"Bahar kös kös duruyor, eline nerden geçtiğini anlamadığı biraz önce bitirdiği danteli yumruluyordu."
77 yılının zemherisine ait puslu bir hava. Erzurum’un en eski mahallelerinden Ali Paşa'ya ait Çamurlu sokakta –sokağın adı çamurlu sokaktır, adını yaz kış eksilmeyen çamurdan mı almıştır, yoksa adını yalancı çıkarmamak için mi çamuru hiç eksik olmaz bu sokağın bilinmez, yazarın böylesi bir ikilemden söz etme gereksinimi duymasının nedeni söz çoğaltmaktan öte, yaz kış hiç eksilmeyen sütçülerin Pamuk Nenesi ile Alaftarların –ki evleri karşı karşıyadır- Koca Anası arasındaki bitmeyen –biteceğe de benzemeyen- dilbazlık, sözlü atışmadır. Pamuk Nene'ye sorarsanız sokak adını eksilmeyen çamurdan almıştır, Koca Ana'ya sorarsanız işgüzarın verdiği isimden öte bir isim değildir, öyle ya duyan da sanır ki çamur bir bu sokakta var, Allah için Koca Ana'nın akıl yürütmesi hiç de yabana atılır cinsten değil - iki katlı kâgir bir evin ikinci katında pencere önünde –perdenin sağ ucu hafif açık- hem dışarıyı seyreden hem de elindeki danteli bitirme gayretinde genç kız derin bir nefes alıp usulca bırakır. Adı Bahar’dır kızın. Nalbantların kızı Bahar.
Bir altmış boylarında, iri yapılı, kömür renginde saçları var. Tıpkı gözleri gibi. Saçlarının rengi mi gözlerine aksetmiş, yoksa gözlerinin rengi mi yansımış saçlarına bilinmez. Bilinen şey ailede bu denli siyah saçları olan başka birinin olmadığı. Babanın saçları kumral annenin desen hafif kızıla çalar, rivayet böyledir. Baba nalbant Rıza rahmetli annesinin saçlarının tıpkı Bahar’ın saçları gibi simsiyah olduğunu söylese de eşi Melahat aynı kanıda değildir. Dudak büküp geçer. Kendi annesinin saçlarının siyah olma olasılığı üzerinde durur kendi kendine. Annesini küçük yaşta, henüz aklının kesmediği bir dönemde kaybetmesinin bunda payı oldukça büyüktür.
Bahar pencereden –bir el kadar açıklıktan- dışarıya merakla bakmayı sürdürür. Tığ eline batar. Canı yanar. Annesinin sesi içinde yankılanır;
- Tığa lanet okuyacağına, yüksük takmayı alışkanlık edin! Kime diyorum ki.. bir kulağından girer bir kulağından çıkar.
Sol elinin tığ batan orta parmağını ağzına götürür. Emer gibi yapar. Başını sallar. İğneye lanetler savurmamıştır. Buna sevinir. İlkokuldan sonra aile okula göndermemiştir Bahar'ı. Kapı komşuları terzi Sebahat Abla'ya çırak vermişlerdir. Eline çabuk, zekâsı kıvrak Bahar neredeyse kırkı yıllık terzi Sebahat Abla'yla yarışır olmuştur birkaç ay içinde. Zeki kızdır. Bunu dost düşman herkes söyler. Hatta arada bir iğne ihtiyacı olduğunda evlerine getirilen Çöplük Doktoru Ziya Bey kaç kez Bahar’ın babası Nalbant Rıza’ya;
- Etme eyleme Rıza bey.. gel bu kızı okut.. doktor olsun.. zeki çocuk! Yazık oluyor! Demiş, yalvarıp yakarmış ama nafile.. taşa söylesen dile gelir. Babada bir inat var ki.. kayada yok.
- Oğlan okuyor Doktor Bey.. bir eve bir okuyan yeter.. kız şimdiden bir meslek öğrensin diye bak terzinin yanına koyduk. Eti senin kemiği bizim dedik.. daha ne olsun?
Bahar küskündür, kırgındır. Belli etmez. Alımlı çalımlı olsa da –hoş bir gören dönüp bir daha bakma isteği duymaz, ama hepten de gözden ırak olsun, dedirtecek bir kusuru yoktur- ‘acaba ne kusurum var ki beni üst mektebe göndermediler?’ diye sorar kendine zaman zaman, omuz silkerek yanıtlar, belki boy aynası olsa şöyle iyice bir tartar ya, yoktur işte.
