"Mason teşkilatını bağrında yok edemeyen bir millet istiklâline sahip sayılmaz. İsterse yedi meydan muharebesi kazanmış olsun, dünyamızın başlıca servet kaynaklarına el koyanlar ve her yerde milletlerin gerçek iradelerini ezerek sinsice saltanatlarını kuran Yahudi gücü yani gizli Yahudi iktidarı, her milletin kendi gerçek iktidarını yaşatacak olan sosyalizmin en büyük düşmanıdır." Nurettin Topçu, 1970
Dünyada, zenginle yoksul arasındaki makas git gide artıyor. Bu tablo karşısında çözüm arayışları da sürüyor. Neo-Kapitalizmin insanlığı mutlu köleler haline getirmek istemesine karşı sosyalizmi tek çıkış yolu olarak görenlerin yeniden güç kazanması kaçınılmaz.
Müslüman bir ülkede sosyalizmin istenmesi ve gerçekleşmesi oldukça zor gözükse de bu yöndeki talepler hiç de haksız değil.
Aşağıdaki makalede bunun haklı gerekçeleri mevcut...
"Şoförle gazetecinin içten düzenlediği zamanımızın cemiyetlerinde sosyalizm hem alt tabaka hem de üst tabaka tarafından mahkûm durumunda bulunuyor. Çünkü her ikisi de makine ile sermayenin hâkimiyetine muhtaçtır. Şoförün gayesi arabasının sahibi olmak ve her adımında huzursuz yaşattığı halktan mümkün olduğu kadar fazla kazanç elde etmektir. Gazetecinin ise büyük sermayesinin saltanatını devam ettirmek için başta Yahudiler olmak üzere daha büyük sermaye sultanlarının menfaatlerinin şarlatanlığını yapmaktır. Sosyalizme düşmanlık önce onu doğrudan doğruya komünizm ile karıştırmaktan ileri geliyor. Asrımızda geçen asırdakine nazaran azalmış olan bu düşmanlığın bu hâle rağmen daha yeni sebepleri de vardır. Biz, sosyalizmin kâh özüne kâh bu kelimenin kullanılmasına karşı koyan düşmanlığın sebeplerini belirtmeye çalışacağız:
1. Her şeyden önce toplum hayatına düzen veren bütün kuvvetler; özellikle para ve bütün servet kaynakları, aşağı tabakanın hak dâvasının önüne dikilmiş demirden bir kale gibidir. Hak sahiplerinin sesini zalimlerin vicdanına duyuracak şey, yine kuvvetten başka ne olabilir? Bu kuvvet, bazı vicdan sahiplerini harekete geçirerek tarihin müstesna ânlarında yarattığı ahlâkî isyanlar gibi, geçen asrın fedakâr sosyalist ruhlarını dile getirdi. Yoksullar ve yetimler için, çalışan nasırlı eller için, hakları çiğnenen mazlumlar için hayallerini fedaya karar verip sosyalizm cihadına atılanlar bu gayret ve fedakârlıklarının sonunda pek az sonuç elde edebildiler. İşin çok dikkate değer tarafı şu ki, sermaye sahibi zenginler kendi servet iştihaları hesabına davranırlarken, sosyalistler fakirlerle mazlumların ve çalışanların hakkını kurtarmak için mücadele ile tehlikeye atılıyorlar. Bu farkı görmeyen gözler, kapitalist ile sosyalisti aynı adalet terazisine koyarak muhakeme etmek şaşkınlığı içinde hâlâ bocalıyorlar. Yakın istikbale dönerek söylüyorum: Zenginlerin müthiş servetleri ellerindeki yenilmez kuvvettir, şüphesiz servetleri kendileriyle beraberdir, fakirlere gelince, Allah onlarla beraberdir.
