"Hem onlar için, hem de insanlık için atılan adımın büyüklüğü hakkında bir şey söyleyebilmek henüz zordu. Ama nihayetinde her çözüme giden yol bir yerden bir adım atmakla başlar."
Bir kadın koşuyordu sokağın ortasında yalın ayak. Kendini yangından kurtarırcasına uçar gibi çıktığı binanın kapısından uzaklaşıyordu. Benzemiyordu hikâyesi hiçbir dizide oynananlara. Sığar mıydı hayatı her hafta gösterilen kırkbeş-elli dakikalık bölümlere? O, sığınak olarak gördüğü kendi evinde eziyetle karşılaşmıştı. Yaptığı tüm fedakârlıklara rağmen evindeki şiddetin dozu git gide artıyordu. Yine de herkese karşı iyi görünme isteği, utanç duygusu ve evinde olanları dışarıya duyurmama arzusu senelerce susmasına neden oldu. Bunlara rağmen hep hor görüldü ve aşağılandı…
Bir kadın koşuyordu sokağın ortasında yalın ayak. Çocuklarını düşünüyordu. Oğullarını ve biricik kızını. Canını hiç düşünmeden vermeyi hazır olduğu tek varlıklardı onlar. Onlar için yaşayıp onlar için sabrediyordu. İyi mi yapmıştı acaba, bunca sene boyunca onları evde yaşanan bu cehennemden çıkma sahnelere tanık kılarak? Onların iç dünyalarını tüm bu kirden uzak tutmak daha doğru olmaz mıydı? Bırakmayacaktı onları yalnız hiçbir zaman, bunu biliyordu. Sımsıkı sarılacaktı onlara ve bir daha ne kendinin, ne de onların incinmelerine izin verecekti…
Ama şimdi koşuyordu kadın sokağın ortasında yalın ayak. Son çaresiydi bu kaçış, her zamanki gibi aniden gelişen olayları takibinde başlayan… Canını kurtarıyordu aslında. Yeni değildi yaşananlar. Bu zamana kadar aramadığı yer, çalmadığı kapı, yardım istemediği kuruluş kalmamıştı. Her yerde insanların soğuk yüzüyle karşılaşıyordu. Aradığı şiddet mağduru kadınlara yardım telefon hattında diğer ucunda ona erkek sesleri cevap veriyordu. Canını yakan sorunların detaylarını bir erkekle paylaşmak o sırada isteyebileceği son şeydi. Sunmuyorlardı zaten ona hiçbir çözüm yolu. Sığınma evine alabileceklerini söylüyorlardı, ama büyük oğlunun yaşı on ikiyi aştığı için ondan ayrılması isteniyordu. Bunu yapamazdı. Çocuklarından ayrı kalamazdı. Kendisi de genç yaşta hem annesini kaybetmişti, hem babasını… Kimsesizliğin, korumasızlığın ne olduğunu çok iyi biliyordu, ama hayat ona bu sefer altından kolay kolay kalkamayacağı bir sınav daha sunuyordu. Evlendiği adamın ailesi kalabalıktı. Ne var ki onlardan tek bir destek sözü gelmiyordu, bilakis suçlu hep o görülüyordu. Koskocaman bir aileden bir kişi bile çıkmadı ona yardım elini uzatan. Reva mıydı ona böyle bir muamele, hakkı mıydı tüm yaşadıkları… Sırf kimsesiz ve sahipsiz diye?
Darp izlerini tespit ettirmek için gittiği hastanede ne kadar da utanmıştı. Acil servisteki genç hemşirenin muamelesi, polis karakolundaki memurun üstenci bakışı ne kadar da incitmişti onu… Ya başka bir seferde hastanede beyin tomografisini çektirirken, beyin ve sinir cerrahisi doktorunun başına aldığı darbeyi kimin yaptığını sorması ve bir insan eli ürünü olduğunu öğrendikten sonra korkudan yüzünün solup, hiçbir yetkili kuruma bildirmemesi?
Ya komşular… Onlar hep duyuyorlardı duvarların arkasından onun evinden gelen tartışma seslerini. Alışmışlar mıydı yoksa… Onlardan da bir ses çıkmıyordu. Yoksa karı koca arasına girilmez düsturuyla mı hareket ediyorlardı, bilmiyordu. Utanıyordu sadece, başkalarının utanacağı yerde...
Bir kadın koşuyordu sokağın ortasında yalın ayak... Her şeyciğini geride bırakıp yeni bir hayata adım atıyordu. Kısılmıştı sesi bağırmaktan, nefesi tutulmuştu. Ayaklarında güç kalmayıncaya kadar koştu, sonra dayanamayıp yere çöktü. Yardım diliyordu etraftakilerden, fakat nafile… Mahalledekiler dizi seyredercesine, hiç kıpırdamadan kadının tek başına yeni hayatına doğru geçişini izliyorlardı.”
