Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk
"İçime bir serinlik yayılmıştı. Burada yirmi üç kişiydik; birden büyüktü bu sayı. İlgiyle diğerlerine baktım, beni nasıl seçtiklerini henüz bilmiyordum, ama bu adamların her birinin özel çalışma alanları olduğunu seziyordum."
Saate
baktım. 22:03'tü. Bu kısacık zamana çok şey sığmıştı. Adam, bana bakarak konuşmaya
devam etti:
'Tarihin
karanlık derinliklerinden gelen şeytanî bir güce, bir klana, bir çeteye karşı
dünyanın bütün halklarının aydınlanması gerektiğini düşündüğümüz için buradayız.' dedi sondan bir önceki cümlesini tekrarlayarak. 'Siz de, bize yardım
edebileceğiniz için buradasınız.'
Doğrudan
bana hitap ettiği için diğer yirmi bir kişi de yüzlerini bana çevirdi.
Şehitliğin giriş kısmında halka olmuştuk ve adam tam karşımdaydı, sağımda on
bir solumda on kişi vardı. Ben de tek tek hepsinin yüzüne baktım zayıf
ışıkların izin verdiği kadar. Hepsinin gözlerinde derin bir hüznün içinden alev
gibi fışkıran bir azim ve akıncıların yüzlerindeki muhteşem bir coşku vardı.
Ama sakindiler, herhangi bir şey söylemeden birbirimize baktık ve sustuk.
Adam,
sakin ve güçlü sesiyle, 'Yardım diyorum, ancak sizin bunu nasıl
tanımladığınızı ya da tanımlayacağınızı da önemsiyorum,' dedi. 'Şehitlerimizin
huzurunda edeceğimizi söylediğim yemin sembolik bir vurgu; zaten buradayız ve
kararlıyız. Hepimizin bu uğurda harcanmış bir ömrü var ve kalan ömrümüzü de bu
uğurda harcamaya da kararlıyız. Hepimizin ortak sıkıntısı Şeytan ya da İblis ve
onun musallat olduğu insan neslinin doğruluk mücadelesi. Doğduğumuz andan
itibaren karşı karşıya kaldığımız ve ne yazık ki çok geç anladığımız bu
sıkıntının kıyamete kadar sürecek olan bir süreç olduğunu da biliyoruz. Tarih boyunca Şeytan'a karşı mücadelede
verdiğimiz şehitler de bu sürecin birer kahramanlarıdır.'
Mezarlık
bambaşka göründü gözüme o anda. Binlerce insanın doğduğu andan öldüğü ana kadar
yaşadıkları şeyleri düşündüm. Onlar için bitmiş bir süreçti bu artık ve biz
henüz yaşıyorduk. Hangimiz kahraman olarak ölecektik? Kahramanlık nasıl da
anlam değiştiriyordu düşündüğümde...
Adam,
küçük çantasından küçük bir kitap çıkardı. Sırtını karanlığa döndü ve kitabı
ışığı alacak şekilde tuttu. Bu Kur'an'dı. 'Bu,' dedi. 'Allah'ın
bize her şeyi anlatmak için gönderdiği ve büyük çoğunluğumuzun okumadığı son
kitap. Sıkılmayacağınızı umarak, ki bunu da utanarak söylüyorum, bir insan
kendisi için tek kurtuluş yolunu anlatan bir kitabı okurken nasıl sıkılır
anlamakta zorlanıyorum, ama insan olarak yaşadığımız şey tam olarak bu, size A’râf
Suresi'nin ilk elli bir ayetinin mealini okumak istiyorum. Şehitlerimizin
huzurunda yapacağımız en iyi anma programı ancak anladığımız Kur'an'ı
okumaktır, diye düşünüyorum.'
A'raf
Suresi başlangıcı anlatıyordu. Her şeyin başladığı anı, sıkıntının doğduğu anı,
çarpıtılmış bütün 'kadim' olarak pazarlanan öğretilere rağmen, dosdoğru
anlatıyordu, biliyordum. Adamın sesi huzur verici bir akıcılıkla mezarlığı ve
kulaklarımızı doldururken, ruhumuz da bu sahte olmayan sadeliği sonuna kadar
kabul ediyordu:
'Bismillâhirrahmânirrahîm.