2. Dünyamızın madde kuvvetlerini fetheden sanayi ağaları gibi köy ağalarının da, Allah’ın toprağına ve ona güneşin bağışladığı hayata varıncaya kadar bütün bir köyü ellerine geçirmiş olmaları, çalışan nasırlı elleri amansız baskı altında bulundurmaları için kâfi geliyor. Asırlardan beri Anadolu beylikleriyle aşiret devirlerinden kalma bu ağalık tahakkümünü ortadan kaldıramadığımız gibi, devrimizde buna sanayi ağalarının zorbalığı da ilâve edildi. Köyde ağa, şehirde ağa, bir de bunların arkasına gizlenen ve her ikisinin aracılığı ile milletimi sömüren Yahudi ağası, küçük memur, küçük esnaf, küçük toprak adamı olarak, birçoğu da işsizliği meslek edinmiş sürünen milletimin hak gözünde mesul katilleridir. Bu üçüzlü baskıyı ortadan kaldırmak, bu demirden düğümü çözerek, Anadolu’yu hayatî ve iktisadî hürriyetine kavuşturmak yapılacak inkılâpların başında gelse gerektir. Bu istiklâl savaşını engelleyen kuvvetlerin hepsi, kimi şuurlu kimi şuursuz, lâkin hepsi de vatan ihaneti yolundadırlar. Bu durumda benliğine sahip bir Anadolu varlığının ne sanatını, ne kendi örf ve adetlerini, ne ahlâk ve metafiziğini, ne de insanı insan yapan büyük İslâm ruhunu beklemek mânâsız olacaktır.
3. Bugün Müslümanlık iddialarıyla isimlerini hacı lakaplarıyla süsleyen zenginler, Müslüman tüccar ve sermaye sahipleri de kendilerine gizli açık menfaat sunan masonlara el uzatıyor, el açıyorlar. Hoca mevlidhan zenginden para alıyor, her biri bir başka rezil hüviyet taşıyan dolandırıcı şeyhler ve mürşitler zenginler tarafından besleniyor. Devletten cemaatin hakkı olan vergisini kaçıran sözde Müslüman tüccarlar, Kur’an kursları vesair isimler altında İslâm’ın ruhunu kapkara bir perde ile örten cehaleti beslemede seferberlik ilân etmiş durumda bulunuyorlar. İslâm’ı Isagocya mantıkiyle ortaçağ karanlığında boğan bu insanların sosyalizmden ürpermeleri kadar tabiî bir şey olmaz. Cami kapısında kitap ticaretinden Hac yolunda Kur’an ticaretine kadar İslâmî esasları ve müesseseleriyle istismardan çekinmeyen bu güruhun, şeyhlerini Avrupa şehirlerinde seyahate çıkarmaları Hac yolunda vurgunculuk yapmaları kendilerince mubahtır. Zira gayeleri dine hizmettir. Bunların İslâm’ı kalkan yaparak sınırsız servet ve sermaye tahakkümüne meftun yaşayışları yabancı esaretlere de el uzatarak, büyük Halife Ömer gibi fukaranın hakkını ısrarla isteyen sosyalizme düşman oluşlarının aşikâr sebebidir.
4. Sosyalizme düşmanlığın bir sebebi de, memleketimizde söz sahipleriyle sözde düşünürlerin çoğu kere sefalet çekenlerden uzak yaşamalarıdır. Söz sahipleri, yüksek mevkilerin yüksek maaşlılarıdır. Bunlar aşağı tabakaların yani sefalet çekenlerin yanında yaşamayanlardır. Karşılaştırmalarını ve hesaplarını hep kendi hayat seviyelerine ait ölçülerle ölçerler. Düşünürlerimiz arasında Yunus'un ruhuyla birleşmiş bir Rousseau bulunsaydı İslâm sosyalizminin en güzel meyvesini vermesi çoktan beklenirdi. Bizde düşünür zümrenin çoğu bu milletle ve onun tarihiyle alâkası olmayan menfaatçi kişilerdir. Bugün yurdun her tarafına dağılmış kral saraylarını hatırlatan üniversitelerimiz, milleti sömürmekten öte emeli ve dâvası olmayan sonsuz kazanç muhterislerinin malikâneleridir. Buralarda az çalışıp çok kazanma yolunda ve milyonlar yarışında zorbalıklarını arttıranlar, köy çocuklarının bir aylık geçimlerinin pahasına sattıkları kitapları almaya bu memleket çocuklarını mecbur tutmaktan utanmayanlardır. Bu düşünür ve yazarların sosyalizme karşı oluşları elbette yadırganmaz. Liberal iktisatçı yazarların endişesi ve onlarca liberalizm-sosyalizm münakaşalarının bütün hedefi, üretimin arttırılmasıyla dünyamızın mutlak hâkimi olan büyük sermaye krallarına sağlanacak menfaatlerin hesabından ileri gitmemektedir. Bu hâlde insanlığımızın, ilk çağın despotlarıyla ortaçağın senyörlerine hizmetten başka gaye tanımayan esir insanlıktan farkı kalmıyor. Bu tarzda menfaat yarışması, insanları hep birbirlerinin emeğini sömürmeye çalışan korkunç ve hayvanı bir hayat kavgası fırtınasının içine atmış bulunmaktadır. Hayat kavgası, hakikatte hayatın konusudur. Ancak onun aşağı canlılarda mutlak hâkimiyeti hayatın zaferini doğurur, insanda ahlâkın kanunları bu yarışmaya yer yer engeller çekmedikçe insanlık, diğer canlılar dünyasında olduğu gibi, ezenler ve ezilenler diye ikiye ayrılacaktır. Bundan mesut bir cemiyet nizamını beklemek saçmadır.
