22 Temmuz 2019 Pazartesi

SA7851/SD1433: Sıkıntı (Roman); Giriş 2

  Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk

"Düzenli bir şekilde dizilen mezarların arasındaki parke taşlı yoldan birlikte yürümeye başladık. Hiç bir soru sormamaya kararlıydım, onlar bu olan biteni anlatana kadar."


Cami, ufuktaki beyaz çizgiyle hafifçe kararan havaya karşılık iyi ışıklandırılmıştı. Ezan bittiğinde büyük ve derin bir sessizlik bir an her yeri kapladı, ardından müezzinin kamet getiren sesini duydum. Birkaç basamaktan oluşan mermer merdiveni tırmandım, ayakkabılarımı çıkardım, rafa koydum ve içeri girdim. Hızlıca caminin içinde göz gezdirdim, müezzin, imam ve yirmi iki kişiden oluşan iki saf halindeki cemaat ayaktaydı; ben de ikinci safta yerimi aldım. Akşam namazı için niyet ettim ve kametin bitmesini bekledim. Kametin bitiminde imam "Allah-u Ekber' diyerek tekbir getirdi ve namaza başladık.

Namaz, özellikle cemaatle kılınan namaz insanın içini huzurla dolduruyordu. Buraya niçin geldiğimi bir an unutmuştum. İmam'ın namaz bitiminde okuduğu 'Haşr Suresi'nin son dört (21-24) ayeti muhteşemdi:

"Eğer biz, bu Kur’an’ı bir dağa indirseydik, elbette sen onu Allah korkusundan başını eğerek parça parça olmuş görürdün. İşte misaller! Biz onları insanlara düşünsünler diye veriyoruz. O, kendisinden başka hiçbir ilâh olmayan Allah’tır. Gaybı da, görünen âlemi de bilendir. O, Rahmân’dır, Rahîm’dir. O, kendisinden başka hiçbir ilâh bulunmayan Allah’tır. O, mülkün gerçek sahibi, kutsal (her türlü eksiklikten uzak), barış ve esenliğin kaynağı, güvenlik veren, gözetip koruyan, mutlak güç sahibi, düzeltip ıslah eden ve dilediğini yaptıran ve büyüklükte eşsiz olan Allah’tır. Allah, onların ortak koştuklarından uzaktır. O, yaratan, yoktan var eden, şekil veren Allah’tır. Güzel isimler O’nundur. Göklerdeki ve yerdeki her şey O’nu tesbih eder. O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir."

Kur'an dağa değil bize indirilmişti, ama insanların çoğu değil dağ gibi Allah korkusundan baş eğip paramparça olmayı, Allah'ı dahi yok saymayı, başlarına buyruk davranmayı tercih eden varlıklardı. Buraya geliş sebebimi hatırlatmıştı bana Kur'an; "Gaybı da, görünen âlemi de bilendir." Bir gaybın, bilinmeyenin peşinden koştuğum için buradaydım, sıkıntılı ruh halimle başa çıkmaya çabalamış ve nihayetinde rahatlamıştım, ancak bu ayet gerçekten içime büyük bir serinlik doldurmuştu: "O, mülkün gerçek sahibi, kutsal (her türlü eksiklikten uzak), barış ve esenliğin kaynağı, güvenlik veren, gözetip koruyan, mutlak güç sahibi, düzeltip ıslah eden ve dilediğini yaptıran ve büyüklükte eşsiz olan Allah’tır."

Namaz ve Kur'an bittikten sonra dışarıya çıkmak üzere ayağa kalktım. Cemaat de ayağa kalmış kapıya doğru hareketlenmişti. İmam ve müezzin dahil yirmi dört kişinin yüzlerini, hareketlerini sezdirmeden kontrol ettim. Herhangi bir tuhaflık görülmüyordu, ancak dikkatimi bir şey çekmişti, yirmi iki kişi sadece yere bakarak kapıya doğru yürüyordu, her biri herhangi bir şekilde sağa sola bakma gereği duymadan sessizce hareket ediyordu. İmam ve müezzinle musafaha yaptıktan sonra ben de dışarı çıktım.

Hava kararmıştı ve az önce dışarı çıkan cemaatten herhangi biri ortalıkta görünmüyordu. Saate baktım; 20:36. 36 tuhaftı; çünkü 36 yaşındayım. 21:43'e henüz vakit vardı. Birden aklıma bir sürü soru doluştu. Kabasakal Mezarlığı'ndaydım, mezarlık koskoca bir alana yayılmıştı ve 'Anma Programı' burada yapılacaktı; ama nerede? 'Anma Programı'. Program? Program'ın resmî bir sesi vardı kulaklarımda. Ama ne resmî ne de sivil herhangi bir ses ya da hareket gözlenmiyordu. Çok fazla takılmadım bu hususa, nasılsa beni buraya davet edenler vakti geldiğinde bana ulaşacaklar ve gereken yere götüreceklerdi. Nedense davetçilerin birden fazla kişi olduğunu düşünüyordum.

