"Sanatıyla, müziğiyle, tekstili, mutfağı, tarihi ve mimarisiyle yeni şeyler görüp öğreneceğimiz renkli bir dünya burası."
İran’ın, dünyaya, özellikle de bize, Kaf dağının arkasındaki bilinmezlik ülkesi gibi, biraz da karanlık yansıtıldığını düşünüyorum. Bunda batı kaynaklı haber ve yorumların etkisinin varlığı yadsınamaz. İran’ın da 40 yıldır süren ambargo sayesinde bu algıyı kırması hayli zor, ama aşırı milliyetçiliğin getirdiği korumacılık yüzünden buna pek de hevesli olmadıkları açık.
İran’da, benzerini İsrail’de gördüğümüz bazı uygulamalara rastladık. Persepolis’e giderken yol üstündeki polis noktalarında durdurulduk ve polis, otobüsün içini kontrol ettikten sonra geçişimize izin verdi. Bu arada başımıza yarım da olsa şalımızı örtmeli ve siyaset konuşmamalıydık…
İsfahan, Nakş-ı Cihan Meydanı
Rehberimiz Farsça bildiği halde polislerle Farsça konuşmadı, sebep olarak da sorular sorarak konuyu uzattıklarını söyledi. Polisle anlaşma işini (İranlı) şoförümüze devrettik. İsrail’de de rehberimiz; size ‘İngilizce biliyor musunuz’ diye sorarlar, bilseniz bile 'Bilmiyoruz' deyin yoksa soruları uzatırlar demişti…
İsfahan Ulu Cami (Cuma Mescidi)
Tahran Gülistan Sarayı
Kadınların oldukça rahat olduğu her zaman söylense de, örtü mecburiyeti sebebiyle dışarıdan bakanlar için hep bir sıkıntı varmış intiba veriyor. Ama geçmişe nazaran rejim kanunları oldukça rahatlamış; kollar dirseğe kadar uzun olsa yetiyor, bluzlar bol ve bir miktar uzun olduğu sürece dar pantolonlar da giyilebiliyor. Aslında oldukça usturuplu bir giyim tarzı olarak hoşuma bile gitti diyebilirim, fakat mecburen ve yalandan örtülen başörtüsünün eğreti durduğu da bir gerçek.
Bugünlerde mecliste başörtüsü mecburiyetinin kaldırılmasının konuşulduğu ve birkaç yıl içinde yasağın son bulacağı söyleniyor.
Yabancı turist için bir başka güvenlik ölçüsü ise alışverişte kazıklanmayacağından emin olmaktır. İran’da henüz bu konuda da sıkıntı yok. İleride olur demek istemiyorum. Belki de İranlılar hep böyle dürüst kalırlar. Şimdilik yoğun bir turist akını ve para trafiği olmadığı için ‘henüz’ notunu yine de düşmek istiyorum. Çünkü eskiden Türkiye’de de alışverişte müşteriyi kazıklamak çirkin bir şey olarak görülürken şimdi maharet haline gelmiş durumda.
Özellikle turistik alışveriş bölgelerinde –Kapalıçarşılarda- döviz geçiyor. Dolar&Euro kullanmak mümkün. Yine de paraları birlik, beşlik ve onluk olarak tutmakta fayda var. Para üstünü döviz olarak almak istemezseniz ki, bu da İran’da sahte para olabilir algısının ürünü. Bazı büyük halıcılarda, kuyumcularda -nadiren sıkıntı yaşansa da- kredi kartı geçiyor. Büyük alışverişlerde döviz üzerinden pazarlık yapmak daha akıllıca olur. Çünkü Riyal, Tümen ve bol sıfırlı paraları kısa zamanda hesaplayabilmek için hesap uzmanı olmanız lazım. Restoranlar, taksi, ulaşım ve küçük alışveriş dükkânları için mutlaka yerel para kullanmak gerekiyor.
