22 Mayıs 2019 Çarşamba

SA7692/KY13-AO253: İstanbul Seçimi Sadece İç Politika ile Sınırlı Değil

"İstanbul seçimi, birçok büyük şehri kaybeden Erdoğan’a en ağır darbeyi İstanbul üzerinden vurma ve yeni bir darbeye ihtiyaç duymadan Erdoğan ve Bahçeli’yi tasfiye projesidir."


Sanılıyor ki İstanbul Büyükşehir Belediyesi için bir başkanlık yarışı var. Oysa işin gerçeği; bir türlü yıkamadıkları Erdoğan’a İstanbul üzerinden darbe vurarak onu siyasetten silmek istiyorlar.

Peki bunu yapmaya çalışanlar sadece iktidar kavgası veren, iç siyasetin dinamikleri mi? Elbette ki hayır... Erdoğan; bir siyasal lider olmanın ötesinde bir idealin temsilcisidir.. Erdoğan, Devletin bağımsızlığı için mücadele eden, zamanla sivri yönlerini de törpüleyerek,devletin kalıcı ilkeleriyle bütünleşen bir öncü konumundadır.

Erdoğan, kendini devletle bütünleştirirken, devleti de yeniden halkın değerleriyle barışık, muhafazakar/demokrat bir çizgiye çekmeye çalıştı. Burada ne kadar yol alındığını tespit etmek zor olsa da, ciddi bir mesafe katedildiğini görmek mümkün. 

Devletin eski devlet olmadığını Kürt sorununda alınan mesafeyle ölçmek mümkün. Dün, Kürtçe konuşma yasak iken bugün devletin kürtçe televizyonu var. Bu konuda alabildiğine serbestlik söz konusu. O kadar ki; bölücü örgüt bile sadece Kürtçe eğitimden başka bir şey ileri süremiyor.

Türkiye, etnik ve mezhebi ayrımcılığı aşmakta önemli mesafe aldı. Artık Batı bile bu konularda eleştirilerde bulunamıyor. Eleştiri konularını başka alanlara kaydırmak zorunda kaldılar.

Bu tablo karşısında devlete çöreklenmiş, kendini devletin asıl sahibi gören ve her zaman AB(D)’nin yedek askeri olarak konumlandıran çevreler tasfiye olmamak için Erdoğan iktidarına savaş açtılar.

ABD’nin şekillendirdiği bu derin yapı, ABD tarafından son noktada üst yapı olarak F.Gülen’e bağlandı. Zira F.G örgütü aynı zamanda muhafazakarlık üzerinden hareket eden ve Erdoğan’ın çıkışlarını nötrleştiren bir yapılanmaya sahipti.

ABD, böylece elindeki kendini imtiyazlı sanan, Kemalist görüntülü bu kitleye ihtiyaç duymayacak duruma geldiği için bunları da üst yapı FETÖ eliyle tırpanladı.

Artık sıra iktidarı Erdoğan’dan devralmaya gelmişti. Zira, Erdoğan’la bir müddet yol alınsa da onunla birlikte Ortadoğu’yu şekillendirmek ve bölge devletlerini parçalayarak dört parçadan oluşturulmuş bir İsrail/Kürt devleti kurmak mümkün değildi.

Erdoğan, devletle bütünleşme yoluna girip, bu projeye direnmenin yolunun kendi kendine yeten, bağımsız, güçlü bir ülke olmaktan geçtiğini görüp, bu yola girince AB(D) ile çetin bir kavgaya başlamış oldu.

Erdoğan’ın bu doğrultuda bölge ülkeleriyle işbirliği, dışa açılma, istihbaratı kontrole alıp, dış istihbaratı güçlendirme, silah sanayini güçlendirme gibi atılımları karşısında AB(D) Erdoğan’ı devirme kararı aldı.

İşi sandıkta bitirme noktasında yaptığı tüm çalışmalardan sonuç alamayınca darbeye karar verildi.
Erdoğan, her tür operasyona hazır olsa da elindeki güçler FETÖ karşısında yetersizdi.

