"Bir gün kalbimizin dayanamayacağı bir doza maruz kalabileceğinden endişeleniyorum. Komplo teorisi üretmiyorum, düşmanı yüzünden tanımak istiyorum. Zira düşman bizi çoktan tanımıştır."
Zaman çok hızlanmışa benziyor, eskiden bir yılda yaşanabilecek olayların tümünü bir haftaya sığdırır olduk. Bunun yanında internet kullanımındaki alışkanlıklarımızda hızını algılamakta zorlandığımız değişiklikler oldu. Ne var ki algılamakta zorlandığımız belki de tek şey bu. Çünkü bilgiye ulaşma noktasında internet kullanımımızdaki değişiklikler algı kanallarımızı sonuna kadar açtı.
Bilindiği üzere biz bir şeyi öğrenirken tat alarak, dokunarak, koklayarak, işiterek ve görerek öğreniriz. Bunun yanında okuduklarımızın %10’unu, işittiklerimizin %20’sini, gördüklerimizin %30’unu, hem görüp, hem işittiklerimizin %50’sini, söylediklerimizin %80’ini, davranışlarımızla beraber söylediklerimizin %90’ını hatırlarız. Herkes öğrendiklerini, bilgiyi ve olayları farklı şekilde algılar, bu da insanların hangi duyu kanallarının ağırlıklı olarak kullanıldığı ile alakalı bir durum. Bu açıdan insanlar görsel, işitsel ve dokunsal olarak ayrılırlar. Kimi bilgiyi algılarken daha çok gözünü kullanır, kimi kulağını. Kimi de dokunarak öğrenir.
Bugünlerde insanlar, yaşamlarını, algılarını dijital ortama taşısalar da, nihayetinde onlar aynı insanlardır ve her zamanki gibi duyu organlarını kullanırlar. İnternette haberlerin veriliş biçimiyse artık hiç kimsenin olaylara kayıtsız kalamayacağı olaylardan uzak tutulamayacağı şekilde programlanmıştır. Ağırlıklı olarak işitsel algı kanalını kullananlar, video veya ses kaydı şeklindeki haberlere daha çok ilgi gösterir, görsel olarak algılayanlar içinse, hem video, hem yazılı haberler daha uygun olur. Yorum yazarak veya paylaşarak da öğrendiklerini pekiştirirler.
Hatırlayalım, eskiden sosyal medyada video kullanımı çok yaygın değildi, şimdiyse görüntülerin hem yüklenmesi daha kolay, hem canlı yayın yapılması mümkün hale geldi. Haliyle bu durum provokasyonlar için de neredeyse kusursuz bir ortam sağladı.
Yalnız provokasyonun tanımı da biraz değişikliğe uğramış gibi görünüyor. İnsanlar arası fitne insanlığın var olduğu zamanlardan beri vardır ve fitnenin amacı her zaman aynı olmuştur; toplumu karıştırmak, zayıf düşürmek, düşmana karşı direnemeyecek bir duruma getirmek. Tarih boyunca fitneleri durdurmak kolay olmamıştır, çoğu zaman provokasyonlar amacına ulaşmıştır. Şimdiki provokasyonların eskisinden farkı, herhalde çok büyük infiallerle sonuçlanmıyor olmaları.
Bugünlerdeki olaylar bize hem görsel, hem yazılı olarak, üstelik dijital hızla sunulurlar. Çok çabuk galeyana geliriz, tartışmalar tavan bulur, bir de o kadar da hızlı söner. Söndükleri için bu tarz provokasyonların amaçlarına ulaşmadıkları düşünülebilir, ama ben böyle düşünmüyorum. Toplumun sürekli farklı tartışmalara maruz kalması yaşamın doğal akışı olarak görülebilir ancak bu tartışmaların bir anda yükselip, zirve yaptıktan sonra hiç olmamışçasına yatışması ve belli, sabit zaman aralıklarıyla gerçekleşmesi insanın aklına bir kurt düşürmüyor değil.
Son zamanlarda internette ziyaret ettiğimiz sitelerin takip edildiği, telefonlarımızın dinlenildiği sıkça konuşuluyor. Bu artık hepimizin malumudur. Hatta meşhur “Bir ürüne para vermiyorsan, o zaman ürün sensindir” sözünde hemfikiriz. Kullanılıyoruz, şüphesiz kullanıcı değil kullanılanız. Alışkanlıklarımızı, tercihlerimizi ortaya dökerek birçok şirketin bize satış yapmalarını kolaylaştırıyoruz. Ama bundan daha da mühimi, toplumsal nabzımızı tutan birilerin olması ve bunu düzenli bir şekilde yapıyor olmaları.
Düşmanlık kavramını bu zamana kadar kimse iptal etmedi, iptal etmeyecek de. Bir insanın kişisel olarak düşmanın olabileceği gibi toplumların, ülkelerin de düşmanları olur. Aksi takdirde insanlık var olalı hiç dinmeyen savaşlar çıkar mıydı, milyarlarca insan hayatını kaybeder miydi?
Bu günlerde savaşlar kılık değiştirdi, savaş taktikleri gelişti ve bu konuda dış düşmana dikkat çeken insanları komploculukla veya paranoyaklıkla suçlamak en azından ihmalkârca bir davranış olur. İnsan hakkında pek çok şey biliniyor ve bu bilgilerin insanlara, toplumlara karşı kullanılmadığının, kullanılmayacağının garantisini kim verebilir ki?
Hatırlayalım, son zamanlarda bu kadar çok tartışıp, tepkiler verdiğimiz her olayın öncesinde bir video kaydı yayınlanmıştır. Bu bazen gizli kamera görüntüleri, bazen cep telefonuyla çekilmiş ve sanal ortama servis edilmiş, bazen de habercilerin çektiği görüntüler oldu. Çocuğa, kadına, erkeğe fark etmez, şiddet görüntüleri, cinnet geçiren insanların görüntüleri, heykellere veya ibadethanelere saldırı görüntüleri, hayvanlara eziyet görüntüleri, yılbaşı kutlamalarından görüntüler…
Tüm bu videoların ortak özellikleri, olumsuz içerikli olmalarıdır. Ve gerçek şu ki şu ki gündemimizi bu görüntüler belirliyor. Yani kendi gündemimizi oluşturamıyoruz. Biz, sedyede yatan, damarından ayarlanmış dozlarla “uyarıcı” madde enjekte edilen bir hasta gibiyiz. Nabzımız yükselip yavaşlarken, bir taraftan da nabız grafiğimizi çeken ve tüm verileri kayıt altına alan birilerin varlığı hiç de zayıf bir ihtimal değil.
Deney masasına yatırılmış birer kobay gibi inceleniyoruz. Sinir uçlarımıza dokunulup, tepkilerimiz ölçülüyor. Bir hastayı iyileştirecek dozu, onu öldürecek dozu da en iyi o hastayı takip eden doktor bilir. Ya bu “doktor” bildiğimiz Hipokrat yeminli doktorlardan değilse?
Bir gün kalbimizin dayanamayacağı bir doza maruz kalabileceğinden endişeleniyorum. Komplo teorisi üretmiyorum, düşmanı yüzünden tanımak istiyorum. Zira düşman bizi çoktan tanımıştır.
Melek Öz, 07.01.2019, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Akla Düşenler
Melek Öz Yazıları
Sonsuz Ark'tan
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark Manifestosu'na aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.