Genç kız okumayı bıraktı, önce sınıf arkadaşlarına göz gezdirdi, sonra sınıfın ortasında duran hocasına baktı. Bu sefer yazdığı yazıyı değerlendirmesini bekliyordu. Sınıf sessizliğini bozdu, kıpırdamalar başladı. Okunan her öyküden sonra olduğu gibi önce hafif bir alkış yükseldi, sonra söndü, sınıftakilerden kimi,“Yaa, çok güzel oldu!” diyordu ona destek ve beğeni ifadesinde bulunarak.
Gözde'nin yazdıkları sınıf arkadaşları tarafından genelde beğenilirdi. Edebiyat fakültesi mezunuydu kendisi, ama üniversitede yazı yazma konusunda yeterli eğitim alamadığı düşüncesiyle üstüne bir de yazarlık dersleri almaya başlamıştı. O gün de bir kütüphane odasında düzenlenen haftalık derslerine devam ediyorlardı.
“Amma da ajitasyon yaptınız, Gözde Hanım,” dedi gözlüğünü çıkartarak ellerinde yazının basılı kopyasıyla duran ve yazarlık kursu hocası olan ünlü yazar. “Alt tarafı bir kadın öyküsü yazacaktık.”
Sınıf sustu. Gözde böyle bir tepkiyle karşılaşacağını hiç beklemediği için soru sorar gibi hocasına baktı.
“Yani, yazıdaki ufak tefek teknik hatalar bulunduğu dışında söylemek istediğim şu ki, bu tarz söylemler son zamanlarda baya çoğaldı. 'Kadın hakları savunucuları' aldı başını gidiyor. Bu tür şeyler neye hizmet ediyor? Hikâyeyi gerçeklikten uzak, biraz abartılı buldum açıkçası.”
“Bu hikâye hayal ürünü değil, tamamıyla gerçek,” diyerek itiraz etti kız. “Benim bizzat şahit olduğum bir olaydır bu. Hatta yazıyı kısa tutmaya çalışırken anlatmadığım o kadar çok şey var ki! Evet, kadın hakları savunucularının sesi gür çıkıyor, fakat bana sorarsanız, asıl böylesine zor bir durumda olan kadınlara destek için alınan yol bir arpa boyu bile değil. Şahsi düşüncem şu ki kendini fiziksel anlamda koruyabilen kadının, kendini koruyamayan birisini anlayabilmesi mümkün değil. Bir kere böylesi bir duruma düşmesi söz konusu olmaz. Hayatında herhangi bir baskı altında kalmamış birinin şiddet gören bir kişinin ne hissettiğini, neden zaman içerisinde ona daha önce yapılanlardan git gide daha fazlasına izin verdiğini anlaması güçtür. Dolayısıyla gerçekten ezilenlerin sesi olamıyorlar. Aynı şey erkekler için de geçerli. “Kadınım ben, kadınım!” diye bağıranların düşündükleri başkaları değil, kendileri. Kendini dünyanın merkezine getirenin başkalarını düşünebilmesi mümkün mü? Feminist akım tamamen bilinçli ve planlı olarak insanların dikkatlerini asıl sorudan uzaklaştırarak meseleyi kadın-erkek çatışmasına dönüştürüyor. Her çatışmanın, her savaşın amacı ve sonucu baştan bellidir: Taraflardan birinin yok edilmesidir. Kadınlar ve erkekler söz konusu olduğunda, taraflardan birinin yok olması insanlığın sonu demektir. Biz toplumda var olan yarayı kangrene dönüştürerek bir yere varamayız…”
“Peki, o halde sizin sunacağınız çözüm önerisi nedir?” dedi o sırada daha fazla ayakta kalmamak için yorgun bir yüz ifadesiyle altına sandalyeyi çekip oturan hocası.
“Çatışma değil, diyalog geliştirmek. Meseleye kadın-erkek hakları ekseninde değil, insan hakları ekseninde bakabilmek. Psikolojik, ekonomik, fiziksel şiddetin iki cinsten sadece birine has bir davranış biçimi olmadığını, ama savunma adına yapılan her yanlış ve aşırı hareketin tam tersi bir etkiyi doğurup mağduru daha da mağdur duruma düşürme ihtimalinin olduğunu göz önünde bulundurmak. Aynı zamanda kadının fiziksel yapı olarak daha zayıf bir varlık olduğunu hatırlayabilmek. Zayıf olana karşı merhameti çoğaltabilmek. Bu hikâyeyi dile getirmemdeki amacım buydu… Ve sadece kadının erkeğe karşı veya erkeğin kadına karşı göstereceği merhamet haricinde kadının kadına karşı göstereceği merhamete de ihtiyacımız var. Ki bu kısır döngüyü kırabilelim…”
Söyleşi o gün biraz uzadı, sınıftakiler de dâhil oldu sohbetlerine. Daha çok konuştular ve çözüm yolları üretmeye çalıştılar. Bir diyalog ortamını oluşturdular. Hem onlar için, hem de insanlık için atılan adımın büyüklüğü hakkında bir şey söyleyebilmek henüz zordu. Ama nihayetinde her çözüme giden yol bir yerden bir adım atmakla başlar.
Melek Öz, 25.02.2019, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Akla Düşenler
Melek Öz Yazıları
Sonsuz Ark'tan
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark Manifestosu'na aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.