"İnsan isterse sağır bir duvarda yankılanan çığlığı duyabilir. Şartlara teslim olanlar varlıklarını ele geçiren hissizleşmeyi türlü şekillerde izah ederek harcarlar varlıkta olgunlaşma imkanını. Çevresine yabancılaşsa bile aşk gibi, ilahi adalete dair hissedilen sorumluluk gibi sebeplerle çorak toprakları cennet bahçelerine dönüştürebilir kişi."
İnsan belki de soru sormamaya başladığı, hayret edemez olduğu anlarda ölmeye başlıyor. Arayışının en dinlendirici safhalarından birinde İbrahim hayatı yeni anladığını fark eder: “En çocuk sesiyle ‘dede’ diye seslendiği yerde, yaşanmış ve bilinen geçmişle, yaşanmamış ve bilinmeyen geleceğin oluşturduğu şimdinin şaşkınlığı”na düşmek; hayat buydu demek. Bir memnuniyetsizliğin çatlağından, sızıntısından alınan yolda sürekli çaba olurdu öğrenmeye götüren.
Güray Süngü bu romanı yazmaya başladığında bir son kararlaştırmış mıydı acaba… Sonunda ulaştığımız başlangıçtaki halimizse, onca yolu niye almış olurduk? Besbelli bu roman, işte, o başlangıcı yeniden gösterecek bir açıdan kapılar pencereler açıyor. Merkezi perspektif yok, doğrusal çizgiler yok. Süngü, bildiğimiz şifahi anlatı dilini kendi üslubuyla günümüz dünyasının potasında eriterek tazelemiş. Tekrarlar, çıkıntılar, konum değiştirmeler, aynı noktaya ulaşmalar, enginlere dalan bakışlar ya da daracık mekanı engin kılan figürler minyatürün felsefesini düşündürüyor.
Derviş Zaim, “Cenneti Beklerken” filmi üzerine yapılan bir söyleşisinde minyatür sanatının zaman ve mekânla ilişkisini “oynak zaman/oynak mekan” terkibiyle açıklamıştı. “İbrahim’in Aradığını Bulmasıdır”da da yazar zaman ve mekanın alışılmış sınır ve tanımlarını değiştirip karıştırıyor ve orada bir düzen oluşturuyor. Muhayyileyi kısıtlarken olguları da çerçeveye alan tarihi ve edebi kalıpları esnetmek veya eklemlerini değiştirmek suretiyle, bu kalıplarda tarihe mal edilmenin görünmez kıldığı alanlara açıyor zihnimizi.
.
Yaşadığımız mekanlara ait bilgimiz elinizden alınırsa geriye bizden ne kalır… Evden çıkıp biraz yürüdüğümüzde bütün sokakları birbirine çok benzeyen ama aynısı olmayan bir değişim içinde görürsek neler düşünürüz? Kaçarak uzaklaşılan hayatlar, varlığımızın lekelerini görmeyi sağlayan bir ilham, bir bağış; çirkini ve güzeli yeniden öğretmek üzere değişen, çarpılan, alt üst olan konum, uzam ve satıhlar… Yoksa sadece gidememenin aslında başka bir insanı gidemediği yere götürememenin zihin oyunları mı okuduklarımız…
Karmaşık belki, ama Erol Akyavaş’ın minyatürlerden yararlanarak yaptığı Miraçname’de de labirentler olumlu bir arayışın yansımalarıdır. Sokağına yabancılaşmayla sürüyor zaman ve mekandaki oynama. Evini bulamıyor, dükkana dönemiyor, nefes alamıyor. İnsanların aşina oldukları mekanlarda yollarını şaşırması nasıl bir kayıpla geliyor, bu hangi zaman? Hangi şehir birdenbire böyle ıssızlaşır, terk edilmiş hale gelir bir anda… Usul usul alıştırıldığımız bu değişimi İbrahim, Ebru ve başkaları bir gün ansızın fark ettiler. Her birimizin başına aynı şekilde gelebilecek o “bir gün”ün romanı, İbrahim’in Kaybettiğini Bulması. Binalarda yaşayanlara özgü hususiyetlere yer verecek vakti olmayan tek tip üretimin erken Alzheimer’a yol açtığını düşünebilir okuyucu ilk anda, gelgelelim İbrahim durumunu tanımlayabiliyor. “Kör kör mü dolaştın geldin…” Bir kadın bunu sordu ona, aramayı sürdürdüğü sırada. “Hızlı tren”in penceresinden bakılınca her yer uçsuz bucaksız kar, her zaman zifiri karanlık…