Elif Lâm Mîm Sâd. Bu, sana, kendisiyle (insanları) uyarman için ve mü’minlere
öğüt olarak indirilmiş bir kitaptır. Artık ondan dolayı göğsünde bir sıkıntı
olmasın. Rabbinizden size indirilene uyun. Onu bırakıp başka dostlara uymayın.
Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz! Nice memleketleri helâk ettik. Onlara azabımız
gece uykusuna dalmışken, yahut gündüz istirahat hâlinde iken gelmişti. Azabımız
kendilerine geldiğinde, “(Biz bunu hak ettik.) Gerçekten biz zalimler olmuştuk”
demekten başka söyleyecekleri kalmamıştı. Kendilerine peygamber gönderilenlere
mutlaka soracağız. Peygamberlere de elbette soracağız. Andolsun, onlara
(yaptıklarını) tam bir bilgi ile anlatacağız. Çünkü biz onlardan uzak değiliz. O
gün amellerin tartılması da haktır. Kimlerin sevabı ağır basarsa, işte onlar
kurtuluşa erenlerdir. Ama kimlerin sevabı da hafif gelirse, işte onlar
âyetlerimize haksızlık etmiş olmaları sebebiyle kendilerini ziyana sokanlardır.
Andolsun, size yeryüzünde imkân ve iktidar verdik. Sizin için orada birçok
geçim imkânları da yarattık. Ama siz ne kadar az şükrediyorsunuz! Andolsun, sizi yarattık. Sonra size şekil
verdik. Sonra da meleklere, “Âdem için saygı ile eğilin” dedik. İblis’ten başka
hepsi saygı ile eğildiler. O, saygı ile eğilenlerden olmadı. Allah, “Sana
emrettiğim zaman seni saygı ile eğilmekten ne alıkoydu?” dedi. (O da) “Ben
ondan hayırlıyım. Çünkü beni ateşten yarattın. Onu ise çamurdan yarattın” dedi.
Allah, “Şimdi in aşağı oradan. Çünkü senin orada büyüklük taslamak haddine
değil! Hemen çık! Çünkü sen aşağılıklardansın” dedi. Şeytan dedi ki: “(Öyle
ise) bana insanların tekrar diriltilecekleri güne kadar süre ver.” Allah da,
“Sen süre verilenlerdensin” dedi. Şeytan dedi ki: “(Öyle ise) beni azdırmana
karşılık, yemin ederim ki, ben de onları saptırmak için senin dosdoğru yolunun
üzerinde elbette oturacağım. Sonra (pusu kurup) onlara önlerinden,
arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım ve sen onların çoğunu
şükreden (kimse)ler bulamayacaksın.” Allah, dedi ki: “Yerilmiş ve kovulmuş
olarak çık oradan. Andolsun, onlardan sana kim uyarsa sizin, hepinizi cehenneme
doldururum. Ey Âdem! Sen ve eşin cennette kalın. Dilediğiniz yerden yiyin.
Fakat şu ağaca yaklaşmayın. Yoksa zalimlerden olursunuz.” Derken şeytan,
kendilerinden gizlenmiş olan avret yerlerini onlara açmak için kendilerine
vesvese verdi ve dedi ki: “Rabbiniz size bu ağacı ancak, melek olmayasınız, ya
da (cennette) ebedî kalacaklardan olmayasınız diye yasakladı. Şüphesiz ben size
öğüt verenlerdenim” diye de onlara yemin etti. Bu sûretle onları kandırarak
yasağa sürükledi. Ağaçtan tattıklarında kendilerine avret yerleri göründü.