AB(D), FETÖ’nün başarılı olacağını hesap ediyor, FETÖ elemanları da buna son derece inanıyordu. Onlar başarılı olacaklarından emindi.

Başaramadılar ve Erdoğan bu yapıyı çökertme adına önemli adımlar attı. Ancak devletin her yanına sızmış olan bu yapıyı kısa zamanda silip atmak mümkün olmadığı için birçok yerde gizlenerek, çeşitli kalıba girerek faaliyetlerini sürdürüyorlar.

ABD, bölge hedeflerinden vazgeçmiş değil zira bu ABD’nin de elinde değil. Bu proje ABD çıkarlarıyla örtüşen, AB’yi de kuyruğuna takmış olan bir İsrail projesi.

Ya ABD, kendine yeni bir hedef çizerek projesini revize edecek, zamana yayacak ya da önünde engel gördüğü Erdoğan’ı devirecek.

Şimdiye kadar yaptıklarına bakılırsa projesinde bir sapma işareti yok. PKK/YPG’yi silahlandırıyor, İran’a vurmaya hazırlanıyor, Yunan’ı üstümüze kışkırtıyor, NATO’yu Akdeniz’de kuyruğuna takmış durumda ve savaş hazırlığında.

ABD’nin hedeflerini gerçekleştirmesi için çok uzun bir bekleme süresi içine girmesi mümkün değil, ya planını bir, iki yıl önce içinde devreye sokacak veya tıpkı Obama gibi Tramp da planını revize edecek.

Planın aksamaması veya revizeye ihtiyaç duyulmaması için Erdoğan iktidarının daha doğrusu Erdoğan ve ona devlet adına destek veren Bahçeli’nin tasfiye edilmesi gerekiyor. Bunun için darbe arayışları sürse de bu konuda yeniden başarısız olma ihtimalinin yüksek olması ABD’nin çekinceleri arasında. Bundan vazgeçmiş değillerse de işi seçimle halletmeyi zorluyorlar.

 Ak Parti'nin yaşlanmışlığının doğurduğu rehavet, iktidarın bürokrasiye teslimiyetinin artışı, darbe sonrasını yönetme, kayırmacılık, ekonomideki sorunlar vs gibi nedenlerle halkın bir iktidar değişikliğine geçit vereceğini düşünen AB(D), sistem değişikliğiyle sandığa yöneldi.

ABD, Cumhur İttifakı'nın sistem değişikliğiyle gücü elinde tutmak istemesi üzerinden kendi oyununu kurarak Erdoğan’a karşı tüm güçlerini bir araya getirebileceği bir yapılanmaya gitti. Bunun ilk adımı referandumdu. Erdoğan’ın karşısına getirebileceklerini toparlayarak aynı zemine doğru kaydırmayı denediler ve bunda sonuç alınabileceğini gördüler.

Cumhurbaşkanlığı seçimiyle katedilen merhale, genel seçimle tam bir pratiğe dönüştü. Artık Saadet Partisi'nden Komünist Partisi'ne, İyi Parti'den HDP’ye kadar olan farklı bilinen partileri Cumhur İttifakı karşısında örgütleyince oy alınabileceğini gördüler.

Bu yaklaşımla Erdoğan’a ilk büyük darbeyi yerel seçimde vurabileceklerini hesap ettiler ve birbirine hiç benzemez olan partiler kazanabilecekleri adaylar kimse onu aday gösterdiler. Dün birbirlerine düşman olan benzemezlerin nasıl böylesine bir koalisyon oluşturduklarının cevabı AB(D)’de saklı olsa da, halk bunların gösterdiği adrese oy verdi.

Ve birçok büyük şehri kazanarak Erdoğan’a önemli bir darbe vurdular.

Bu seçimin,  ABD’nin bizatihi koordine ettiği bir bloğun kazanmasını zorunlu gördüğü bir seçim olması, seçim sonuçlarına ABD tarafından internet müdahalesi olduğunu da akla getirmektedir. Eğer, Google'da bu konuda basit bir araştırma yapılırsa geçmişte bu iddiayı en çok bu çevrelerin dile getirdiği anlaşılır.