Şiraz, Persepolis (Taht-ı Cemşid)
Alışveriş konusunda güvenilir olduklarını söylemiştim (Bu konuda da kötü bir tecrübe yaşamadık), paraları karıştırdığınız zaman cüzdanı açıp gösteriyorsunuz, satıcı içinden lazım olanı seçip alıyor ve üstünü geri veriyor. Turiste yüksek fiyat söyleme adetleri pek yok. Bölgesine göre fiyatlar düşük veya yüksek olabiliyor. Ama öyle büyük paralarla iş görülüyor ki, psikolojik olarak kazıklanmış hissine kapılıyor ve bir saat hesap yapıp işin içinden çıkamıyorsunuz. Yüz dolar bozdurunca bir deste para veriyorlar lakin harcarken, 500 bin-milyon gibi rakamları harcayınca o para da çabucak bitiyor. İlk zamanlar güvenmeyip hesapların sağlamasını yapalım dedik, her seferinde doğru çıkınca, bir süre sonra ipin ucunu bıraktık. Para olayını çözdüğümüzde zaten gezinin sonu gelmişti.
Aslında çok değil, 13 sene önce bizim de paramızda bol sıfırların olduğu dönemlerde aynı durumdaydık. Ama insan hafızası işte çabuk unutuyor. İran’ın da yakın zamanda böyle bir operasyon yapması gerektiğini düşünüyorum. Eğer turizm gelişirse ki öyle duruyor, bu büyük bir kolaylık olacak.
Evet, kolaylık lazım… En azından pratik zekâsı ve aceleciliğiyle meşhur olan Türk turistler için. Çünkü bizde 3 çay, biri açık, 3 kahve iki sade biri orta dediğinizde garson ‘hemen’ deyip fırlar gider, çaylar hemen, kahve de 5 dakika sonra gelir ama İran’da öyle olmuyor. İlk anda servis elemanının beynindeki sistem donuyor. Hepsini tek tek veya en fazla ikisini bir arada söylemek gerekiyor (Bazı yerlerde bizi şaşırtan bir hız olsa da çoğunluk böyle). Hesap ödemeye gelince işler daha çok karışıyor. Hesabını ayrı ayrı ödeyip çıkmak istersen biraz zorlanıyorlar. Son 4 çayın ikisini ödemek istediğimde aralarında 15 dakika konuştular.
Oysa tarihte İranlıların ticaret zekâsı övülür, bazı seyyahlar (Arminius Vambery) İranlıların tüccar bir millet olduğundan bahseder. Belki Uzun süren ambargoyla bu şekilde yavaşladılar, belki de karakterleri böyle bilemiyorum. Bu konuda Türkleri şampiyon ilan edebiliriz ama sakinlik konusunda da İranlıların hakkını yememek lazım. Trafikte korna çalmıyorlar, birbirlerine bağırarak konuşmuyorlar, sinirlenmiyorlar. Çarşılarında bir bağırtı çığırtı yok, güler yüzlüler ve sorulan sorulara sabırla cevap veriyorlar. Almaktan vazgeçerseniz suratlarını ekşitmiyorlar. Kim bilir iyi tüccar unvanlarını bu yönleriyle hak ediyor olabilirler.
Fiyatlara gelince, Türk Lirası'nın döviz karşısında bu kadar değer kaybetmediği 3-4 yıl öncesine oranla epey yükselmiş diyebilirim. 2 $ denilen bir ürünü, 5 liraya almak varken 11 liraya aldığınızda pahalık bariz fark ediliyor. Ama pek çok şey hala ucuz. Türk parası ile 25 liraya kallavi bir yemek yiyebilmek mümkün.
Yemekleri çeşitli, lezzetli ve porsiyonları bol. Ortadoğu mutfağını tanıyanlar bilir, mutfaklarımız epey benziyor. Hem et, hem de sebzeyi bize yakın çeşitte kullanabiliyorlar. Salata çeşitleri ve yoğurtları var, ama etleri, kebapları daha lezzetli. Sabah kahvaltısında da kaldığınız otele göre değişmekle beraber tanıdık tatlar bulunabiliyor. Ekmek konusunda zengin, zeytin ve peynir konusunda fakirler. Peyniri sağlık açısından yemediklerini söylüyorlar. Ambargo dolayısıyla tavukların hormonla beslenmediğini ve nispeten doğal olduğunu söyleseler de yediğimiz tavuklardan bizdekinden farklı bir tat almadık. Tahılları ve baklagilleri bolca kullanıyorlar, sebze ile mercimeği karıştırdıkları çorbaları da damak tadımıza uygun. Çok eşitli baharatları var, hepsi bildiğimiz tatlar, yoğunluğu ve aroması biraz farklı olabilir, ancak rahatsız etmiyor. Safranı pilavda ve dondurmada bolca kullanıyorlar. Onlarca çeşitte ve lezzetli pilavın yapıldığı Anadolu mutfağının yanında, İran pilavı için kibarca ‘Allah aratmasın’ denebilir.