Derhal üzerlerini cennet yapraklarıyla örtmeye başladılar. Rab’leri onlara,
“Ben size bu ağacı yasaklamadım mı? Şeytan size apaçık bir düşmandır, demedim
mi?” diye seslendi. Dediler ki: “Rabbimiz! Biz kendimize zulüm ettik. Eğer bizi
bağışlamaz ve bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz.” Allah, dedi ki:
“Birbirinizin düşmanı olarak inin (oradan). Size yeryüzünde bir zamana kadar yerleşme
ve yararlanma vardır.” Allah, dedi ki: “Orada yaşayacaksınız, orada öleceksiniz
ve oradan (mahşere) çıkarılacaksınız.” Ey Âdemoğulları! Size avret yerlerinizi
örtecek giysi ve süslenecek elbise verdik. Takva (Allah’a karşı gelmekten
sakınma) elbisesi var ya, işte o daha hayırlıdır. Bu (giysiler), Allah’ın
rahmetinin alametlerindendir. Belki öğüt alırlar (diye onları insanlara
verdik). Ey Âdemoğulları! Avret yerlerini kendilerine açmak için, elbiselerini
soyarak ana babanızı cennetten çıkardığı gibi, şeytan sizi de saptırmasın.
Çünkü o ve kabilesi, onları göremeyeceğiniz yerden sizi görürler. Şüphesiz biz,
şeytanları, iman etmeyenlerin dostları kılmışızdır. Çirkin bir iş işledikleri
vakit, “Biz atalarımızı bunun üzerinde bulduk, Allah da bize bunu emretti”
derler. De ki: “Şüphesiz, Allah çirkin işleri emretmez. Siz bilmediğiniz
şeyleri Allah’ın üzerine mi atıyorsunuz?” De ki: “Rabbim adaleti emretti. Her
secde yerinde yüzlerinizi (O’na) doğrultun. Dini Allah’a has kılarak O’na
ibadet edin. Sizi başlangıçta yarattığı gibi (yine O’na) döneceksiniz.” Allah,
bir kısmına hidayet etti, bir kısmına da sapıklık lâyık oldu. Çünkü onlar
Allah’ı bırakıp şeytanları dost edinmişlerdi. Kendilerinin de doğru yolda
olduklarını sanıyorlardı. Ey Âdemoğulları! Her mescitte ziynetinizi takının
(güzel ve temiz giyinin). Yiyin için fakat israf etmeyin. Çünkü O, israf
edenleri sevmez. De ki: “Allah’ın, kulları için yarattığı zîneti ve temiz rızkı
kim haram kılmış?” De ki: “Bunlar, dünya hayatında mü’minler içindir. Kıyamet
gününde ise yalnız onlara özgüdür. İşte bilen bir topluluk için âyetleri, ayrı
ayrı açıklıyoruz.” De ki: “Rabbim ancak, açık ve gizli çirkin işleri, günahı,
haksız saldırıyı, hakkında hiçbir delil indirmediği herhangi bir şeyi Allah’a
ortak koşmanızı ve Allah’a karşı bilmediğiniz şeyleri söylemenizi haram
kılmıştır." Her milletin belli bir eceli vardır. Onların eceli geldi mi,
ne bir an geri kalabilirler, ne de öne geçebilirler. Ey Âdemoğulları! İçinizden
size benim âyetlerimi anlatan Peygamberler gelir de her kim Allah’a karşı
gelmekten sakınır ve hâlini düzeltirse, artık onlara korku yoktur. Onlar
üzülecek de değillerdir. Âyetlerimizi yalanlayanlar ve onlara uymayı
kibirlerine yediremeyenlere gelince, işte onlar cehennemliklerdir. Onlar orada
ebedî kalacaklardır. Kim, Allah’a karşı yalan uyduran veya O’nun âyetlerini
yalanlayanlardan daha zalimdir? İşte onlara kitaptan (kendileri için yazılmış ömür
ve rızıklardan) payları erişir. Sonunda kendilerine melek elçilerimiz,
canlarını almak için geldiğinde, “Hani Allah’ı bırakıp tapınmakta olduğunuz
şeyler nerede?” derler. Onlar da, “Bizi yüzüstü bırakıp kayboldular” derler ve
kâfir olduklarına dair kendi aleyhlerine şahitlik ederler. Allah, şöyle der:
“Sizden önce gelip geçmiş cin ve insan toplulukları ile birlikte ateşe girin.”
Her topluluk (arkasından gidip sapıklığa düştüğü) yoldaşına lânet eder. Nihayet
hepsi orada toplandığı zaman peşlerinden gidenler, kendilerine öncülük edenler
için, “Ey Rabbimiz! Şunlar bizi saptırdılar. Onlara bir kat daha ateş azabı
ver” derler. Allah, der ki: “Her biriniz için bir kat daha fazla azap vardır.
