"Olmayacak bir şey değildi aradığı, çünkü gerçekte var olmayan bir şeyin yansıması olmaz…"
Ne kadar da susamıştı. Günden güne artıyordu susuzluğu, yine de yürüyerek bu yakıcı çölden çıkış yolunu aramaktan başka çaresi yoktu. O kadar yorgundu ki, zihni ona türlü türlü oyunlar oynamaya başlamıştı. Uyarılmıştı hâlbuki yola çıkmadan evvel. Yanına bir yol rehberi, bir harita alması gerektiği söylenmişti ona. Dinlememişti… Serapların bir göz yanılsaması değil, bir doğa olayı olduğunu biliyordu ve zihnine güvenmişti. Yine de her seferinde onları gerçek sanmasının sebebi neydi?
Bu yanan çöle nasıl düştüğünü artık kendisi de hatırlayamıyordu. Sadece gerçeği aradığını biliyordu, kaçıyordu aslında… Evet, insanlardan kaçıyordu. İnsanların yönettiği dünyayı artık çekilmez buluyordu çünkü. Hırslarına ve yalanlarına tahammülü kalmamıştı. Sahteliklerine ve ikiyüzlülüklerine… İnsanlara güvenmiyordu, fakat zaman geçtikçe kendi zihnine de güvenemez oldu; onun da, diğerlerinin yaptığı gibi, ona oyun oynadığı hissine kapılıyordu ara sıra. Hem oraya nasıl düştüğü bilgisi neyi değiştirebilirdi ki? Şu an yanında ne bir harita, ne bir yol arkadaşı ne de bir damla su vardı. Her önüne çıkana da inanmaması gerektiğini artık anlamıştı.
Geceleri bir nebze daha sakin geçerdi. Hava iyice serinleyince sırtüstü uzanıp gökyüzünde parıldayan burçlara bakardı saatlerce. Gökyüzü muazzam donatılmış bir tepsi gibiydi ve sanki bir tek onun için açılıyordu her gece, sabah saatlerinde kaldırılacağı zamana kadar. Sayısız yıldıza bakarken, üzerinde uzandığı sayısız kum tanesini düşünürdü. O kum taneleri ki bu dünyadaydı ve ona çok yakındı, hemen avucunun içindeydi, yıldızlarsa onun hiçbir zaman ulaşamayacağı yerdeydi. Bu dünyaya ait olan her şey yine birilerine aitti.
Düşünüyordu, insanlar mı çoktu dünyayı paylaşamayacak kadar, yoksa dünya mı herkese yetmeyecek kadar küçüktü? Bilemiyordu… Her şeyi parsellemişti vahşi insan; azınlığa sofranın büyük payı, diğerlerine ise kırıntılar kalmıştı. Gökyüzüne bakıyordu, milyonlarca yıldız göz önünde seriliydi. Ve bir soru dönüyordu zihninde: “Yıldızlara da sahip olabilseydi eğer, yıldızları paylaşabilir miydi insan?”
Ara sıra eskilere gidiyordu aklı. “İhtiyacın olduğu şeye kavuşamadığın zaman onun yansımasının peşine düşersin, fakat gördüğün şey susuzluğunu gideremez, çünkü sadece bir görüntüden ibarettir. Ve unutma, gerçeğe ihtiyacın yoksa serapları kovalamazsın…” demişti tesadüfen karşılaştığı biri ona, yıllar yıllar evvel. Kulak verse miydi ona acaba?
Hem ihtiyacı olduğu şeye sahip olduğunu da söylemişti… Rehberime bak demişti: “O, karanlığı yarıp sabahı çıkarandır. Geceyi dinlenme zamanı, güneşi ve ayı da ince birer hesap ölçüsü kıldı. Bütün bunlar mutlak güç sahibinin, hakkıyla bilenin takdiridir. O, kara ve denizin karanlıklarında kendileri ile yol bulasınız diye sizin için yıldızları yaratandır. Gerçekten biz, bilen bir toplum için ayetleri geniş geniş açıkladık…” (En’am 96-97).
Her sabah, gece yerini güneş ışıklarına devrettiğinde tekrar yola çıkıyordu. Yakıcı güneş onu tamamen bitkin bırakıncaya kadar da yürüyordu. Ara sıra yine beliriyordu gözlerinin önünde yanıltıcı seraplar. Bazen şelale, bazen mavi bir göl, bazen de sadece bir damla suyun peşine düşerdi. Samimiydi arayışında. Bir gün gerçeği bulacağını umuyordu.
Olmayacak bir şey değildi aradığı, çünkü gerçekte var olmayan bir şeyin yansıması olmaz…
Melek Öz, 28.01.2019, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Akla Düşenler
Melek Öz Yazıları
Sonsuz Ark'tan
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark Manifestosu'na aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.