Fakat çayları güzel, hoş kokulu ve büyük bardaklarda sunuluyor. Özellikle kurutulmuş güllü çayları enfes. Şerbetleri, ayranları meyve sularında hep doğal otlar, kokular hâkim.
Temizlik konusunda bizden kötü değiller. Sokaklarda rahatsız eden bir pislik olmasa da pirû-pâk olduklarını söylenemez. Kafamızdaki Ortadoğu algısına göre temiz sayılırlar. Konaklama konusunda çok gelişmiş olmasalar da güzel ve temiz otelleri mevcut. Orijinal kervansaraydan otele çevrilen İsfahan Abbasi Otel görülmeye değer. Konaklama ücretleri de bizden makul. Ancak, rehberimizin söylediğine göre tüm İran’daki otel sayısı Antalya’daki otel sayısından azmış.
Bölgesine göre değişmekle birlikte bazen tuvalet konusunda hijyen sorunu yaşanabiliyor. Ama her yerde bol bol peçete bulunuyor. Bazı yerlerde aynı kabinde hem alaturka hem alafranga tuvalete rastlarsanız şaşırmayın.
Halıları güzel ve hala ucuz. Bizdeki fiyatın yarısına veya biraz daha ucuza güzel bir el halısı alınabiliyor. Üstelik İran yün halıları katlanınca ufacık oluyor ve bizim el halıları gibi havaleli durmuyorlar. Arkası ve önü değişik motif ve renklerde dokunmuş halıları var. Bu tarz olanlar ve ipek halılar daha pahalı ama fiyatları bize göre yine de uygun.
Mimarisinde ve sanatında ihtişam ve aşırı süslemeler hâkim. Camilerin, sarayların ayna ve çini süslemeleri için göz kamaştırıyor demek az kalır, ‘göz yakıyor’ demeyi uygun buluyorum. Özellikle Şiraz’daki Şah Çerağ (Işıkların Şahı) Cami ve Türbesi’nde, Işıkların Şahı ünvanına uygun olsun diye mi o kadar özenle ve şatafatla süslenmiş bilmiyorum ama etrafa saçılan renk ve ışık cümbüşünden başınız dönüyor.
Şiraz, Şah Çerağ Türbesi
Tabi bunlar hassas konular. İran büyük bir coğrafya ve oldukça kozmopolit bir toplum yapısı var. Evet, büyük millet ve kadim bir kültür ama sokakta yürürken kişisel algıları kenara koyup baksan dahi değişim ve dönüşümün, toplumdaki sancısı hissedilebiliyor. Aynı Türk modernleşmesi gibi İran modernleşmesini de kendi tarihi gerçekleri ve toplum yapıları açısından ayrıca değerlendirmek gerekir. O yüzden böyle karışık nüfus ve coğrafyalar söz konusu olduğunda toplumun dinamikleri açısından susmak ve beklemek, konuşmaktan daha evla olabiliyor.
İran’a giderken, bizde de çok farsça kelime varmış zaten İran’ın yarısı da Türkçe biliyormuş kolaylıkla anlaşırız diye hayallere kapılmamanızı tavsiye ederim. Biz Farsçadan aldığımız kelimeleri Türkçe dil yapısına göre değiştirmiş olduğumuzdan onlar artık Farsça değil çünkü... Oteller ve lüks mağazalarda çalışanlar dışında İngilizce bilen de yok denecek kadar az. Çarşıda pazarda nadiren denk gelir de bir Azeri Türk’ü görürseniz ne ala. Alışveriş yaparken çok sorun olmuyor çünkü hesap makinesi üzerinde rakam yazarak bir şekilde anlaşılabiliyor ama adres sorarken gideceğiniz yeri mutlaka İranlı’nın bildiği kelimelerle sormak gerekiyor. Persepolis yakınındaki Kral mezarlarına (Nekropolis) Nakş-ı Rüstem, Persepolis’e Taht-ı Cemşid, İsfahan Ulu Cami’ye de Cuma Mescid’i diyorlar mesela. Kaldığınız otelin kartını almakta fayda var. Taksiciye gösterip bu şekilde gideceğiniz yere ulaşmak kolaylaşabiliyor.
