Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk
"Düzenli bir şekilde dizilen mezarların arasındaki parke taşlı yoldan birlikte yürümeye başladık. Hiç bir soru sormamaya kararlıydım, onlar bu olan biteni anlatana kadar."
Cami,
ufuktaki beyaz çizgiyle hafifçe kararan havaya karşılık iyi ışıklandırılmıştı.
Ezan bittiğinde büyük ve derin bir sessizlik bir an her yeri kapladı, ardından
müezzinin kamet getiren sesini duydum. Birkaç basamaktan oluşan mermer
merdiveni tırmandım, ayakkabılarımı çıkardım, rafa koydum ve içeri girdim.
Hızlıca caminin içinde göz gezdirdim, müezzin, imam ve yirmi iki kişiden oluşan
iki saf halindeki cemaat ayaktaydı; ben
de ikinci safta yerimi aldım. Akşam namazı için niyet ettim ve kametin
bitmesini bekledim. Kametin bitiminde imam "Allah-u Ekber' diyerek tekbir
getirdi ve namaza başladık.
Namaz,
özellikle cemaatle kılınan namaz insanın içini huzurla dolduruyordu. Buraya
niçin geldiğimi bir an unutmuştum. İmam'ın namaz bitiminde okuduğu 'Haşr
Suresi'nin son dört (21-24) ayeti muhteşemdi:
"Eğer
biz, bu Kur’an’ı bir dağa indirseydik, elbette sen onu Allah korkusundan başını
eğerek parça parça olmuş görürdün. İşte misaller! Biz onları insanlara
düşünsünler diye veriyoruz. O, kendisinden başka hiçbir ilâh olmayan Allah’tır.
Gaybı da, görünen âlemi de bilendir. O, Rahmân’dır, Rahîm’dir. O, kendisinden
başka hiçbir ilâh bulunmayan Allah’tır. O, mülkün gerçek sahibi, kutsal (her
türlü eksiklikten uzak), barış ve esenliğin kaynağı, güvenlik veren, gözetip
koruyan, mutlak güç sahibi, düzeltip ıslah eden ve dilediğini yaptıran ve
büyüklükte eşsiz olan Allah’tır. Allah, onların ortak koştuklarından uzaktır. O,
yaratan, yoktan var eden, şekil veren Allah’tır. Güzel isimler O’nundur.
Göklerdeki ve yerdeki her şey O’nu tesbih eder. O, mutlak güç sahibidir, hüküm
ve hikmet sahibidir."
Kur'an dağa
değil bize indirilmişti, ama insanların çoğu değil dağ gibi Allah korkusundan baş
eğip paramparça olmayı, Allah'ı dahi yok saymayı, başlarına buyruk davranmayı tercih
eden varlıklardı. Buraya geliş sebebimi hatırlatmıştı bana Kur'an; "Gaybı
da, görünen âlemi de bilendir." Bir gaybın, bilinmeyenin peşinden koştuğum
için buradaydım, sıkıntılı ruh halimle başa çıkmaya çabalamış ve nihayetinde
rahatlamıştım, ancak bu ayet gerçekten içime büyük bir serinlik doldurmuştu:
"O, mülkün gerçek sahibi, kutsal (her türlü eksiklikten uzak), barış ve
esenliğin kaynağı, güvenlik veren, gözetip koruyan, mutlak güç sahibi, düzeltip
ıslah eden ve dilediğini yaptıran ve büyüklükte eşsiz olan Allah’tır."
Namaz ve
Kur'an bittikten sonra dışarıya çıkmak üzere ayağa kalktım. Cemaat de ayağa
kalmış kapıya doğru hareketlenmişti. İmam ve müezzin dahil yirmi dört kişinin
yüzlerini, hareketlerini sezdirmeden kontrol ettim. Herhangi bir tuhaflık
görülmüyordu, ancak dikkatimi bir şey çekmişti, yirmi iki kişi sadece yere
bakarak kapıya doğru yürüyordu, her biri herhangi bir şekilde sağa sola bakma
gereği duymadan sessizce hareket ediyordu. İmam ve müezzinle musafaha yaptıktan
sonra ben de dışarı çıktım.
Hava
kararmıştı ve az önce dışarı çıkan cemaatten herhangi biri ortalıkta görünmüyordu.
Saate baktım; 20:36. 36 tuhaftı; çünkü
36 yaşındayım. 21:43'e henüz vakit vardı. Birden aklıma bir sürü soru doluştu.
Kabasakal Mezarlığı'ndaydım, mezarlık koskoca bir alana yayılmıştı ve 'Anma
Programı' burada yapılacaktı; ama nerede? 'Anma Programı'. Program? Program'ın
resmî bir sesi vardı kulaklarımda. Ama ne resmî ne de sivil herhangi bir ses ya
da hareket gözlenmiyordu. Çok fazla takılmadım bu hususa, nasılsa beni buraya
davet edenler vakti geldiğinde bana ulaşacaklar ve gereken yere götüreceklerdi.