5. Sosyalizmi halk, hatta okuyanlar arasında, komünizm ve anarşizm gibi musibet olarak tanıtan bir sebep de, paranın ve onun sayesinde yapılan bütün neşriyat imkânlarının idare ettiği menfi propagandalardır. Bu propagandalar daha İkinci Dünya Harbi’nde İtalyan ve Alman milliyetçi sosyalizmine karşı kapitalist ve komünist dünyalarının kardeşçe birleştiklerini unutturdular ve hatta paranın desteklediği sinsi Yahudi propagandası ile o milletlerin çocuklarını bile sosyalizmden soğutmaya çalıştılar. Bütün kuvvetleriyle de çalışıyorlar. Gazeteler, filmler, radyo ve bütün edebî neşriyat sözde ilmî denilen propaganda neşriyatı, komünizmin kökünü kazıyabilecek tek kuvvet o her yerde düşmanca cephe kurmak için çalışmaktadır. Propagandalar kütleye yaptıkları sürekli telkinlerle onlarda o tarzda düşünme hususunda alışkanlık doğuruyor ve kütleleri ruhsal otomatizmin kucağına atıyorlar. Halk, hareketlerinin alanında olduğu gibi düşüncelerinin dünyasında da alışkanlıklarıyla yaşar ve onlarla sürüklenir. Ticaret veya siyaset adamlarının bütün kuvvetlerini reklâmlarla propagandalarla almış olmaları bu sebeptendir. Sosyalizm konusunda bu propagandalar insanlığın ruhunda en az yüz elli yıllık alışkanlık meydana getirmiştir. Bu konuda evrensel bir ruhî otomatizm bütün dünyayı kıskıvrak çemberi içine almış bulunuyor.
6. Sosyalizme karşı koyan ve onun yüzünü karalayan en menhus kara kuvvet, küremizin üzerinde bağdaş kimin kocaman bir leştir. Bu leş, bütün hayrın, baldan ve aşkın düşmanı olan Yahudi saltanatının vücudundan, başka bir şey değildir. Bu menhus varlık, kendisiyle boğuşabilecek bütün kuvvetleri kırabilen para kuvvetini ve devletlerin idare cihazlarını ele geçirmiş bulunuyor. Mason teşkilatını bağrında yok edemeyen bir millet istiklâline sahip sayılmaz. İsterse yedi meydan muharebesi kazanmış olsun, dünyamızın başlıca servet kaynaklarına el koyanlar ve her yerde milletlerin gerçek iradelerini ezerek sinsice saltanatlarını kuran Yahudi gücü yani gizli Yahudi iktidarı, her milletin kendi gerçek iktidarını yaşatacak olan sosyalizmin en büyük düşmanıdır. Türkiye’de mahkûm sınıf (milletin çoğunluğu olan aşağı halk tabakası) ile bir de zorba sınıfı (istismarcı kapitalist sınıfı) vardır. Her ikisinin üstünde bu ikinci sınıfı görevlendirip birinciyi ezen, onlara menfaat sağlayarak halkı parya hâlinde yaşatan bir de büyük sermayeci Yahudilerin sınıfı vardır. Bizim dâvamız, bu üç sınıfın sonuncusunu ortadan kaldırdıktan sonra ikincisini birincisiyle aynı hizada dost ve kardeş yaparak millî birliği gerçekleştirmektir.
