Ben Gülendam’a karşı sorumluyum, dedi kendi kendine. Hatalı olan ailelerdi. Bu kesindi. Kesin olan bir başka şey de –en önemlisi- Gülendam’ın ilan-ı aşk etmemiş olmasıydı.
Lapa lapa ‘Elhan-ı Şita’ adlı şiirde betimlenenden daha albenili, daha bengin yağan kar onu çağırsa da canı gitmek istememişti. Tuhaf bir huysuzluk vardı üzerinde. Anlam veremediği bir tutukluk. Kartopu oynayan, karlar içinde yuvarlanan yaşıtları erkeklere, kayıp düşmemek için dikkatle adım atan yaşıtı genç kız öğrencilerin haline gıpta ile bakıyor ‘Keşke ben de çıksaydım!’ diyordu kendi kendine.
Bir ara çıkmaya bile niyetlenmişti. Sağ kolundaki saatine baktı. Neredeyse derse giriş zili çaldı çalacaktı. Daha bahçeye adımını atmadan zil çalardı. İyice abandı kollarına. Gözleri tüm bahçeyi birkaç saniye içinde taradı. Görmek istediği kişiyi göremedi. Hayıflandı.
Ayak sesleri üzerine başını pencereden çevirip sınıfın kapısına doğru baktı. Gülendam. En ön sırada oturan, bir yetmiş boylarında sarışın, sivri yüzlü, ela gözlü, ince yapılı sınıf arkadaşı. Bu kızda da bugün bir tuhaflık vardı. Kendisine mi öyle gelmişti, gerçekten bir garip mi davranıyordu henüz karar verememişti. Sanki Gülendam bütün gün etrafında dönmüş, bir şeyler söylemek istemiş ve fakat kendi kendisine engel olmuştu. Tabi sadece kendisi kendisine engel olmuş değildi. Gülendam’ın sıra arkadaşı, sırdaşı Mine de kendisine yaklaşmasın, söyleyeceği her ne ise söylememesini sağlamıştı.
Sözün gelişi Mine. Kızın gerçek adı Emine’ydi ancak kız kendine ‘Mine’ denmeden yoklamalarda bile ‘Burada!’ demezdi. Mine’nin birkaç kez Gülendam’ı çekiştirip, engel olduğunu çaktırmadan görmüştü Salih. Belli etmemişti. Madem işin içinde bir gizlilik, bir mahremiyet iması vardı. O da bu oyuna katılacaktı. Katılmıştı. Acaba?
‘Dünyada olmaz!’ dedi kendi kendine Salih. Hayır, yani Gülendam yabana atılır bir cins değildi. Görmezden geçilip gidilecek biri olmasa da, yaşıtları arasında yeri üst sıralarda olsa da, bir çok kişinin kalbini sezdirmeden ihtilaçlar içinde kıvrandırsa da –günahı boynuna bekar İngilizce hocasının bunlardan biri olması kuvvetle muhmeteldi-.. dünya ahret bacısıydı.
Öyle demişti Salih. Öyle olacaktı. Hem sınıfın başkanı demek sınıfın namusundan da sorumlu olmak demekti. Sınıftaki bayanlardan her hangi birine ters gözle bakacak biri değildi. Hatta Füsun bile.. Füsun sınıflarında olsa ağu içer sevdasını, gözlerini karartan, dizlerinin bağını çözen, soluğunu kesen aşkını bağrına gömer ‘Dünya ahret bacımsın!’ derdi. Baldıran zehri içerek ilkelerini savunan Sokrates’ten onu ayıran ne olabilirdi? İlkeleri uğruna her tür belayı, acıyı, sızıyı göğüslemeyecek kişi insan olabilir miydi? Ya şimdi Gülendam’ın bu yaptığına ne demeli? Bütün gün etrafında fır dolanmıştı utanıp sıkılarak.
Acaba? Hayır! Belki kendisi yanlış yorumlamıştı. Yorumluyordu. Salih yanlış yorumdan yana tavrını koymuştu. Son teneffüste bahçeye çıkmamasında, lapa lapa yağan kar altında sezdirmeden Füsun’un çevresinde dönme hevesinden alı konulmasında Gülendam’ın sergilediği bu tavrın olduğu aşikârdı, bu ortadaydı. Ahmakça bir yorumla, algılayışla –belki biraz kendini beğenmişlikle, hani etrafında birilerinin dönmesi vehmine kapılmak biraz da kendini beğenmişlikle ilgisi vardı- kızın günahını almış olmaz mıydı?
