma gömüp görmezden geliriz ama sonra, birçok başka sorunda olduğu gibi kendimizi dizlerimizi döverken buluruz.
Erol Göka, Prof. Dr, 13.10.2018, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Uzaklardaki İnsan,
Erol Göka Yazıları
Takip et: @erolgoka
Sonsuz Ark'ın Notu: Erol Göka Beyefendi'ye, birey ve toplum sağlığı açısından çağın sorunlarına 'iyi' geleceğini düşündüğümüz değerli yazılarını bizimle paylaştığı için teşekkür ediyoruz. Seçkin Deniz, 05.06.2017
İlk Yayınlandığı Yer; Yeni Şafak
Sonsuz Ark'tan
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark Manifestosu'na aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.