Fakat bilmiyorsunuz.” Öncekiler sonrakilere, “Sizin bize karşı bir üstünlüğünüz
yoktur. Artık kazanmış olduğunuz şeylere karşılık, azabı tadın” derler. Âyetlerimizi
yalanlayanlar ve o âyetlere uymayı kibirlerine yediremeyenler var ya, onlara
göklerin kapıları açılmaz. Onlar, deve iğne deliğinden geçinceye kadar cennete
de giremezler! Biz suçluları işte böyle cezalandırırız. Onlar için cehennem ateşinden döşek,
üstlerinde de cehennem ateşinden örtüler var. İşte biz zalimleri böyle
cezalandırırız. İman edip salih ameller işleyenlere gelince -ki biz kişiye
ancak gücünün yettiğini yükleriz- işte onlar cennetliklerdir. Onlar orada ebedî
kalıcıdırlar. Biz onların kalplerinde kin namına ne varsa söküp attık.
Altlarından da ırmaklar akar. “Hamd, bizi buna eriştiren Allah’a mahsustur.
Eğer Allah’ın bizi eriştirmesi olmasaydı, biz hidayete ermiş olamazdık.
Andolsun, Rabbimizin peygamberleri bize hakkı getirmişler” derler. Onlara,
“İşte yaptığınız (iyi işler) sayesinde kendisine varis kılındığınız cennet!”
diye seslenilir. Cennetlikler cehennemliklere, “Rabbimizin bize va’dettiğini
biz gerçek bulduk. Siz de Rabbinizin va’dettiğini gerçek buldunuz mu?” diye
seslenirler. Onlar, “Evet” derler. O zaman aralarında bir duyurucu, “Allah’ın
lâneti zalimlere!” diye seslenir. Onlar Allah yolundan alıkoyan ve onu, eğri ve
çelişkili göstermek isteyenlerdir. Onlar ahireti de inkâr edenlerdir. İkisi (cennet ve cehennem) arasında bir sur,
A’râf üzerinde de birtakım adamlar vardır. Cennet ve cehennemliklerin hepsini
simalarından tanımaktadırlar. Cennetliklere, “Selâm olsun size!” diye
seslenirler. Onlar henüz cennete girmemişlerdir, ama bunu ummaktadırlar. Gözleri
cehennemlikler tarafına çevrildiği zaman, “Ey Rabbimiz! Bizi zalim toplumla
beraber kılma” derler. A’râftakiler, simalarından tanıdıkları birtakım adamlara
da seslenir ve şöyle derler: “Ne çokluğunuz, ne de taslamakta olduğunuz kibir
size bir yarar sağladı!”. “Sizin, ‘Allah bunları rahmete erdirmez’ diye yemin
ettikleriniz şunlar mı?” (Sonra cennetliklere dönerek) “Haydi, girin cennete.
Size korku yok. Siz üzülecek de değilsiniz” derler. Cehennemlikler de
cennetliklere, “Ne olur, sudan veya Allah’ın size verdiği rızıktan biraz da
bizim üzerimize akıtın” diye çağrışırlar. Onlar, “Şüphesiz, Allah bunları kâfirlere
haram kılmıştır” derler. Onlar dinlerini oyun ve eğlence edinmişler ve dünya
hayatı da kendilerini aldatmıştı. İşte onlar bu günlerine kavuşacaklarını nasıl
unuttular ve âyetlerimizi nasıl inkâr edip durdularsa, biz de onları bugün öyle
unuturuz.'
Adam
sustu, iyice çökmüş karanlığın da sustuğunu fark ettim. 'Sadakallah'ulazîm' dedik hep birlikte. Biz yeryüzünde avret
yerlerine kadar soyunan ve bunu teşvik eden insanların içindeydik. Bu insanlar
bunu özgürlük olarak tanımlıyorlardı. Allah'ın yasakladığı her şeyi, Şeytan'ın
tanımladığı özgürlük çerçevesinde yapıyorlar ve bunu yaymaya çalışıyorlardı. O
günden bu yana hiçbir şey değişmemişti.
