Sonsuz Ark/ Evrensel Çerçeveye Yolculuk
"Çünkü insan amaçsızdı; yaptığı herhangi bir aracın amacını kendisi belirlediği halde, kendisini yaratan Allah'ın kendisini hangi amaçla yarattığını düşünmüyordu."
Farkındalık,
idrak her şeyden önce bilmek demekti, kirli-karışık ne idüğü belirsiz şeylere
dair olan değil, sağlam kaynağı hakkında kuşku duyulmayan bilgiyi bilmek ve
buna bağlı olarak, aklın gerektirdiği çıkarımları yapabilmekti. İnsan
farkındalığını yitirdiği için doğru ya da yanlış, iyi veya kötü hakkındaki
kanaatlerini oluştururken hata yapıyordu.
Şeytan, belirlediği bir yalan aralığında insana belirsizliği yedirmişti. İnsan'ın her şeyin kökenine inerken aradığı 'Hakikat-Gerçek' belirsizleştirilmek üzere tasarlanmıştı ve belirsizlik her şeyin kaynağı haline getirilmişti. Belirsizlik şüpheyi doğuruyor, şüphe de aklın güvenli yollarında bir kemirgen olarak, belirsizlikle kaplanan Hakikat'in görünmesini engelliyordu. İnsan böylece aldatılıyordu.
Şeytan, belirlediği bir yalan aralığında insana belirsizliği yedirmişti. İnsan'ın her şeyin kökenine inerken aradığı 'Hakikat-Gerçek' belirsizleştirilmek üzere tasarlanmıştı ve belirsizlik her şeyin kaynağı haline getirilmişti. Belirsizlik şüpheyi doğuruyor, şüphe de aklın güvenli yollarında bir kemirgen olarak, belirsizlikle kaplanan Hakikat'in görünmesini engelliyordu. İnsan böylece aldatılıyordu.
Düşündükçe her şey çok açık bir şekilde sistem çözümlemesi olarak somutlaşıyordu zihnimde. Mezarlıkta olduğumu ve burada birtakım insanlarla bir araya geldiğimi unutmuştum. O ân zaman durmuş gibiydi; zihnim kendi hızında ve zamanında işliyordu. Kesintisiz bir şekilde akıp duran öncül önermeler, sonuç önermelerine bağlanıyor ve sonsuz bir zincirin halkalarında adım adım ilerliyordum. İnsanın aldatılması bir algoritmik sonuçtu.
İnsanın
ve şeytanın ortaklığında ortaya çıkan 'Sahte Hakikat', Hakikat'in kaybolduğu
bir kaosta insanın dayanacağı tüm temelleri yok ediyor, onu bir yalana
bağlıyordu. Sonrasında insan güvenemediği bilgisiyle inkâra sürükleniyor ve
kendisini yaratan Allah'a başkaldırıyor ve Şeytan zaferini ilan ediyordu.
Evet; Şeytan'ın amacı buydu. İnsanı kendisi gibi, Allah'a isyana sürüklemek. İnsanı saptırmak için Allah'ın dosdoğru yolunun üzerine oturmuş olan insanlara (pusu kurup) önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulan ve onların çoğunu şükreden kimseler yapmamak için çalışan Şeytan daha başka hangi zaferi bekleyebilirdi ki? Allah'ın elçilerle gönderdiği Hakikat'e giden yolun üstüne, onu belirsizlikle örtmek ve onun yerine Hakikat karşıtı bilgiyle insanları aldatmaktan daha başka nasıl oturabilirdi Şeytan?
Evet; Şeytan'ın amacı buydu. İnsanı kendisi gibi, Allah'a isyana sürüklemek. İnsanı saptırmak için Allah'ın dosdoğru yolunun üzerine oturmuş olan insanlara (pusu kurup) önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulan ve onların çoğunu şükreden kimseler yapmamak için çalışan Şeytan daha başka hangi zaferi bekleyebilirdi ki? Allah'ın elçilerle gönderdiği Hakikat'e giden yolun üstüne, onu belirsizlikle örtmek ve onun yerine Hakikat karşıtı bilgiyle insanları aldatmaktan daha başka nasıl oturabilirdi Şeytan?
