Sonsuz Ark'ın Notu:
Aşağıda çevirisini yayınladığımız köşe yazısı İngiliz Mail Online yazarı muhafazakar görüşlü Peter Hitchens'e aittir ve çöken Britanya (İngiliz) İmparatorluğu'na ağıt yakmaktadır. Ayrıntılı bir şekilde irdelediği İngiltere'deki çöküşü ve çürümeyi nelerle ilişkilendirdiğini dikkatle irdelemenizi öneriyoruz. Peter Hitchens'in ,sanki yüzlerce yıl dünyadaki bütün savaşların, yıkımların, sömürülerin, katliamların ve göçlerin en büyük sorumlusu olan Britanya değilmiş gibi, olan biten her şeyi Blair-Brown-Cameron dönemindeki saldırgan politikalara yükleyerek ve "Başka bir ülkeyi, sade özdenetimin olduğu bir yeri, bozulmamış kırsal bölgelerin ve ayık şehirlerin, ciddi okulların, değerli paraların, gözle görülür, yetkili polislerin, gelişen endüstrinin olduğu bir ülkeyi hatırlayabiliyorum." diyerek geçmişe özlem duyması klasik İngiliz riyakarlığına girse de, o kibirli İngilizlerin gelir yetersizliği, pahalılık, işsizlik, üretim yokluğu gibi sıradan ülkelerin sıradan sorunları ile dertlenmeleri ilginçtir; diğer ilginç olan konu ise yazarın Britanya'da artan ahlaksızlığın, devlet destekli cinsiyetçi politikaların, Hristiyanlığın resmi din olmaktan çıkarılmasının ve İngiliz resmi kurumlarından 'koca' kavramının çıkarılmasının aileyi yok ettiğini ifade etmesidir. Net olarak anlaşılması gereken gerçek budur; yeryüzünde her yerde insan birey ve aile olma hakkı elinden alınmak üzere, (yazarın kanlı ölü göz uygulayıcıları olarak tanımladığı) Küresel Satanist/Masonik/Siyonist güçler tarafından hedefe konmuş olan bir nesnedir; yazarın bu kaygıları bütün toplumların ve dinlerin birer üyesi olarak yaşayan herkes için geçerlidir. Türkiye bu anlamda açık tehdit altındadır..
Seçkin Deniz, 02.04.2019
Aşağıda çevirisini yayınladığımız köşe yazısı İngiliz Mail Online yazarı muhafazakar görüşlü Peter Hitchens'e aittir ve çöken Britanya (İngiliz) İmparatorluğu'na ağıt yakmaktadır. Ayrıntılı bir şekilde irdelediği İngiltere'deki çöküşü ve çürümeyi nelerle ilişkilendirdiğini dikkatle irdelemenizi öneriyoruz. Peter Hitchens'in ,sanki yüzlerce yıl dünyadaki bütün savaşların, yıkımların, sömürülerin, katliamların ve göçlerin en büyük sorumlusu olan Britanya değilmiş gibi, olan biten her şeyi Blair-Brown-Cameron dönemindeki saldırgan politikalara yükleyerek ve "Başka bir ülkeyi, sade özdenetimin olduğu bir yeri, bozulmamış kırsal bölgelerin ve ayık şehirlerin, ciddi okulların, değerli paraların, gözle görülür, yetkili polislerin, gelişen endüstrinin olduğu bir ülkeyi hatırlayabiliyorum." diyerek geçmişe özlem duyması klasik İngiliz riyakarlığına girse de, o kibirli İngilizlerin gelir yetersizliği, pahalılık, işsizlik, üretim yokluğu gibi sıradan ülkelerin sıradan sorunları ile dertlenmeleri ilginçtir; diğer ilginç olan konu ise yazarın Britanya'da artan ahlaksızlığın, devlet destekli cinsiyetçi politikaların, Hristiyanlığın resmi din olmaktan çıkarılmasının ve İngiliz resmi kurumlarından 'koca' kavramının çıkarılmasının aileyi yok ettiğini ifade etmesidir. Net olarak anlaşılması gereken gerçek budur; yeryüzünde her yerde insan birey ve aile olma hakkı elinden alınmak üzere, (yazarın kanlı ölü göz uygulayıcıları olarak tanımladığı) Küresel Satanist/Masonik/Siyonist güçler tarafından hedefe konmuş olan bir nesnedir; yazarın bu kaygıları bütün toplumların ve dinlerin birer üyesi olarak yaşayan herkes için geçerlidir. Türkiye bu anlamda açık tehdit altındadır..