Nedense davetçilerin birden fazla kişi olduğunu düşünüyordum.
Işıkların
yayıldığı alandan yürüyerek az ötedeki musalla taşının bulunduğu mekana
ulaştım. Kenardaki banklardan birine oturdum. Ve karanlığın, mezarlıkla
bütünleşen sessizliğine sarılı bir vaziyette musalla taşına baktım. Bir gün
beni de buraya getirecekler, cenaze namazımı kılacaklar ve götürüp toprağa
defnedeceklerdi. Bunun için hazır mıydım?
İnsan,
ne zaman geleceğini bilmediği, ansızın gelen bir ölüme nasıl hazır olabilirdi
ki? Evet; belki yaşlı insanların ölümü daha sık düşünecek çağa geldiklerinde bu
tür soruları daha sık sormaları mümkündü, ama benim yaşımdaki insanların
hayatın bütün yükleriyle gece-gündüz meşgul iken, ölümü hatırlamaları ve ölüme hazır
olup olmadıklarını düşünmeleri kolay değildi. Aslında bu soru her zaman kolay
cevaplayabildiğim bir soru olarak gelmişti bana ergenliğimde ve gençliğimin ilk
yıllarında. "Göklerdeki ve yerdeki her şey O’nu tesbih eder" ayetini
biliyordum ve insanın da Allah'ı tesbih etmek, Allah'a ibadet etmek gibi
görevlerini yerine getirince ölüme hazır olacağını düşünüyordum.
Gözlerim
musalla taşında bunları düşünürken, gençliğin sonlarında başlayan ve ölüme dek
süren insan aklının ve nefsinin meşgul olduğu her şeyi tek tek aklımdan
geçirmeye başlamıştım. Bu her şey, insanın Allah'ı tesbih etmesinin ve Allah'a
ibadet etmesinin önündeki devasa engeller olarak gözlerimde tek tek büyüyordu.
İnsan bütün bu şeylerle mücadele ederken, kendisini ölüme her an hazır tutmak zorundaydı.
İşte bu zorlukları gören bir göz olarak ben ''Ölüme hazır mıydım?' sorusunu
eskisi kadar rahat cevaplayamıyordum. Çünkü; sorumluluklarımın farkında olan
ben yapmam gerekenlerin hepsini yapamamıştım, bunların birçoğu sadece benimle
çözülebilen sorunlar değildi, diğer insanlara, mekana ve zamana bağlı olan her
şey, sınırlı bir hareket alanı bırakıyordu bana. Fakat biliyordum ki, iyilikle
kötülüğü ayırt edebiliyordum ve tercihlerimi genellikle iyilikten yana
kullanmaya odaklı bir hayatım vardı. Belki de sırf bu yüzden yapamadığım veya
yanlış yaptığım her şey için Allah'tan af dileyebilirdim.
Zamanın
nasıl geçtiğini fark etmemiştim. Caminin iç ışıkları sönmüş, dışarıdaki ilk
namaz yerinin ışıkları yanıyordu ve saat 21:30'u gösteriyordu. Ortalıkta herhangi
bir hareket görünmüyordu. Birden bir hışırtı yaladı kulaklarımı, hızla
sese doğru döndüm. Elli yaşlarında bir adam gölgelerin arasından gülümseyerek
bana bakıyordu. 'Selamünaleyküm' dedi yumuşak bir ses tonuyla ve yanıma geldi.
'Aleykümselam' dedim ve ayağa kalktım, uzattığı elini sıktım. Cami'den yayılan
ışıkların aydınlattığı gülümseyen yüzü tanımıştım, az önce birlikte namaz kıldığımız
cemaatten biriydi. 'Vakit yaklaşıyor', dedi heyecansız bir ses tonuyla. 'Yürüyelim
mi?'
Düzenli bir
şekilde dizilen mezarların arasındaki parke taşlı yoldan birlikte yürümeye başladık.
Hiç bir soru sormamaya kararlıydım, onlar bu olan biteni anlatana kadar. 'Onlar'
diyordum yine içimden, sessizce ortadan kaybolan cami cemaatinin diğer fertlerini
hatırlayarak. Saat 21.35'ti ve sekiz dakikamız vardı. Yürüdüğümüz yol zayıf ışıklarla
aydınlatılmıştı ve sessizce ilerlemeye devam ediyorduk. İçimde ilginç bir huzur
vardı. En azından belirsizlik dağılmıştı ve nelerin olup biteceği artık sadece benim
zihnimin meşgul olacağı bir konu değildi.
5
Lütfen gitmek istediğiniz bölümü tıklayınız:
[Giriş]
Seçkin Deniz, 22.07.2019, Sonsuz Ark, Sıkıntı, Roman
Sonsuz Ark'tan
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark Manifestosu'na aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.