Yaşadığımız
çağda bütün kötülüklerin her yere ulaştığını hepimiz görüyorduk. Peki Şeytan'ı
yok sayanlar ya da her şeyi Şeytan'a yükleyerek kaçtığımızı iddia edenler, bu
kötülüğü kimin yaydığını iddia edecekler? Şeytan'ı yok saymak ya da onu da bir
görevli kabul etmek kimi sorumlu tutmayı ve suçlamayı gerektirir? Bu dosdoğru
Allah'ı suçlamaya ve ona karşı gelmeye götüren bir yol değil midir? Bu Allah'ın
bizim için 'apaçık düşmanınızdır' dediği, Allah'ın yolunun üzerine oturmuş olan
Şeytan'ın yolu değil miydi?
A'raf
Suresi... en temel, çarpıtılmamış ve dokunulmamış olan Hakikat Bilgisi'ni
nereden alacağını anlatıyordu insana, ama insan dinlemiyordu: 'Bu, sana,
kendisiyle (insanları) uyarman için ve mü’minlere öğüt olarak indirilmiş bir
kitaptır. Artık ondan dolayı göğsünde bir sıkıntı olmasın. Rabbinizden size
indirilene uyun. Onu bırakıp başka dostlara uymayın. Ne kadar da az öğüt
alıyorsunuz!'
Bu
ayetler şimdi daha anlamlı geliyordu bana, adamın A'raf Suresi ile başlaması
gerçek bir bilgelik örneğiydi: 'Allah, “Şimdi in aşağı oradan. Çünkü senin
orada büyüklük taslamak haddine değil! Hemen çık! Çünkü sen aşağılıklardansın”
dedi. Şeytan dedi ki: “(Öyle ise) bana insanların tekrar diriltilecekleri güne
kadar süre ver.” Allah da, “Sen süre verilenlerdensin” dedi. Şeytan dedi ki:
“(Öyle ise) beni azdırmana karşılık, yemin ederim ki, ben de onları saptırmak
için senin dosdoğru yolunun üzerinde elbette oturacağım. Sonra (pusu kurup)
onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım ve sen
onların çoğunu şükreden (kimse)ler bulamayacaksın.”'
Şeytan'ın
başımıza musallat olduğu ân, onun 'Hakikat'i altüst etmeye başladığı ândı:
'Andolsun, sizi yarattık. Sonra size şekil verdik. Sonra da meleklere, “Âdem
için saygı ile eğilin” dedik. İblis’ten başka hepsi saygı ile eğildiler. O,
saygı ile eğilenlerden olmadı. Allah, “Sana emrettiğim zaman seni saygı ile
eğilmekten ne alıkoydu?” dedi. (O da) “Ben ondan hayırlıyım. Çünkü beni ateşten
yarattın. Onu ise çamurdan yarattın” dedi.'
Şeytan,
bugün yeryüzünde insanın insana tasladığı üstünlük savaşı ile başlamıştı
Hakikat'i çarpıtmaya... Ateş'i ve
Çamur'u, yani çamurun bileşenleri olan toprağı ve suyu yaratan Allah, hangisini
hangisine üstün kıldığını sadece kendisi biliyordu. Su, topraktaki ateşin
kurutan gücünü azaltmıştı, böylece çamur oluşmuştu ve insan bu çamurdan
yaratılmıştı... Fakat Çamur'da da Ateş vardı; bugüne dek Şeytan buradan,
içindeki ateşten ulaşmıştı insana ve bugünden sonra da aynı yerden ulaşmaya
devam edecekti. Şeytan kendisinin insandan üstün olduğunu iddia etmiş ve
insanın karşısında secde etmesini emreden Allah'a karşı çıkmıştı.
Bunu
bilmek, insanın farkındalığının başlangıcı, gelişmesi ve olgunlaşması demek
olan hayat yolculuğunun anlamlı bir
amaca bağlı olması demekti. İnsan kendisini aşağılayan Şeytan'a karşı, sadece
ve yalnızca kendisini Şeytan'dan üstün kılan Allah'a inanarak, onun emirlerine
itaat ederek ve ona şükrederek başarılı olabilirdi. Allah'ı hoşnut edecek olan
da buydu. İnsanın amacı da bu olmalıydı. Şeytan'ın özgürlük olarak tanımladığı
ve sonu apaçık bir şekilde haber verilen ve kesinlikle cehenneme çıkan Allah'a isyan değil. Çünkü Allah insana
tanıdığı üstünlüğe karşı çıkan Şeytan'ı cezalandırmıştı ve Şeytan da intikam
peşindeydi; her şey bu kadar basitti.