Kaç kez söylemiştir bir boy aynası gerektiği, dikiş makinesinden önce boy aynası. Provalarda müşterilerine göstermesi gerekir, ama nerede bunu anlayacak feraset, anne desen tuhaf bir müphemlik içinde, baba tereddütlü, daha makine alınmadı ki, aynaya ne hacet? Yaşıtları lise sona gelmişlerdir çoktan. Kapısını çalan kimseler yok gibidir. Daha iki üç yıl önce epey bir arkadaşı vardı oysa ki.. okullar bitirilip, sınıflar geçildikçe arkadaş sayısı azalmıştı Bahar’ın. En çok da buna içerliyordu.
Neyse ki Füsun vardı. İki sokak üstte, Kongre Caddesi'nde oturuyorlardı. İlkokul da beş yıl boyunca aynı sırada oturmuşlardı. Bir O kendisini terk etmemişti, bir O gerçekten üzülmüştü okutulmayışına, bir O sırdaşı, gönüldaşı, yoldaşı olmuştu. Oysa hemen evlerinin yanındaki yöresindeki arkadaşları sırra kadem basmışlardı. Utanıyorlar mıydı kendisinden?
Onlara bakarsın utanma değil, fırsatları olmuyormuş! “Yalan! Mektepli oldular ya tenezzül etmiyorlar bunu da itiraf etmeye çekiniyorlar!” diyordu kendi kendine. “Her ne halt ise!” Bugün cumartesiydi öğleyi geçmişti. Birazdan Füsun sokağın başında belirirdi. Hava dışarı çıkılmayacak kadar kötü değildi. Muhakkak gelirdi. Öyle demişti. İşte sokağın başında göründü bile.
“Sözünün eridir benim arkadaşım!” dedi sevinçle. Elindeki sızıyı, acıyı çoktan unutmuştu. Füsun’un istediği biçimde örüp bitirmişti danteli, sürpriz yapacaktı. Ki, o dantel yine Füsun’a ipekten diktiği külotun paçalarına dikilecekti. Füsun ne iyi bir insandı. Her dem halini hatırını sorar, babasının mesleğinden dolayı –nalbantlığın nesi kötüyse ‘ulan babam olmasa faytona binemezsiniz!’ derdi kendi kendine içerleyip kızdığında- en ufacık bir imada bulunmamıştı. Bulunmazdı. Hoşgörülü, yüce gönüllüydü Füsun vesselam! Hem zeki bir kızdı. Hem alımlı çalımlıydı. Gören bir daha bakmak ister miydi? Dense belki.. “Dişlerinde problem, bir gözü hafif sola kaymamış olsa belki.” Diye geçirdi içinden Bahar.
Bahar aklında Füsun hakkında kırgınlığa yol açacak düşünceler, alınganlığa yol açacak benzetmeler merdivenden aşağı rüzgâr gibi inerken annesinin sesi kendisine ulaştı;
- Bahar kapıya bak.. ben odunluktayım!
- Bakıyorum! Diye yanıtladı annesini. Sevinçle açtı kapıyı. Kar atıştırmaya başlamıştı. Füsun’un yanakları al al olmuştu. Hemen Füsun’u kolundan tutup içeri aldı. İki arkadaş sarıldılar birbirlerine.
- Ay kar da başladı! Dedi Füsun tiz sesiyle. Bir de soğuk var ki.. sorma.. burnunu çekerek tamamladı sözlerini.
- Kar yağmaya başladı ya.. ısınır hava, diye yanıtladı arkadaşını Bahar. Kolundan çeke çeke üst kata, küçük odaya adeta sürüklercesine götürdü. Annenin;
- Kız o kimdi gelen? Sorusuna, sevinçli bir sesle;
- Füsun anne.. dedim ya Füsun gelecek diye.. geldi işte..
Anne cevap vermedi. Verdiyse de genç kızlar duymadılar. Odalarına çekilmişlerdi. Daha Füsun makata oturmadan, mantosunu, başındaki tiftik şapkayı çıkarmadan;
- Bitirebildin mi kız? Dedi işveli, cilveli bir sesle.
