"Türkiye bağımsız olacaksa artık olmalıydı...olacaktır da... Ortadoğu ve Dünya ABD olmadan da Türkiye'nin var olduğunu görmekte gecikmeyecektir..."
Uluslararası siyâset, ulusların çıkarlarıyla doğrudan ilgilidir ve her ulus kendi çıkar mekanizmalarını kontrol eden tek güç olmak ister. Ne yazık ki; bu istek, herhangi bir devlet için -eğer güçlü değilse- sadece bir hayalden ibaret olmuştur, olmaya devam edecektir de...
Türkiye, tarihi varlığı süresince, özellikle Osmanlı Devleti dönemi itibariyle dünyaya hükmeden bir sistemin merkezi olmuştur; ancak bu durum, cumhuriyetin kuruluşundan sonra -özellikle batılı ülkelerin uzun süren çalışmaları sonucunda- kendi dar ve küçük 'ulus devlet modeli'nin içine hapsedilmiştir.
Bu hapislik Türkiye'yi, uluslararası çıkar mekanizmalarının kontrol merkezi olmaktan çıkarmış, tam tersi bir ortama itmiştir. Türkiye, soğuk savaş dolayısıyla ABD güdümlü uluslararası çıkar senaryolarına uymak zorunda kalmıştır. Kurtuluş savaşı dönemlerinde reddedilen Amerikan mandası olma fikri, sonraki hayatı süresince genç cumhuriyetin hayat kaynağı olmuştur...
İç ve dış oluşumların tamamı ABD kontrollü olagelmişse de, bu durum, tüm ülkelerin hayat süresince sonsuz ömürlü olmayacağı içindir ki Türkiye kendi çıkarları doğrultusunda yaşamayı tercih edecekti ve şimdi de etmektedir.
Kuşkusuz ABD bu durum karşısında rahatsız olacaktı; ABD'nin, yaklaşık elli yıl süresince dilediği şekilde içini ve dışını değiştirdiği bir ülkenin, kendine ait özel çıkar alanları olmasını kabul etmesi imkansızdı...
İkinci Irak savaşından önce TBMM'nin aldığı karar (1 Mart 2003), ABD'nin alışkın olduğu yapıların dışında olan bir karardı. Bu karar alınmazdan önce, Türk kamuoyunu etkilemeye alışkın olan her grup, her şahıs bütün korkutucu ve tehdit edici yöntemleri kullandılar; ancak TBMM, Türkiye'nin ABD'ye Irak'ta yardımcı savaş gücü olarak bulunmasına izin vermedi.
2003, 2004 yılları ABD'nin özel olarak uluslararası nezaket sınırlarını aştığı ve Türkiye'yi aşağılamaya çalıştığı yıllar olarak tarihe geçti. Bunlara rağmen akılda kalan en önemli iç unsurlar, ABD mandası olmamakla ilgili tüm siyasi manevraları aptallık olarak değerlendiren kişiler ve gruplar oldular.
Amerikan çıkarlarına uygun davranış sergilemeyen hükümeti aymazlıkla suçlayan yazarlar ve kurumlar, bu ülkenin geçmişine saygılı olmadıklarını kanıtladılar. Kendi ulusal çıkarlarının hangi siyasî oyunlara kurban gittiğini anlamadılar. Yıllarca ABD'nin istediklerini yapmanın bize kazandırdığı hiç bir şey olmadığını göremeyenler, ABD'yi kızdırmanın felaket getireceğini iddia ettiler...
Oysa aynı gözler, TBMM karar alırken tüm dünyada, özellikle Müslüman ülkelerde, insanların çoğunluğunun bu kararı merakla izlediğini görmek istemiyorlardı. Bu karar Türkiye'nin bastırılan büyüklüğünün ortaya çıkışı için gerçekten önemliydi.
Türkiye bağımsız olacaksa artık olmalıydı...olacaktır da... Ortadoğu ve Dünya ABD olmadan da Türkiye'nin var olduğunu görmekte gecikmeyecektir...
Seçkin Deniz, 23.03.2005, Sonsuz Ark, Sistematik Analizler 15
DW, 11.02.2019 - Alman basınından özetler
Frankfurter Allgemeine Zeitung yorumunda Uygurlara yapılan baskıyı protesto eden ve bu duruma son verilmesini talep eden ilk Müslüman ülkenin Türkiye olduğuna dikkat çekiyor. Yorum şöyle devam ediyor:
"Türkiye'nin protestosuna tanınmış bir Uygur sanatçının cezaevinde ölmesi neden oldu. Türkiye böylece Gazze'deki Filistinliler gibi Türki halkların da koruyucu gücü olma iddiasını ortaya koydu. Türkiye giderek artan bir şekilde, çok ulusluluktan uzaklaşmaya başlayan dünyamızda dış ve güvenlik politikalarında kendi çıkarlarına göre hareket eden bağımsız bir aktör gibi davranıyor. Kendisi insan haklarını tam olarak uygulamayan Türkiye'nin Çin'den insan haklarına saygılı olmasını istemesi, Çin'in ülkedeki yatırımlarını azaltmasını göze aldığını da gösteriyor. Avrupa'ya kıyasla Türkiye'deki Çin yatırımları zaten fazla sayılmaz. Anlaşılan Türkiye kendini Çin sermayesine muhtaç hissetmiyor.”
Süddeutsche Zeitung Türkiye'nin Çin'deki Uygur azınlığa yapılan baskıyı kınamasını konu alan yorumunda şu satırlara yer veriyor:
"Ankara Uygurların kapatıldığı kampların kaldırılmasını talep ediyor. Bu, uluslararası topluma verilmiş önemli bir mesajdır. Birleşmiş Milletler'in verilerine göre çalışma kamplarına kapatılan Uygurların sayısı bir milyonu buluyor. Gerçi Batı, Pekin'in tutumunu son haftalarda daha fazla eleştirmeye başladı. Ancak haksızlığın boyutları karşısında bu eleştiriler cılız kaçıyor. Çin yönetimi terörizm ile mücadele amacıyla bu önleme başvurduğunu savunuyor. Ancak bu politika sadece İslam karşıtlığı anlamına gelmiyor. Camiler kapatılıyor. Müslümanların ibadet etmesine izin verilmiyor. Uygur aydınları, bilim insanları ve sanatçıların tutuklanması Çin yönetiminin bu bölgenin dil ve kültürünü ortadan kaldırmaya çalıştığı şüphesini doğruluyor. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan 2009 yılında Uygurlara yapılanları ‘soykırım' olarak nitelemişti. Ancak ekonomik ilişkiler geliştikçe protestoların dozu azaldı. Oyunun kuralı belli: Çin'in insan hakları ihlallerine ses çıkartmayan ekonomik bakımdan kazançlı çıkıyor. Erdoğan'ın ekonomik ilişkilerin soğumasını göze alması diğer devletleri Çin politikalarını düşünmeye sevk etmelidir.”
Sonsuz Ark'tan
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark Manifestosu'na aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.