'Allah,
“Şimdi in aşağı oradan. Çünkü senin orada büyüklük taslamak haddine değil!
Hemen çık! Çünkü sen aşağılıklardansın” dedi. Şeytan dedi ki: “(Öyle ise) bana
insanların tekrar diriltilecekleri güne kadar süre ver.” Allah da, “Sen süre
verilenlerdensin” dedi. Şeytan dedi ki: “(Öyle ise) beni azdırmana karşılık,
yemin ederim ki, ben de onları saptırmak için senin dosdoğru yolunun üzerinde
elbette oturacağım. Sonra (pusu kurup) onlara önlerinden, arkalarından,
sağlarından ve sollarından sokulacağım ve sen onların çoğunu şükreden
(kimse)ler bulamayacaksın.”'
Allah'a şükredenlerden olmamak; bu insanın cehennemiydi, Şeytan'ın Krallığı'nı ilan ettiği Zafer Ânı'ydı. Şimdi, şu yaşadığımız çağ nasıl bir çağdı? Erkeğin erkekle, kadının kadınla evlendiği, insanın hayvanlardan daha aşağılık bir şekilde her ân her yerde çiftleştiği; insanların dünyanın her yerinde her an tecavüze uğradığı, öldürüldüğü, haklarının gasp edildiği, yalanların gerçek olarak pazarlandığı bir çağda yaşıyoruz. İnsanın içki, antidepresanlar ve uyuşturucular dahil her türlü araçla zihnindeki kaostan ve Hakikat'in baskısından bilinçsizliğe kaçmak için çaba sarf ettiği bir çağ, ancak Şeytan'ın muzaffer olduğu bir çağ olabilirdi.
Allah
öldürmeyi, içki içmeyi, faizi, kumarı, nikahsız cinsel ilişkiyi, yalanı, tecavüzü, hırsızlığı
aynı cinsten insanların cinsel ilişkisini yasaklamıştı, ama insan bütün
bunları sınırsız bir şekilde yaparak
özgürleştiğini düşünüyordu. Onun böylece özgür olduğunu söyleyen insanlardan ve
cinlerden şeytanın askerleri vardı. İnsan aldanıyordu, insan aldandığını
hissediyordu ve korkuyordu. Korktukça başıboş bir şekilde dolaşmayı seçiyordu;
otoritelerin tümüne başkaldırıyordu, ama otorite olarak kabul ettiği
özgürlüğünün arkasına saklanan, kendi mayasındaki ateşe saklanarak krallığını
sürdüren Şeytan'a ve onun uşakları olan devletlerin ve insanların baskısına
başkaldırmak aklına gelmiyordu.
Ona
bütün özgürlüklerini yasalarla sağlayan devletler ve idareciler, Allah'ın
yasakladığı her şeyi yasallaştırıyor ve yasakların yayılması için her türlü
devlet gücünü kullanıyorlardı. İnsan her şeyi kendisi istiyor ve yapıyor
sanıyordu, devletlerin, idarecilerin kendisine hizmet ettiğini düşünüyordu;
oysa aldatılıyordu, ona doğru diye anlatılan şeylerin doğru olup olmadığını
sorgulamaktan âcizdi; uyuşturulmuştu. Bir fanusta çırpınıyordu ve kurtulmak
için çok az insan çaba gösteriyordu.
Çünkü insan
amaçsızdı; yaptığı herhangi bir aracın amacını kendisi belirlediği halde,
kendisini yaratan Allah'ın kendisini hangi amaçla yarattığını düşünmüyordu.
İnsanın en büyük sorunu buydu. Allah tarafından tanımlanmış olan amaçtan
habersiz olmaktı ya da bu amacı küçümsemek ve reddetmekti. Neydi bu amaç?
16
Lütfen gitmek istediğiniz bölümü tıklayınız:
[Giriş]
Seçkin Deniz, 02.09.2019, Sonsuz Ark, Sıkıntı, Roman
Sonsuz Ark'tan
- Sonsuz Ark'ta yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur.
- Sonsuz Ark linki verilerek kısmen alıntı yapılabilir.
- Sonsuz Ark yayınları Sonsuz Ark Manifestosu'na aykırı yayın yapan sitelerde yayınlanamaz.