Büyük bir olasılıkla kızdan kaçmasını gerektirecek bir durum yoktu. Kesinlikle kendisi yanlış anlamıştı. Belki Gülendam borç para isteyecekti kim bilir. Biraz mahcup bir kızdı Gülendam. Ulu orta güldüğüne, şakalaştığına hiç tanık olmamıştı. Hanım hanımcık bir kızdı. Yabancı yahut tanıdık biri yüzüne dikkatle baksa hemen kızarırdı. Borç istemek oldukça ağırına gidiyor olmalıydı. Ve fakat.. Mine işi bozuyordu.
Mine kaç kez –bugün, önceki teneffüslerde, öğle tatilinde- Gülendam’ın kendisine yaklaşmasını engellediğini apaçık görmüştü. Yok, başka bir şey vardı. Borç olamazdı. Kahretsin bunlar apaçık karşılıksız bir sevdanın işaretleriydi, bunu kendisine nasıl yapardı?
‘Olmaz! Derim.’ Dedi kendi kendine bir anda ışıl ışıl parlayan gözlerini bahçede gülerek kız arkadaşının yakasından içeri bir avuç karı sokuşturmaya çalışan Füsun’a dikerek.
“Olmaz, dünya ahret bacımsın! Sizlerin namusu başkan olarak bana emanet.. ben bu emaneti kirletemem. Biliyorum insan gönlüne söz geçiremez, ama yapacak bir şey yok. Kan kussak kızılcık şerbeti içtik diyeceğiz. Hayır, yani sen benden daha iyilerine layıksın.. güzelsin, bak vallaha güzel ve de alımlısın.. kim bilir kimin canını yakmışsın, kimin canını yakıyorsundur. Ama olmaz! Benden sana sevgili olmaz! Derim. Lafı eğip bükmeden böyle derim! Şaşırır! Bocalar. Bir erkek bir kızı reddetsin? Olacak şey değil, diye düşünür. Sonra kendini toplar. ‘Haklısın Salih! Özür dilerim der, utançtan ve reddedilmekten ötürü acılar içinde kıvranarak uzaklaşır benden. Yazık! Hani insan ister istemez üzülmüyor değil. Kahretsin!”
Salih ipe sapa gelmez böylesi düşüncelerle boğuşurken Gülendam sırasına geçip oturmuş, tam otururken de Salih’e bakıp gülümsemişti. Salih utancından kıpkırmızı kesildi. Kaçmalıydı. Böyle olmayacaktı. Bir ateşe atılmasına sessiz kalmayacaktı.
“Kaçış çözüm mü?” Dedi kendi kendine. “Konuşmalısın! Konuşacaksın! Neden olmadığını, olmayacağını, olamayacağını açıkça anlatacaksın! Gülendam anlayışlı kızdır. Mine gibi değildir. Bak Mine içten pazarlıklıdır. Sinsidir. Ama Gülendam merttir, özü sözü birdir. Neden olmayacağını anlayacak, bağrına taş basmasını bilecektir.”
- Hey başkan, dalmışsın hayırdır! Tümcesiyle kendine geldi. Sıra arkadaşı Adnan’dı kendisine seslenen. Geveze mi geveze. Haylaz mı haylaz. Gizli saklıyı, mahremiyeti bilmeyen, umursamayan sorumsuzun, şımarığın teki. Ne de olsa sınıftakilerin içinde ailesi en zengin olanlardan biriydi –ne sınıfı kentin en zengin ailelerinden birinin çocuğuydu ve bunu her fırsatta belli ederdi- ve zenginliğin verdiği azgınlığı her dem gözler önüne sererdi.
- Sınıfta olduğunu unutma! Dedi Salih öfkeyle.
- O beyimiz fena sinirlenmiş.. yoksa eksik eteği göremedin mi? Bütün derdin bu mu? Bahçedeydi la! Dedi pis pis sırıtarak.
Adnan’ın gırtlağına sarıldı Salih. Duvara yasladı. Adnan arkadaşının bakışlarındaki öfkenin derinliğini büyüklüğünü görünce yutkundu. Salih kendisinden oldukça iriydi ve ne denli güçlü yumrukları olduğunu iyi bilirdi.
- Pardon başkan.. şaka ya! Diyebildi güçlükle. Sınıfta herkes yerini almıştı. Hafif bir uğultu yükseliyordu. Salih’in bakışları gayr-i ihtiyari Gülendam’ın oturduğu sıraya kaydı. Gülendam da ona bakıyordu. Hızla başını önüne eğdi Salih. Adnan’ı pencere kenarına oturtup kendisi de sıranın ucuna ilişti. Bu ders bitmeyecekti. Bugün bitmeyecekti. Lapa lapa yağan kar fırtınaya dönmüştü. Hava da bugüne ilişkin güzel şeyler olmayacağını ima ediyor gibiydi.