Seçkin Deniz, 02.04.2019
'I fear a British Trump who'll crush our civilisation'
İngiliz Donald Trump'ından korkuyorum. ABD Başkanı’nın yaptığı gibi, böyle bir kişinin Sol’un sloganlarını ve Sol’un acımasız, dürüst olmayan propaganda yöntemlerini çalmasından/ kullanmasından korkuyorum. Böyle bir ihtimalin artmasının, David Cameron’un referandum yapmak için çılgınca davranmasının ve herkesin çılgınca bir tuzağın içine girmesinin yol açtığı felaketin olası sonucu olmasından korkuyorum. Artık her şeyin nasıl bittiği önemli değil. Şimdi dış ilişkilerde yaşanan hayal kırıklığı ve ihanet duygusu var. AB referandum (Brexit) fiyaskosunda yer alan birçok insan affedilmeyecek.
Herhangi biri gerçekten , yaklaşık 50 yıl boyunca bağlanmış ve ıslatılmış ve gerilmiş bu büyük yağlı, kıvrımlı büyükanne düğümünü tek bir temiz vuruşla çözülebileceğini düşünmüş olabilir mi? 40 yıldır AB’ye üyeliğimizi destekleyen İngiliz siyasi, hukuki, kültürel ve medya elitlerinin değişimi için herhangi bir çaba sarfedilmeden çözülebileceğini mi düşünüyorlardı? Bütün (AB üyesi) ulusların nehirlerinin rotalarını tersine çevirmesini bekleyebilirlerdi ya da incirler dikenlerde büyürken kenarda bekleyebilirlerdi.
"Yıllarca süren aşağılanmanın getirdiği öfkeyle zırhlanan böyle bir lider - Trump gibi TV dünyasından ya da herhangi bir yerden gelen, onunla aynı olan biri - herhangi bir ABD liderinden çok daha fazla güce sahip olacak."
Gerçekten çok derin ve alevli bir tartışmada, yüzde 51,89 ile yüzde 48,11 oranlarına sahip bir oylamada, kazananın hepsini almayı umabileceği belirleyici görevi ve kaybedenin dişlerini kalıcı bir şekilde ezilebileceğini düşünmüş olabilirler mi?
Eğer öyleyse, bu kötü bir hataydı ve ortaya çıkan bölünmüş ülke - bir yarısının diğeriyle zar zor konuşacağı ya da aynı ulusun üyesi olmayı kabul edeceği - yarım asırlık bir yanılsamanın son ve en acı meyvesiydi ve şimdi hepimizin kabaca gerçek yaşamla yönlendirildiği hayal kırıklığıydı.
Elbette, bu uyanıştaki duyarlı tepki, ülkemize uzun, zorlu, serin ve makul bir bakış atmak, akıllı ve uygun bir uzlaşmanın ne olabileceğini ve nerede yanlış yaptığımızı bulmak olacaktır.
Ama korkarım bunu yapmayacağız. Korkarım bunun yerine son bir fantezimiz olacak; diğer insanları onlar adına cezalandırmaya söz verdiği için sadık bir kalabalığın hayranlık duyduğu Büyük Bir Lider.
Üstelik en kötüsü, böyle bir insanın ve onun destekçilerinin uzun zamandır süren özgür uygarlık dönemimizi sonlandıracağından korkuyorum. 1945'ten bu yana demokrasi, en çok vaatlerde bulunan partileri seçerek kendi yaşamlarını iyileştirmeye çalışan seçmenlerle ilgiliydi. Bu gitti. Yakında buna nostalji ile bakacağız.
Şu andan itibaren, demokrasi, şimdi herkesin kendisinin çektiği kadar acı çektiğinden emin olmak isteyen suratsız, aldatılmış, kırgın bir çoğunluk olacak. Kendini geliştirme politikalarından kin ve intikam politikalarına, komplo teorilerine doğru ilerliyoruz, günah keçilerinin ve mağlupların cezalandırılmasını ve aşağılanmasını istiyoruz.
Yıllarca süren aşağılanmanın getirdiği öfkeyle zırhlanan böyle bir lider - Trump gibi TV dünyasından ya da herhangi bir yerden gelen, onunla aynı olan biri - herhangi bir ABD liderinden çok daha fazla güce sahip olacak. Başkanın hareket özgürlüğü, ABD Anayasası'ndaki güçler ayrılığı ve Yüksek Mahkeme ile sınırlıdır. Bizim ise sınırlayıcı hiçbir şeyimiz yok.
"Margaret Thatcher'ın, gösterişli ambalajlarıyla ve yurtiçinde ve yurtdışındaki cesur sloganlarla, 1979’da vaat ettiği ihtişamlı devrim imalat sanayimizi mahvetti ve şu an elimizde bulduğumuz büyük Solcu ahlaki ve kültürel devrimi durdurmak veya yavaşlatmak için hiçbir şey yapmadı."
Bu, Parlamento sistemimizin son birkaç yıl boyunca İngiliz halkının korkularını ve isteklerini yansıtmaması ve Theresa May'ın prömiyer trajedisi ile sonuçlanamaması için ödediğimiz bedel olacak.
Son birkaç haftanın ve gelecek haftaların saçma Westminster (parlamento) manevraları ayrı olaylar değil; onlar çok daha uzun bir çöküş ve çürüme sürecinin sonucu.
Parlamentonun şimdi olduğu gibi olacağını veya siyasal sistemimizin bundan sonra çok yaşayacağını sanmıyorum. Artık yetişkin biri veya başa çıkacak ya da bunları doğru değerlendirecek kadar akıllı değiliz.
Demokrasinin tekrarlayan başarısızlıklarının her birinin maliyeti yüksek. Ancak biriken fatura şimdi öylesine büyük ki, öfke ve hayal kırıklığı dışında karşılık bulmuyor.
1960'lı yıllardan beri, reklam yapan erkeklerin politikaya girmesi ve ulusal liderlerimizin bize yabancı bayramlar gibi satılmasıyla defalarca hayal kırıklığı ve kırgınlık yaşadık. Ve hiçbiri telafi edilmedi.
Harold Wilson'un 1964'te vaat ettiği teknolojik parlak 'New Britain-Yeni Britanya' hiçbir zaman gerçekleşmedi. Bunun yerine, dünyanın en iyi devlet eğitim sistemlerinden birini değersizleştirdik, sert darbelerle felaketine neden olduk.
Ted Heath'in 1970'te vaat ettiği sözde cesur gerçekçilik Ortak Pazar'da sona erdi, artı vahşi enflasyonla ve the three-day week-üç günlük hafta (Seçkin Deniz'in notu: Muhafazakar İngiliz hükümeti tarafından, elektrik tasarrufu için elektrik üretiminde uygulanan ve kömür madencilerinin endüstriyel faaliyetlerini ciddi şekilde kısıtlayan birçok önlemden biri; elektrik tüketiminin her hafta ard arda üç günle sınırlı kalması ve bu saatler için daha uzun saatler çalışmasının yasaklanması) ile karşılaştık.
Margaret Thatcher'ın, gösterişli ambalajlarıyla ve yurtiçinde ve yurtdışındaki cesur sloganlarla, 1979’da vaat ettiği ihtişamlı devrim imalat sanayimizi mahvetti ve şu an elimizde bulduğumuz büyük Solcu ahlaki ve kültürel devrimi durdurmak veya yavaşlatmak için hiçbir şey yapmadı.
1997 yılında başlayan ve hala devam eden Blair-Brown-Cameron dönemine gelince insanlar aptallığın ve çılgın devrimci radikalizmin ulaştığı boyutları fark etmeye başladılar.
Çoğu insan için bu anlaşılması çok güç bir şeydi. Birkaç yıllık kısa süre içinde İngiltere başka bir yer oldu. Ceza-adalet mekanizması çöktü. Polis, toplumsal sorunlara ilgisiz, seks ve internete takıntılı paramiliter sosyal hizmet uzmanı oldu.
Okullar en temel bilgileri öğretmede başarısız olmuşlardı, ancak Stonewall (Stonewall ayaklanması; eşcinsellerin engellemelere karşı direnişi) müjdesi veriyorlardı. Devlet belgelerinden 'Koca' sözcüğü kalktı, Hristiyanlık resmi ulusal din olmaktan çıkarıldı, Marksist devrimcilerden oluşan küçük bir cemaatin inançları, büyük ve eski bir devletin resmi aile politikası haline geldi, terörizm sık sık aflarla ödüllendirildi, bölgesel güçler ve iktidar ve kanlı ölü göz uygulayıcıları Windsor Şatosu'ndaki beyaz kravatlı akşam yemeğine davet edildiler.
Fakat Belfast’taki gerçek düşmanlarına karşı kendini savunmaktan vazgeçen, öfkeyle Orta Doğu’daki seçkin tiranları devirmeye ve sonunda kapımıza büyük sıkıntılar getirecek, bizim için akla yatkın bir yararı olmayan maceralara atılmaya, hayat ve para harcamaya istekli bir ülke haline geldi.
Saçmalamayan, terör düşmanı olarak poz veren, güç ve imtiyazlar verilmiş olan terörün vaftiz babası Martin McGuinness, kendi anayasasındaki eski özgürlükleri yok etti ve yurtdışında henüz aydınlatılmış utanç verici devlet destekli kaçırılmalara karıştı.
Ve Muhafazakar Parti, bütün bu korkunç fikirlere yurtiçinde ve yurtdışında karşı çıkmak yerine, Blairit’lerden ayırt edilmesi imkansız olana kadar onları coşkuyla benimsedi ve kopyaladı. Bu maceraların bedeli hala hesaba dahildir.
Ancak bunlardan en belirgin olanı, Irak, Suriye ve Libya'daki müdahalelerimizin hem doğrudan hem de izlenebilir sonuçlarından biri olarak harap olmuş Orta Doğu ve Akdeniz’deki büyük kitlesel göç spazmıydı. Avrupa’nın şu anda çözülmeyen göç krizi 2016'da AB'ye karşı oluşan öfkenin büyük bir kısmının nedeniydi.
Göç, kaçınılmaz olarak ülkenin fakir bölgeleri ve İngiltere’nin kasvetli, Norman fetihinden bu yana gerçekleşen en büyük göç döneminden burunları gerçekten “çeşitlilik içinde sürtülmüş” (New Labour -Yeni İşçi Partisi-'indeki kişilerin bunu açık bir şekilde tarif ettiği gibi) olan daha fazla depresif alanlarını etkiliyor.
Kıtada Yunanistan'dan veya Libya'dan ilerleyen büyük göçmen koridorlarının şimdi Boston'da veya Birmingham'da veya Slough'da sona erebileceği fikri, İşçi Partisi seçmenlerinin bile katlanamayacağı kadar ağırdı.
İşçi Partisi seçmenleri mi? Evet. Geçtiğimiz birkaç on yılın en şaşırtıcı gerçeği geleneksel İşçi Partisi seçmenlerinin (Gillian Duffy'nin Gordon Brown tarafından "bağnaz bir kadın" olarak görevden alınması gibi) İzin için çoğunluğu sağlamasıydı.
İlk kez kabile bağlılığından kurtuldukları anda, uzun zamandır liberal entelektüel politikalar yürütmekle tanınan bir partiden intikam aldılar.
Polisin sokaklardan çekilmesini, suçluların ceza alması gereken kötü insanlardan ziyade hasta gibi muamele görmelerini sağladılar. İyi okulların kapılarının zenginler dışındaki herkese kapanmasına ve devletin cinsel devrim konusundaki tuhaf saplantısına katlandılar. İmalat endüstrisinin, çelikhanelerin, kömür madenlerinin, tersanelerin, otomobil fabrikalarının ve belediye konutlarının ortadan kaybolduğunu gördüler.
Şimdi, sadece bir kez, bu kızgınlıklarını tek bir füze haline getirip, partilerini ele geçiren Londra'nın sözde entelektüellerinin başkanlarına fırlatabildiler.
Bu daha önce hiç olmamıştı. Fakat üzücü olan, her iki büyük partinin de uzun süre önce taraftarlarına sırt çevirmiş olmalarıydı.
Seçim zamanlarında halkla ilişkiler mensuplarına belirsiz sözler vermeleri önerildi: “polis(aynasız)e daha fazla yetki”, “Eğitim, eğitim, eğitim”, “NHS'yi kurtaracağız” veya “NHS (Ulusal sağlık Sistemi) bizim elimizde güvenli”. Fakat bunlar ya yapmak istemedikleri ya da karşılayamayacakları şeylerdi.
Ve böylece sona geldik. Taraftarlarını meyveli kek olarak açıkça küçümseyen bir Tory (muhafazakar) Partimiz ve destekçilerini açıkça bigots (bağnaz-yobaz) olarak hor gören bir İşçi Partisi vardı.
Verdikleri sözleri yerine getiremeyen bir dizi hükümetimiz oldu ve bu yüzden tehlikeli bir şekilde borçlanmıştık. Borç aldıklarımız asla yeterli olmadı, bu yüzden hiçbir şey düzgün çalışmadı. Bir zamanlar sadece tek bir maaşa ihtiyaç duyan aile hayatının masraflarının iki maaşa karşılık gelmesi gerçeğine alışamayan bir nüfusa sahiptik. Ve o zaman bile, resmi olarak enflasyon olmamasına rağmen, her hafta her şey daha pahalı görünüyordu. Böylece onlar da borçlanmışlardı.
Ve sonra 50 yıllık 'kötü okullar'ın etkileri derhal topluma yayılmaya başladı. Polonyalılar ve Rumenler ve Bulgarlar tarafından yapılan işler yüzünden bir milyona yakın genç işsiz kaldı.
Başka bir ülkeyi, sade özdenetimin olduğu bir yeri, bozulmamış kırsal bölgelerin ve ayık şehirlerin, ciddi okulların, değerli paraların, gözle görülür, yetkili polislerin, gelişen endüstrinin olduğu bir ülkeyi hatırlayabiliyorum. Neredeyse kullandığımız her şeyi yapan demirhaneleri ve fırınları ve tersaneleri görmeden uzun bir yolculuk yapamazdınız.
O ülkenin ne kadar sürede ortadan kalkacağını bilseydim daha fazla değer verirdim. Ama şimdi, bütün hepsini neden ve nasıl attığımızı öğrenmeye çalışmaktan daha fazlasını yapamam.
Peter Hitchens, 24 Mart 2019, Mail Online
Seçkin Deniz, 02.04.2019, Sonsuz Ark, Çeviri, Çeviri ve Yansımalar
Sonsuz Ark'tan
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark Manifestosu'na aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.