Üstelik yine bu çevreler, kısa bir süre önce İstanbul’da buna yönelik bir panel yapmışlardı. Bu konularda CHP’nin(ve paydaşlarının) çalıştığı ajansın bu konuda gayet bilgili bir ajans olduğu da kayda değer bir bilgidir.

Sonuç olarak; 

İstanbul seçimi, birçok büyük şehri kaybeden Erdoğan’a en ağır darbeyi İstanbul üzerinden vurma ve yeni bir darbeye ihtiyaç duymadan Erdoğan ve Bahçeli’yi tasfiye projesidir.

Bunun için Cumhur İttifakı adayının kim olduğu önemli değildir. Sadece o kişinin seçimde en çok oyu alabilen birisi olması, projeye en uygun isim olması düşünülmüştür. Bu kişinin Ak Parti'den oy alması için Ak Part'nin ilçe belediye başkanlarının Karadeniz ağırlıklı olması dikkate alınarak Karadenizli bir isim olmasına özen gösterildi. 

Bu, Karadenizli Akpartililerden oy almayı kolaylaştıracağı gibi, en azından bir usülsüzlük yapılması halinde dikkat çekmeyecek ”Karadenizliler memleketlilerine sahip çıktı” denilecekti. İmamoğlu o nedenle tercih edildi. Bu kişinin analizi yapıldığında her partiye uyan, kolay maskelenen biri olması bu cephenin işini kolaylaştırdı

İmamoğlu, Trabzonluydu, Trabzonluların en önem verdiği şeylerden olan Trabzonspor'da yöneticilik yapmıştı. Süleymancı Kur'an Kursu'nda okumuştu, Babası ANAP ilçe başkanlığı yapmıştı. Amcası ülkücüydü. FETÖ televizyonlarında programlar yapmıştı. CHP’ye girmiş, oradan aday olup Beylikdüzü belediye başkanı seçilmiş, FETÖ’nun belediye imamına işler vermiş, onlarla sıkı fıkı olmuştu.

Geriye HDP bağlantısı kalmıştı.Onu da yer yer Demirtaş güzellemesi yaparak yerine getirdi. Daha ötesi görev ise il başkanı Canan Kaftancıoğlu'nundu. Zira Kaftancıoğlu bugünler için o koltuğa oturtulmuştu. Onun görevi solun her rengini seçimde aday gösterilecek kişiye bağlamaktı

Şimdi bütün olup bitenlere baktığımızda konunun İstanbul’da bir başkanlık seçimiyle sınırlı olmadığını görürüz. Olup bitenler AB(D)’nin sandık yoluyla Erdoğan’ı tasfiye etmenin dama taşıdır. Eğer İstanbul seçimini İmamoğlu kazanırsa, ardından Ak Parti tabanı üzerine kurulu, Ak Parti'den  gidenlerin oluşturduğu, Cumhur İttifakından vekil koparabilecek yeni partiler devreye sokulacaktır.

Böylece Cumhur İttifakı erken seçime mecbur bırakılacak, Cumhurbaşkanlığı seçimi ve genel erken seçim zorlanacak, en azından erken genel seçim yaptırılacak, meclis çoğunluğu ele geçirilecektir. Böylece Erdoğan tasfiyesi kolaylaşacaktır.

Sonuçta, Türkiye yeniden ABD mandasına dönüşecektir.

Bütün bunlar gerçekleştiğinde: Türkiye, AB(D)-İran savaşında ABD safında yer alacak, savaş sonucunda bir bölgesinin koparılıp dört parçalı büyük bir İsrail/Kürt devleti kurulmasına rıza gösterecektir.

Her şey bununla da bitmeyecek. Yunanistan'ın İstanbul hayali, Ermenistan’ın toprak talebi gündeme gelecektir.

İşte bütün bunlara bakarak İstanbul Seçiminin sadece iç politika ile sınırlı bir seçim olmadığı görmelidir.
.



Adnan ONAY, 22.05.2019, Sonsuz Ark, Konuk Yazar, Gündem'in Düşündürdükleri






Sonsuz Ark'tan
  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark manifestosuna aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.

Seçkin Deniz Twitter Akışı