Biz her zamanki gibi az ve yalnızdık,
organize olmak gibi bir amacımız ve gayemiz ne yazık ki yoktu. Biliyormuş gibi
yapıp, aslında bilmediğimiz tuzaklara bile bile koşuyorduk. Oysa her şey
apaçıktı. Şeytan, '(Öyle ise) beni azdırmana karşılık, yemin ederim ki, ben de
onları saptırmak için senin dosdoğru yolunun üzerinde elbette oturacağım. Sonra
(pusu kurup) onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından
sokulacağım ve sen onların çoğunu şükreden (kimse)ler bulamayacaksın.' demişti
ve bugüne dek çalışmıştı amacına ulaşmak için, kıyamete kadar da çalışmaya
devam edecekti.. Üstelik, emirlerini dinlemediği halde Allah'ı kendisini
azdırmakla suçlayarak insana da bu çarpık yolu göstermişti. Ne kadar çok insan
Allah'ı suçluyordu, görüyorduk, şahit oluyorduk.
Kur'an'ın
her şeyi açık bir şekilde anlatan dili, karşımızdaki düşmanı da dosdoğru ve
kuşku üretmeyecek şekilde tanımlıyordu. Düşmanı doğru tanımlamak önemliydi.
Çünkü; eğer düşman yoksa ya da belirsizse onunla mücadele etmek de anlamsızdı
ve organize olmayı gerektirmeyecek, rehavete girilecek bir hayattan
bahsedilebilecekti. Şaşkınlık verici bir cehaletle iç içeydi insanlar; iyilik
için yeterli ölçeklerde organize olmak akıllarına gelmezken, kötülük için
organize olanlara karşı ne kadar zayıf ve acınılacak halde olduklarını da fark
edemiyorlardı.
Bana
düşen sorumluluğun ne olduğunu anlamaya başlamıştım. Bir sistem mühendisi,
kurulmuş sistemi ya da sistemleri çözümler, amacını deşifre eder ve gerekli olan
karşıt sistemi ya da sistemleri tasarlayabilirdi. Ama yine de bu benim tek
başıma başa çıkabileceğim bir sıkıntı değildi. Evet; kabul ediyorum, otuz altı
yıllık hayatımda kendi iç dünyamda karşıt sistemler üretmiştim, ancak bu
sistemleri herkese yaymam imkansızdı, karşımda dev enformasyon şirketleri ve devletler-hükümetler vardı. Kitaplar, dergiler, gazeteler,
filmler, diziler, internet siteleri ve nasıl başa çıkabileceğimizi
bilmediğimiz sosyal medya dedikleri yeni etkileşim alanları, nesnelerin
interneti ve daha birçok şey Şeytan'ın küresel dev şirketler aracılığı ile kurduğu
sistemlerin birer örneğiydi. Bütün bunlara karşılık okullar ne tür sistemler üretirsek
üretelim, ürettiğimiz her şeye karşıt yeni nesiller çıkarıyorlardı.
Umutsuz değildim,
umutsuz olmadığım için buradaydım ve bu yirmi iki adam da benim gibi sırf Allah'a
inandıkları ve güvendikleri için buradaydı. Bize düşen yapmaktı. Yapabilmek için
buradaydık. Sorunu anlamak önemliydi ve bu sorunu ortadan kaldırmak için gerekli
olan bilince ulaşmak da gerekli ve şarttı.
İçime bir
serinlik yayılmıştı. Burada yirmi üç kişiydik; birden büyüktü bu sayı. İlgiyle diğerlerine
baktım, beni nasıl seçtiklerini henüz bilmiyordum, ama bu adamların her birinin
özel çalışma alanları olduğunu seziyordum. Sade, net ve apaçıktılar. Farkındaydılar.
Göçü bu kez yolda düzmeyecektik anlaşılan. Tasarlayarak yürüyecektik; heyecan vericiydi
bu. Akıncıların yaşadığı ruhsal devinimleri şimdi çok daha iyi anlıyordum.
12
Lütfen gitmek istediğiniz bölümü tıklayınız:
[Giriş]
Seçkin Deniz, 19.08.2019, Sonsuz Ark, Sıkıntı, Roman
Sonsuz Ark'tan
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark Manifestosu'na aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz