"Büyüklerin imalı konuşmaları çınlıyor kulaklarımda. Kübra’yı kendime çekiyorum. Birlikte ağlıyoruz."
Nereden başlayayım bilmiyorum. Allak bullak oldum. Yıllar yıllar önce –elli yıl- yaşadığım bir anı yeniden yaşadım. İşittiğimiz bir tümce, gördüğümüz bir resim, duyduğumuz bir koku bizi alıp götürür bir anda taa yıllar yıllar öncesine. Buna hep hazırlıksız yakalanırız. Keşke böyle olmasa. Yaşadığımız nice olumsuz şeyler, nice acı veren yaşanmışlıklar bir anda çepeçevre kuşatır, o acıları, o üzüntüleri yeni baştan yaşarız. Hazırlıklı olsak ne iyi olurdu. Olmuyor işte.
Yürüyüşten dönmüştüm. Evimin bulunduğu binaya doğru yöneldim. Karşı komşumun beş yaşlarındaki kıvırcık sarı saçlı, yuvarlak yüzlü, çıtı pıtı kızı Buse elinde peynir aromalı cheetos bina giriş merdiveninin ikinci basamağında oturmuş mahzun mahzun etrafına bakınıyordu. Donup kaldım. Dedim ya elli yıl öncesine gittim bir anda. Yedi yaşlarına. Birden Kübra belirdi gözlerimin önünde.
Benden iki yaş küçüktü Kübra. Karşı komşumuzdu. O beş yaşlarında ben yedi yaşlarında. Annesi Türkan teyze, babası Kayhan amca beni Kübra’ya abi yapmışlardı. Benim emanetimdi. Buse’nin saçları da aynı Kübra’nın gibi kıvır kıvırdı. Hem sarıydı da. Gözüm gibi sakınırdım Kübra’yı. Türkan teyze de Kayhan amca da ilk ve tek çocukları Kübra’ya aşırı düşkünlerdi. Sokağa salmazlardı. Benden başkasına vermezlerdi. İki üç günde bir okul çıkışı Kübra’yı gezdirme gibi bir görevim vardı. Kübra dört gözle beklerdi beni.
Kayhan Amca YSE’de çalışıyordu. Tokat iline tayini çıkmıştı. Türkan teyze ayak diremişti. Kayhan Amca'yı ikna etmiş vazgeçirmişti. Kayhan Amca devlet memurluğundan ayrılıp müteahhitliğe başladı. Yeni işi gereği çevre ilçelerde gezer oldu. Kübra için benim için hiçbir şey değişmemişti.
Evet, Kübra zaman zaman babasını özlediğinden söz etse de babasının her eve dönüşte albenili oyuncaklar getirmesi ayrı bir sevince boğuyordu onu ama.. bir şeyler ters gidiyordu. Çocuk halimle ben bile bir şeylerin ters gittiğini az çok seziyordum. Kübra eskisi gibi çok bakımlı değildi, pasaklı denmese de saçları, tırnakları giysileri eskisi kadar temiz olmuyordu, neşesi de kalmamış gibiydi. Hem sonra eskisi gibi haftada iki üç gün değil neredeyse her gün gezdirir olmuştum ki bu gezmelerde eski coşkudan eser kalmamıştı. Çevremdeki büyükler de Türkân Teyze hakkında imalı konuşur olmuşlardı.
Bir şeyler tersti. Bunu seziyordum. Kübra’nın halinden, duruşundan, soru sormayışından seziyordum. Önceleri ne çok soru sorardı gezdirirken. Bıkıp usanmadan cevaplandığı halde aynı şeyleri tekrar tekrar sorardı. Mesela kaç kez faytonları gösterir ‘Bu ne?’ derdi. ‘Fayton!’ derdim. ‘Babam babaanneme bizi bununla götürüyor!’ derdi sonra yine ‘Bu ne derdi?’. Ne zaman faytoncular durağından geçsek – evimizin arkasındaki caddede faytoncular durağı vardı- hemen ilk karşılaştığımız faytonu gösterip ‘Bu ne?’ derdi. Sadece faytonları sormazdı. At arabalarını, nalbantları, hırdavatçıların malzemelerini.. aynı sorular aynı cevaplar. Gülerdim. Gülerdi. Mahsustan mı yapıyordu bilmiyorum. Mahsustan sorsa da ben onun sorularını hep ciddiye alıp yanıtlardım. Aynı şeyi kaç kez sorarsa sorsun bir kez olsun terslemedim. Yorulmadım. Sanırım ben de hoşlanıyordum bu halden. Bir tür bilgiçlikten gurur duyma, kasılma gibi.
