"Boğuluyorum. Duyulmaz çığlıkların sahibiyim. Çığlıklarım yankılanmıyor bile."
Heveslerim ölmüş olmalı. Heveslerim öldü. Yaş dönümü mü? Sanmıyorum! Anlamsız buluyorum hepsi bu. Belki de havanın aşırı sıcaklığındandır. Bak bu olasılık görmezden gelinecek gibi değil. şedit sıcakların bunaltıcılığı kesiyor yolumu. Kurtuluş bu mekânı terk etmede gözüküyor. Bir dağ başına alıp başımı gitmeliyim. Bir dağ başı.
Kimsenin uğramayacağı, kimsenin bilmediği bir mekânda bir han, bir kahvehane, bir dinlenme yeri –böyle bir öyküye ilişkin bilgi kırıntıları var belleğimde, ‘Kop Dağında Dükkân Açmak’ adından bir öyküden söz ediliyordu, hepsi bu kadar, daha fazlası yok belleğimde- açsam. Kendimi ağırlasam. Kâh han sahibini oynasam kendinden emin, kâh hiçbir şeyden memnun olmayan müşkülpesent, öfkeli bir yolcu, bir müşteri rolüne bürünsem. Ne kadar olumsuzluk varsa belleğimde –gerçekte olmayan olsa bile- hepsini burada görsem, örneğin handa olmayan rutubetten şikâyet etsem.
- Bir yer açmışsınız hiç değil asgari koşulları yerine getirseydiniz ya! Şuraya bak bu ne rutubet? İnsanın kemiklerini oyuyor! Desem. Desem ki; Bu ne vurdumduymazlık? Bu ne aymazlık? Bu ne ciddiyetsizlik? Bu ne hor görü? Bu ne kendini beğenmişlik? Diye kınasam tok satıcıyı oynayan öteki beni.
Toz kondurmasam tok satıcılığıma, ayaklar altına alsam ‘müşteri daima haklıdır’ yavesini. Diklensem, kaşlarımı çatsam kendini beğenmiş bu müşteriye, bu yolcuya, bu, pervasızlığı şiar edinmiş haytaya, güneşi, evreni kendisi için bile bu kibir abidesine olanca dirayetim ve haklılığımla açsam ağzımı yumsam gözümü.
- Ya yol yorgunluğundan ya hamakatlığından olsa gerek söylediklerin.. hani rutubet? Bu ulu dağın zirvesinde nem ne arar? Senin için çürümüş, içinin çürüklüğü kesif bir koku yayıyor çevrene, kendi kokun nemi duyuruyor, rutubeti duyuruyor sana.. bu mekânı senin içinin mahzeninden yayılan koku doldurdu.. ayrımında değilsin çürüdüğünün.. nereye gitsen kendi çürümüşlüğünü de götürmektesin.. az biraz kendini yokla! Desem.
- Daha şimdi közde demlediğim çayda kusur bulan kendi kusurluluğun, gözlerin şaşı olduğu gibi, damağın da şirazesinden çıkmış. Çayın kendisi de tazedir demi de. Çaya bile laf ettin ya Allah’ından bul ey müfteri. Bela mısın? Belam-ı Baur mu?
Böyle diyen, böyle çıkışan hancı benin sözleri yolcu beni uyandırsa derin uykusundan. Özür dilemeyi duyumsatsa. Özür dilemeyi öğretmiş olsa, inadına vermeyip, inadının kurbanı olmayıp. Ve fakat olmayacak şey biliyorum. oysa kusur bulma açlığını yirmili yaşlarda gidermiştim, tartışma -inatlaşma- açlığını otuzlu yaşlarda.. meğer her ikisi de diriymiş.. hele tevil açlığı.. giderilecek gibi değil. İlanihaye sürecek gibi duruyor.
Boğuluyorum. Duyulmaz çığlıkların sahibiyim. Çığlıklarım yankılanmıyor bile. Çepeçevre kuşatıldığım duvarlar çığlıklarımı yutuyor. Soğuruyor. Keşke çığlıklarımı kusan duvarlarla kuşatılsaydım, çığlıkları soğuran duvarlar yerine.
Cemal Çalık, 19.07.2019, Konuk Yazar, Sonsuz Ark, Öykü
Cemal Çalık Yazıları
Sonsuz Ark'tan
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark Manifestosu'na aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.