19 Şubat 2019 Salı

SA7456/KY73-PH13: Meclis Künefe…

"İnsan gezdikçe öğreniyor ve ufku açılıyor. Ancak çevremize ilgiyle ve sahiplenici bir bakış açısıyla bakmamız, memleketimize sahip çıkmamız lazım. Tabiî ki halktan, arkeolog, antropolog, tarihçi, sosyolog, tabip, hukukçu bilinciyle hareket etmesini beklemiyoruz. Halk, öncelikle insani ihtiyaçlarının peşine düşer, çalışır, eğlenir ve toplumun devamı için ürer, geneli rutin bir sarmalın içindedir yani…"


Bu yazımda başka bir konudan bahsetmeyi düşünüyordum ancak geçtiğimiz hafta Gaziantep ve Hatay gezisi yapınca oralarda gördüklerimi, duyduklarımı ve edindiğim izlenimleri derleyip bunların üzerinden her zamanki gibi topluma biraz mesaj vermek istedim. 

Mesaj vermesek olmaz, çünkü dertliyiz. Ne demiş Ozan ‘aşk adamı ağlatır, dert adamı söyletir…’ Antep ve Hatay’a gidiyorum dediğimde en az on kişiden; şunu ye, bunu tat, falanda şu yemek var benzeri tavsiyeler aldığım zaman, içimden ‘yahu bu milletin yemekten başka bir keyfi yok mu?’ diye düşündüğümü söyleyeyim. Belki de ilgi alanlarımı bildikleri için -nasılsa tarihi kültürel yerleri gezer, yemeği düşünemez- aç kalır diye beni kolladılar. 

Yok, aslında öyle değil, doğrusu kendileri olsa ne yapacaklarsa bana da onu öneriyorlardı. Tabiî ki insanlar güzel yemekler yiyecekler. Mevzuubahis kentlerimiz de mutfakları-yemekleriyle ünlü, ülkemizde bir gastronomi turizmi olacaksa başkentleri olabilecek yerler. Doğrudur…

Şimdi buradan başka bir pencere açayım, ülkelerinde savaş var ama bunlar burada yiyip içip, bizim ülkemizde keyiflerine bakıyorlar diye Suriyelilere demediğini bırakmayan bizler, yemek içmek ve keyif yapmayı bir kendimize has sanıyoruz anlaşılan. 

Tamam da, biz kendi ülkemizdeyiz onlar ise mülteci! Çok kısa bir zaman önce onlar da kendi vatanlarındaydılar, aynı buradaki gibi sadece yiyip içiyor ve alış veriş yapıyorlardı. Alabildikleri en lüks şeyleri alıyorlardı. Aynı bizim gibi.

Bizim ülkemizde görünür ve yıkıcı bir savaş yok belki ama çok da müreffeh günler yaşadığımızı söyleyebilir miyiz?  Geçmiş tecrübelere ve bugüne de bakarak, yaşadığımız coğrafya ve toplum yapımız dolayısıyla topun ağzında olduğumuzu hep hissetmiyor muyuz? Ortalama on-on beş yılda bir darbe, diğer on yılda bir de, ekonomik kriz yaşıyoruz. 35 yıldır çok ciddi bir terör belasına hem canımızı, hem malımızı heder etmiyor muyuz? Buna rağmen biz de pek ayağımızı yorganımıza göre uzatıyor sayılmayız… 

Yine Antep ve Hatay’a döneyim; her iki ilimizin de ayrı ayrı hikâyeleri, kültürleri, muhteşem tarihleri var. Çok değerli tarihi eserlere sahipler, pek çok köklü medeniyete ev sahipliği yapmışlar. Her ikisinin de yakın tarihimiz (işgalden kurtulma mücadelesi) açısından kalbimizde ve hafızalarımızda mühim yerleri var. Çoğumuz biliyoruz ama Antep’e gideceklere Antep Kalesini ziyaret etmelerini tavsiye ediyorum. Antep’in işgalden kurtulma mücadelesi, orada belgesel eşliğinde güzelce anlatılıyor.

Atatürk bu bölgeyi ziyaret edince kendisine Antepli (şehir henüz Gazi unvanını almamışken) olması teklif ediliyor o da Anteplilerin şanlı direnişine bir jest olsun diye kabul ediyor ve kütüğünü Antep’e aldırıyor.   