Şiraz, Persepolis -Nekropolis-Nakş-ı Rüstem
Turizm ve turistik hizmetler konusunda çok iyi değiller. Otellerde veya turist bilgilendirme ofislerinde şehirlerin tarihi kültürel alanlarını, ulaşımını gösteren Avrupa’daki gibi profesyonel şehir haritaları, açıklamalı turistik gezi rehberleri bulmak zor. Şimdilik bu konularda İran’ı Avrupa ile karşılaştırmamanızı salık veririm.
Şiraz, Hafız-ı Şirazî Kabri
Bizde herhangi bir şairin kabrinde böyle bir manzara görmek neredeyse hayal!
Son olarak İran’ın bahçelerine kısaca değinmek istiyorum. Eram Bağları ve Fin bahçeleri Unesco tarafından tescillenmiş. Benzer başka bahçeleri de var. Su kanallarındaki ve havuzlardaki su dolaşım sistemi 2500 yıl önce bulunmuş ve doğal bir pompalama sistemi dolayısıyla teknik olarak ilginç görünüyor. Ancak mimarileri ne kadar ihtişamlı ise bahçeleri o kadar sade ve dinlendirici diyebilirim. Bizde ‘Millet Bahçeleri’ tartışılıyorken İran’ın yaşayan binlerce yıllık bahçelerine dikkatle bakmak lazım.
Tahran’da ana caddelerin kenarlarında bulunan çınar ağaçlarını dikme şekilleri de, sulama yöntemleri de dikkatimi çekti. Belirli aralıklarla değil, topraktan fışkırırcasına sıklıkta dikilmiş ağaçlar. Bizdeki gibi budanıp kuşa çevrilmemiş, gökyüzüne doğru özgürce uzamışlar. Sulama yöntemleri de tarla bitkisi sular gibi. Akşam olunca çınarların dibine açıktan su veriliyor ve yol boyunca küçük bir dere akıyor hissine kapılıyorsunuz.
1990’lardan beri tanıdığım bazı kişiler İran’a gidip gelir. Başka gidenlerden de olumlu yorumlar dinlediğim halde kafamdaki İran algısının normalleşmesine medya ve çevre pek müsaade etmedi. Evet, ben İran’ın kadim kültüründen haberdardım, herhangi bir sorun olmayacağını da biliyordum, ama bu tura çıkmadan önce de eş dosttan değişik yorumlar duydum. ‘Aman! Dikkat et başına bir şey gelmesin’ diyen de oldu, ‘Kaçırırlar’ diyen de. Ben Bunları yazdıktan sonra da okuyanların genelindeki benzer algıyı değiştirebileceğimi sanmıyorum. Rehberimize bakacak olursak bunların tek suçlusu İran’dan güzel haberlerin gelmesini istemeyen, bazı olumsuzlukları da bire bin katarak yalan ve abartıyla aktaran, bir bakıma iyi haberleri (Bir İslam devletini iyi göstermemek amacıyla) sansürleyen dünyadaki batı medyası. Türkiye de de aynı şeyi laik kesim yapıyor.
İran’dan şu veya bu şekilde gelen ve Türkiye’ye yerleşen İranlıların anlattığı olumsuz hikâyelerin ise pek önemi yok. Buna cevap olarak ‘Türkiye’den Avrupa’ya giden Türkler de aynı şeyi yapmıyor mu?,’ ya da ‘Türkiye hakkında da olumsuz haberler, filmler yapılmıyor mu?’ diyor rehberimiz. Böyle düşününce bir bakıma kendisine hak veriyoruz da ancak İran devriminin hemen akabinde Devrimi korumak bahanesiyle ortaya çıkan grupların, Humeyni’den haberli veya habersiz, devlet destekli veya bağımsız, halka uyguladığı şiddet ve baskının günümüze yansımalarının etkilerini unutmamak lazım.
Ancak rehberimizin ülkesine karşı olan sevgi ve koruma içgüdüsünü de takdir etmemek elde değildi. Memleketini kötüleyen insanların hiç güven vermediğini söyleyebilirim. Aklıma hemen Viyana seyahatimizdeki Türk rehber geldi. Hem kendi ülkesini hem de Avrupa’daki vatandaşlarını kötüleyin oldukça gerildiğimizi hatırlıyorum. Her ne şartta olursa olsun, memleketini seven insana ise ancak saygı duyulur.