Sormuyordu artık Kübra. Faytoncu durağından geçerken ‘Bak bunlar fayton!’ diyordum hevesle. O kuru bir ‘Hı!’ diyordu. ‘Şunlar tavan süpürgesi!’ aynı ilgisizlikle ‘Hı!’ diye yanıtlıyordu. Çevresindeki hiçbir şey ilgisini çekmez olmuştu. Ne yanımızdan hızla geçip giden köpeklerden korkup bacağıma sarılıyordu eskisi gibi ne de karşılaştığımız kedilere kedi yavrularına minicik ellerini uzatıp ‘Gel pisi pisi!’ diyordu.
Babasını özlediğine veriyordum bu hallerini. Kayhan Amca ayın çoğu günlerini evinden uzakta geçiriyordu. Oysa eskiden öyle miydi? Öğle yemeklerinde bile evine gelirdi. Kübra’yı coşkuyla kucağına alıp öper koklardı. Sarılır sarmalardı. Bunları kendisi anlatıyordu Kübra’nın. Hemen her gece babası ona kara kuzu masalını anlatırmış. Babasının uydurduğu bir masal olmalıydı. Çünkü Kübra ‘Babam her zaman karıştırıyor masalı. Ben düzeltiyorum!’ diyordu.
Artık ne evden, ne Türkan teyzenin ninnilerinden, ne Kayhan amcanın masallarından söz etmiyordu Kübra. Ters bir şeyler vardı. Bu kesindi. Ne tür şaklabanlık yaparsam yapayım yüzü gülmez olmuştu Kübra’nın. Eski heves, eski neşe, eski güleç yüzden eser yoktu. Bir Cuma günüydü. Evden okul için çıkmıştım. Kübra ile biz üçüncü katta oturuyorduk. Elimde çanta aşağı indim. Binanın çıkış kapısını açtım. Kübra apartman giriş merdivenlerinin ikinci basamağında oturuyor. Elinde üzerine yağ sürülmüş bir dilim ekmek. Ekmekten bir ısırık almış. Kapı açılmasına karşın kafasını çevirip bakmıyor kim diye. Ağır ağır yanına yaklaşıyorum. Yanına oturuyorum usulca. Ağlamış. Yanaklarında gözyaşlarının izi var.
- Kübra, diyorum sevecen bir sesle, sabah sabah ne işin var kapıda?
Duymuyor Kübra. İçini çekiyor. Ekmeğini ağzına götürüyor. Geri bırakıyor. Yutkunuyor. Elimi boş eline uzatıyorum. Elini tutuyorum. İçinden ağlıyor. Gözlerinden birkaç damla düşüyor.
- Ne oldu Kübra? Diyorum. Ben senin abinim.. bana söylemelisin!
Hıçkırır gibi oluyor. Tutuyor kendini. Bunu nasıl beceriyor anlamıyorum. Beş yaşlarında bir çocukta bu hal bana tuhaf geliyor.
- O adam beni evde istemiyor! Diyor öfkeyle.
- Kim? Kayhan amca mı? Diyorum şaşkınlıkla.
- Hayır, diyor öfkeyle, o kötü adam!
Büyüklerin imalı konuşmaları çınlıyor kulaklarımda. Kübra’yı kendime çekiyorum. Birlikte ağlıyoruz.
Şimdi de Buse merdivenlerde. Merdivenlerin ikinci basamağında. Korkuyorum. Boğazımda bir şeyler düğümleniyor. Bir yanım yanına oturup niçin burada böyle oturduğunu sormak istiyor, bir yanım ‘Kaç!' Diyor. Mütereddit bir halde kala kalıyorum merdivenlerin önünde.
Cemal Çalık, 26.04.2019, Konuk Yazar, Sonsuz Ark, Öykü
Cemal Çalık Yazıları
Sonsuz Ark'tan
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark Manifestosu'na aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.