Hatay ise bildiğiniz gibi, önce küçük bir devlet (Hatay Cumhuriyeti) oluyor. Az kalsın Suriye’ye bırakılacak iken, kendi rızasıyla ve yine kendi çapında bir mücadele vererek, (tabi ki Ankara’nın büyük desteğiyle) meclisinde yapılan bir oylama ile Anavatan'a bağlanıyor. Bu konunun benim yazdığım kadar kısa ve kolay olmadığını tahmin edersiniz. Elin gâvuru buradan yüzlerce film, roman araştırma vs. eser çıkarırdı. Ben Hatay’ın tarihi ile ilgili bir film izlediğimi hatırlamıyorum. Filmi bir kenara bırakalım da, o zamanki Hatay Meclisi'nin ne olduğuna bakalım. 

Ne mi olmuş? Künefeci! 

Daha önce de kötü filmler oynatılan bir sinemaymış!


Eski Hatay Cumhuriyeti Meclis Binası

Önce dedim ki acaba devletin bizim bilmediğimiz bir politikası bir çekincesi olabilir mi, sonra kısa bir araştırma yapınca Hatay Milletvekili ve birkaç sene önce Kültür Bakan Yardımcısı olan Hüseyin Yayman’ın da konudan rahatsız olduğunu ve Meclis binasının Kurtuluş Müzesi olması için girişimde bulunduğunu öğrendim. 

Yani bu zamana kadar kimsenin ilgilenmemesinin, değerbilmezlikten başka bir sebebi yokmuş. Maalesef bu durumdan kimse de rahatsız olmamıştı (olduysa da seslerini duyuramamışlar). Ne Hataylı entelektüeller, ne konağın sahibi Hatay’ın ileri gelenlerinden olan Adalı Ailesi, ne Hatay Belediye Başkanı, ne Hatay Valisi, ne devletin konuyla ilgili bürokratları ne de Hatay’a gezmeye gelen vatandaşlar!

Muhtemelen, gezmek için gelenler künefelerini ısmarladılar, önce künefenin resmini sonra da kendilerinin dudak büzüp göz süzerek çektikleri selfilerini sosyal medyada yayınladılar ve ağızlarında künefe tadıyla ‘tatlı yiyip tatlı konuşarak’ Hatay’dan ayrıldılar.

Biz tatsız konuşalım, çünkü dost acı söylermiş…

Son krizden önce ülkemizde her ay bir milyondan fazla akıllı telefon satılıyordu. En ucuzu 2 bin lira olan telefonlardan bahsediyorum. Bu milli servetin oluk oluk dışarıya akması demek. İsraf ettiğimiz yiyeceklerle Afrika’da açlıkla savaşan birkaç ülkeyi doyuracağımıza inanıyorum. Bu maddi anlamdaki hovardalığımız; manevi hovardalığımız ise kültürümüze doğamıza, tarihimize sosyal medyada yayınlanacak ve birkaç yüz beğeni alacak bir fotoğraf karesi kadar değer vermemiz.

Antep ve Hatay denince insanların aklına yemekten başka bir şey gelmiyor. Gelemez de. Buralara turistik gezler yapan kaç kişiyle konuştuysam hepsi baklava kebap muhabbeti yaptı. Kimseden şurası şöyle burası böyle şeklinde olumlu bir eleştiri kritik duymadım. 

Hâlbuki siyaset, particilik ve fikri ayrılıklar söz konusu olduğunda çoğunu susturamıyoruz. Biraz dur da motorun soğusun diyorsun mecburen. Milliyetçilik, Atatürkçülük denince mangalda kül bırakmayanlardan, Sembolik anlamı olan Hatay Meclisi'nin künefeci olmasıyla ilgilenmeyen Belediye Başkanını uyarmalarını bekliyorum. 