- Bitirmez miyim, dedi Bahar, söz verdiğim gibi.. hem kendisi hem dantelleri bitti, sadece dikmesi kaldı.. hele bir otur nefeslen, gösteririm, diye sürdürdü gülerek konuşmasını.
Füsun kendisine gösterilen yere oturdu, mantosunu başlığını çıkardı. Yanı başına koydu.
- Odan çok sıcak, dedi Füsun.
- Sabahtan beri çalışıyorum, kok kömürü bastım sobaya.. diye karşılık verdi Bahar.
- Yine kızmasın annen, dedi Füsun usulca, bir şeyler ima edercesine.
- Sarı apartmandaki Gediklinin karısına elbise dikiyorum, diye biliyor.. hoş o da bitmek üzere, dedi Bahar gülümseyerek.
- E hani benimki, diye sordu merakla Füsun..
- Kız acelen ne? Dedi Bahar.. hele dur, iki lafın belini kıralım.. yeni havadisler yok mu?
- Şey, dedi Füsun, yeni bir şey yok.. şu Vedat yine..
- Vedat da kim? Diye kırıldığını belli ederek sordu Bahar..
- Aman, hep aynı şeyi yapıyorsun sen de, dedi Füsun.. kim olduğunu biliyorsun..
Bahar biraz geri çekildi. Yüzünü buruşturmuş, arkadaşına kırgın kırgın bakar olmuştu.
- Abartıyorsun, dedi Füsun, hem ben elçiyim sadece..
Bahar kös kös duruyor, eline nerden geçtiğini anlamadığı biraz önce bitirdiği danteli yumruluyordu. Füsun’un gözleri arkadaşının yumruladığı dantele takılmıştı. Arkadaşının iri elleri arasında biçimsizleşen dantele içi gidiyor, yutkunuyor, diyecek bir şey bulamıyordu.
Neden sonra;
- Abartıyorsun, diyebildi güçlükle..
- Ben Vedat diye birini tanımıyorum.. diye tükürürcesine yanıtladı arkadaşını.
- Faytoncuların büyük oğlu, diye karşılık verdi Füsun..
Bahar yerinden fırladı. Kaşlarını çatmış, boş elini Füsun’a uzatmıştı.
- Bana bak hanım, dedi, bana bak mektepli kız.. çok oluyorsun.. kala kala o büyük göz oğlana mı kaldım? Beni ona mı layık görüyorsun?
Füsun daha bir şaşırmıştı..
- Bak ben.. seni bir şeye layık gördüğüm yok.. dedi duyulur duyulmaz bir sesle..
- Bak sen.. bunu öğrendiğim iyi oldu, dedi. Demek beni bir şeye layık görmüyorsun ha!
Çileden çıkmıştı Bahar. Füsun ise daha bir şaşırmıştı? Ne deseydi? Ne derse desin arkadaşının tersine gelecekti bu apaçıktı. Sussa arkadaşının tüm suçlamalarını kabul etmiş olacaktı.
- Neler biriktirmiş içinde, diye geçirdi içinden Füsun.. o değil de danteli ne hale soktu..
- Ben sadece elçiyim, ona bir şey vadetmiş değilim, yolumu kesti, söylerim diyebildim ancak, dedi başı önünde..
- Söylemeyeceksin mektepli kız, tersleyecektin, tersleyeceksin..
- Anladım, dedi Füsun yutkunarak.
- Umarım, dedi Bahar, hiç affedecek gibi durmuyordu. Füsun kalkıp gitmekle gitmemek arasında bocalıyordu. Baharın tepeden bakışları git gide rahatsızlığını artıyordu. Külotu da merak ediyordu ama.. soramazdı. Sorsa mıydı?
- Bugün dikemeyeceksin herhalde, dedi ürkek bir sesle..
- Bitirince haber veririm, karşılığını verdi. Füsun çekine çekine yerinden kalktı. Üstünü başını giydi. Kıpkırmızı yanaklarla kapıya doğru yürüdü.
Cemal Çalık, 30.11.2018, Konuk Yazar, Sonsuz Ark, Öykü
Cemal Çalık Yazıları
Sonsuz Ark'tan
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark Manifestosu'na aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.