7. Biz, zenginlerin merhametsizliğine işaret ederken, fakirlerin de sahip oldukları hırs ve emellerle bu merhametsizliğe imrenircesine, onların emeksiz servet ve haksız varlıklarına göz dikmiş olduklarını unutmuyoruz. Fakirin her zaman zenginin malında hakkı vardır, buna şüphe yok. Ancak çok kere fakir, zenginin haksız kazanılmış servetini eline geçirmek arzularıyla yanar. Bu bir hak dâvası olmaktan öte, haksızlık için fırsat arama ihtirasıdır. Fırsat ele geçince intikam dâvası başlar. Komünist ihtilâli bir intikam sahnesi oldu. Sosyalizm daima hak dâvası olarak yaşatılmalıdır. İnsanın adalet ihtirasına dayanan, sosyalizm, adalet duygusunun zalimlerin ayakları altında çiğnendiği yerde gözlerden düşüyor. Mazlumların hem kini hem de insan olarak dünya varlıklarına iştihası var. İşte bol dünyalık hakkında duyulan iştiha, bir adalet dâvası olan sosyalizme karşı tepki doğurmaktadır. Bugün kapitalizme karşı olanlar, yarın büyük sermayenin kavalyeleri sırasına geçince kapitalizmi bağırlarına basmayı şimdiden düşünürler. Sosyalizm nefsimizin müdafaası için değil de Allah’ın emri ve insanlığın hak dâvası olarak alınırsa gayesine ulaştırabilir.
8. Sosyalizm teriminin komünistler tarafından, kendilerini kanunun takibinden koruyucu bir sığınak hâlinde kullanılması, bu sistemin doğrudan doğruya komünizm ile karıştırılmasına sebep olmuştu. Bilhassa geri memleketlerde cahil tabakalar sosyalizm deyince komünizmin anlaşılması lâzım geldiğine inanıyor ve bilgisizliklerinin kurbanı olarak, kendi haklarında müdafaa dâvasını düşman bir dâva ile karıştırıyorlar. Bundan sosyalizmin şuurlu düşmanları faydalanıyor. Sosyalizmin esası ile almış olduğu şekiller hakkında yüksek öğretimde bile temelli bilgi verilmezse bu hâlin doğması şaşırtıcı olmamalıdır. Bütün sosyal bilgisini gazetelerden alan bir neslin böyle bir anlayışsızlığa kurban edilmesinden sorumlu tutulması lâzım gelen, onun millî eğitimidir.
9. Bizde İslâm kültürüne bağlı zümrenin, İslâm’ı daima sathi ve ters tarafından anlamış olması onu sosyalizme, karşı koymaktadır. Hakikatte bu dâva, İslâm’ın özünde barınan hak dâvasıdır. Sosyalizm, çiğnenmesi hâlinde Allah’ın da affetmeyeceğini bildirdiği kul hakkının müdafaasıdır. Sosyalist olarak İslâm’ın tâ kalbinde yer alacağımızı bilemeyenler kelimenin yabancı kıyafetine tutuluyorlar. Düşünmüyorlar ki kelime bir kıyafettir, elbisedir, onu biz giydiririz. Allah’ın olan ruh ve dâvadır. Ruhu görmediklerinden bir zavallı elbiseyi kurşunluyorlar.
Görülüyor ki, sosyalizme karşı düşmanlığın sebepleri, bir kısmı içten ve şuurlu, bir kısmı ise gafletten doğma olarak çok ve çeşitlidir. Bütün bu vehimleri ortadan kaldıracak kuvvet, hak dâvacılarının bu mücadelede yaşatacakları sabırla iman ve hiç ölmeyen iradedir. Gayemize bir gün mutlaka ulaşacağımıza inanıyoruz. Kulların hakkını Allah emriyle gerçekleştirmek için kulların karşısında boynu bükük duranlar, Allah’ın huzuruna tertemiz ve açık alınla çıkacaklardır." ( 'Sosyalizme Karşı Koyan Kuvvetler', Nurettin Topçu, Hareket, V/59, Kasım 1970)
Adnan ONAY, 08.11.2018, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Gündem'in Düşündürdükleri
Takip et: @adnanonay
Sonsuz Ark'tan
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.