Haddizatında yurdumuzun başka yerlerinde de benzer durumlarla karşılaşmıştım… 

Geçen yıllarda Bilecik-Söğüt gezisi yapmıştım, Şeyh Edebali’nin türbesinin karşısındaki vadiden aşağı bir şey aktığını gördüm ama uzakta da iyi seçemiyorum. Bakıyorum şelale desem değil, sulama kanalı olsa böyle boşa niye aksın. Meğer şehrin kanalizasyonuymuş. Hay Allah sizi ıslah etsin dediydim içimden…

Osmanlının kurucusu Osman Gazi’nin akıl hocası, manevi dünyamızın önderlerinden birine karşı bu ne saygısızlık, bu ne kadir kıymet bilmezliktir! Fotoğraflarını çektim, belediyeye, üniversiteye, valiliğe yazdım ama heyhat! Geçen sene gidenlere sordum hala akıyor mu diye. Evet akıyormuş. Demek ki orada da memleketine sahip çıkacak kimse kalmamış. Demek ki illa Cumhurbaşkanının görmesi gerekiyor.  

Neyse, Antep ve Hatay’a geri dönelim.

Antep konumu ve maddi durumu itibariyle elbette Hatay’dan daha büyük ve gelişmiş bir şehir. Tarihin her döneminde ticaretin kavşağında (İpekyolu üzerinde) önemli ve zengin bir şehirmiş. Bunu her köşe başında karşımıza çıkan büyük ve görkemli hanlarından anlayabiliyoruz. 


Yemişhan, Gaziantep

Çoğu restore edilmiş ve kullanılıyor ama gönlümüze hitap edecek şekilde değil. Eski çarşıda bir tabela düzenlemesi getirilmiş ama genelinde rahatsız edici tabela kirliliği dikkat çekiyor. Tarihi bir hanın önünde fil kadar çamaşırcı-pijamacı dükkân tabelasıyla karşılaşıyorsun mesela. Aynı hanın güzelim bahçesi otopark yapılmış ki bu da gözü çok yoran sevimsiz bir görüntü. 


Antep Bakırcılar Çarşısı

Sonra, Bakırcılar Çarşısı'nın çatısı ruhsuz, demir ve plastik malzemelerle örtülmüş, günümüz teknolojisi ve tasarım mimarisinin mucizelerinden bihaber olmalılar. Oysa çarşının ruhuna uygun çok daha estetik şeyler düşünülebilirdi. 

Aynı şey Hatay Uzun Çarşı ve Kunduracılar çarşısı, vb. için de geçerli. İçinden nehir geçen şehir olma şansını yakalamış Hatay’ın Asi nehrinin üzerinde ihtişamlı köprüler görmek istiyorsun ama yok. En azından eski ve yeni şehri birbirine bağlayacak özel bir köprü tasarlanamaz mı?  


Hatay Ulucâmi

Tabi mevsimin kış olması ve havanın yağmurlu olması dolayısıyla nehrin çamur renginde akması da pek iç açıcı değildi. Anlaşılan ırmağın ıslaha da ihtiyacı var. Asi nehri Lübnan’ın Bekaa Vadisinden doğup Hatay-Samandağ’dan Akdeniz’e dökülüyor. Geçtiğimiz yıllarda nehirdeki kirlenme aşırı artınca Hatay Belediyesi civar ülkelerle birlikte Asi nehrinde bir arıtma projesi yapmayı planlamış ama arıtma ve ıslah çalışmaları bir belediyenin tek başına yapabileceği şey değil, mutlaka devlet nezdinde girişimlerde bulunulmalı. 

Her iki şehir için de o çok övündüğümüz gastronomi turizmini oryante edecek, planlı bir amaca ve hedefe matuf bir hareket de göremedim. Ben turla gitmedim ama eminim turla gidenleri de en pahalı yerlerde yedirip kazıklanmalarını sağlıyorlardır.

Antep için söyleyecek olursak tarihi çarşıda genel olarak fiyatların yüksek olduğunu belirtmeliyim.    
Bir önceki kırsal turizmin kalkınmadaki önemini anlattığım yazımda söylediklerimi tekrar edeyim; hem Antep hem de Hatay’da kültür turizmi ile kırsal turizmi iç içe geçirerek harikalar yaratılabilir. 

Örneğin, Antep’in fıstık bahçelerine, Hatay’ın biber tarlalarına ve çiftliklere turlar düzenlenebilir. Mutfak kültürü ve gastronomi turizmi sistemli bir şekilde yapılınca elde edilen gelir büyük oranda bölge insanına dönecektir. Aksi halde pek verimli olmaz.