Turdaki arkadaşlarımızın yüksek bir profili vardı. Profesörler, doktorlar, üst düzey yöneticilerle gezdik. Okuyan yazan ve dünyada pek çok ülke görmüş insanlar bunlar, ama yine de İran hakkında olumsuz fikirler edinmişler. Hele içimizde 35 yıllık eski bir rehber vardı ki, bir turizm profesyoneli olarak o bile İran’a bireysel gelmeye cesaret edememiş. Çünkü devrimden kısa bir söre sonra (80’lerin ortaları) geldiği İran’da gördüklerinden korkmuş ve etkilenmiş, aklında da hep o ülke kalmış.
Persepolis’i ısrarla görmek istemiş, kendince güvenli bir yol seçip turla geldiği İran’ı görünce "Ben böyle bir şey beklemiyordum" diyor.
Bütün bunları İran’da güllük gülistanlık bir hayatın olduğu, hemen hiç sorun olmadığını söylemek için yazmadım. Evet, her ne kadar normalleşti desek de hala İran’dan gitmek, Avrupa’da, Kanada’da yaşamak isteyenler var. Evet, İran’ın muhalefete karşı sert ve müsamahasız tutumu da bir gerçek. Ambargo yüzünden işsizlik, pahalılık yaşadıkları, dünyayla yeterince kaynaşamadıkları da doğru. Lakin İran’da hayat zorsa, İranlılar için zor; dışarıdan gelen turistler için herhangi bir sorun yok. İran’ın kadınlar için başörtüyü mecbur tutması da turisti ilgilendiren bir konu değil. Bundan kadın hakları adına korkutucu bir çıkarım yapmak ve tepki koymak gerçekçi değil. İran’da kadınlar okuyorlar, çalışıyorlar, üniversiteye gidiyorlar, siyasete giriyorlar, her yerdeler…
Esasında, Uzakdoğu ya da Güney Amerika’daki bazı ülkelerde aleni olarak seks turizmi yapılırken, bazı ülkeler (Neredeyse çocuk yaştakileri kullanarak) fuhşu normal bir ticaret aracı görüyorken, dünyadan ses çıkmıyor ve hiç tepki almıyorsa, İran için bahsi geçen sebeplerle oluşturulmak istenen bu imajın, siyasi amaçlı ve planlı olduğunu düşünenleri haklı buluyorum.
Yezd, Zerdüştlerin Sessizlik Kuleleri (ölülerini yırtıcı kuşların yemesi için bıraktıkları kuleler)
İran’a gidin, görün, alışveriş yapın, kafelerinde oturun, çaylarını için, müziğini dinleyin, müzelerini, saraylarını, camilerini gezin ve hayret edin. Köprülerinde bahçelerinde yürüyün, yapabiliyorsanız halkla sohbet edin. Zamanınız ve maddi imkânınınız yeterliyse en az 15 gün ayırın. Çünkü çok büyük bir ülke, gezilecek çok yeri var.
Orta İran; Tahran, İsfahan, Şiraz, Yezd ve çevresi gibi Tebriz ve Hazar kenarının da oldukça güzel olduğu söyleniyor. Eğer zamanınız kısıtlıysa THY’nin direkt uçtuğu şehirlerde kısa kısa geziler yapabilirsiniz. Trenle ve otobüsle de şehirlerarası yolculuk yapılabiliyor ve oldukça ucuz. Şehir içinde ise yürüyerek ve taksiyle istediğiniz yere gidebilirsiniz. Taksiler de ucuz. Araba kiralamak, şehirlerarası mesafeler çok uzun olduğu için mantıklı değil.
Kanadalılar, Amerikalılar, Fransızlar, Almanlar hatta Çinliler ve Uzakdoğu’dan her çeşit millet gelip gezerken bizim uzaktan bakıp dudak bükmemizi anlayabilmiş değilim. Batılı her yere gidiyor, geziyor, öğreniyor ve kaydediyor…
Peri Han, 04.11.2018, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Güneşin Altındaki Her Şey
Sonsuz Ark'tan
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.