İnsan isterse sağır bir duvarda yankılanan çığlığı duyabilir. Şartlara teslim olanlar varlıklarını ele geçiren hissizleşmeyi türlü şekillerde izah ederek harcarlar varlıkta olgunlaşma imkanını. Çevresine yabancılaşsa bile aşk gibi, ilahi adalete dair hissedilen sorumluluk gibi sebeplerle çorak toprakları cennet bahçelerine dönüştürebilir kişi. Zamanların ve mekanların labirentlerinde alınan yol bazen katlanılmaz gelir, İhtiyar Adam’ın hep aynı şeyleri anlattığı hissiyle mesela; kahramanımız da sıkılıyor, usanıyor zaman zaman ve bu sıkıntıyı bize duyuruyor. Yeniden başlama sebeplerine güvenini yitirmeyen kısır döngü içindeki çıkış kapılarını da fark edecektir.
Döndüğü yer bıraktığı olmayacak, bakışı değişti çünkü, duyuşu. Bakmayı, hislerinin şükrünü bilmeyi öğrendi İbrahim. Mekan ve zamanın yanıltmaları içinde bir çıkış yolu ararken bu yolculuğa yönlendiren sebeplere açıldı zihni. Belli bir tarihte ve mekanda söylenen bir söz, bir başka belli tarih ve mekanda geçersiz hale gelirken, yerine söylenmesi gereken sözün de boşluğunu gösteriyor. Eğer vuku bulan hakikate doğru bir yolculuksa, gerçeğe sadakat açıyor bu yolu. Henüz vakit var, diye hatırlatıyor macera, umut edilebilir, insan kendini ve bağlamını değiştirebilir. Makineleşmeye, konformizme karşı bir sorgulama, insanın insanı arayışı, insanın insana anlayışı olmadan gerçekleşmiyor. Kısır döngü sanılanın merhaleler olduğunu bilmek için de bir öyle bakmalıyız yolculuğumuza bir böyle. “Çünkü aslında bir sıralama yok, sen hatırlamak isteyince sıraya koyuyorsun onu.” (sf. 333) Peki eksikler ne olacak, yanlış anlaşılanlar, sesini duyuramadığı için önü alınanlar…
“İbrahim’nin Kaybettiğini Bulmasıdır” mekanı, şahidi, zamanı, bağlamı yitirmenin götürdüğü yer üzerine düşünmenin, düşündürmenin romanı. Dünyaya, zamana ve mekana sığamayan insanın sükunet arayışına bir övgü, belki başka bir dünyada hatırlamanın tasviri; 212. sayfada bir örneği okunacağı üzere. Cehennemin tekdüzeliği, sıkıcılık; cennetsi huzur, sohbet ve hatırlamak, okurluk ve bilmediğini öğrenmek… Ustalık eseri bir roman, geleneksel anlatı formlarına göndermelerle, bir insanın arayışında hepimizin olası ömür kolajı.
Cihan Aktaş, 29.12.2018, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Perspektif Yazıları,
Sonsuz Ark'ın Notu: Cihan Aktaş Hanımefendi'den yazıları için yayın onayı alınmıştır. Seçkin Deniz, 09.05.2015
Yazının ilk yayınlandığı yer: Gerçek Hayat
Sonsuz Ark'tan
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark Manifestosu'na aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.