Hatay'da eski bir evin kapı tokmağı (Kadınlar için olanı, Erkekler için olanı kaybolmuş)

Antep’te, Unesco’nun 2012 Dünya Geçici Miras listesine alınmış Yesemek Açık Hava Müzesi’ni görme fırsatım da oldu. Müzede, henüz ilk yontu haliyle kalmış onlarca taş heykel bulunuyor ama alanda kazılar devam ediyormuş. Burası Hitit Devletinin heykel atölyesiymiş.  4 -10 tonluk heykeller buradan 400 km uzaklıkta Hititlerin Çorum’daki başkenti Hattuşaş’a gidermiş. O zamanki yolları ve ahşap kızaklarla kaydırılarak götürüldüklerini düşünüce; vay be, diyorsun, ne büyük azim! 


Yesemek Açık Hava Müzesi, Gaziantep

Yapım halindeki heykeller kalmış çünkü bitmişlerini burayı ilk bulan ve kazı yapan (1890) Alman arkeolog F.V.Luschan, 80 arabayla götürmüş, çoğu Berlin Müzesi’nde sergileniyormuş. Yerli rehber, aynı zamanda kazılara da katılan bekçinin çok samimi ve bir o kadar da içli ifadesiyle; ‘bakmaya kıyamazsın’ denilecek heykeller gitmiş. Bize taslaklar kalmış. Geçmişte değerini bilememişiz bugün de tarihi geçmişi değerlendirmeyi bildiğimiz söylenemez. 100 yıl önceki yerimizdeyiz, anlayacağınız Doğu Yakası'nda değişen bir şey yok.  

Bölgede bulunan taş ocağının ne zamandır heykel atölyesi olduğu bilinmiyor ama M.Ö. 2000’li yıllardan itibaren Hitit hâkimiyetine girdikten sonra Hititlerle yeni bir fonksiyon kazandığı düşünülüyor. Burada özellikle, Hitit, Suriye, Arami ve Asur Sanat unsurları ağırlık kazanıyor ve bu üslup, batıda gelişmeye başlayan Ege kültürlerini etkileyerek Yunan sanatının çekirdeğini oluşturuyor. 

Belki bir gün o heykelleri geri alırız, ama o zamana kadar bir akıllı çıkıp bitmiş heykellerin replikalarını (kopya) yapar ve bu şekilde heykel taşıma hikâyesini -yolları canlandırır. Belki tarihi atölyenin yakınlarında yaşayan bir atölye kurulur ve geçmiş canlandırılır. Hayal bu ya! 


Yesemek Açık Hava Müzesi, Gaziantep

İnsan gezdikçe öğreniyor ve ufku açılıyor. Ancak çevremize ilgiyle ve sahiplenici bir bakış açısıyla bakmamız, memleketimize sahip çıkmamız lazım. Tabiî ki halktan, arkeolog, antropolog, tarihçi, sosyolog, tabip, hukukçu bilinciyle hareket etmesini beklemiyoruz. Halk, öncelikle insani ihtiyaçlarının peşine düşer, çalışır, eğlenir ve toplumun devamı için ürer, geneli rutin bir sarmalın içindedir yani…


Tütünhan Mağarası Su Kuyusu, Kır Kahvesi, Gaziantep 

Ama halkın içinden, mutlaka düşünürler, ileri gelenler dediğimiz büyük aileler, okumuş- yazmış, fikir ve yetenek sahibi insanlar çıkmalıdır. Ve onlar toplumun ileriye gitmesi, kalkınması için emek harcarlar. Eğitime, sanata, bilime yatırım yaparlar. Kendilerini yetiştiren besleyen, içinde bulundukları topluma, ülkeye karşı bir görevdir bu. Toplumu alıp, önünde yürüyen, ufku açık, devlete de yön veren ve zamanı gelince de Kurtuluş Savaşı'na el veren bu gruplardır. İşte bizde bu tarz insanlar azaldı veya içimizden çıkmıyor artık (Güzel düşünen, güzel bakan ve güzel işler yapan değerli insanları tenzih ediyorum). 

Son olarak Suriyelilere benim de bir çift sözüm var. Kuru patlıcan dolmasını çok severim ama fiyatlar epey yükseldiği için fazla alamadım. Meğer Antep’teki Suriyeliler patlıcanı çok tükettikleri için, kuru patlıcan fiyatları artmış. Bu kabul edilemez(!)




Peri Han, 19.02.2019, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Güneşin Altındaki Her Şey



Sonsuz Ark'tan
  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.



Seçkin Deniz Twitter Akışı