Işıkların yayıldığı alandan yürüyerek az ötedeki musalla taşının bulunduğu mekana ulaştım. Kenardaki banklardan birine oturdum. Ve karanlığın, mezarlıkla bütünleşen sessizliğine sarılı bir vaziyette musalla taşına baktım. Bir gün beni de buraya getirecekler, cenaze namazımı kılacaklar ve götürüp toprağa defnedeceklerdi. Bunun için hazır mıydım?

İnsan, ne zaman geleceğini bilmediği, ansızın gelen bir ölüme nasıl hazır olabilirdi ki? Evet; belki yaşlı insanların ölümü daha sık düşünecek çağa geldiklerinde bu tür soruları daha sık sormaları mümkündü, ama benim yaşımdaki insanların hayatın bütün yükleriyle gece-gündüz meşgul iken, ölümü hatırlamaları ve ölüme hazır olup olmadıklarını düşünmeleri kolay değildi. Aslında bu soru her zaman kolay cevaplayabildiğim bir soru olarak gelmişti bana ergenliğimde ve gençliğimin ilk yıllarında. "Göklerdeki ve yerdeki her şey O’nu tesbih eder" ayetini biliyordum ve insanın da Allah'ı tesbih etmek, Allah'a ibadet etmek gibi görevlerini yerine getirince ölüme hazır olacağını düşünüyordum.

Gözlerim musalla taşında bunları düşünürken, gençliğin sonlarında başlayan ve ölüme dek süren insan aklının ve nefsinin meşgul olduğu her şeyi tek tek aklımdan geçirmeye başlamıştım. Bu her şey, insanın Allah'ı tesbih etmesinin ve Allah'a ibadet etmesinin önündeki devasa engeller olarak gözlerimde tek tek büyüyordu. İnsan bütün bu şeylerle mücadele ederken, kendisini ölüme her an hazır tutmak zorundaydı. İşte bu zorlukları gören bir göz olarak ben ''Ölüme hazır mıydım?' sorusunu eskisi kadar rahat cevaplayamıyordum. Çünkü; sorumluluklarımın farkında olan ben yapmam gerekenlerin hepsini yapamamıştım, bunların birçoğu sadece benimle çözülebilen sorunlar değildi, diğer insanlara, mekana ve zamana bağlı olan her şey, sınırlı bir hareket alanı bırakıyordu bana. Fakat biliyordum ki, iyilikle kötülüğü ayırt edebiliyordum ve tercihlerimi genellikle iyilikten yana kullanmaya odaklı bir hayatım vardı. Belki de sırf bu yüzden yapamadığım veya yanlış yaptığım her şey için Allah'tan af dileyebilirdim.

Zamanın nasıl geçtiğini fark etmemiştim. Caminin iç ışıkları sönmüş, dışarıdaki ilk namaz yerinin ışıkları yanıyordu ve saat 21:30'u gösteriyordu. Ortalıkta herhangi bir hareket görünmüyordu. Birden bir hışırtı yaladı kulaklarımı, hızla sese doğru döndüm. Elli yaşlarında bir adam gölgelerin arasından gülümseyerek bana bakıyordu. 'Selamünaleyküm' dedi yumuşak bir ses tonuyla ve yanıma geldi. 'Aleykümselam' dedim ve ayağa kalktım, uzattığı elini sıktım. Cami'den yayılan ışıkların aydınlattığı gülümseyen yüzü tanımıştım, az önce birlikte namaz kıldığımız cemaatten biriydi. 'Vakit yaklaşıyor', dedi heyecansız bir ses tonuyla. 'Yürüyelim mi?'

Düzenli bir şekilde dizilen mezarların arasındaki parke taşlı yoldan birlikte yürümeye başladık. Hiç bir soru sormamaya kararlıydım, onlar bu olan biteni anlatana kadar. 'Onlar' diyordum yine içimden, sessizce ortadan kaybolan cami cemaatinin diğer fertlerini hatırlayarak. Saat 21.35'ti ve sekiz dakikamız vardı. Yürüdüğümüz yol zayıf ışıklarla aydınlatılmıştı ve sessizce ilerlemeye devam ediyorduk. İçimde ilginç bir huzur vardı. En azından belirsizlik dağılmıştı ve nelerin olup biteceği artık sadece benim zihnimin meşgul olacağı bir konu değildi.


<<Önceki                              Sonraki>>


5

Lütfen gitmek istediğiniz bölümü tıklayınız: 

Seçkin Deniz, 22.07.2019, Sonsuz Ark, Sıkıntı, Roman

Sıkıntı





Sonsuz Ark'tan
  1. Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. 
  2. Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
  3. Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark Manifestosu'na aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.

Seçkin Deniz Twitter Akışı