"Uçan sandalyeyi fırlatan kuvvet, dün hedefini kollarının arasında salavat çekerek ve musafahayla (niçin) sıkıyordu! Geriye doğru gidip, bu enstanteneyi yeniden okumalıyız."
Ununu elemiş eleğini asmış bir suratla bakıyorum, spikerin bir cesedi çiğner gibi konuşan ağzına. Yok canım, diye geçiriyorum içimden, o kadar da uzun boylu değil! Bu kadar matrak bir finali ne hak ediyordu bu film; ne de buna imkân vardı. Ama oldu. Gördük. Ekranın sağ alt köşesinden sol üst köşesine doğru sandalyeler uçuşuyordu!
Bu film, bizim yüreklerimizin de, beyinlerimizin de, heyecanımızın ve nefretimizin de doğup büyüdüğü ana rahmiydi. Her çocuk gibi ben de "doğmak" istemiyordum. Bu filmi Türkiye''nin kumaşından kesip almıştık. Kendi ilmeklerimizle, kendi desenlerimizle, kendi gücümüzle eğirip ördüğümüz ve yeniden var ettiğimiz bir kumaştı, öyle kuruyorduk kafamızda.
Bir gün, doğmak istemeyen çocuğun kanlı bir kumaşla getirilip kongre salonunun avlusuna bırakılacağını -bu absürd, matrak birşey- nereden kestirebilirdik? Oldu. Sandalyeler ekranın sol üst köşesinden sağ alt köşesine doğru da uçmaya başlamıştı.
Filmin yönetmenine, yine de binlerce teşekkür borçluyuz. İnsanlar, ağaç kökleriyle besleniyorlarmış gibi birbirlerini kemirirken, kafalarının arkasında çarpılmış, eciş bücüş ideolojilerle birbirlerine diş gösterip silâha davranırken, bize kucaklaşmayı öğretti. Resulullah''ı özlemeyi imâ etti. Onlarca Kürt kardeşimizle, Çerkes kardeşimizle birlikte çember çevirdik, afiş yapıştırdık, şakalaştık, şenlik ateşi yaktık...
Şimdi tarih, uçan sandalyenin üzerinde, büyük bir makas ağzında bizleri süzüyor. Ya hayal kırıklığına doğru giden raylara yöneleceğiz hep beraber; ya da boyun kırıp, kelle göğüsle düşüneceğiz. Ürettiğimiz değerlerin zembereği artık tükendi. Bu açıkça ortada. Şimdi, kavradığımızı daha alttan kavramaya bakacağız. Bildiğimizi yeniden düşünmeye başlayacağız. İstememiştik ve istemezdik de, ama doğmak zorundayız. Türkiye''ye doğmak zorundayız. Bu hava, şimdiye dek korunmuş ciğerlerimize parçalayacakmış gibi saldırsa da, iklim değişiklikleri tenimizi gerçek ve somut acılarla kavursa da doğmak zorundayız yeniden. Bırakılmışlığı, terkedilmişliği aşmalıyız. Kumaşımız ve sanatımız elimizden alındı! Çarşılara dağılmalı ve kıyıda köşede kalmış, eski kıvama ermiş zevkleri toparlamalıyız. İlmeklerimizi yeni, büyük bir desenin gramerine doğru yöneltmeliyiz. Yaşamın yeni bir kimyası, insanın yeni bir dili olmalı bizim var olduğumuz yer.
Eldivenlerimizi çıkarmalıyız artık. Ebuzer Giffari''yi, dervişi, şairi, romancıyı, sabanla tarla süreni, Diyarbakır''ı, İstiklâl Caddesi''ni, Çankaya''yı, Bolu Dağı''nın balta girmemiş ormanlarını, günbatımlarını, tramvay biletlerini, Che Guevera''yı, Selçuklu Camilerini, yalnızlığı, yürümeyi... Yeniden okumalıyız...
Uçan sandalyeyi fırlatan kuvvet, dün hedefini kollarının arasında salavat çekerek ve musafahayla (niçin) sıkıyordu! Geriye doğru gidip, bu enstanteneyi yeniden okumalıyız.
Selahattin Yusuf, 28.12.2018, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Yolda
Selahattin Yusuf Yazıları
Takip et: @selyusuf
Sonsuz Ark'ın Notu: Selahattin Yusuf Beyefendi'nin 2006'den geriye doğru yayınladığımız yazılarının büyük bir kısmını Şimdiki Zamanın İzinde adlı kitabında bulabilirsiniz.
Sonsuz Ark'ın Notu: Selahattin Yusuf Beyefendi'ye, 'tamamen hür, tamamen geniş nefesler alarak' yazdığı yazıları bizimle paylaştığı için teşekkür ederiz... Seçkin Deniz, 15.04.2016
İlk yayınlandığı yer: Yeni Şafak
Sonsuz Ark'tan
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.