Ahlak dersi son dersti. Dersin hocası her zamanki sakinliği ve alaycılığıyla dersi bitirdi. Zil çaldı. Salih herkesten önce sınıftan çıkmak istese de yapamadı. Adnan üzerinden atlayarak sıradan çıkmış kendisini hocanın arkasından dışarı atmıştı. Salih bu belli olmazdı. Ne olur ne olmaz! Diyerek olanca hızıyla kaçıp gitmişti. Sınıf çoktan boşalmıştı. Sınıftan çıkmamakta direnen Mine’yi adeta kolundan tutup dışarı atmıştı Gülendam sonra da çıkmak için kapıya hamle eden Salih’in yolunu kesmişti.
- Özür dilerim Salih, dedi Gülendam, sesi titriyordu. Yüzü al aldı. Bir dakika konuşabilir miyiz?
Salih korktuğu şeyin başına geliyor oluşu düşüncesiyle ne yapacağını şaşırmıştı. Oldukça kısık bir sesle;
- Olmaz, dedi.. yanlış olur!
Gülendam kaşlarını çattı.
- Daha bir şey demedim ki, dedi.
- Ama.. Füsun, dedi güçlükle Salih..
- Füsun’a ne olmuş? Dedi Gülendam.. bak ben.. bana bir refakatçı lazım bugün..
Salih birden rahatlamıştı. Kız başka bir şeyin peşindeydi.
- Ne aptalmışım, dedi kendi kendine, sonra da yutkunarak, nasıl yani, diye sürdürmüştü konuşmasını..
- On dakika sonra, okulun arkasında buluşalım.. anlatırım.. on dakika.. dedi.
- Şimdi az da olsa anlatırsan belki, dedi Salih kıvranarak. Gülendam başını koridora uzattı merdiven başında kendini bekleyen Emine’yi gördü.
- Bugün.. okul çıkışı.. çavuşun bahçesinde gece on iki veya bire kadar bana refakat edecek biri lazım.. senden başkasından isteyemem. Senden başkasına güvenemem.
- Neden niçin? Dedi Salih şaşkınlık ve merak içinde.
- Kaçacağım. Benimkinin tayini çıktı. Ailem evlenmemize izin vermiyor. Ne benim ailem.. ne Onun ailesi.. biz de kaçmaya karar verdik. Bu gece..
- Dur.. hayır! öyle şey olur mu? diye itiraza yeltendi Salih.
- Ya bana refakat edersin.. ya ben yalnız beklerim.. başka çarem yok! On dakika sonra okulun arkasında olacağım.. Dedi ve hızla sınıftan dışarı çıkıp koşar adım merdiven başında bekleyen Mine’ye yetişmek için yürüdü.
- Tamam, dedi Salih Gülendam’ın duyacağı bir ses tonuyla.
Ben ne ahmakmışım, ben ne kendini beğenmiş biriymişim, dedi Salih kendi kendine sekerek giden Gülendam’ın arkasından bakarak. Ya Füsun.. tamam on dakika sonra okulun arkasında olurdu olmasına ama Füsun’u eve kadar takip etmeyecek miydi? Füsun’un sağ salim eve vardığını görmeyecek miydi? Bu on dakikadan fazla sürerdi. Ya Füsun’a mihmandarlıktan vaz geçecekti ya Gülendam’a refakatten. Fedakârlık gerekiyordu. Başkandı. Sınıf başkanlığı için kendince biçtiği değerler daha öncelikliydi. Sınıftan birinin kendisine ihtiyacı vardı. ona sırt dönemezdi. Şahsi çıkarları sınıftan sona gelirdi. Böyle olmalıydı. Yoksa diğerlerinden ne farkı kalırdı.
Ya Gülendam’ın yaptığı, yapacağı şey? Buna karşı bir şey yapmayacak mıydı? Ailesine haber vermesi gerekmez miydi? Yahut O’nu bu işten vazgeçirmek için çaba göstermeyecek miydi? Madem aileler razı değil.. bu birliktelik yürür müydü? İyice düşünmüş müydü?
Ben Gülendam’a karşı sorumluyum, dedi kendi kendine. Hatalı olan ailelerdi. Bu kesindi. Kesin olan bir başka şey de –en önemlisi- Gülendam’ın ilan-ı aşk etmemiş olmasıydı. Rahatlamış bir biçimde okuldan çıktı. Okulun önündeki durağın yanındaki büfeden bir paket Bafra sigarası aldı. Etrafa bakındı hocalardan kimsenin olmadığına kanaat getirip bir sigara yakıp okulun arkasına doğru yürüdü.
Cemal Çalık, 21.12.2018, Konuk Yazar, Sonsuz Ark, Öykü
Cemal Çalık Yazıları
Sonsuz Ark'tan
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark Manifestosu'na aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.